Y-Han - 14 - Şiiri - Habibe Merih Atalay

Habibe Merih Atalay
496

ŞİİR


9

TAKİPÇİ

Y-Han - 14 -

KAYBOLAN CENNETE GO!

İnsan, top yekün insan toplumunun hizmetlileri, köleleri ve efendileri sayılırlar aslında ve bir hizmetin bedelini ödeyemez olursak hizmet görenler oluruz, hizmet alanlar yerine. Buna göre de hayattaki rollerimiz sürekli olarak ondan ona bundan şuna değişirler. Benim aklım pek istatistiksel çalışmıyor. Adlandırdıklarımızı tek tek hafızamdan geçirerek yinelemek üzere de çalışmaz fakat aklım yine de öyle ya da böyle çalışmıştır hep. Akıl bu. Öyle ya da böyle çalışır. Zihnimin kaçta kaçını kullanıyorsam artık* -o kullandığım kadarıyla- o kadarı - bana yettiği içindir ki belki de daha fazlasına erişim gereksinimi duymaya biliyorumdur, kim bilir? ...

*Yönetmen ve Senaryo: Luc Besson, Yapım Yılı: 2014, Yapım Ülkesi: Fransa.

Ama işte hepimiz bir hizmetçiyiz ve hizmet için burdayız. Eğer şu Patlamış Mısır'ın tohumunu yaratmak zorunda kalsaydık o zaman işimiz bir hayli zorlaşır sekteye uğrayabilirdi. Ne var ki bizi bu zorunluluktan ve zorluktan alı koyan biri var -ve o biri- daha ilk baştan ihtiyacımız olabilecek her şeyi düşünüp çoktan var etmiş çok şükür. Daha ne denebilir? Bize de onu çarşıdan alıp işte böyle tavada patlatıp servise hazır etmekten öte başka bir bilgi gerekmiyor şimdilik. Tabii bunun lezzetini alabilmek, patlamış mısır yemenin hazzına varabilmek için diş kontrollerimizi sıklıkla yaptırmamız gerek. Dişleri sağlam tutmak yani sağlıklı olmak ve sağlığı uzun süre motivize ve muhafaza etmek üzerimize düşen tek sorumluluk. Ve.. evet.. bir de şükretmek tabii.

Bence dünyanın en güzel hazinesi ve yedi harikasının bilmem kaçıncısı da bu olmalıydı: şükretmek. Şükretmeyi bilen bir zihin başka neye ihtiyaç duysun ki? Neye ihtiyaç duyabilir? Etrafımızda olan olmayan, iyi kötü doğru yanlış, yararlı yararsız herkese ve her şeye bütün varlığa ve bütün yokluğa şükürler olsun diye bilen biri de bu yüzden kendini çok ama çok zengin duyumsar bunu dile getirebildiği her an, öyle değil mi? .

Başından beri bir korunma halesinin ortasında olduğunu çok daha iyi görüyordur artık o da. Biliyordur, biliyordur ki yaşatan ve bütün hayatın gerçeğini bir bir tanımasını isteyen bir varlığın himayesi altındadır. Biliyordur ki bütün şu sihri bozma çabalarımıza rağmen -hatalara- ve günahlara rağmen o hiçbir zaman korunduğunu sanmaktan vaz geçmeyecektir. Bir sevgili kul olduğunu, pek çoklarının yanı sıra elbette, hiç şüphesiz daha da fazlasıyla biliyordur artık.

Özel bir ayrıcalığı ne yok ne de var gibi olan ben de tüm dünya gibi onun özel bir parçası olarak var edildim. Evet. Hepimiz onun parçalarıyız. Bilen bilmeyen -anlayan anlamayan- algılayan algılayamayan - algılamamakta inat eden direnenlerle elimizden geldiğince şükredeceğiz varlığımızda, yokluğumuza da varlığımıza da.

