Kürt sorununun çözümü için önerilen savaşın başlamasından bu yana 12 yıl geçti. Adı ister 'düşük yoğunluklu çatışma' ya da 'terörle mücadele' olsun; ister 'kirli' ya da 'haklı' ön eklerini alsın, her savaş gibi coğrafyamızda yaşanan savaş da hesaba gelmez maddi ve manevi kayıpların yanısıra, tüm toplumsal ve siyasal yaşamda muazzam bir değişim ve altüst oluşa neden olmaktadır. Savaşla birlikte, insan hakları ihlalleri daha da yoğunlaşmıştır. Savaşa bağlı olarak ırkçılığın ve şovenizmin geniş yığınlar arasındaki yaygınlığı ve gördüğü itibar ürküntü vericidir. Halkın adeta devlet gibi davranmaya başladığı koşullarda, devlet de militarist emir komuta zincirinin tepesindeki karar merciinden ibaret bir görünüm vermektedir. Siyasal kirliliğin artışına koşut bir şekilde, demokrasi düşmanlığı ve hukuk tanımazlık, siyaset yapışın temel ilkesi haline gelmiştir. Insan hayatının zerre kadar önemi kalmamıştır. Şiddet, sorunları çözmenin tek aracı olarak benzersiz bir iktidara sahiptir. Farklı olanı anlamaya çalışmak, kendini ötekinin yerine koymak tek kelime ile ihanettir. Herkes bizden olmak zorundadır, aksi taktirde yokedilmeyi haketmiştir. Yokedilmeyi istemeyenler ise bu coğrafyayı terk etmek zorundadırlar. Tüm bu dayatmalara karşı çıkış ve itaatsizlik ise güçlü değildir; geniş yığınlar nezdinde meşruiyet kazanmış bağımsız bir söylemi yoktur ve mücadele araçlarının seçiminde sistemden tam bir kopuşu yaşayamamaktadır...
Savaşın etkilediği sosyal ve siyasal koşulların betimlemesini daha da uzatmak ve ayrıntılandırmak mümkün. Ancak, bu kadarı bile nasıl zorlu ve karmaşık bir gerçeklik içinde olduğumuzu anımsatmaya yeter. Doğaldır ki; bu anımsatmayı bir amaç güderek yaptık. Amacımız; insan hakları, barış ve demokrasi kavramları ile ilişkisi içinde vicdani reddin içinde yaşadığımız gerçekliğin neresine denk düştüğünü ortaya koyma isteğidir.
Insan Hakları ve Vicdani Red
'Vicdani red' kavramının etik, politik içeriklendirmesi her şeyden önce insanın insan olmaktan kaynaklanan temel hak ve özgürlüklerine dayanır. Temel hak ve özgürlüklerin meşru kullanımı olan vicdani red; aynı zamanda, görünür bir gerçeklik haline getirdiği bu hakların teminatıdır da. Vicdani red, insan hakları kavrayışı ve hak kullanımı bakımından oldukça geri düzeyde olan Türkiye'de, insan hakları mücadelesinin bir bileşeni olarak, hak sahibi olma ve hak arama bilincinin gelişmesini hızlandıracak önemli bir moment özelliği taşımaktadır.
Vicdani red öncelikle 'yaşam hakkı' nın savunusuna dayanır.
Aydınlanma düşüncesinin, insanı kendisi dışındaki ve ona aşkın ilkelere dayanarak kavrayan her türlü dünya görüşüne karşı geliştirdiği birey olmak, biricik bir kişiliğe sahibi olmak anlayışları, devamında bizi 'hak sahibi olma' fikrine ulaştırması bakımından önemli bir gelişmedir. Birey/kişi kavramı 'irade' ve 'eyleme' özgürlüğü gibi yetilerin üzerine oturmaktadır. Irade ve eylemeye ehil olmak ise bir takım doğal haklara sahip olmak ve onları kullanabilmek demektir. Insan bio-psiko-sosyal bir bütünlüğe sahiptir. Kişi olarak haklarını kullanabilmesi için bu bütünlüğünün korunması bir zorunluluktur. Ancak, bio-psiko-sosyal bütünlüğün oluşmasının ve süreğen bir 'gerçeklik' hali kazanabilmesinin ön koşulu da, önce dünyaya gelmiş olmak, sonrada 'yaşamı sürdürmek', yani 'yaşamak' tır. Bu da 'yaşam hakkı' denilen şeyi karşımıza çıkarır. Diğer tüm hakların kullanılabilirlik merkezi olarak 'yaşam hakkı' içeriği, kapsamı ile 'bir' ve 'aynı' olan bir özden ibarettir. Tıpkı tek hücreli bir canlı gibidir. Ona yapılacak herhangi bir müdahale ya da sınır getirme çabası hücrenin tümlüğünü etkiler. Bu aslında onu yokolmaya götüren ya da yokolma tehdidi içeren bir etkilemedir. Dolayısı ile sözkonusu 'özün', yani 'yaşam hakkı'nın, mutlak varoluşunun korunması için, hiç bir önlem, yaptırım ya da kurallar dizgesi ile sınırlandırılmaması, noksana uğratılmaması gerekmektedir. Buradan kalkarak daha özlü bir şekilde diyebiliriz ki 'yaşam hakkı', 'insanın öldürülmezliği' hakkından başka birşey değildir.
