Y-Han - 10 - Şiiri - Habibe Merih Atalay

Habibe Merih Atalay
496

ŞİİR


9

TAKİPÇİ

Y-Han - 10 -

SANATÇI

Size bunu neden yapıyorum diye düşünmeyin sabah sabah. Yaşamımızın koşullarını kendimiz oluştururuz. En iyisi neyse ve en hayırlı, onu oldurmaya çalışırız. Kaçacak yer yok. Boys Don't Cry – Erkekler ağlamaz diyor bir şarkıda. Elbette. Erkeklerin değil kadınların ağlamaları yakışık almıştır hep. Bu nedenledir ki ben belki de hep size ağlayacağım bundan böyle. Sizin şu yorgun omuzlarınızda. En dayanıklı omuz yine de sizinkiler çünkü.. Siz erkek tüketicilerin.

Sözlerin içine girdiğimizde, hasbelkader çevirisine şöyle bir göz atarsak "Erkekler Ağlamaz; Üzgün olduğumu söyleyebilirdim, eğer düşüncelerini değiştireceğine inansaydım..." diye başlıyor ilk cümleleri şarkının... "Fakat şunu biliyorum bu sefer çok fazla söyledim, hatta fazla kaba olarak. Bunun hakkında gülmeyi deniyorum şimdi, yalanlarla onu örtbas etmek için. Denedim ve buna güldüm gözlerimdeki yaşları saklayarak, çünkü erkekler ağlamaz. Erkekler ağlamaz... ayaklarında bozulabilirim ve affedilmek için yalvarırım, sana yalvarırım... fakat... bunun için çok geç olduğunu biliyorum ve şimdi yapabilecek hiçbir şeyim yok. Bu yüzden gülmeyi deniyorum yalanlarla onu örtbas etmek için. Bunun hakkında gülmeyi deniyorum, gözlerimdeki yaşları saklayarak... çünkü... erkekler... ağlamaz. Sana anlatabilirdim, seni sevdiğimi, eğer kalacağını düşünseydim. Fakat biliyorum bu işe yaramaz, sen zaten gitmişsin. Senin limitini yanlış değerlendirmişim. Seni çok fazla uzağa itmişim. Senin... evet kabul ettim, senin bana daha çok ihtiyacın olduğunu düşünmüştüm. Şimdiyse... hiçbir şey yapamam seni benim tarafıma geri çekmek için. Fakat hala gülmeye devam ediyorum, gözlerimdeki yaşları saklayarak çünkü... erkekler ağlamaz... erkekler ağlamaz... erkekler ağlamaz."

Evet, ‘bu kez neyin içine düştük’ diye soruyordum 19 gün önce; 3 Mayıs 2014 sabahı, saat 05:05... de... belki şimdi siz de aynı soruyu soruyorsunuzdur benimle birlikte. “Bu kez neyin içine düşürüyorsun bizi hma? ” Konuşan Beynim elbette çalışmayı elden bırakmıyordu, dur durak yoktu onun için. Gecesini gündüzüne katıyor, gündüzünü gecesine sarıyordu, sırf bana yardımcı olmak için çırpınıp duruyordu, bu hep böyle. Koşullarını kendimiz oluştururduk yaşamımızın. Kaçışımız yoktu bundan. Evet.

Nedir benim için en hayırlısı? Nedir iyi olan? Bana ne iyi geliyor, bu gelecekte de beni neler tatmin edecek? Bunları bulup çıkarmak ve ortaya koymak zorundaydım. Bunlar da elbette yapabilme sınırlarımın içinde aranıyorlar, yapamayacaklarımın uçsuz bucaksızlığında değil. Beynimin size de bana da ettiklerine bakın şimdi?

Prof. Dr. Reena Roy* ‘Katil Kim’ adlı bir konferans vermiş olacak, 30 Mayıs'ta Üsküdar’da, siz bunları okuyuncaya kadar. Nerden nereye 'Erkekler Ağlamaz' filmine adını veren bu şarkının çekildiği filmle de bağlantısı varmış bu kadının.

(*) Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü Prof.Dr. Nevzat Tarhan da ‘katil’ kelimesinin anlamına dikkat çekerek, “ Ben katil kelimesinin iki anlamının olduğunu biliyorum. Bir tanesi öldüren ikinci anlamı ise çekici kadın anlamına geliyor. Bakalım hangi katili bulacağız? " diye konuşmuş.

