Dışarıdan garip sesler geliyordu.Kapıyı açtı, ilerledi.Kafası olmayan insanlar görünce ne yapacağını şaşırdı.Öyle korkmuştu ki, bacakları zangır zangır titriyordu.''Aman Tanrı'm! bunlar da ne?'' deyip arkasına bakmadan eve kaçtı.Demir kapının sürgüsünü çekip hemen kilitledi.Ne kadar açık ışık varsa söndürdü.Ölümü yaklaşmış gibi ecel terleri döküyordu.Sesler iyice yakınlaşmaya başlamıştı.Cama koştu.Dışarıdakiler ciyaklayan bir sesle ''Işığı aç, Işığı aç!'' diye bağırıyorlardı. Oğuz, ''Ne istiyorsunuz benden pis kafasızlar!'' diye bağırdı.
Bir an sesler kesilir gibi oldu fakat ciyaklayarak ağlayan bir kadın sesi gelmeye başlamıştı.Garipti.Bu ses kendini saldıkça, Oğuz'un yüreği burkuluyordu.İçindeki o korkunç korkunun yerini hüzün kaplamaya başlamıştı sanki.Bu seste tanıdık bir şeyler vardı da bir türlü adlandıramıyordu. Oğuz kendi kendine konuşmaya başlamıştı:
''Diğerleri niye sustular bir anda?Kadın niye ağlıyor?Tanrı'm bu bir kabus olmalı başka bir şey değil.''
Kadının ağlaması, bağrışmalar eşliğinde sesi kısılıp kesilinceye kadar devam etti.Bir zaman sonra, dışarıdakiler yorgun düşmüş olmalı ki, bağrışmaların yerini homurdanmalar almaya başlamıştı.Bu homurdanmalar biraz daha devam ettikten sonra sesler tamamen kesildi.Oğuz gözünü kırpmamış uykusuzluktan ölüyordu.
Sabah olmuş, güneşin yüzü herkese gülümsüyordu bir tek Oğuz'un evinin önüne gölgesini vurarak.Oğuz perdeleri açıp dışarıya baktı.Kimsecikler yoktu.Ya gece gördükleri...Dışarıya çıkıp etrafa bakmadan içi rahat etmeyecekti.Kapıyı açıp dışarıya çıktı.Yavaş adımlarla etrafa bakınmaya başladı.Evinin önüne vuran güneşin gölgesi dikkatini çekse de pek önemsemedi.Biraz daha ileriye yürüdüğünde gözlerine bir türlü inanamadı.Sanki kabus yeniden başlamıştı.Çok sayıda kanlı ayak izleri vardı.Gece gördükleri kabus değil gerçekti.İyi de bütün bunlar ne anlamaya geliyordu.Olanları neye yorsa içinden çıkamamıştı.İstemsizce günlük rutin işlerine koyuldu.Akşama kadar düşünmekten bedeninden çok zihni yorulmuştu.Garip sezgiler ve korku içinde olduğu için hava kararmadan eve girip kapıyı kilitledi.Çok acıkmıştı.Mutfağa doğru giderken, odanın duvarındaki heybe gözüne ilişti.Bu heybenin içinde, babası Bilge Hakan'ın ölürken emanet ettiği küçük bir sandık vardı.Babası, Oğuz'a söylediği şeyler olmadan bu sandığı asla açmaması gerektiğini sıkı sıkıya tembih etmişti.Oğuz birden ''Işığı aç!'' diye bağırdı.Sanki kafasında şimşekler çakmıştı.Babasının söylediği şeyler aklına geldi: ''Evlat! Yaşadığın büyük korkudan dolayı karanlığı kendine sığınak yapma.Işığı aç! aydınlığa çıkmak isteyen her ne varsa çıksın.'' Sana, yaşadığın korkunun ikinci gecesi dışarıdan ''Tanrı aşkına'' diye bağıran sesler gelecek.İşte o vakit hemen sandığı aç.Önce sadece mektubu al.Mektubu okumadan sakın tılsımlı taşa dokunma.'' Oğuz derin düşüncelerle mutfağın yolunu tuttu.Bu arada gün batmak üzereydi.Karnını doyurduktan sonra tekrar odaya geçti.Hava kararmıştı.Işığı açtı ve beklemeye başladı.İçindeki merak, korku ve sorumluluk iç içeydi.Oğuz için zaman öyle yavaş ilerliyordu ki, oturduğu yerden kalkıp sık sık odanın içinde volta atıyordu.Gece demini almış en siyah halindeydi.Oğuz derin düşüncelerdeyken birden irkildi.Sesler gelmeye başlamıştı.Gelen sesler, sürekli ''Tanrı aşkına'' diye bağrışıyorlardı.Oğuz hemen koşarak duvardaki heybeyi indirip içindeki sandığı çıkardı.Sandığın içindeki mektubu alıp okumaya başladı. ''Evlat! Sandığın içindeki tılsıma verilen vakit sınırlı...Dışarıdaki insanları içeriye al ki odanın içindeki ışık gözlerini kamaştırsın. Bu onlara güç verecektir.Karşı tepede bulunan en büyük kayanın önüne gideceksiniz birlikte.Tılsımı al ve sonra hemen yola çıkın.Bu yolculuk başsız insanlar için çok zor geçecek.Bu zorluktan, üzerinde hakkı olan için yapacağın fedakarlık adına sen de payını alacaksın.Sana, annen Gülsena'nın bir gün geleceğini söylemiştim.Annen kapıda seni bekliyor.''
Yılların tortusu çökmüş yüzüne
Alnını güneşe serecek adam
Uykusuz ranzalar suskun voltalar
Geride kalacak ve ah hüzünle
Bir gül gibi savrulup gülecek adam
Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta