22 Nisan 1994 yazar kimlikte . Fakat kendisi de yöre halkı gibi yaşanmış kötü bir hadise ile doğumunun o yılda olmadığını bilir ama bir türlü doğduğu günü bilmez. Yüksekova’nın Yürekli köyünden liseyi bitirir ve Dokuz Eylül Üniversitesi Hemşirelik Fakültesini bitirir. Üniversite de aktif bir yaşam sürer. Derneklerde yönetici olur. Projelere katılır , kendi projelerini kurar. Fikirleri yüzünden ceza evi yolu görünürken birden sıyrılır bundan. Avrupa’ya Türkiye’yi temsilen bir proje ile gidip döndükten sonra Amerika ya gider. 10 ay kalır. Çok di ...
Uzun Sırt” dağlarına karşı büyütülmüş çocukluğum,
Toprak damlı evlerin karanlık odalarında
Gaz lambasına sıkıştırılmış anılarımla dolu.
Hatırlarım hâlâ çobanı olduğum kuzunun meeleyişini
Hatırlarım, annemin tandırda pişirdiği ekmeğin kokusunu.
Çabuk evirildi çocukluğum, gençliğime yüksek bir ovanın köyünde.
Bir şiir yazacağım sana,
Tüm kara parçalarından, denizlerden ve bulutlardan geçen…
Göğe varacağım seninle,
Gaudi’nin Ayak İzleri ve Barselona
19. yüzyıla yolculuk gibi bir denenmemişlik hissi ve yeni bir anı yaşamanın soluksuz heyecanı ile zamanı çok yaşayalım diye az uyuyup rotamız Barselona kentine doğru yol alıyorduk. Şimdi gelin bu hislerle Barselona’yı ve onun gölgesi, yaratıcısı olan mimar Gaudi’yi analım.
19. yüzyılın sonlarına doğru Eyfel Kulesi’ni inşa ettiren firma, Gustave Eiffel, bugün Paris’te bulunan Eyfel Kulesi’ni ilk olarak Barselona’da yapmak ister. Gelen tepkiler üzerine yapılamaz ve Paris’te yapılmasına karar verilir. Tıpkı Barselona’da olduğu gibi burada da yapılmaması gerektiğini düşünen Paris halkı Eyfel’i bir utanç lekesi olarak görür. Bir sokak lambasına veya fabrika bacasına benzetip şehrin görsel itibarını zedeleyeceğini ileri sürmüşlerdir. Gel gör ki bugün tüm ihtişamı ile sadece Paris’te değil, tüm dünyada özel bir yer almıştır.
Güneşin uykudan uyandığı bir saate
Kaçıncı sokağı geceden sabaha emanet ettiğimi bilmiyordum.
Düşüne düşüne kaldırım taşı sayarken,
Karanlığın kollarında sabahın ışığına vardım.
Kendimi kimsesizlerin iskelesinde bulduğumda ise
Karşıyaka’nın taksicisine senin adresini sordum.
Geçen Yüzyılın hafızasına kaydedilen ve hepimizin bildiği ötekiler listesinin başında; Yahudiler geliyor. II. dünya savaşında (dünyamızı paylaşma savaşı) toplumlar bedelini; can kayıplarının yanında, ekonomik, sosyal, psikolojik ve daha nice alanlarda can çekilerek verdi. Haliyle o günden bugüne ışık tutan bireylerde de iz bıraktı. Örneğin 30’lu ve 40’lı yıllarında Nasyonal Sosyalizm döneminde Nazi rejiminin zulmüne uğrayan 100’den fazla ünlü Alman bilim insanı ve sanatçı Türkiye’ye(İstanbul) sığınmıştı.(Mimar Bruno Taut, ünlü ekonomistler Alexander Rüstow, Gerhard Kessler, Wilhelm Röpke, Dr. Ernst Praetorius…) Nazi Almanya’sı tarafından vatandaşlıktan çıkarılanların pasaportuna “heimatlos” damgası dahi vurulmuştu.(‘Heimatlos’ kavramı kelime olarak “sürgünler” için kullanılan eşanlamlı sözcük olduğunu da unutmayalım. )
Dünyamızı paylaşma savaşlarından günümüze(öncesi ve sonrasına) kadar güncelliğini koruyan “ten” rengine endeksli “beyaz ırkın üstünlüğü” savaşına James Baldwin’i anarak günümüze kadar yolculuk yapacağız.
Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi’nde (1776) buna atfen şöyle yazılı : “Tüm insanlar eşit yaratılmışlardır ve aralarında yaşam, özgürlük ve mutluluğunu arama hakkı gibi Tanrı tarafından onlara verilmiş, onlardan ayrılamaz belirli haklara sahiptirler… Eğer herhangi bir devlet bunları ortadan kaldıran bir hale gelirse, onu değiştirmek veya yok etmek insanların hakkıdır.” yazılıdır.
Peki, eşitler miydi? Eşit miyiz günümüzde?
Mevsimlerden sonra göçmen kuşlar gördüm gökyüzüne asılı
Ağlamaklı bulutlardan geçtiler
Turunçgil renginde gün batımlarından
Tomurcuklar açmış ağaç dallarından
Serden geçtiler, benim gibi yardan.
Yardan uzak özlem filizleniyor toprağımda
Uyandık bir geceye, şair yok.
Acı çeken kalemi gülüyor kendi kendine,
Kağıtlar mutluluktan dans edip uçuşuyor etrafa.
Ah’lar ne zamandır kilitli dört duvarda.
“Çok konuşanlar” sokakta güneşi ısıtıyor teninde. Ağacın dalları yetmiyor artık kuşlara.
Kafesler küçük, boş ve kilitli.
Ağustos ayının sıcak günlerinde tın tın giden bir otobüste, Paris’in kapısına dayanmış son sesle “Nilüfer” şarkısını dinliyoruz, Müslüm Baba’dan. Gariptir zamanın mekanla , şarkının Paris’le uyuşmaması. Zaten düşündükçe de kendi kendime gülüyorum. Neyseki gülümseten bir anı. Gençlik Otobüsü Projesi(*) vasıtasıyla 11 kişilik ekip olarak, bir sonraki rotamız olan Paris’i heyecanlı gözlerle keşfetme heyecanını görmeniz gerekirdi. Ve Paris.. Ama anlatacaklarım, ne balkonlarına özendiğimiz çiçekli cennetler, ne sanatına hayran kaldığımız sokaklar, ne kaç asırdır ayakta kalan mimarı yapılar(gerçi Notre-Dame Katedrali yandı ama restorasyonda uzunca bir süredir ), ne de çatılarda arıcılık yaparak bal tadan Paris halkı.Asıl anlatacağım şey;
Père Lachaise mezarlığı diye bilinen (okunuşu Per Laşez) ve dünyanın her yerinden tanınan ama “ebediyete gitti” dedikleri, yaşayan uyuyanları.
Père Lachaise, 44 hektarlık alanda herkesi eşitçe kucaklayan, tüm inanç sistemlerinin ve tüm dinlerin ortak alanı olmuş anlaşılan. Çünkü bir Yahudi ile Müslümanı, bir Hıristiyan ile Budisti veya bir Şaman ile Taoisti aynı sırada yatarken görebilirsiniz. Aynı zamanda sanat bahçesi gibi.. Müzisyen ile ressamın, filozof ile rahibin, yazar ile tiyatrocuların , oyuncular ile solistlerin ve daha nicelerinin yan yana sonsuzluk uykusuna yattığı bir yer. Gel gör ki insan ne olursa olsun toprağa karıştığında özünde hep eşit oluyor hemde bir karış toprakta yan yana. Yılda 2 milyon ziyaretçi alan Père Lachaise mezarlığına bir değinme vaktidir. Günah çıkaran Rahip XIV Louis’in huzurevi diye bilinir. Fakat bir rivayete göre ise manastır bahçesi olarak tarihe geçer ve rahip orada ilk yaşayanlardan ve gömülenlerden olduğu için rahibin anısına onun adı verildiği söylenir.
I
Karanlığı elime aldım
Sıktım sımsıkı,
Avuç dolusu uykusuzluk döküldü yerlere.
Anadolu ozanı Ahmet Arif olmak…
Arif’in deyimiyle; çok sevdiği halkının, mazlumun ve garibanın ozanı
olmak.
Bu gün üstadı kendi dizeleriyle, özgün dünyasını ve 2 Haziranın
burukluğunu hissedip hep aramızda var olacağını anarak aktarmaya
çalışalım.
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!