Neyin intikamı bu? Kimden alıyorsun hıncını benden mi? Niye bütün öfkeni bana yönelttin? Niçin kendine başka hedefler bulmuyorsun artık? Tabii ele geçirilebilen en kolay hedef benim öyle mi? Kuş zaten kafeste –kopar boynunu– olsun bitsin! öyle mi, diyordu beynim... neden diye soruyordum ben de evet...

-Neden?
-Neden olmasın?

İçimde bir savaşçı var çünkü kendiyle savaşmak zorunda kalan bir savaşçı. Dış dünyaya yenildi şimdi de kendisini yenecek, kendisine yenilecek bir dış dünyaymış gibi... yine yanıt veriyordu işte konuşkan beynim. Böyle bir zihinsellik taşırken, sizler de arada gümbürtüye gitmeyesiniz diye açık açık yazıyorum. Beni okuduğunuz için teşekkürlerim ve sevgilerimle, gününüz daha da güzel geçsin istiyorum.

Yapabildiklerime bakıyorum. Film izlemek -dizi -klip- haber- akla ne gelirse -yazmak-, aileyi ziyaret etmek, bir iki arkadaşı aramak ve ev işleri. Bu bir altıgen oluşturabilir dairesel bir çizimde. Bu altıgenin yapısı sizi tatmin ediyor mu? Etmiyor mu? Yeterince güzel gelmiyor mu? Sekizgen olsaydı bu şekil, kilometresi biraz daha uzayabilirdi dairesel döngümün, öyle değil mi? Faaliyetlerimin sekizgen olmasına çabalayabilir miyim? İki eylem belirlemem yeterli olacaktır, süreklilik arz edecek ama. Nedir peki bu iki etkinlik? Ne olabilir? 1-Spor ve 2-İş! Bunlardan birini bile eklersek diğerini de eklemek ister insan, öyle gerektiriyor bugünün çalışma koşulları ne de olsa. Hem birini ekleyince yedigen elde edilir, ikisini de eklersek ancak sekizgeni tutturabilir rotamız. Sekizgen de yedigenden daha uyumlu görünmektedir sanki çizgide de.

Altıgen, Yedigen ve Sekizgen uyumluluğunu bir karşılaştırın siz de gözünüzde, eminim bana hak verirsiniz. Ancak bir de Dokuzgen uyumundan söz etmeliyim size. Dokuz doğurtkan gen! Doğrusu ya bu en mükemmelidir çizimler arasındaki! Dokuz kesişme köşesinden de dokuz ayrı renk ışıldamaktadır sanki fırıl fırıl!

Sabah yürüyüşümden sonra beden sarsıntımı dinginleştirmeye uğraştım şu ana kadar şu farzımuhal çizimlerle. Uzun süredir dışarı çıkartılmayan vücudum bu uygulamada aşırı tepkisellik doğurdu, döküntüleri oynuyor şu an; başıma feci bir ağrı saplanmış durumda. Bu tepki, etkinin olumsuzluğundan çok olumluluğa sergilediği bir dirençtir... Temizlenmeye direniyor -spora direniyor- çalışmaya direniyor- bunlar neyin belirtileri dersiniz? Bir düşünün bakalım sizde.

Size bir tiyo vereyim ama: yemek yemeye direnmiyor nedense? Uykuya da direnmiyor. Ye iç yan gel yat formülü onun uyguladığı çünkü! Ye iç sıç, yan gel yat! Böyle olduğu muhakkak da bu neyin belirtisi? Neyin işareti olabilir? Bundan dolayı ve bunları yazdığım için de utanç duymuyorum bilesiniz. Bu sonuçtan da kimseyi sorumlu tutamam kendimden başka. Bu sonuca kendimi ben getirdim zira. Ancak bir manada da el birliğiyle. Eh, sizin de varsayımsal katkılarınızı yok sayamayız elbet bu sonuçtan.

Antalya'ya taşındıktan sonra görev talep etmedim. Mümkünse gelen talepleri elimin tersiyle şutladım. Şu an gelse, yine aynı şeyi yapar mıyım bir fiskede postalar mıyım dünyanın öte ucuna bilmiyorum. Belki kafa atarım bu kez ağlara yollarım ve Gooo!

O halde en güzeli bir emeklilik dilekçesi yazmaya koyulmak diye düşündürebiliriz tabii ki ilk anda kendimizi. Tabii, aşama aşama bu noktaya getiriliyorum -getiriliyoruz- işte. Evet. Peki. Kabul. Artık yokuş aşağıya her şey nasılsa, salla gitsin diyor konuşan beynim. Ah bu konuşkan beynim, daha ne işler açar başıma kimbilir bu gidişle.

