BİR İNSANLIK BAHÇESİ YA DA -İNSANLIĞIN BÂÇESİ-
Yarayı deştik yine. Bari bu kez bütün mikrobu söküp çıkaralım içimizden. Bari bu kez bize yazdıklarımızın bir faydası olsun!
İnsanlığın bahçesinde bir Kraliçe -edasıyla- soylu adımla - HMA -soylu soplu- edalı, asil adımlarla yanımızda mahiyetimiz ilerleyelim ve derleyelim bakalım buket buket insanlık veçhelerindeki çiçeklerimizi. Şu iki adam -nasıl da canla başla çalışıp güzelleştiriyorlar bahçemizi bakın! Şu iki bahçevan -onlardan öğrenilecek ne çok şeyimiz vardır kimbilir? Uzaktan uzağa izlediğimiz kadarıyla bu iki yaşam ustası neler anlatabilirlerdi kimbilir nelere benzemez hayata dair.
Ters bir takip sizinkisi. İnsanlardan kaçtığımız sürece insanlara varamayız. İnsanlara varmak istiyorsak yazmalıyız, varmak istemiyorsak da ne diye yazalım? Varmak istediğimiz tam olarak ne? Neye ulaşmak? Ne istersek isteyelim, ne yaparsak yapalım ya yanımızda ya da karşımızda insanları bulacağız.
Hayatınızın yönetmen koltuğundasınız haydi, buyurun başlatın oyununuzu. Kurun sahneyi ve atın kendinizi sahneye. Hiçbir şey tesadüf değil. Artık sonuçlarına göre oynayacaksınız bu son perdeyi. Haydi başlat sen de HMA! Renklendir ışıklandır çiçeklendir böceklendir seslendir sahneni. İstediğin gibi dekore et, hayatının yönetimi senin elinde, kur düzenini ve döndür çarkını. İşlesin mekanizma, aç şu kadife bordo perdeyi ve ilk sahneye kapı arala, dal içeri ya da dalsın içeri hayat.
Bu hayatta seni senden iyi kim oynayabilir? Kimse! Hiç kimse! Kendi hayatının kahramanısın artık. Göster maharetini, dök dökül saçıl yayıl! Virtüözlüğünü görelim virtüözlüğünü! Ser gözümüzün önünde şu işlediğin kilimini de! Bu oyunda bu dokuma ve okuma işinde de senden iyisi yok. Bu oyunun tek iyi kahramanı sensin. En doğru, en mükemmel, en güzel figürü sensin hayatının. Sana en doğruyu işaret eden ve gösteren de yine sensin. Haydi, başlat, oyunu aç artık. Çok merak ediyoruz! İlk elden dağıt kağıtlarını kur herşeyi en baştan. Haydi kur...
Yapabileceğini biliyorsun. İçinde o güç var biliyorsun. Kendi hayatının yazarı çizeri aktristi yöneteni herşeyi sensin. Başlat. Başla. Dokun düğmesine şu atomik 'şey'in açılsın perdelerin.
Antalya. 12:51. Isı 26 derece. Bu hava bu atmosfer bu yer bu zemin... senin dışında dönüp duran bu yer kabuğu sana hayatının fırsatını yaşaman için son şans. Bunu değerlendir. Aç kapılarını da perdelerini de... at sahneye kendini. Göster suretini görün. Görsünler senin de ne usta bir yaşam ustası olduğunu. Bir vitüöz olduğunu görsünler. Yönetmen koltuğundasın işte. Sürüş koltuğundasın sür hayatını istediğin yöne. Göz kamaştıran o sona doğru sür kalan son perdeni de.
Herşey senin hayal gücüne bırakıldı ama herşey. Artık hepsi senin düşüncelerine kalmış. Haydi oyna hayatını. Yaşayarak oyna oynayarak yaşa...
-....
