Y-han - 01 - Şiiri - Habibe Merih Atalay

Habibe Merih Atalay
496

ŞİİR


9

TAKİPÇİ

Y-han - 01 -

İNFAZ

-Hiç kimsenin yazdıklarına ihtiyacı yok biliyorsun. Bunu biliyorsun değil mi?
-Biliyorum. Biliyorum... hiç kimsenin yazdıklarıma ihtiyacı yok... ben kendimi oyalıyorum sadece.
-İyi bu konuda kararlıysan -eminsen- sorun yok demektir! Hani diyeceğim, birilerine bir faydası dokunur belki bir zaman gelir de hani ilerde bir gün bir okuyan bir feyz alan filan çıkar diye düşünüyorsan alttan alta, hiç ümit besleme derim. Yoksa yine hayal kırıklığı içinde bulursun kendini.
-Tamam. Aramızda hiçbir kontrat olmayacak bu konuda, sözüme itimat edebilirsin. Ve kesebilir misin artık bu sohbeti de, rahat bırak artık beni, hem işim de bitti seninle, gidebilirsin.
-Sonradan vicdan filan yapma ama.
-Vicdan filan yapmıyorum yapmayacağım da. Kendime yeni bir oyuncak bulunca zaten seni terk edecektim, bunu biliyordun.
-Ooo! Şu küstaha bak! Ağzının payını şimdi şuracıkta vermek lazım aslında ama ben sabırlıyımdır. Yeri ve zamanı gelince yapıştıracağım o yumruğu tepene göreceksin!
-Niye benle uğraşıyorsun ki? Niye kendine daha sağlam muhataplar bulmuyorsun? Bunu pekala çok rahat yapabilirsin. Yazık oluyor doğrusu verdiğin şu zamana. Kıymetli zamanına!
-Şunun şurasında daha zırıl zırıl ağladığın yalvardığın dakikaların üzerinden çok zaman geçmedi hma! Şovunu izledim. Pek bir acınasıydın.
-Acınası olan senin şu talihsiz duruşun bence...
-Eee! Keselim artık şu tartışmayı, senle daha yapılacak çok işimiz var.
-Ben kendi işimi yaptım yapıyorum da.. sen ne iş yapıyorsun orası hiç belli değil. Bana köstek olmaktan başka!
-Bunca zamandır...
-Aah! Bunca zamandır diye başlamıyor musun...
-Ben... bunca zamandır, talihini kızıl iplikçikler ile örüp ayaklarının altına yol yapıp sermek ile uğraşıyorum seni küçük budala! Sen ise bu talihli örüntüden ayırıp, kaçırıyorsun ilmeği, fellik fellik!
-Hah ha ha ha! Talih dediğin nedir ki senin? Ha ha ha ha! Hiçbir süte maya olmaz, örüp serip üstüne de 'talihin yolu' diye yaftaladığın senin!

Vay canına! İtiraf Nağmeler ha... yazdığım her kelime kendimi itiraf ediyor. Yazarak temizlendiğimi düşünmekle hata ediyorum galiba. Tam tersine ruhumun bütün pisliğini açığa çıkarmış kokluyorum. Bu utanç verici tabloyu bir de gurur vesilesi yapıp vitrine mi koyacağım? ... bu gerçekten tam bir infaz. Avukata ihtiyacım olabilir.

Yani, niye herşeyi ayan beyan açıkça ortaya seriyorum ki... bütün kiri pasıyla... en gözalıcı şey de bu çirkinliğin bile birden çok ögeden oluşmuş karmaşık bir bütün: "her insan zıt şeylerden yoğrulmuş bir halita" demiş diye Halide Edip Adıvar, nakledilecek oluşu, sanki müthiş bir sanat harikasıymış! Bu mu yani? Öyle mi? Bu ne derece kurtarabilir ki beni mahkumiyetten, dillere düşmekten?

Şimdilik yapay bir çağanozun sanatsal sansasyonuna çağıldadığımı düşündüren yazdıklarımla, onaylanamasam da her nekadar, bambaşka bir gözle de okunabilirmiş gibi gelir hakkımdaki düşüncelerim. Kendi kendimi mi onaylasam artık. Bilemedim. Bunlar edebiyat mı? Olabilir mi? Bunlar suçlar ve itiraflardan başka şeyler değiller.

İşte yeni hayatım... ve heyecan dolu dakikalar... sayfa açıldı ve çıt çıkmıyor.

Utanılacak ne var ki? Birşey yok aslında. Beni bu oyunun dışına alıyorum artık. Ben sahneleri çoktan kapandı. Ben ödülünü yeterince aldı. Artık bensiz bir hayat sürdürülecek. Sürdürülebilinirse tabii.... ne kadar sürdürülebilirse artık...

... artık yeni insan profilleri girmeye başlayacak defter sayfalarıma. Tanıdığım tanımadığım insanları yazacağım, onların hiç yaşamadığım hayatlarını. Ben rolümü yeterince oynadım ben. Şimdi sıra onlarda... göstersinler bakalım marifetlerini de izleyelim... alkışlayalım.

