Derya'dan KaLanlar...
Elbet gitme vakti gelir...
Boyunlar düşer yere...
Derya gider okyanus kalır
Derya gider Mavi kalır...
Derya gider deniz kokusu kalır...
Derya gider
Geride bir DERYA kalır..
Derya Yaşar
-Sana Şiirler Yazmak / Seni Şiirlerde Okumak/
sana şiirler yazdım.
saf, temiz..
pırıl pırıl,
çocukça.
okuyorum..
bir daha okuyorum.
paklanıyorum,
okudukça..
sana şiirler yazdım.
karşılıksız, katıksız.
sevda şiirleri
çokça.
okuyorum..
bir daha okuyorum.
aklanıyorum,
okudukça..
sana şiirler yazacağım,
ömrüm oldukça.
okuyacağım..
bir daha okuyacağım.
anlayacağım yaşadığımı,
okudukça..!
Ahmet Daş
Tegraf Yolu
uzun zaman önceydi adamın biri geldi yoldan
sırtında çantasıyla otuz mil yürüyerek
beğendiği yerde durdu ve yükünü indirdi
vahşi doğanının ortasında bir kulübe yaptı ve kışlık stoğunu yığdı
soğuk göl kıyısındaki toprağı ekti
ve diğer yolcular geldiler yoldan aşağı doğru
kimse ne daha ileri gitti ne de geri döndü
sonra kiliseler geldi ve okullar
sonra avukatlar geldi ve yasalar
sonra trenler ve yük dolusu kamyonlar geldi
ve o eski pis yol telgraf yolu oldu
sonra madenler geldi ve ondan sonra cevher
sonra zor zamanlar yaşadılar, bir savaş sürüyordu
dışarıdaki dünyayla ilgili bir şarkı okudu telgraf
telgraf yolu derinleşti ve genişledi
kıvrılarak akan bir nehir gibi
ve radyom diyor ki bu gece don bekleniyor
insanlar fabrikalardan eve dönüyor
trafik altı şerit
üç tanesi yavaş ilerliyor.
işe gitmeyi seviyordum ama kapattılar
işe gitme hakkım var ama burada iş bulmak imkansız
ve diyorlar ki neyse bedeli ödenecektir
ekilen tohumların bir kısmını biçmemiz lazım
tellerin ve telgraf direklerinin üzerindeki kuşlar
canları çektiği anda uçup uzaklaşabilirler bu yağmur ve soğuktan
kendi telgraf şifreleriyle konuştuklarını duyabilirsiniz.
telgraf yolu boyunca.
biliyorsun yakında unutacağım ama şimdi hatırlıyorum o geceleri
hayatın sadece ışıklar arasında geçen bir yarıştaki bahis olduğunu
başın omuzum da ve elin saçlarımdaydı
oysa şimdi soğuk, aldırmıyormuş gibi davranıyorsun
ama inan bana güzelim seni götüreceğim buralardan
bu karanlıktan kurtarıp günışığına çıkartacağım
bu ışık ırmaklarından bu yağmur ırmaklarından
bu isimlerle caddelerde yaşayan öfkeden kurtaracağım seni
çünkü hafıza şeridindeki tüm kırmızı ışıkları çiğnedim
umutsuzluğun alevler içinde patladığını gördüm
ve bir daha görmek istemiyorum
üzgünüz kapalıyız diyen tüm levhalardan kurtarıp
telgraf yolu boyunca götüreceğim seni.
Mark KNOPFLER
kar taneleri gibi
birbirine değmeyen hiç
dokunmadan
sevmesini beceren leri severmiş AŞK
ve uzun bacaklı kadınları
BAŞKA FREKANS
Vurdun, acısı daha geçmedi,
Biliyorum geçecek.
Ama öyle ağır konuştun ki ardından,
O, gittikçe gerçek...
Özdemir ASAF
Sen Git Bu Deryadan...!
emdiğim sütten önce kan geldi burnumdan
parçalandım
yandım yine demek ki...
ruhumdan önce canım çıktı canımdan...
anlatsam şimdi
ya da her neyse...............
beni boşver
de
benden önce
sen git bu Deryadan...