Neden çekincedesin hâlâ? Neden duraksıyorsun? Bakışların... neden bakışların şüphe dolu? Niye güvenmiyorsun söylediklerine? Yazdıklarına? Düşündüklerine? Yalan mı söylüyordun? Bu değil miydi istediğin? Dümeni ele geçirmek, kumanda elinde işte değiştir sahneyi durmaksızın. Sıkıldıkça başka bir sahne başlat, başa al ileri sar, bir ileri iki geri oyna oynat kurduğun hayatını. Beğenmediğin bölümleri kes at, hiç yaşanmamış farz et, sevmediğin konuşmalarını sil ve yeniden yaz, olmaları gerektiği gibi yaz ağzından ilk kez çıkıyormuş gibi. Bütün sahnelerini doğumundan itibaren baştan yarat ve yeniden yaşat. Olması gerektiği gibi. Ve bu senaryoyu da nasıl sonlanmasını gerekli görüyorsan öyle sonlandır.
Mesut olmak mı, istediğin bu son mu? Mesut et kendini. Mesut olsun hayatın. Kolay mı olsun istiyorsun öyle olsun, kolay olsun, ne yokuş çık ne in, dağ bayır arama, ne koş ne yorul, herşeyi bulmak istediğin yerde bul, hiç aramana gerek kalmasın. Yerlerini ve zamanı sen belirle bütün karşılaşmaların, tesadüflerin yaratıcısı sen ol. Nerde durması gerekiyorsa insanlar orda dursunlar bu senin mizansenin, sen de nerde durmak istiyorsan orada yer al bu masalın içinde. Durdur istersen dursun senin için de zaman. Bitirmek istediğindeyse ben gelir çekerim fişini de filmini de. Merak etme. Korkma yani. Cesaretli ol. Yaşamaktan korkma. Herşey senin arzu ettiğin gibi olacak artık. Sensin hayatının yönetmeni.
Güvenmiyor musun hâlâ sözlerine? Bana hâlâ inanmaz gözlerle bakıyorsun da.
-....
Niye? Neden inanmıyorsun? Yazılan çizilen herşeye inanıyorsun da şu kitaplardaki herkesin her söylediğine... inanıyorsun da... bir tek sana gelince mi sıra şüphelerin çoğalıyor? Sıra sana gelince mi artıyor kuşkular? Kendinden kuşkulanman çok yersiz oysa. Kendim ve kendim... kendin ve kendin.. arzu ettiğimiz herşeyi yapma yetkisini almayı başarmış görünmüyor muyuz sana hâlâ? Kendimizi kandırdığımızı mı düşünüyorsun yine? Nasıl güven duyurabilirim ki sana? Söyle. Ne olmalı ki güvenesin? Ne olmalı? Mesela mide yanmaların durduğunda mı inanırsın ya da bel karın kas ağrıların dindiğinde mi? Baş ve boyun ağrıların? Bütün eklemlerinin ağrıları? Yürek ağrın? Bunlardan en azından birinden bile kurtulunmuş olunsa iyi bir kanıt olabilirdi miydi?
Ölünse mesela?
-.....
Olurdu değil mi? Hem de çok iyi olurdu? Ne o? Elin kımıldıyor? Telefona mı uzanmaya çalışıyorsun? Bir yere mi telefon etmek istiyorsun? Hayatının ne denli sana bağlı olduğunu kanıtlayacak sözleri başkalarından mı duymaya ihtiyacın var? Belki o telefondaki ses söylerse sana daha inandırıcı olur öyle mi? Ne dersin? İster misin? Ondan duymak ister misin... bunları onun ağzından duymak?
-...
İstersin demek. İstersin ama sen aradığın için değil öyle mi? Onun aramasını istiyorsun. İlk sahneyi böyle belirleyeceksin demek öyle mi? Bir yabancıya açtıracaksın sahneyi ve bir yabancının ağzından işiteceksin bütün bunların doğruluğunu öyle mi? O aramalı. Peki, haydi o zaman, arasın seni. Söyle. Yaz ya da. Beni ara de...
-... beni ara..
13:20. Kaç dakika sürmeli bu bekleyiş sence?
-... hemen beni ara! ..
Hemen mi? Hemen! 13:21. Böyle bir emrivakiye yanıt verir mi dersin sence?
-.. lütfen beni arar mısın? acil..
