William Shakespeare'nin Ölümü

Sabahattin Tülek
1

ŞİİR


1

TAKİPÇİ

William Shakespeare'nin Ölümü

“ Ölüm tek kişiliktir.
Aşk iki kişilik.”

Gözlerini güneşe dikti son kez. Bu güne kadar hiç görmediği renklerine baktı. Hep umarsız, hep apansız tenine nüfuz eden güneş, bugün yüzünde çok sıcak bir gülümsemeyle karşılamıştı onu…

Bu gün bir başkaydı sanki. Yine her zamanki gibi hayat arkadaşının sesiyle uyandı bugünde. Bahçedeki neşeli çocukların bağrış çağrış ve kahkahaları, evinin hemen önünden akıp giden arabaların aykırı müzikali, yandaki inşaattan gelen ritmik çekiç sesleri ve arkadaki ormandan gelen rüzgarın çığlıklarının arasından yumuşacık gelen eşi Ayça’nın sesiyle “ William kahvaltı hazır aşkım” Dünyanın bütün gündelik gürültüsünün içinde uyurken o muhteşem ve yumuşak sesle uyanmıştı yine…

Ayça ile soğuk ve yağmurlu bir Londra sabahında, ellerinde şemsiyeleri aynı anda girmeye çalıştıkları dört küçük masa ve çok zengin kahve aromaları ile yoğrulmuş etkileyici bir atmosfere sahip olan Salima’nın Kafesinde tanışmışlardı.
O ıslak, aceleci, telaşlı ve heyecanlı çarpışma etkisini tam otuz iki yıl sonra bugün bile kaybetmemişti.
William 20, Ayça 18 yaşındaydı o gün. Nisan’ın 26’sıydı. Londra’nın kuzeyinde 1564. Caddenin köşesinde bulunan Salima’nın Kafesini kızları Deniz, oğulları Ali Titus, oğullarının güzel eşi Juliet, torunları Eren ve Erkan’la birlikte defalarca ziyaret etmişlerdi geçen yıllar boyunca tanışma yıl dönümlerinde.
20 yaşında Londra’nın bir kenar mahallesinde köpeği Othello ile birlikte yaşamaktaydı. Başka yakını yoktu William’ın. Her İngiliz kadar soylu ve her İngiliz kadar yalnızdı…
Ayça ise Londra’da doğmuş, hayatı müzikle ve sanatla yoğrulmuş bir Türk ailesinin tek kızıydı. İnce parmakları piyanosunun tuşlarıyla kardeşti. İngiliz usulü yalnızlık Ayça’yıda sarıp sarmalamıştı. Tek tutkusu piyanosu idi. Floransalı Bartelomeo Cristoforinin, dedesi tarafından yapılmış yağlı boya portresinin altında duran tarihi Silbermann marka piyanosu onun her şeyiydi. Onunla ilgilendiği zamanlar dışında kalan tüm vakitlerini kahve içmek için gittiği 1564. Caddenin köşesindeki Salima’nın Kafesinde geçirirdi.
O küçük kafe onun için farklıydı. 8 yaşından bu yana İngiltere’nin en seçkin salonlarında yüzlerce kişinin beğeniyle izlediği resitallerinden sonra kopan alkış fırtınaları bile ona bu kafenin verdiği coşku ve huzuru vermiyordu. Bir anlamı olmalıydı bu küçük tefek kafede hissettiği muhteşem duyguların…

Tanıştıktan çok kısa süre sonra evlenmişlerdi. Aynı yılın son günü kızları Deniz doğmuştu. İngiltere’de doğan Deniz çok sevimli bir bebekti. William’la Ayça’nın hayatına çok farklı bir sıcaklık katmıştı. Othello bile Denizle birlikte uysal hareketsiz tüm gününü Deniz’in başında onu izleyerek geçirir olmuştu.
Deniz çok güzel bir genç kızdı. Annesinin gülüşünü babasının gözleriyle birleştirmişti. Katıksız bir entelektüeldi, yaşıtlarından çok daha olgundu. Aile geleneğine uygun olarak sanat tarihi okumuştu. Ve hiç evlenmemişti. Girdiği her çevrede tüm erkeklerin gözleri onun üzerinde olmasına rağmen, o antik çağdan kalan bir melodinin, bir engizisyon ressamının karaladığı natürel bir aşk tablosunun hayallerini kurardı geceleri.

Ali Titus Deniz’den 3 yaş küçüktü İzmir’e taşındıkları ilk yıl dünyaya gelmişti. Buz dağları kadar gizemli ve soğuktu, hiç konuşmazdı. Denize tutkuluydu. Başarısız geçen birkaç öğrencilik yılından sonra okumak istememiş ve okulu bırakmıştı. Sabah çok erken kalkar, koşarak deniz kenarına gider, Geceden dönen Urla’lı balıkçıları izlerdi saatlerce. Biraz serpilip eli iş tutmaya başlayınca Kemal Kaptanın yanında teknenin temizliğinden ağların bakımına kadar bir çok işi bıkmadan, usanmadan, konuşmadan gönüllü olarak yapmaya başlamıştı. Kemal Kaptan onu ilk kez balığa götüreceğini söylediğinde beklide ilk kez sevinç naraları atarak eve kadar yalınayak koşarak gelmişti. Kemal Kaptan yıllar sonra hem teknesi Kral Lear’ı hem kızı Juliet’i Ali Titusa verecekti.