Hayata doğru dürüst bakmadığımı biliyorum o da ayrı bir mevzu. Hep yarı kapalı -aralık- gözlerle bakıyorum hayata ve çoğunlukla da başımı içe gömüyorum bakarken hep. Dışımdaki hayatta bana dair dikkate değer birşeyler kalmadığından mı bu yoksa... bir kaplumbağa düşünün ve bir takım yeni yetmelerin onunla ellerinde değneklerle eğlenmeye çalıştıklarını, sanırım anladınız, bu tam bir depresyon hali.

Gerçekten onlarla oyuna devam etmek, yaptıklarını izlemekten daha zor geliyor bana. Bu oyunlarda kimlerin galip geldiğini, bu oyunda da kimin gözaltına alınabileceğini ve götaltına gidebileceğini tabii gayet iyi biliyorum. Kendimizi seviyoruz yine de ve başbaşa kalmak istiyoruz kendimizle. Kimse artık araya girmesin filan istiyoruz. Neden kendimizi bir türlü rahatlatamıyoruz ama, kalıcı olarak yani? Zaman zaman çok rahatlıyoruz mesela ama hemen ardından, akabinde! Başlıyor işte yine! Neden?

Seçeneklerimizi çoğaltmamız gerektiğini düşünüyorum hemen. Gün içerisinde kollarımız değişik noktalarına uzatılabilmeli hayatın. Mesela 15 kitap seçmiş koymuşum önüme, hepsi de ağırlıklı olarak felsefesel, yarı bilimsel, sanatsal içerikler taşıyor vs.; hepsi de kitap ama sonuçta, hepsi de yazı; oturtup sessiz dingin huzurlu bir köşeye okunmayı bekleşen nesneler. Ve bir yarışmada değiliz, 'En iyi kitap nerelerde okunmaz? ' yarışmasında! Aynı eylem noktasında aynı eylemi 15 ayrı nesne ile yaptığınızı düşünün. Ne değişir?

Defter de -yazmak eylemi- aynı şeklin bir başka versiyonu. İnternette öyle. Sessiz dingin huzurlu köşenizde okumak uzantınızın yazmak uygulanmasına dönüşmüş halleri. Yemeğimi evimde yiyorum bu arada, dışarıdan sipariş vererek tabii. Yemek yemek için bile yer değiştirmiyorum. Evin içerisinde attığım adım sayısı ne kadar olabilir bir tahmin edin: topu topu: mutfak: hazır yemekleri tüketmek, çay kahve molaları vs. için; tuvalet: malum ihtiyaçlar için; balkon: arada bir nerde olduğumu anlamak ve sigara içmek için (bırakmıştım ama yine başlama provaları yapıyorum) (çünkü elde edilebilir tek şey bir sigaranın parmaklarıma dudaklarıma ve içime dirençsizce teslimiyeti benim için bu aralar): yatak odası ve salon: e-bildiğimiz yerler derken internetin başında da sekiz saatten fazla zaman harcadığımı söylemeliyim:....? Ne çıktı sonuç? Günde kaç km. yapmışız? Tek bir mekanda çakılıp kalan bir beynin hangi fonksiyonlarının güçlenebileceğini de tahmin edin bari bu arada hazır beyninizi çalıştırmışken:..?

Valla benimkisi bana isyan ediyor, sizinkini bilmem artık. Bana! Beyin kendi kendine yöneltiyor düşmanca duygularını. Onu bir şekilde rahatlatmamız gerek. Elbirliğiyle! Onu rahatlatmamız hepimizin huzurunu sağlayabilir. Ancak bunu nasıl yapabileceğimizi ben bilemiyorum. Rahatlatıcı kitaplar okumayı deniyorum arada ve faydası oluyor olmasına ama geçici bir süre. Bir müddet oyalıyor zihnimi, ondan sonra iki misli saldırganlaşıyor. Film izletiyorum, bu kez daha da fena oluyor. Şiir yazdırıyorum yine aynı bana mısın demiyor veriyor veriştiriyor. Giderek kötülüyorum anlayacağınız. Ve ne olacağına dair hiçbir fikrim yok. Bu durumda ne olacak? Çok değişik noktalar belirlemeliyim kanımca. Şehrin bir ucundan diğer bir ucuna kadar teker teker ulaşılacak eylem noktaları saptamalıyım ve o eylemler için o noktalara yürüyüş ve kısa gezinişler seyehatler git-geller düzenlemeliyim. Devri Dünya Seyehatleri! Hah!