Derya Yaşar
BAŞ KALDIRIYORUM
Cevap veriyorum
Eli böğründe analardan
Mahpuslardan ve acılardan
Çokça bahsediyorum
Çünkü başını kuma
Saklayanlardan tiksindim
Başkaldırıyorum
Yine söylüyorum
Kırmızı rujlu sokakların
Aşağılık pazarlıkların
Adı anılmayacak benle
Bir dalgayım halkdenizinde
Köpürdüm
Başkaldırıyorum
Ben bir namlu ağzıyım
Omuz vermiş halkına
Başkaldırıyorum hey
Varın benim farkıma
Yine söylüyorum
Gözü bağlanmış korkulardan
Yasaklardan baskılardan
Asla irkilmiyorum
Çünkü kan emici yarasadan
çıldırdım
Başkaldırdım
Ve söz veriyorum
Üç kağıtçının ve pezevengin
Teslimiyetin yolu
ugramayacak bana
Bir çiçeğim halk
ormanında fıskırdım
Başkaldırıyorum
Ben bir biçak ucuyum
kavga vermis halkına
Başkaldırıyorum hey
herkes varsın farkıma
sair-i-mechul
GİT
şimdi gidiyorsun
git
oysa senden tek bir damla istemiştim
sana kocaman bir deniz sunmak için
şimdi gidiyorsun
git
ne zaman başladı bu hikaye
anımsamak zor
gençtim
hazırda fırtınalarım vardı
dörtnala sevdalarım
komazdı öyle üç-beş nöbetleri
geceler içimi acıtmazdı böyle
bir insan bu kadar eksilebilir mi
hatırlarsan sesine uyku kaçmış bir adam vardı
bu şehrin bir yerlerinde
düşler ormanının gece bekçisi derdin sen ona
gözlerinde gizledi o seni
sen bilmedin
o adam bendim
unuttun mu
bak sevdiğin adam gülmeyi bile unuttu
seni unutamadı
işin kolayına kaçmadım
uğruna ölmedim yani
uğruna ölünecek sandığım biri için yaşadım hep
sen bunu da bilmedin
ben bir bakışına bin anlam yükledim
sen aşka kestirmeden gittin
bir hayatın özetini bırakıp avuçlarıma
şimdi gidiyorsun
git
bana karanlığın ne demek olduğunu öğretmeden
bütün ışıklarımı söndürüyorsun
bu cehennem cinayetlerini işliyorsun
sonra bunlara intihar süsü veriyorsun
yazıklar olsun
yazıklar olsun
susuyorsun
susuyorum
susacaklarım bitmiyor
uzun lafın kısası olmaz
anlatacağım çok şey var
hoyrat bir rüzgar gibi geldin
aklımı ve hayatımı dağıttın
şimdi gidiyorsun
git
daha ayrılığa bile çarpmadan
aşk bizden döndü
bir yılan gibi soktun koynuma kimsesiz geceleri
artık ölüm sana dokunamamaktan kötü değil
ama sana dokunmak da yasak bana
göz çukurlarımdaki karanlık bunu anlatır
sen var ya sen
allah kahretsin!