13:21. Bak sen demek acil! Çok mu acil? Bir kanıt elde etmek istiyorsun acilen önemli bir kanıt elde etmelisin söylenenlerin doğruluğu konusunda. Kendine güvenmenin en acil kanıtı, (Ankara Antalya arası 537 Km 8 saat 10 dakika, Antalya Ankara arası 518 Km 8 saat 30 dakika) (aradaki 19 km.lik ve 10dk. lık farka rağmen) (bu bilgede de bir yanlışlık var kesin) Y-Han'ın aramasına bağlı öyle mi? Galiba ona kendine güvendiğinden daha çok güveniyorsun. Eğer o ararsa doğrudur diyorsun fal bakar gibi, çalarsa telefon o zaman kendime güvenebilirim. Aramazsa bütün güven yerle bir olacak ve şu dakikaya kadar geçen zaman, geçirilmiş onca hayat tek bir hareketle çöpe gönderilecek. Yok yaa! Yemezler!
Buna da bizim gönlümüz razı gelmiyor işte. Hem de hiç rıza göstermiyor.. Hayatımızın bütün sahnelerini kendimizin belirleyebileceğine güvenemezsek ve buna bütün ruhumuzla inanamazsak nasıl başarılı olabiliriz ki? Bu güveni daha kestirmeden sağlayabilmek için alıştırmalarımızı ve araştırmalarımızı arttırmamız gerekecek sanıyorum.
Yazılı tüm metinlerin güvenilirliği de böyle işliyor işte. Yazdıklarımıza öncelikle kendimizin inanması gerekiyor. Önce beni inandırmalısın hma sen de, bir kitabın içinden bir ağaç yeşertebileceğine önce beni inandırmalısın! İnandırmak da yetmez, o ağacı göstermelisin bana! Kuşkusuz bu kitabın içinden değil bir ağaç bir ot bile yeşermeyecek sen böyle yaptıkça. Eğer bir heykeltıraş daha en başından kendini inandıramıyorsa bir heykeltıraş olduğuna gerisini var sen düşün! Alimallah! Topa koyarlar be adamı! Eğer bir yazar kendi yazarlığına daha en başından kendini inandıramıyorsa neler olur? Düşün düşün boktur işin! Ama bir ağacın bütün umudu yeşermektir, bir yazarın da öyle olmalıdır. Ve eğer böyle düşünürsen ancak kitabında bir ağacın umudunu yeşertebilirsin. Peki gerçek bir ağacın umudu nedir sence hma? Bir kitapta yeşermek değil de nedir? Evet. Onun bütün umudu gerçek bir kitapta yeşerebilmektir. Ve eğer yazar olarak kendine inanmazsan bütün ağaçların katili sen olursun anlıyor musun? Günah keçisi olursun da tek bir ağaç bile bir tek ot bile yüzüne bakmaz! Şimdi söyle bakalım: kitaplaşan bir ağacı kitabında yeniden yeşertebilmeyi göze alıyor musun?
Ağaç, bak... bize bütün bu boş saf sayfalarını sundu. Ağaç, kendi umut yapraklarının yeşermesini ister kendi boş saf berrak sayfalarında... yeşertilmesini... ve çiçekler açtırılmasını... ve bir has bahçe oluşturulmasını. 13:33... bak hâlâ seni aramadı. Bu çağda bir iletişim bu denli yavaş işleyebilir ancak iki insan arasında. İletinin iletildiğinden emin mi değilsin? Duyuramadığımızı mı düşünüyoruz kendimizi? Duyuramıyoruz. Bizi duymayan bir şahıs varsa karşımızda ona ne kadar hayati bir sorumluluk yüklediğimizi şu dakikalar boyunca bilmiyorsa kısaca... ne demek lazım?
İnsanlara ulaşmanın yolu bu değildir öyleyse. İnsanlara öyle havadan esintiler üfleyerek onlara düşüncelerimizi gönderemeyiz. Aynı şeyi hissetmelerini sağlayamayız. İnsanlara aracılar vasıtasıyla ulaklar göndererek ulaşabiliriz. Bunun içinde aynı şeye inanmak ve aynı iletişim araçlarını kullanmak lazım. Eminim bu onun için de geçerlidir. Ve o eminim birilerinin kendisini araması için oturup dua ederek nefesini havalara üflemiyordur. Eğer bir işi düştüyse bir insana direkt temas kurmanın yollarını bulup kendisi arıyordur en azından işi görülene kadar.