Bu da dışarı çıkmak ve insanların arasına karışmak demek. İnsanların... o eli değnekli kaplumbağa yöneticilerinin arasına... "Belinde sıkı bir kemerle bağlanmış kırmızı uzun bir giysi giyen sakallı bir adam, mavi çinilerle kaplı eşyasız ve bakımsız bir odada, izleyiciye arkası yarı dönük biçimde dikilmektedir. Başına, etrafına gelişigüzel bir yemeni sarılmış arakiye takmıştır. Adamın ayaklarının dibinde, yerdeki yaprakları yemekte olan kaplumbağalar vardır. Bursa'daki Yeşil Camii'nin üst katındaki odanın duvarlarındaki sıvalar ve çiniler yer yer dökülmüştür. Tablonun tek ışık kaynağı adamın önündeki alçak penceredir. Ellerini arkasında kavuşturmuş olan adam bir ney tutmaktadır. Sırtında bir nakkare asılıdır ve buna bağlı bir mızrap boynundan aşağıya sarkar. Bazılarına göre adamın sırtında asılı olan şey, eskiden dervişler ve dilenciler tarafından kullanılan, hindistan cevizinden ya da abanozdan yapılma dilenci çanağı olan keşkülüfukaradır."... insanların arasında... ve hikayeler bulup çıkarmak. Anlatılacak hikayeler... bir rüyadaymışcasına... gibi... adeta... bir masaldaymışız...

Beynim bununla rahatlayacak mı dersiniz?

-Denemeden bilebilir miyiz?
-Hayır.
-Hiçbir şey senin keyfine bırakılamaz hma!
-Hiçbir şey keyfime göre işlemiyor ki zaten.
-Beyninin keyfine göreyse hiç! Hiç işleyen bir şey yok!
-Beynimim keyfi ne zaman çatacak ki acaba, ben de merak ediyorum?
-Küskünleştiğini biliyorum. Ama sevinmelisin de... beynin sayesinde buradasın. Seni koruyan, kurtaran sarıp sarmalayan her şey onun sayesinde. Sana iyilik aşılayan o, düşünce aşılayan o... sevmeni de o sağlıyor. Beyninin ilacı da sevilmek, hoş kılınmak, taktir edilmek, beğenilmek olduğunu biliyor olmalısın. Beynin yağı da bu benzini de hatta bütün iksiri bu! Sevilmek!
-Öte yandan beynim bu sevgiye layık olmak için gerçek tatminlerin peşinde. Somut şeylerin! Para gibi!
-İşte yine büzüştürüyorsun onu ve sitrese sokuyorsun.
-Kendi kendine yapıyor bunu ama. Hep daha üstün şeylerin yapılmasında ancak taktir göreceğini ve bunun sevgiden daha mühim olduğunu koşullamışlar ona.
-Evet, böyle bir koşul var malesef hepimizi koşullayan da bu.
-Bu durumda ne yapacağız peki? Ne yapabiliriz ki?
-Taktir edilmeseniz bile iyi şeyler yapma şansınız yok mu, olamaz mı? Yani sizi kim alı koyabilir ki iyi doğru güzel şeyler yapmaktan? Siz kalbinizi iyi işinizi doğru ve her şeyi güzel kıldıktan sonra varsın kimse taktir etmezse etmesin, umurunuzda olmamalı. İzlenmek ve gözlenmek zorunda mısınız yani ayrıca? Kendinizi bildirmek, buldurmak zorunda mısınız? Hem iyi şeyler her zaman göze çarpmıyorlar mı? Güzel şeyler gözden kaçıyor mu sanıyorsun?
-Hiç kaçmıyor hem de! O Penelope'nin* kucağı var ya! Off! Of!

* Oscar ödüllü İspanyol kadın sinema sanatçısı ve model Penélope Cruz Sánchez ile İspanyol sinema oyuncusu Javier Ángel Encinas Bardem, 14 Temmuz 2010 tarihinde evlenmişlerdi.