yani şimdi
gözleri sana benzeyen bir kızım olmayacak mı
yani şimdi başkaları mı sevecek seni
başkaları mı tutacak ellerini
ben saçlarını okşadığım zaman
ellerin öksüz kalırdı
şimdi gidiyorsun
git
ŞAFAK TÜRKÜSÜ
1
Beni burada arama anne
Kapıda adımı sorma
Saçlarına yıldız düşmüş
Koparma anne
Ağlama
Kaç zamandır yüzüm tıraşlı
Gözlerim şafak bekledim
Uzarken ellerim
Kulağım kirişte
Ölümü özledim anne
Yaşamak isterken delice
pir sultan'ı düşün anne
şeyh bedrettin'i
börklüce'yi
torlak kemal'i düşün anne
hala kanaması nedendir faşizmin göğsünde
utangaçlığı bile vuramadan yanaklarına yasının
onsekizinde ölümüne pervasız yürüyen
ince bilekli çıplak ayaklı tanya'nın
deniz'i düşün anne
her mayıs şafağında uzun
uzun döverken darağaçlarını
ve o şafaktan doğma
onbir yaşını çiğneyip yürüyen çocukları
insanları düşün anne
düşün ki yüreğin sallansın
düşün ki o an
güneşli güzel günlere inanan
mutlu bir yusufçuk havalansın
kırılacak cammışım gibi davranıyorlar
yüzlerinde zoraki çatılmış bir hüzün
oysa birazdan boynumu kıracaklar
pul pul dökülecek yaz siyasi eylül'ün
ben ölümü asıl az ötede titreyen
çingenenin kara killi ellerinde gördüm
anladım ki küllenen sigaradır
soğuyan bir bardak çaydır benim ömrüm
yani benim güzel annem
alacaşafağında ülkemin
yıldız uçurmak varken
oturup yıldızlar içinde
kendi buruk kanımı içtim
ne garip duygu şu ölmek
öptüğüm kızlar geliyor aklıma
bir açıklaması vardır elbet
giderken darağacına
geride
masa üstünde boynu bükük kaldı kağıt kalem
bağışla beni güzel annem
oğul tadında bir mektup yazamadım diye kızma bana
elleri değsin istemedim
gözleri değsin istemedim
ağlayıp koklayacaktın
belki bir ömür taşıyacaktın koynunda
yaşamak ağrısı asıldı boynuma
oysa türkü tadında yaşamak isterdim
çiçekleri kokmak ırmakları akmak
yaz boyu çobanaldatanlara aldanmak
su başlarında aylak sektirmek kavalımı
sonra bir çocuğun afacan bacaklarında
anavarca kayalıklarına tırmanmak isterdim
o güzel günleri görenler arasında
bir soluk ben de yaşamak isterdim
bir de luvr müzesinde seyretmek gizliden
öperken siya-u jakond'u tebessümünden
işte o an saçlarından yakalamak dolunayı
bir de yirmibeş kilometreden görebilmek
nazım'ın gözleriyle pırıl pırıl moskova'yı
ölmek ne garip şey anne
bayram kartlarının tutsaklığından aşırıp bayramı
sedef kakmalı bir kutu içinde
vermek isterdim çocukların ellerine
sonra
sonra benim güzel annem
damdan düşer gibi
vurulmak isterdim bir kıza
künyemi okudular
suçumuz malum
gecenin kıyısında durmuşum
kefenin cebi yok
koynuma yıldız doldurmuşum
koşun çocuklar çocuklar koşun
sabah üstüme
üstüme geliyor
yanlış mı duydum yoksa
erkenci bir horoz mu ötüyor
keskin bir acı bilenmiş
gitgide yaklaşıyor sonum
korkutamadılar beni anne
avlunun ortasında çatık bir kaş gibi duran
darağacı
bir zaman rüzgarda
saçını tarayan telli kavak değil mi
boynumdaki kemendi bir öğle sonu bükerken o kız
sarı sıcak sevdasını düşünmedi mi
söyle anne
o çingene
bir çiçek bahçesi kadar sıcak sokağımızdan
bağıra çağıra geçen bohçacı kadını
sevmedi mi çılgınca
kurulmuş tuzaklar yok artık yolumda
işkenceler zindanlar hücreler
savunmak yok mutlu tok bir yaşamı
açlık grevlerinde beynimi bir sıçan gibi kemiren
mideme karşı
kısacası
bir çiçeği düşünürken ürpermek yok
gülmek umut etmek özlemek
