ADAPAZARI’NI SEVMEK!
Sene bindokuzyüzaltmışyedi.22 Temmuz cumartesi, saat 18,58 Akyazı. Şiddetle sarsıldık… İki katlı binanın altında ekmek fırını, üstünde amcam oturmaktaydı. Yaz tatili idi ve amcama ziyarete gelmiştik Çaybaşıyeniköy’den. Ben ilkokul biri bitirmiştim. Ahmet dört, Zeki bir yaşında idi. Sanki oyundu, ilk kez depremi yaşıyordum. Annemin korkusu hala gözlerimde. Heyecanla kundaktaki küçük kardeşimi kucağına, diğer eliyle de Ahmet’i tutup beni de önüne katarak aceleyle merdivenlere yöneldik. Sarsıntı devam ediyordu. Merdivenden bir sağa bir sola yalpalayarak inmeye çalıştığımız sırada, merdivenin hemen üstündeki sahanlıkta ekmek arabasının eski jantları üst üste konmuş ve sarsıntı ile tam bizim geçtiğimiz sırada devrilerek arkamızdan yuvarlanmış, kılpayı üzerimize düşmeden dışarıya çıkabilmiştik. Sonrasında aylarca çadırlarda kalmış, komşu çocuklarıyla bir yatakta yatmıştık.
İnsanlar ders çıkarsaydı 67 depreminden, tam 32 yıl sonra gelen 99 depreminde bu kadar büyük zayiat yaşanmazdı… Ülkemin insanı acılardan ders çıkarmayı bilemedi. Depremin hemen arkasından acılı insanlarım “nerde devlet”diye feryat ederken aklıma gelir; sen plansız projesiz o binayı yaparken ve her seçim öncesinde bir kat daha atarken devlet yoktu, şimdi de yok. Yaptığın binanın ne demiri, ne betonu tam. Kendi oturacağın binadan bile malzemeyi çalan sendin.
Denizler ortasında bak yelkensiz bıraktın,
Öylesine yıktın ki bütün inançlarımı;
Beni bensiz bıraktın; beni sensiz bıraktın.