Oysa savaş yol açtığı ağır kıyım ve yıkımlarla insanın varlığına karşı en ciddi tehdittir. Başta yaşam hakkı olmak üzere her türlü insan hak ve özgürlüğünün alabildiğine çiğnendiği, yok edildiği nesnel bir durumdur. Bu bakımdan savaşın hiçbir türüne destek vermemek; öldürmeyi öğreten, ölmeyi ve öldürmeyi emreden her türlü şiddet mekanizması içinde yer almayı reddetmek anlamına gelen vicdani redçilik ise, yaşam hakkını mutlak olarak savunmak demektir. Öncelikle kendi yaşam hakkından yola çıkan vicdani retçi, gerçekleştirdiği bu eylemi ile aynı zamanda başkalarının yaşam hakkının koruyucusu ve güvencesi de olmaktadır.
Vicdani reddin dayandığı temel haklardan bir diğeri ise evrensel bildirgenin 18. maddesinde belirtilen 'düşünce, vicdan ve din özgürlüğü hakkı'dır. Derin inanışları da kapsar biçimde dinsel, ahlaki veya benzer nedenlerden kaynaklanan vicdani ilkelerle ortaya çıkan vicdani red, düşünce ve vicdan özgürlüğünün meşru bir kullanımı ve tezahüründen başka birşey değildir. Bu tezahür ediş, doğal olarak beraberinde 'düşünceyi ifade özgürlüğü' gibi temel bir hakkın kullanımını da getirmektedir.
Düşünmenin ve düşünceyi ifade etmenin suç sayıldığı, bir çok yasal düzenlemeyle engellendiği bir ülkede, bu hakların dolayımsız bir kullanımı olan vicdani reddin de önünde elbette büyük zorluklar vardır. Vicdani retçinin karşısına, düşüncelerini açıkladığı andan itibaren, 'halkı askerlikten soğutmak' gibi belirsiz bir suçu düzenleyen TCK, m.155 ve olağanüstü yargı niteliğindeki askeri mahkemeler çıkmaktadır. Dolayısıyla, vicdani redde ilişkin hak alma çabaları başarıya ulaştıkça 'düşünceyi ifade özgürlüğü' için verilen mücadelede önemli bir adım daha atılmış olacaktır.
Demokrasi ve Vicdani Red
Yurttaşların çoğunluğunun hala 'kapıkulu' duygu ve zihniyeti ile körükörüne bağlı olduğu bir devletin egemenliği altında yaşıyoruz. Bu, demokrasinin en temel ögesi olan, verili olanı sorgulayan, eleştiren, reddeden ve değiştirmeye çalışan 'özgür iradelerin' yokluğu anlamına gelmektedir. Ordu da, sözkonusu duygu ve zihniyetin yeniden üretiminin gerçekleştiği, devletin en önemli ideolojik üretim aygıtlarından biridir. Dolayısıyla, her bakımdan koşulsuz itaati isteyen bir kurumun sorgulanması ve işlevinin reddi anlamındaki vicdani red; 'tebaa' olmaktan, 'kulluk'tan kurtulup 'irade' ve 'eyleme' özgürlüğüne sahip, 'birey' olmaya giden yolu açan önemli araçlardan biri durumundadır.
Bireyin özgür iradesine dayalı bir çıkış olan vicdani red aynı zamanda bir toplumsal değişim çağrısıdır. Bu çağrı, diğer tezahür ediş biçimlerinin yanısıra önerdiği insan ilişkileri ile de gerçekleşir. Tahakkümcü, otoriter ilişkilerin yaşandığı bir ortamda özgür iradelerin, bunlara dayalı vicdani kanaatların oluşmasının mümkün olamıyacağı çok açıktır. Bu bakımdan hiçbir iktidar ve tahakküm ilişkisine izin vermeyen, eşit ve özgür irade sahiplerinin ilişki biçimi olarak taban demokrasisi, vicdani red hareketinin daha doğru bir deyişle anti-militarist hareketin oluşmasının ve gelişmesinin önkoşuludur. Bu önkoşul aynı zamanda, bugüne kadar yönetenler açısından olduğu kadar, yönetilenler açısından da hep sorunlu bir kavram olan demokrasinin yaşam biçimi haline gelmesi için bir öneri, bir imkanlılıktır.