ya da mektup beklemek
gözleri yatırıp ıraklara
ölmek ne garip şey anne
artık duvarları kanatırcasına tırnağımla
şaşkın umutlu şiirler yazamayacağım
mutlak bir inançla gözlerimi tavana çakamayacağım
baba olamayacağım örneğin
toprak olmak ne garip şey anne
ceplerimde el yerine balyoz taşırken
korkunç bir merakla beklerken kurtuluş haberlerini
ve yüreğimin ırmakları taştı
taşacakken
ölmek ne garip şey anne
uçurumlar ki sende büyür
dağdır ki sende göçer
ben yaprak derim çiçek derim
çam diplerinde açmış kanatlarını kozalak derim
gül yanaklı çocuğa benzer
yine de
oğlunu yitirmek kimbilir
ne garip şey anne
beni burada arama anne
kapıda adımı sorma
saçlarına yıldız düşmüş
koparma anne
ağlama
bir sabah anne bir sabah
acını süpürmek için açtığında kapını
umarım kurtuluş haberleriyle dönmüş olur
çam ve kekik kokuları içinde acı yüzlü çocuklar
o zaman nasıl indirilmişlerse şen şakrak
öylece kalkar uykudan şalterler
dişleyip tükürmeden sigaralarını
türkü tadında giyinirken işçiler
bir sabah anne bir sabah
acını süpürmek için açtığında kapını
adı başka sesi başka nice yaşıtım
koynunda çiçekler
çiçekler içinde bir ülke getirirler
başlarını koymak için yorgun dizine
sen hazır tut dizini anne
o mükemmel güne
Nevzat ÇELİK
Ayrılık Hediyesi
şimdi saat sensizliğin ertesi
yıldız dolmuş gökyüzü ay-aydın
avutulmuş çocuklar çoktan sustu
bir ben kaldım tenhasında gecenin
avutulmamış bir ben...
şimdi gözlerime ağlamayı öğrettim
ki bu yaşlar
utangaç boynunun kolyesi olsun
bu da benden sana
ayrılığın hediyesi olsun
soytarılık etmeden güldürebilmek seni
ekmek çalmadan doyurabilmek
ve haksızlık etmeden doğan güneşe
bütün aydınlıkları içine süzebilmek gibi
mülteci isteklerim oldu ara sıra, biliyorsun..
şimdi iyi niyetlerimi
bir bir yargılayıp asıyorum
bu son olsun be..bu son olsun!
bu da benim sana
ayrılırken mazeretim olsun!
şimdi saat yokluğunun belası
sensiz gelen sabaha günaydın!
işi-gücü olanlar çoktan gitti
bir ben kaldım voltasında sensizliğin
hiç uyumamış bir ben...
şimdi dişlerimi sıkıp
dudaklarıma kanamayı öğrettim
ki bu kızıl damlalar
körpe yanağında bir veda busesi olsun
bu da benden sana
heba edilmiş bir aşkın
son nefesi olsun...
kafamı duvara vurmadan
tanıyabilmek seni
beyninin içindekileri anlayabilmek
ve yitirmeden, yüzündeki anlık tebessümü
bütün saatleri öylece durdurabilmek için
çıldırasıya paraladım kendimi
lanet olsun!
artık sigarayı üç pakete çıkardım günde
olsun be! ne olacaksa olsun!
bu da benim sana
ayrılırken şikayetim olsun
gözyaşım utangaç boynunun inciden kolyesi olsun her damla vefasız teninde bir veda busesi olsun isterim sende ben gibi yanma ömrüne hiç ağlama sen hep gül bu benden son dua bu benden ayrılık hediyesi olsun)
Yusuf Hayaloğlu
BAĞIŞLA
Ya zamanından çok erken gelirim,
Dünyaya geldiğim gibi.
Ya zamanından çok geç,
Seni bu yaşta sevdiğim gibi.
Mutluluğa hep geç kalırım,
Hep erken giderim mutsuzluğa.
Ya herşey bitmiştir çoktan,
Ya hiçbir şey başlamamış.
Öyle bir zamanına geldim ki yaşamın
Ölüme erken, sevgiye geç
Yine gecikmişim, bağışla sevgilim
Sevgiye on kala, ölüme beş...
Aziz NESİN
Ejderha olsan kar etmez.
Ne kavgada ustalığın,
Ne de çatal yürek civan oluşun.
Kar etmez inceden içine dolan,
Alıp götüren hasrete.
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!