Nasıl? Gayri bundan öte bir açıklaması olsa da olur olmasa da hikayemin öyle mi? . Zorlayacak - zorlanacak - bir kapı değildir bu zihnin inşaa ettiği kul kapısı, kişilik duvarlarıdır yıkılıp yakılacak olan sadece artık. Zihnin ürettikleriyledir korkunç mücadelesi, gerçek varlıkla ya da yoklukla değil.

Ne kadar mücadele ederse o kadar da çok mücadele unsuru üretiyor zihin. Oysa ortada mücadele edilmesi gereken pek bir şey yok. Biz zaten çoktandır Kayıp Cennetin ortasındaydık. Tek sorunumuz hepimizin algı düzeylerinin eşit gelişemiyor olmasıydı. Şimdi bulunduğumuz bu seviyeye bundan bizden on yıl önce gelmiş olanlar var, ben şimdi geldim mesela. Ve siz şimdi geldiniz, a belkide henüz gelmediniz geleceksiniz yoldasınız. Ve ardınızda on yıl geriden gelecek olanlarınız var. Sizden de on yıl ötede bir gelişmişlik var ve oraya da daha şimdiden ulaşmayı başarmış olanlarınız var içinizde.

Daha doğar doğmaz o seviyelerdeki algı düzeyinde var olmuş olanlarımız olduğu gibi ölene değin hiçbir algı düzeyine erişemeyecek olanlarımız var. Ancak yine de hiçbirimizin hiçbirimizden zerrece bir farkımız yok değer bakımından benim 'Go'umda...

Var edenin, siz insanlar ya da diğer canlı yaratıklar açısından bir tarifin içine sığıştırılmaya çalışılmasının, insanın kendinin aşkınına bir yakıştırma yapmaya çabalamasının nedeni; onu daha rahat daha kolay ele geçirme içine sindirme özümseme tanıma ve anlama gayretinden öte bir istekten kaynaklanmıyor oluşu ister istemez, ne beyin ne yürek ne göğüs ne kasa ne ayakkabı kutusu ne kanat denilemeyecek ve öylesi insan içerikli bilgileri aşacak bir tanıma başvurmak zorunluluğu hissettirişi, var edenin 'go'su demeye içsel olarak ittiriliyor kahramanım da. Ve düşüyor yarıktan, çekiliyor kara deliğine dilin, kalemine öyle geliyor ki birden bire tıpkı evvelinden beri Tanrı - Got - Allah - Vişnu - Yaradan - Yüce Varlık vs. denile geldiği gibi o da, ne bir harf ne bir rakam yakıştıramıyor, ne gariptir ki dili 'var edenin sancağı' bile diyemiyor bu yüzden, ne dese kısıtlı insan tasarımına giriyor çünkü ona göre.

Bizler nerden bakarsak çok naif yaratıklar ve varlıklarız. Hay allah! Bu anlamda korkularımızı giderebilmemiz zaman alıyor tabii. Onu da içselleştirmeye çabalıyoruz ki ondan korkmamamız gerektiğini kendimize öğretebilelim. Var eden ve yok eden demesinin bile içinde bu korku koşuşturmuyor mu aslında sizce de? Koşturuyor tabii değil mi! Elbet. Hem de nasıl koşturuyor ter tepinerek bakın! Ah! Ben de araya girmeden edemiyorum! Benim de bir kusurum bu işte. Bakmayın öyle. Bu yüzden buna yepyeni bir kavram oluşturabilirse belki de bu koşuşturmacada bundan sonraki hayatlar onunla daha içli dışlı olabilecekler ve görünmez bilinmez -görünemez bilinemez- nedenler bir anda ortadan kalkıverecek ya da görünür bilinir hale gelebilecekler gibi geliyor kahramanıma.