Vicdani reddin reel düzlemde demokratikleşme ve hukuk mücadelesinin zenginleşmesine yönelik katkısı ise çok daha yakın bir imkanlılık olarak gözükmektedir. Bu, uluslarüstü hukuk normlarının benimsetilmesi uğraşısıdır. Başka bir çok alanda olduğu gibi, bu alanda da T.C. devleti altına imza attığı uluslararası sözleşmeleri ve kararları bir türlü uygulamamakta ve yokmuş gibi davranmaktadır. Vicdani red hakkına ilişkin uluslararası düzeyde alınmış kararların ve yapılmış sözleşmelerin iç hukuk kuralı haline getirilmesi yönünde sağlanacak bir başarı bir çok açıdan örnek oluşturacaktır. Diğer alanlardaki uğraşılar ile karşılıklı etkileşim içindeki bu katkı, genel demokrasi ve hukuk standartının yükselmesi anlamına da gelecektir.
Barış ve Vicdani Red
Bugün ulaşılan noktada, savaşın getirdiği yıkım, hiç kimsenin hatta savaşı sürdüren güçlerin bile tahammül edemeyeceği boyuttadır. Bir çözüme ulaşma ve barış talebi, tüm ağırlığı ile kendini dayatan bir gerçekliktir. Ne var ki savaşan güçler, savaşı kendileri açısından rasyonalize eden, meşrulaştıran, gerekliliğini mutlak kılmaya çalışan ve biraz dikkatlice incelendiğinde benzerlikler taşıdığı görülen bir söyleme sahipler. Bu söylemin ve onu oluşturan düşünüş biçiminin içinde kalarak, gerçekten savaşa karşı bir tutum geliştirmek ve çözüm üretmek mümkün değildir. Kurumsal şiddeti onaylayan tüm siyasal, toplumsal amaçları yadsımak; savaşın hiçbir türüne destek vermemek; herhangi bir savaş mekanizması içinde yer almayı reddetmek anlamındaki 'vicdani red', taraflardan tümüyle bağımsız ve üçüncü bir seçeneğin varolduğunu açık ve net olarak göstermektedir. Bu, aynı zamanda, savaşın insan kaynaklarının kurutulması çağrısını da içermektedir. Bu çağrının karşılık bulması halinde savaşı durdurabilme ve gerçekten savaş yanlısı güçlerden bağımsız, adil bir çözüm üretebilme imkanı yakalanabilecektir.
Son günlerde yaşanan gelişmeler, özellikle kazadan sonra açığa çıkan siyasal gerçekler açıkça göstermiştir ki; barış, demokrasi ve insan hakları mücadelesinin önündeki asıl engel militarizmdir. Savaşın sürmesini isteyen de 'o' dur. Başta faili meçhul cinayetler olmak üzere her türlü insan hakları ihlalinin sorumlusuda 'o' dur. Artık militarizmi doğrudan hedef almadan sürdürülecek olan demokrasi ve insan hakları mücadelesi ile bir sonuca ulaşmak mümkün görünmemektedir. Bu bakımdan militarizmi doğrudan sorgulamaya alan, onu güçlendirecek her türlü ilişkiden kendini muaf tutmayı amaçlayan vicdani reddin barış, demokrasi ve insan hakları mücadelesinin bir bileşeni olarak önemi görmezden gelinemez.
Şair BerzanKayıt Tarihi : 16.6.2008 14:18:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Önemli Not :
İşbu yazının kaynağı ''www.hayvanozgurlugu.com'' isimli sitenin forum sayfalarındadır.
Söz konusu yazının altında yazarlarını ve kaynaklarını belirtmiş olmama rağmen ya sistem, ya da sayfa editörleri tarafından belirttiğim kaynaklar silinmiştir... / Suçlunun(!) hangisi olduğu konusunda en ufak bir fikrim yok.../ Bu boktan durumun neden olduğundan ve de nereden kaynaklandığından da...
Velhasıl-ı kelâm, durup dururken adımızı hırsıza çıkaracak olması ihtimalinden dahi korktuğum bu durumu ''Yetkili Şair'' olmadığım için düzeltme şansımın da olmamasından dolayı (maalesef) bu yorum kutusu altından yapıyorum...
Yapıyorum; çünki yanlış anlaşılmalara mahal vermemesi adına bu uyarıyı yapmak durumundaydım... //
İzanınıza...
Dostlukla...
Dip Not : Söz konusu yazılara ve tüm kaynaklara yukarıda verdiğim linkten ulaşılabilir.../
B E R Z A N
*
TÜM YORUMLAR (1)