Vuslatı Bu Hayatın Hüzün Çökmüş Yaprakla ...

Mustafa Yılmaz 4
765

ŞİİR


17

TAKİPÇİ

Vuslatı Bu Hayatın Hüzün Çökmüş Yapraklarına 2

Bu bir riya devinimiydi… Sen hızla döndün… Gözyaşların, önceleri masum isteklerinden doğmuştu…
Ya sonraları…
Oyunun bir parçası oldular…

Evet inandım sana…
Her görmez seven gibi, her saygın aşkta kalmak isteyen gibi…
Her utanç duvarından korkan gibi…
Her hak eden gibi…
Her değmeyenlerin yolunda bilmeden ölmek isteyen gibi…
Her utangaç sözlerden korkanlar gibi…
Evet bunlar belki yanılgı, belki de aldatıldım hislerini verdi ama devran döndü, sen benden çok acı çamuruna bulandın…
Ve
o zamanlar gülüp geçtiğin isteklerin, şimdi vurgun yemiş arzulara dönüştü…

Bana ne yazsan, neler anlatsan, nelerle geçmişin özlemini çektiğini yazsan da dönen bu devinimde artık eski yerlerinde durması mümkün değil…
Her sahipsiz mektup sahibini arar…
Ya bulur, ya da, köşesi bir sigara közü ile yanmış olarak bir sehpanın üstünde acılar yazılan kitapların altında ezilir kalır… Açılamazlar bile… Bazen açıldıkları sanılır ama iç gıcırdamaları ile okunsa bile, cevap verilecek değeri bulmazlar…

Peki neden yazılır kalan ve gidenin ardından…
İşte bu bir mahzen… Yıllanır içinde söylenememiş sözler ve açıp birini okursun… Çalakalem cevaplar dökülür mavi mürekkebinden boş sayfaları dertle doldurarak…

Bilinir ki,
değmeyenlere yazılan tek cümle bile, haram yollarda çürüyüp gider…
Bazen bedenler de bu ahlarla, vaktinden önce çürüyüp gider…

Neydi bunun sebebi?
Evet çok sevmek…
Hangi aşık çok sevmenin altında çürümedi?
Sen,
ben
ve tanımadıklarımız,
çürümediler mi?
Soralım şairlere, hayatın çürümesi hakkında ne diyecekler…
Daha önceleri yazdıklarına bakalım… Hepsi benim sana yazdıklarımdan da daha acı kelimelerle dolu…
Hayat bu be gülüm… Önce gülersin, gülersin büyük emek verdiğin sevgide… Sonra da hüzzam şarkılar mırıldanmaya başlarsın, canın yanar her kelimeden…
Evet yazdıklarından canım yanıyor… Ama buda sevginin cilvesi. Hem sevileceksin, hem de sana naif adam diyecekler… Hem de,

sen hâlâ benim unutamadığımsın, denilecek…

Ya sonra… Ardından riyalar, yalanlar ve ihanetler gelecek vagon vagon…
Ya penceredeki gölgeler… Ya karartılar… Yakıştı mı bu aşka riya…

Önce sen kimsin… İki dudak arasından çıkacak bir cümlenin zorluğunu bana anlatan, sen kimsin…
Evet… Seni sevdim… Bir arkadaşımın dediği gibi, çok sevdim ama ne kaldı bu sevgiden geriye… Boş bir masal romanı içi süslü kelimelerle doldurulmuş küflü bir masal…

Arkadaş,
seveceksen acıyı da yaşayacaksın… Sevince yeter ki saygın aşkta kal… İşte cevap buradaydı, saygın aşkta kal…
Herkesin düşüncesi bu saygınlık kelimesindeydi… Nereye kadar saygın kalmak, özveriler nereye kadar…
Kanatların kırılıyor…
İçin acıdan kaynıyor…
Ve duvar duvar utanç karşısında ve kalacaksın saygın sevgide…
Ahmak derler adama… Ama sevmek ahmaklık değildir, acizlik hiç değil…
Sadece yüreğin saygısı bu seslere sessiz kalmaktı…

Artık benden geçmişe dönük hiçbir şey isteyemezsin…
Gerisi bu hayatın yangın yeri… Mezbelelik…

Artık güzel günlerin özlemini çekmek, yüreğinde bir dinamit patlamasını hissettirir…
Kaç gün kaç yıl oldu geçen sensizliğim…

Ve
hâlâ unutamadıklarımın arasında en ön sıradasın… Her şey geçmiş zamanda sallanıp duruyor…

Her şey bir girdap…
Her şey bir boşluk…
Kanadı kırık bir güvercin titreyişlerinde…
Masum bakışlarda…
Mazlum duygularla sallantılarda...
Her şey yerinden oynadı…
Her şey kayıp zamanların içinde örtülmeyi bekliyor…
Çocukluğumuz kayboldu…
Sevinçlerimiz, dudak kenarı ile gülücüklerimizin kaybolduğu zamanlara gebe…

Artık O masum bakışlar, artık o heyecanlı çocuk aşık büyüdü, acıları sırtladı… Ezildi…
Seni hatırlatan, unutamadığım her yük omuzlarımı çökertti…
Kokunsa, her baharda açan çiçeklerin, arıların ayaklarına yapışarak burnumun dibinde dolaşıyor… Rengin ve de renkler her bahar göz diplerimde. Eylül ekim yaprakları ayak altlarımda kalarak koyulaştı, karardı. Bütün mavileri saklayan sular bulandı…
Ve hınçla buruşturup denize attığım mektupların, hırçın dalgalar kumlarla cebelleşiyor…

Senin bildiğin, benim bilmediğim o kadar çok şey vardı ki hangisini yazacaktın bana… Ya içinde bildiklerim varsa, sonuca katlanacak mısın?

Ben mi…
Pervasız bir günlük yaşamların peşinde, anılardan uzak, kuytuları bulma peşinde koşuyorum ezik bir yürekle…
Hangi sokak var isminin geçmediği bir kuytu var ki, arayış peşinde ayaklarım…
Senden kalan bir adın, bir ismin var artık söküp atamadığım…

İşte böyle yükleneceğiz birbirimize omuzlarımızı dayayarak yıkılmamak, daha da çökmemek için...
Umut Anka kuşunun kanatlarının altındaydı oysa…
Artık çamurlu haram yolları yürümek için zaman çok kısaldı…

Biz bir birimizde tek gövdeydik, artık ayrıldı bedenlerimiz…
Ben senin sevinçlerine seninle birlikte gülerken,
ben senin ağlamalarına, ağlamalarımı içime akıtırken,
bakıyorum şimdi, sen benim hüzünlerimi sinsi sinsi göz ardı ediyorsun…
Bu nasıl bir duygudur ki, ağlayana gülmek…
Bu nasıl bir duygudur ki, acıda tarafsız olmak… Bunun adı sevmek miydi?

Mustafa Yılmaz 4
Kayıt Tarihi : 11.1.2010 12:06:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.
  • Âşık Çağlari Muammer Çalar
    Âşık Çağlari Muammer Çalar

    'Usta kaleminiz hep çağlasın sular seller gibi varolun saygılar hocam

    Cevap Yaz
  • Hatice Hantal
    Hatice Hantal

    Demekki o sevmekten anlamiyor.Yazan kalemi tebrik ediyorum.
    Selam ve saygilar.

    Cevap Yaz

TÜM YORUMLAR (2)

Mustafa Yılmaz 4