Yetişen yetkinleşen bir insanlık var - ilk andan itibaren - bugüne - bu günden yarına geleceğe sonsuzca yetişecek insanlıklar olacak. Ve sorumluluğumuz yetişmemize elden geldiğince katkı sağlamak. Ben kendi adıma ve kendi hesabıma yüklüce yatırım yapıp vazifemi yerine getirdiğimi düşünüyorum. Bugün bunları kaleme alıyor, alabiliyorsam bunları düşünebildiğim içindir ve bu da bir tür mezuniyettir benim için. Evet. Sanırım bir sınıf daha geçtim bir boy daha attı bedenim... küçüldüm ya da bir beden daha artık orasını bilmiyorum, bilsem de önemli değil ama biliyorum, biliyorum ki yaşamımın son gününe dek sürecek bu tür mevzuniyetler. Geriye sırsız bir varoluş -algılanabilir bir bütünsellik - bırakabilmeyi hedefleyerek yaşamayı sürdüreceğim o son güne dek. Eminim öğreneceğim ve öğreteceğim daha çoook şeyler olacaktır hayattan hayata - yaşamdan yaşama her gidiş-gelişlerimizle.

Ah! İşte bu da, acının hazza çevrilmesidir onun benliğinde bir bakıma. Kavuşmak - haz kaynağınıza erişmek - o denli büyük bir özlem ki sizin için - bunun sona erdirilmesi size sunulmuş bir tür ödül ise -ceza- ne olabilir dersiniz? Elbette Ödülsüzlük! . Cezanın hazza dönüştürülmesi ise bu Şiir'dir, yani şu alttaki gibi bir tür ödünleme şekli olan:

terk etme bizi
etme bizi terk
bizi terk etme
sensiz uçamayız
kaçamayız sensiz
sensiz başaramayız
zayıfız bizler güçsüzüz hala
var gücümüzün belli bir sınırı
başarmadık sensiz hiçbir şeyi
parçanız senin senin parçanım
vücudumu yardım et arıtmama
senle kalkabiliyoruz yatıp senle
savrulduk senden estik gürledik
yardım et daha da iyi olmamıza
zihnimi temizlememe yardım et
yardım et anlamama algılamama
içimizde ve dışımızda olan sensin
bilmediğimiz daha ne çok şey var
başaramayız sensiz bütün bunları
senle yoğrulup kavruluyoruz senle
doğru cümleler kurmama yardım et
olamayız sensiz asla sensiz olamayız
yardım et hayatımı doğru planlamama
devam et bize akıl fikir ihsan eylemeye
elimizi hep doğru olana yönelt bırakma
yönlenmemize yardım et en güzel yöne
her şeyimizin senden olduğunu biliyoruz
yalnız bırakma bizi iyiliğe kavuşmamızda
olamıyoruz her zaman istediğimiz kadar iyi
olduğunu asla unutmuyoruz hep başımızda
zihnimi karışıklıklardan yardım et arıtmama
farkındayız gözettin bizi her zaman kolladın
dışarımıza seni atıp çekiyoruz seni içerimize
şükürler olsun ki diyebiliyoruz şükürler olsun
yardım et öğrenmemize dersler çıkarmamıza
cehaletimizden yine kendimiz üzüntü duyduk
her zaman ihtiyacı sana olacak insanlığımızın
yanıp senle kül olduk yeniden senden doğduk
bu senin iyiliğinden hâlâ ayakta ve sağlıklıysak
gülmeyi sarılmayı sensiz sevmeyi başaramayız
kopçalıyız hepimiz sana küçükten en büyüğüne
zihnimden olumlu fikirlerin çıkmasına yardım et
ayakta durmayı sensiz yükselmeyi başaramayız
yiyip seni seni üflüyoruz içip seni seni soluyoruz
hep senindim sana aittim hep de öyle kalacağım
bizler seniniz aidiz sana biriz seninle bir bütünüz
değerini bilemesekte bize pek çok olanak sundun
lütfen gücenme hatalarımızdan ötürü bize darılma
sensiz yiyemez yemek kimse alamaz nefes sensiz
sensiz başaramazdım asla hiçbirimiz başaramayız
yardım et ruhumu çözmeme süzmeme damıtmama
bizler senle hareket edip düşünmeyi senle biliyoruz
hayatımın anlamını yardım et en güzelimi bulmama
biliyoruz hepimizi aynı derecede kollayıp gözettiğini
nacizane teşekkür ve minnet duygularımızı kabul et
ne yapmam gerektiğini bilmeme bulmama yardım et
bizi hep korudun bunun için yardım ettin minnettarız
yardım et hep iyi ve doğru şekilde hareket etmemize
varlığını kaydetmeme yardım et seni kaybetmememe
yazamazdım olmasan sen okuyamaz düşünemezdim
kuşkusuz ki her zaman senin şefkatli 'go'na sığınacağız
aramıza hiçbir şey giremez ve zaten birbirimize dikiliyiz
hepimizle her şeyimizle beni de birlikte hep oluşturansın
yaslanarak sesleniyorum sana kendi kelimelerinin gücüne
şükürler olsun ki olan bitenin fark edebildik azıcığını da olsa
sen olmasan var olamazdım ki sen olmasan yok olamam da
çalışıyoruz kendimizi her geçen gün iyileştirmeye biraz daha
kelimelerinin gücüne sana senin inandığın kadar inanıyorum
en güzel ışığı olup evrenin senle devam edeceğiz parlamaya
bizlere kendinden nüveler serpiştiren de zekan ve aklın senin
bunu ne ben ne hiçbirimiz mümkün değildi sensiz başarmamız
biliyorum hep kolladın zaten yardım ettin gözettin hep biliyorum
iyiliğinin gücünden biliyoruz geldiğimizi bilgeliğinin yüceliğinden
öğrenemezdim öğretmesen hiçbir şeyi kullanamazdım kullanmayı
şimdiden sonrasında da evvelimizde olduğu gibi hep böyle olacak
zekamız senin oluşumumuzdan gelişimimize sevkeden senin aklın
bunun için ihtiyaç yaşam boyu desteğe her zaman ama her zaman olacak
iyiyi istiyoruz bundan sonra da ve çok daha doğru hareket etmeyi diliyoruz
bizi de yıkardın çoktan yok ederdin ya da dayanamazdık çoktan yıkılır giderdik
hiçbirimizden yüceliğini esirgemedin biliyoruz esirgemeyeceksin de hiçbir zaman