Kemal Kaptanın karısı Julietin doğumundan sonraki on ikinci gece açıklarda demir attıkları tekneden düşüp boğularak hayatını kaybetmişti. Kemal Kaptan henüz 12 günlük olan kızı Juliet ve çok sevdiği teknesi Kral Lear’la baş başa kalmıştı. Bir daha hiçbir kadını sevmedi. Artık balığa çıkamıyordu, kıyıdaki kulübesinde Ali Titus’la Juliet’in denizden dönmesini beklerdi yaktığı ateşin başında rakısını yudumlayarak. Juliet’i büyütürken edindiği tecrübeler torunları Eren’le Erkan’ı büyütürken çok işine yaramıştı.

Eren kendinden bir yaş küçük kardeşi Erkanla birlikte neşeyle koşuşturuyordu sahilde, önlerinde Hamlet kulaklarını sallayarak bir durup bir koşarak bir uçtan bir uca bıkmadan usanmadan gidip geliyorlardı. Birden üçü tek vücut kumlara karışıyorlardı altlı üstlü. İki kardeş olmalarına rağmen birbirlerinden çok farklıydılar Eren uzun siyah saçları esmer ten rengi hiç susmadan anlattığı hayalleri ile sürekli şaşırtırdı herkesi. Erkan’sa altın rengi saçları, suskun gülümsemesi ile farklı bir çocuktu. İkisi de sevecenliklerini annelerinden almışlardı.
Hamlet Othello’nun torunuydu parlak sarı tüyleri sürekli sallayarak gezdiği kulaklarıyla çocukların en küçük kardeşiydi oda.
Ellerinde sepetleri ağaçların arasından dolana dolana sahile inan patikadan keyifli bir sohbetle birlikte gelenler Ayça ile Şirin’di. Büyükanne ve Büyük teyzelerinin geldiğini gören muhteşem üçlü o yöne koşmaya başlamışlardı bile. Eren Ayça’nın, Erkan Şirin’in kucağına atlayıvermişti. Hep beraber onlara bakan Kemal Kaptana el salladılar. Hamlet orada kalarak arkalarından gelen William’ı beklemeye koyuldu.
Şirin Ayçanın en yakın dostuydu. Urla’ya taşındıkları sene tanışmışlar ve hiç ayrılmamışlardı. Yalnız yaşayan bir içmimardı. “Bir Yaz Gecesi Rüyası” adını verdiği en gözde eseri olan evi Dekorasyon Dergilerinin uğrak yeriydi. Mesleğinin en başarılı temsilcilerinden biriydi.Onun 1616 numaralı evi tüm dünyaya ait etnik motiflerin aşkla modernize edilmiş en güzel örnekleriyle bezenmişti.
William elinde defteri yanında bir o yana bir bu yana zıplayıp atlayan Hamlet’le birlikte sahile ulaşmıştı. Güneş yüzünü yeni gösteriyordu. Kemal Kaptan’ın yanına gitti, denizin kenarına kadar. Kral Lear göz alıcı kırmızı rengiyle görünmüştü. Yakınlaştıkça üzerinde Ali Titus ve Julietin kendilerine el salladıklarını fark ettiler ve onlarda çoşkuyla el salladılar iki güzel balıkçıya. Sahilin diğer ucunda Ayça ve yanındakilerde el sallıyorlardı Kral Lear’a ve üstündeki mutluluk tablosuna.
Tekne kıyıya yanaştı. Karşılama merasimi tamamlandıktan sonra Kemal Kaptan’la Ali Titus tekneden güneşle birlikte bir karnaval havası yaratan kıpır kıpır balıklarla ağzına kadar dolu ağları indirmeye girişirlerken, hanımlarla çocuklarda masanın başında sepetleri boşaltmaktaydılar.
Yine güzel bir Pazar sabahı kahvaltısı için hummalı bir hazırlık başlamıştı. William biraz ilerdeki küçük kayanın üzerine oturarak denizi seyretmeye koyuldu. Bugün sıradan bir Pazardan farklı hissediyordu kendisini. Her Pazar olduğu gibi bugünde kahvaltılarını hep birlikte yapacaklar, akşam üzerine kadar bir konudan bir konuya atlayarak sohbet edecekler, dinlemekten asla bıkmayacakları anılarını dinleyeceklerdi Kemal Kaptan’ın. Sonra akşam Urla’nın en güzel yerinden günbatımını seyrederken muhteşem sesiyle yorumladığı sonelerin eşliğinde yakın dostları Mihrace’yi dinlemeye gideceklerdi Romeo Kafe – Bar’a

Mihrace güzelliği ve sesi dillere destan herkesin sevdiği, ünü Urla sınırlarını çoktan aşmış ancak yakın dostları da dahil hiç kimsenin hakkında hiç bir şey bilmediği gizemli bir kadındı. Akşamları Romeo Kafe – Bar’da okuduğu soneleri dinlemek William ve ailesinin en büyük zevkleriydi.