Fotoğraf varken bir insanın dış görünüşünü yazmak, yazı diliyle tariflemek, betimlemek, çok manasız geliyor. Çekersin bir selfi, koyarsın sayfanın bir köşesine ve altına da yazarsın ad soyad doğum... ölüm... yer ve zamanını... olur biter. Bir kişilik oluşuverir aniden izleyicinin zihninde. Kişi tariflerini yapmak ressamın eskiz çalışmaları gibi gelir bana esas tabloyu oluşturmaya başlarken karaladığı, elini alıştırması için bir nevi müsfette. Kadın müsfettesi!

Bir ressamın işi daima daha kolay olmuştur bir yazardan. Bir tabloya bir tek bakışla hakim oluverirsin. Konunun özeti bir çırpıda yapılandırılmış verilmiştir işte zihinlere, oldu da bitti maşallah! Maşallah maşallah! Bir kestirme pir kestirme! Bir roman özeti çıkarmak için baştan sona, son cümlesine, son noktasına kadar okumaksızın betimlenemez, o tablo hâlâ tamamlanmış sayılmazken okurun zihninde... e ama bir resmin önünde de saatlerce oturulmaz ki kuzum!

Bir film ile roman da aşağı yukarı aynı özelliklere sahipler ancak filmler de çekilmeden önce oyunlar da sahnelenmeden önce yazarlar tarafından kaleme alınmaları gerekir. Bir senarist de fotoğraf ve resimden faydalanabilir yazarken. Zihninde canlandırabilirse bütün oluşumları kare kare... yazarken de onları hareketlendirebilirse... şahane!

Romanda bir okuyucu ve yazar başbaşadırlar çoğunlukla. Toplu okumalar yapılmadığında tabii. Kafa kafaya verirler adeta. Resim ve fotoğrafta öyledirler bir bakıma ama resim de fotoğraf da daha teşhirci örneklerdir roman, film ve dizilerden.. Kitleler halinde paylaşımlara olanak sunmaları açısından yani. Filmde, bir çok kafa, kafa kafaya verirdi karanlık sinema köşelerinde eskiden... şimdilerde onların da daha sessiz sakin bireysel paylaşımları birer roman -foto roman- görüntülü ve hareketli paylaşımlara dönüştürdüğünü söylemek yanlış olmaz.

Bugün kitleleri Futbol Film Müzik coşturuyor romanlardan resimlerden heykelden daha çok. Bir araya en çok getiren ise Futbol ve Müzik heyecanı. Film yine bir nebze geri planda kalıyor... roman ve şiir daha da gerisinde onun. Film kadınların Futbol ise erkeklerin bağımlılık alanlarına sesleniyor...

Yeni hayatımda heyecan dolu ilk dakikalarım... sayfa açık hâlâ ve çıkan yok henüz sahneye... utanılacak ne var? Ben bitirdi oyununu... Kendini unutmanın en kestirme yolu film ve Futbol... ancak setlerde ve sahada olanlar için mi yoksa izleyici koltuklarında olanlar için mi geçerli bu? ... Bu arada Müziği de es geçmemeli. Müzik de baştan sona dinlenmeyi ümit eder kitleler tarafından. Demek ki Film Müzik Futbol denmeli logoda. FMF... ya da ya da ya da

ya da...

Hayatı masa başında defterine gömmüş bir kadın olarak yaşamaya başladığımıza göre... şimdi de... hayatı deftere gömdüğümüz yerden dikmek gerekiyor ayağa dimdik... hayatı defterden alıp bu kez de bu kitaba gömüyorum işte bu yüzden. "Bu kitapta hayat var! " denilebilmesi için buna çalışıyorum. "Bu film de bir hayat var..." Bu öyküde bir hayat var..." "Bu müzikte bir hayat var..." "Bu resim ne kadar da canlı! " Ya,
toprağına geri dönebilir mi kesilip biçilmiş bir ağaç?

Artık Fal bakmaya gerek yok. Fala gerek kalmadı. Yok. Fal. Fal. Fal. (FAL) ? Us...

Çalışmak zorundayım. Uslu uslu çalışmak. Sonuçta ne olursa olsun çalışmalıyım. Devlet bana bunun için ödeme yapıyor. Beni oturup çalışayım diye maaşa bağladılar. Ben de devlet için birşeyler yapmalıyım da, ne? Ah! Çalışmalıyım. Bir devlet yazarı olabilirim.

İtalya.
Öykü. = sü = mü =
Öykü = mü
Öykü = müz = mü

Sayfa açık... açık da... yok... çıt yok... 5 yaprak=lı... yufkalı = börek.. 5 inçlik

Eğer türkçe bilen İtalyan bir sevgilim, eşim olsaydı nasıl bir kadın olurdum? Ya da İtalyanca bilen bir Türk/eş.
Sıkıcı.

Bir başka şehirde yaşıyor olsaydım... mesela.? Türkiye'nin neresinde? [İki güzel yeni yetme karşılıklı konuşurlarken ellerindeki gezi moda magazin dergilerini... hışırdatarak...]

Bugün de olmadı. Yine başaramadım. 17 yaşımın başardığını başarmak ve yeni bir yaşama açılmak -neler olabileceğini hiç düşünmeden bir umutla yola çıkmak cesaretini gösteremiyorum. Olmayacak şeyler beklentisindeyim.

Habibe Merih Atalay
Kayıt Tarihi : 7.10.2014 18:37:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!