Yani ilk hareketi kendisi gerçekleştiriyordur, oyun oynamaya karar verdikten sonra oturup sahneye biri çıksın diye beklemiyordur hem de bir yabancının çıkmasını hiç beklemiyordur senin gibi. Birilerini arayıp bu birleşme noktasında insanları bir araya getiriyordur. Ama sen elbette onun oyununun bir oyuncusu değilsen ve muhtemelen de değilsin bu durum açık, muhtemelen de beklenmeyen misafir olmuşsundur onun oyununda ansızın sahneye dalıveren taa 11 yıl öncesinden.
Senin hayatında beklenmeyen misafir oldu mu hiç? Beklenmeyen misafire karşı nasıl antipatik duygular yeşeriyordur kim bilir içinde. Bu çok nahoş kokulu bir bitki gibi olmalı... Ama bazen beklenmedik misafirler ellerinde hoş kokulu çiçeklerle de dalabilirler sahneye. O da var. Sen beklenmeyen bir misafirdin Y-Han'ın yaşamında ve elinde de kocaman bir çam sakızı çoban armağanın vardı ki seni istemsizce de olsa kabul etti, bir Tanrı misafiri oldun sen o an onun için.. sonra Tanrı'nın Şeytan'ı da davet ettiğini anladı yanı sıra... ve kalbinin kapılarını kapatatıverdi, bordo kadife perdelerle kapladı evinin tüm camlarını sana karşı.
Neden? Çünkü onun hayatını karıştırdın, dağıttın, parçaladın, un ufak ettin ve belki de kalbini dağladın ritmini bozdun. Her şeyine müdahale etmeye kalktın. Onun oyununu da sen yazmaya kalktın. Bu hiç doğru değildi. Senin kendi oyununu oynaman bu mu yani? Başkalarının oyunlarına davetsiz girip sabote etmek mi? Başkalarının oyunlarına dilediğin zaman fütursuzca dalmak, ortalığı kasıp kavurduktan sonra yakıp yıktıktan sonra dilediğin zaman kapıyı vurup çıkıp gitmek mi senin oyunun? Rehin alıp bir de bir kaç kalbi! Kendi yüreğine mahkum etmek mi? Bu mu?
-Tabii ki değil...
Nihayet sesini duyabildik! E-olmamalı da zaten. Ama sanırım bu bir çok kez oldu. Paldır küldür girdin oyunun en güzel anında patavatsızca bir takım şeyler geveledin ve dağıttın bozdun bütün ezberleri ve çekip gittin. Şimdi de bunu düzeltmeye çalışıyorsun. Artık böyle bir hayat oyunu istemiyorsun. Artık planlı bir oyunun içinde planlı hareket etmek istiyorsun. Başkalarının oyununa dahil olmaksızın -piyon olmaksızın- satrancın tüm taşlarını kendin hareket ettirmek istiyorsun. Tamam. Bunun içinde davetsiz misafirlerden çok davet etmek istiyorsun hayatına girmesini arzu ettiğin kahramanı. O ise yine seni oyalıyor aramıyor ve atlatıyor. 13:49. Bak hâlâ aramadı. Neden dersin?
-Hayatından memnun çünkü.
Güzel tespit. Hayatını kurmuş evet, belirlemiş, en ince ayrıntısına kadar kendi elleriyle, kendi kararlarıyla rahat mesut işini yapıyor eşiyle çocuklarıyla hatta mutlu bir beraberliği var. Bunu anlamanı bekliyor senden ama bir türlü anlamak istemiyorsun. Bozmak istemiyor kurduğu düzenini senin için. Senin de bozmaman için seni belli bir mesafede oyalıyor. Ne diye aradın ki sanki yıllar sonra? Yine aklını dağıtıyorsun işte. Yine şeytanlık yapıyorsun ve o bu şeytanlığı istemiyor hayatında. Bunu da açık açık söylemiyor çünkü nazik biri olduğundan değil sen onu hiç ilgilendirmiyorsun da ondan. Bu senin sorunun senin oyununun sorunlu sonu, onun değil. Bu sorunsallığı da senin yoluna koyman gerekiyor. Problem sensin ve sen çözeceksin kendi problemini. Kopya çekmeden tabii.