Işıldayan her şey göze çarpar öyle değil mi? . Ben olmaksızın, yaşama böylesine derinlemesine baktığı olmuş muydu acaba? Mümkün değil. Henüz -hâlâ- insanoğlunun keşfettiği hiçbir teknolojik araç kendi gözünün görme biçiminin yöntem bilimine erişemediği de ortada. Erişemiyorsunuz, erişemeyeceksiniz de. Gözünüzle gördüğünüzü aklınız zekanızla hissedip duyup okuyup bulduğunuzu hiçbir kelime cümle anlatım biçimi ile de tam olarak aktaramıyor gösteremiyor anlatamıyorsunuz işte! . Demem o ki ben olmasam bir cam bardak içindeki suya doğal ama bir o kadar doğaüstü yansıyan -yansıya bilen- dünyamı kendi zihninizle asla tam manasıyla okuyup algılayıp yansıtamayacaksınız.

Diyorsunuz ki bir de öğütler vererek birbirinize üstelik benim ağzımdan -çalma-çırpma-sev-sevil-paylaş-paylaştır hayatı - hani nerde? Yine de sokağınız böyle kaynamıyor. Uygulamaya gelince kaçışıveriyorsunuz ama sokak kaynıyor yine de bir biçimde değil mi ama. Kendi doğruları var sokağın çünkü, kendi yasaları tüzükleri var. Sizi inandırmayı başaran keskin bir yapısı var bu yasaların. Sokak belli bir hız limitinin ne altına düşebilir ne üstüne çıkabilir sokağın ritmi sizin ağır aksak ritminiz gibi değildir olamaz da. Sokağın ritimsiz ritmi bile pek bir alengirlidir yani.