-Hiçbir güzellik görünmeksizin kaybolup gitmez çünkü bu hayatta öyle değil mi hma?
-Doğru.
-Ve doğru olan mutlak bir noktasını bulup açılacaktır hayata, bunu sakın unutma.
-Güzel sözler bunlar evet... rahatlatıcı sözler.
-O halde şu işi doğru yapalım haydi gel. Kalbini iyi kılalım. Etrafı da güzelleştirelim.
-Evet. Pekala yapalım bakalım. Bakalım da işimiz ne?
-İşimiz bu: ortaya iyi bir mal sürmek. Para ve prestij kazanmak! İyi ürün çıkarmak. Kaliteli bir ürün. Üstün özellikleri olan bir model yaratmak. Temizlik çok önemli, beden temizliği, mekan temizliği, üst baş temizliği. Hayvanlar bile tırnaklarıyla ve kendi dilleriyle temizleniyorlar. Yağmur bitkileri beslediği kadar yıkayıp temizliyor da. Rüzgar da bir nevi elektrik süpürgesi aslında. Esiyor savuruyor ve havamızı temizliyor arındırıyor. İnsanın da içsel ve dışsal temizlikleri gerçekten sağlıklı kılıyor onları. Uykunun en iyi beyin temizleyici olduğunu biliyor muydun? Zihnin gerekli gereksiz çabaları sonucu ortalığa saçtığı çerini çöpünü alıp götürüyor, zihne girmiş tüketilmiş ama bir türlü çıkışı sağlanamamış türlü atıkları, dosyalıyor ütülüyor katlıyor dürüyor büküyor ve yerli yerine oturtuyor uyku; şu akşamları çöp kamyonlarından önce motoruna bağladığı tel kafese çöp bidonlarından çöpleri toparlayıp ayrıştırmaya götüren yakışıklı işçi var ya hani mahallendeki, onun gibidir uyku da. Böylece dinleniyorsun ve ferahlıyorsun uykunda. İnsanların kadim bilgileri vardır ruhlarını temizlerler o bilgilerle. O kadim bilgileri de açığa çıkaranlar bilgeler ya da bilge yamaklarıdır. Bir çok ünlü bilim adamı ve sanatçı yetiştirmiş olan Huxley ailesi gibi aileler vardır mesela...
-Böyle bir aileyi hayal edemiyorum hiç. Benim ailemin asla dengi olamazlar. Acaba öyle bir ailenin yanında yetişmeme izin verirler miydi? Herhâlde öyle bir ailenin içine doğmak gerekirdi değil mi? . Benim ailemle o aile tamamen ayrı dünyanın insanları gibi sanki.
-Ancak yine de bir noktada karşılaştınız işte.
-Karşılaşmak mı? Hah! Karşılaşmak mı diyorsun buna? Hem karşılaşmak ne kadar yeterli olabiliyor ki? Bak işte Y-Han'la karşılaştık. Karşılaştık da ne oldu? Hatta seviştik. Seviştik de ne oldu? ! Bu da 11 yıl önceydi. Bu mudur yani? Onun gibi olmamı sağlar mı bir karşılaşma! ?
-Kimse anasının karnından alim olarak doğmuyor hma.
-Yıllardır böyle düşündük -düşündürüldük- ama bunun bize bir faydası olmuyor işte görüyoruz.
-Asıl kendi zamanını yaşamandan alı koyan düşünsellikler faydasız düşüncelerdir hma. Şimdi buradaki faydayı paylaşmanız lazım. Size gerekli olan budur konuşan beyninle. Şimdi, size faydalı bir noktaya götürecek paylaşımı arayıp bulduralım istersen birlikte, haydi gel! Yarının içinde herşeyi uykuya bırakalım ki berraklaştırsın. Çevrenizde bu tür insanlar yok şimdilik belki ama pekala oldurabilirsiniz, bu size bağlı.
-Bu bize bağlı filan değil.
-Değil mi? Bana kalırsa çok ani kararlar veriyorsunuz sen de konuşan beynin de.. sabırlı olmak gerek, öyle bir çırpıda ani kararlar almamak lazım. Ne demiştin işin başında:?
-Her şeyin başı sabır.
-Hıh! İşte. Doğrusu bu. Üstelik sen ne tembel ne aklını kaçırmış bir kadın değilsin hma! Hem de hiç değilsin! Sanatçı olarak sanatını icra etmelisin hepsi bu. Bunun için elinden gelenin en iyisini yapmaya gayret etmelisin. Geçmişi değil de şimdiyi yaşamaya ve yaşatmaya başlamalısın kendine de okuyucuna da.
-Peki.

O halde, şimdi şu büyük soruya yanıt bul bakalım: Sanatçı mısın?

Habibe Merih Atalay
Kayıt Tarihi : 7.10.2014 18:25:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Habibe Merih Atalay