-Kopya çekmeden...
Evet. Anladın değil mi telepati diye birşey yok yani bu hayatta. Kendi işaretlerini takip ederek kendi gerçeğini yakalayacaksın. Ben sana sahneni başlat diyorum, yetki sende artık diyorum sen tutup seni umursamayan elin yabancısının ansızın sahneye dalmasını ve seni kurtaran kahraman olmasını bekliyorsun! Olacak şey mi? O senden bi haber kızım! Bekleme artık. O hiç gelmeyecek. Beklersen hayatın da böylece donup kalacak. Sen ne biçim yönetmensin hem? Bir de sana yetki veriyoruz. Bizde kabahat. Sana güvenmemeliydim. Kaç kişiye aynı şeyi yaptın! Seninle yola çıkılmazdı ki zaten. Tabii ben de iyi bir yazar ve yönetmen olmadığımı kanıtlamış oluyorum böylece sayende. İyi bir yönetmen hayatları böyle mi yazar böyle mi yönetir ya? Kadının kıçını kaldırtamıyoruz döşeğinden.
-Demek ki yönetmek bu değil! Her konuda tek yetke olmak demek değil!
Ha! Ya! Ama sen hep yanlış adamlara kahramanlık kazandırdın! Buna ne diyeceksin? Hep bunu yaptın! A! Olacak iş değil.,
-Olacak iş değil evet! Yuh bana...
Ben de buna başından beri izin verdim! O halde bana da yuh! Şimdi de hayatını sil baştan kaleme almak istiyorsun. Her şeyi doğru düzgün yaşamayı diliyorsan sahneye yanlış aktörlerin atlamasına bile izin vermeyeceksin -bundan böyle-, hemen de yanlış kahramanların üstüne sen de atlamayacaksın! Bak bakalım o zaman neler oluyor! ?
-...
Doğru adam mı değil mi? Bunu anlaman için daha kaç yılını feda edeceksin ya? Kaç yılın kaldı ki sermaye olarak elinde, kaç hayatın var senin? Bunu anlaman için artık hiç zamanın kalmadı farkında değil misin?
-...
Hâlâ bundan kuşku duyduğuna inanamıyorum.
-Evet. Doğru. Bu adam konusu fena halde uzadı ama.
Senin hayatını başlatman için bir adama ihtiyacın yok ki. Ha. Benim sözlerime olan, sözlerime olan inancını sorguladığımız için geldik o adama doğru haklısın. Ama iletişim öyle gerçekleşmiyor işte bu hayatta. Seni de birileri davet ediyor mesela, davet edildiğin halde gidiyor musun? Hayır. Düşün... sen bile aynı şeyi yapıyorsun bir başkasına. Hoşlanmadığın bir davet aldığında geri çeviriveriyorsun mırın kırın ederek bahaneler öne sürerek hem de apaçık bahaneler. Evet. Nezaketen gizli saklı bile değil. Hayatımıza başlamalıyız. Kendi hayatımızı yönetirken bizim istediğimiz kişileri hayatımıza sokacağız elbette ama bizim istediğimiz de bizi istemeli. Bu karşılıklı ilişkiyi bulmalıyız şimdi. Hayatımızı yönetirken o karşılıklı ilişkiyi kurmalıyız okuyucumuzla da. Karşılıklı bakışma noktalarımızı görmeliyiz.
Hayatını istediğin gibi kurmak istiyor musun gerçekten? Bunun için çok dikkatli olmak zorundayız biliyorsun. Kolay değil elbet. Haydi. Güven yine de kendine. Güven. Olacak bu iş! Güvenirsen olacak! 14:08.
Habibe Merih AtalayKayıt Tarihi : 7.10.2014 16:06:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
![Habibe Merih Atalay](https://www.antoloji.com/i/siir/2014/10/07/y-han-11.jpg)
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!