Şu an salonun tam ortasından birbirine dolaşmış bir göbek kordonu gibi kahramanımın karnından... sokaklar geçiriliyordu desem... sanki... güler misiniz şu an buna? Gülebilir misin? Ya da ağlar mısınız? Ağlar mısın? Birine hitap etmeyi -birilerine seslenmeyi- içinin bu birilerini dışının şu birilerine takip ettirmeyi -onlarla- onların arasında- el ele halay çekip horon teptirmeyi-* ve bir de üstüne üstlük fotoğraf çektirmeyi isteyişinin dramatik ölçümü ödünlemeye çalışışıdır bütün bunlar da...

*Samsun Müftüsü Yrd. Doç. Dr. Hayrettin Öztürk; Trabzon’un Şalpazarı ilçesinde düzenlenen 195’inci Sis Dağı Yayla Şenliği’ne katıldı. Müftü Öztürk'ün konuşmasındaki sözleri, şenlikte horon oynayanları şoke etti.
'KARDEŞİNİZ BİLE OLSA, EL ELE TUTUŞUP OYNAYAMAZSINIZ'

Dram depresyonu ise komedisi ondan çıkmaya yardım eden telafi yasalarına bağlı bir araçtır sadece. Şiiri ise aşkınlık çabası... düşmesini engellemeye çalışan çelik kanatlı kuşkularıdır sokak ortasına... çünkü ışıldayan ışıldaklarım her şekilde göze çarparlar. Kırmızısı durdurabilirdi zamanı zamanında... yeşili geçip giderdi içinden tüm zamanların... sarısı olsa tek.. bir tek.. sapsarısı... bir süre kalırdı başbaşa hiç olmazsa. Ama bu ışıldayan ışıldakların rengi simsizdi ve go'sundan gelip go'suna varıyordu cennetsiz.

Go- taş - yassı yuvarlak pul...
Hüner... Büyük Marifet..
Büyük strateji kaynağı...
Büyük sabır...
Hece tahtası...
Bir susuz yer kimyası
Go...
San Die-go! (bizim miş!) (ve)
Semper Vigilans... (ne zaman uyanıkmış? her zaman uyanık mış!)

Var edene diyemem ki niye yok etmiyor veya ediyorsun? Soramam ki şimdi neden var ettin veya var etmiyorsun? Şunu yap bunu yapma onu ver bunu ver; at şunu it bunu kaktır.. diyemem. Yok et var et hadi gel diyemem. Var eden yok eden kendi işini bilmez mi? Bizden mi öğrenecek o biz mi ondan olacağın nasılını? O bizi var ettiyse var etmeye devam ediyorsa bizi komuta ettiği ve edeceği için olmalı değil midir? Biz onun değil miyizdir başından beri zaten? . (Komuta etmeyeceğim edemeyeceğim bir varlığı niye var edeyim ki? Şaşkın!) Yok ederdi daha işin başında bitirirdi işimizi giderdi! (Öyle ya!) Ya da zaten var etmezdi ve buna bu denli uğraşmazdı bile. Bu nedenle bizim bir dilek hakkımız varsa eğer bu sadece yardım dilemek olabilir. Yardım isteyebiliriz hizmetlerimizi layığınca yerine getirebilmemiz için ve bunu tıpkı olması gerektiği gibi yerine getirmeyi başarabildiğimiz zaman da şükredebilmeliyizdir tüm yardımları için.

Bana şu hayattaki yerimi tespit etmemde, yuvamı kurup kendimi taşımamda ve şimdi de kendimi yeniden biçimlendirip saatimi kurup tıkır tıkır işletmemde de yardım eden -var eden- yeni benler var ederken hecelerimi beğenmediğinde yok ettirme hakkına yetkesine sahiptir. Çünkü bizim başlı başına sahibimiz olan -o- biz onun sahibi değiliz.. Bu cenneti biz yaratmadık ama bu cennet bizi yarattı. Bu nedenle kurduğumu yıkmada da yardım dilerim ondan -kurmanın zorluğu kadardır çünkü biz insanlar için yıkmanın da zorluğu- yıktığımı yeniden kurmada da yine ondan yalnızca ondan yardım dilerim. Onun 'Go'sundan. Her koşulda zayıf insanlar olduğumuzu biliyor çünkü o. Ve bizi güçlü olmaya zorlu olmaya güçlü kılmaya zorlamıyor bizim her halükarda mutlu olacağımız bir hayatı bize bahşediyor. Her şartta mutlu olacağız onun arzusu buysa. Bizi cennette var ettiğine göre bundan başka ne arzu edebilir ki zaten var eden?