“Seni bir yaz gününe benzetmek mi, ne gezer?
Çok daha güzelsin sen, çok daha cana yakın:
Taze tomurcukları sert rüzgârlar örseler,
Kısacıktır süresi yeryüzünde bir yazın:
Işıldar göğün gözü, yakacak kadar sıcak,
Ve sık sık kararı da yaldız düşer yüzünden;
Her güzel, güzellikten er geç yoksun kalacak
Kader ya da varlığın bozulması yüzünden;
Ama hiç solmayacak sendeki ölümsüz yaz,
Güzelliğin yitmez ki asla olmaz ki hurda;
Gölgesindesin diye ecel caka satamaz
Sen çağları aşarken bu ölmez satırlarda:
İnsanlar nefes alsın, gözler görsün elverir,
Yaşadıkça şiirim, sana da hayat verir.”

18. Sone en favorisiydi William’ın. Bunu dinlemekten büyük zevk alır ve kötü sesine rağmen doyasıya eşlik ederdi her seferinde…

Nisan’ın 23’üydü ve tüm kent taklarla kedi merdivenleriyle gece yakılacak meşalelerle donatılmıştı günler öncesinden ve bugün Mihrace özel bir gösteride yapacaktı çocuklar için…
Dostluklarının ne zaman ve nasıl başladığını kimse anımsamıyordu. Sanki onun gizemi sarıyordu dostluklarını da…

Kahvaltı sofrası hazırlanmıştı. Kemal Kaptan küçük sehpadan rakısını alarak hemen sofraya oturdu. Hemen yanına ona olan aşkını söyleyemese de bunu yaşamaktan büyük mutluluk duyan Şirin oturmuştu. Deniz masanın diğer ucunda yerde bulduğu deniz kabuğunu dikkatli bir şekilde incelemeye dalmıştı. Ali Titus koca bir somunu mideye indirmişti bile. Ayça sahilin diğer ucunda Eren’le Erkan’ın ellerinden tutup koşuşturan Juliet’e seslendi önce, bir taraftan da Hamlet’in yemek kabına süt ve lezzetli kurabiyelerden bırakıyordu. Hamlet’in çoktan koşup gelip kurabiyeleri tüketmesi gerekiyordu diye düşündü birden.
Doğruldu. Gözünde bir damla yaşla hiç kıpırdamadan durdu. Juliet ve çocuklara bakıyordu ama onları görmüyordu. Eren’le Erkan’ın büyükanne çığlıklarını da duymuyordu. Deniz fark ederek ayağa kalktı hemen Kemal Kaptan, Ali Titus ve Şirin’de hemen yanına koşuşturdular. Juliet kalakalmıştı öyle korku ve şaşkınlıkla. Herkes diğer tarafta Ayça’ya ne olduğunu anlamaya çalışırken Hamlet’in acıyla inlemesini duyarak arkalarını döndüklerinde gördükleri manzara karşısında bembeyaz olmuşlardı hepsi…
William oturduğu kayanın yanına yığılmış Hamlet’se acı dolu sesler çıkararak onun yüzünü yalamaktaydı. Ali Titus koşarak yanına geldi yerde duran defterin üzerine basarak. William yerde hareketsiz yatıyordu. Yüzünde her zamanki gülümsemesi ve gözlerinde her zamanki ışıltıyla…
Mihrace son kez 18. soneyi okuyordu ağlayarak. Üzerinde “Aşk Sözleri “ yazan hiç elinden düşürmediği defteri sahilde kumların arasında öylece duruyordu. İçinde okuduğu tüm sonelerin yazdığı, gizemli şairin el yazmaları ile öylece duruyordu…
“ Ölüm tek kişiliktir.
Aşk iki kişilik. “

İzmir Nisan 2010

Sabahattin Tülek
Kayıt Tarihi : 18.4.2010 17:00:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
ÖNCEKİ ŞİİR
SONRAKİ ŞİİR
Hikayesi:


Buna ne desem bilmiyorum sanırım İlk denemem.... yada taslak demeliyim hep şiirde olan aklım ve yüreğim bu sefer farklı bişey denemek istedi yazdım.... bir isim koymalımı bilmiyorum.... ama bu taslak üzerinde oynamaya yazmaya devam edeceğim bunu biliyorum... ışıkla ve sevgiyle

Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Sabahattin Tülek