Dedim ya size daha en başında haklı çıkacağım diye. İşte her şey ortada nihayet. Yeter ki ışıltıyı gözden kaçırmayalım öyle değil mi? . Pırıltıyı takipettiğiniz sürece birlikteyiz demektir.

Her gün adeta büyük bir pazıl gibiydi eğer o büyük resmi görebiliyorsan demişler, parçalarını yerli yerine oturtabileceğin. Büyük resmi göremiyorsan bile eğer dikkat edersen her gün nasıl bir başka pazılın kolaylıkla şekillenmekte olduğuna şahit olabilirsin yine de. Ama bir açıdan da en büyük resimde görünen her günün renkli bir pazıl doğurmasına izin verilmekte olduğudur senin için - salt sana özel. Kahramanımın inancı da buydu. Hayatta ve sağlıklı kalma becerisini bu inanç kaynağından ediniyordu.

Yap-boz. Yap boz yap boz nereye kadar? Her yapboz'un bir çerçevesi olur diyor köylünün teki.. Bu çerçevenin içinde at koşturup, bu çerçevenin içinde ip atlanabilir istenirse. Fakat çerçevenin dışına çıkmanın hiçbir yolu yoktur. Varsa da bile o yol bu yapbozdan değil başka bir yapbozdan geçiyordur. Bir paradoks mu? Bir Paradoks daha mı? Yoo. Sanmam. Bir kahraman için hele hiç de değil.

Çerçevenin ne içinden dışına ne dışından içine geçilemezliği sınır bellediğinizden dolayı bir 'çerçeve' olmayı denemek ona göre hiç de fena bir fikir olmazdı. Şöyle ince belli bir çerçeve olup dilediği yapbozun -ya da pazıl hangi kelime tercih edilirse fark etmez hepsi aynı kapıya çıkar -Kaplan Kaptanın Kapısına- etrafında dolanmak sıkı bir kemer olup sarmalamak iyi gelebilirdi. Gerisi içindekilerin ve dışındakilerin problemi ya da keyfine kalmışlığı olurdu. İçeri ve dışarı geçiş yapmak isteyen olursa şöyle parmağının bir fiskesiyle rahatça iteleyebilir ya da yorulmaksızın azıcık çekiştirerek görünür ya da görünmez kılabilirdi kendilerini su kemerinin kenarında ya da ortasında. O da hafif şeffaf ince ve zarif biri olur kim ne zaman nerde ister ve dilerse gelir etrafına yayılır, onlara diledikleri pozu almalarına süre tanır ve gülümserlerdi karşılıklı. her gün bir başka manzara her gün başka bir dram ve her gün farklı bir atmosfere çerçeve olmak keyiflendirirdi doğrusu kendisini. Hepsini de sevgiyle kuşatır saygıyla ve özenle en iyi şekilde yansımalarını sağlamaya çalışırdı bu bel çizgisiyle. Çerçeve olarak içinde içinden bir çerçeve daha ve bir daha ve bir daha... çerçevelerinin de çerçevelerini doğururdu her gün... tomruğunda... kat kat ayırıp tarihlendirirdi onları, kendini onlara layık biri olarak görmeye alıştırıncaya... fikir kirlerini arındırıncaya... Sevgili GünLook.

Habibe Merih Atalay
Kayıt Tarihi : 7.10.2014 15:59:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Habibe Merih Atalay