Babil…
Yeryüzünün ilk uygarlığı, ilklerin ülkesi..pişirilmiş tuğladan evleri inşa edişler, bataklıkları kurutarak tarıma ve şehirlere katmalar, tarım arazilerini su kanalları ile sulamalar,
bilinen ilk tarım araçlarını kullanmalar… Yer Yer Babil, Tarih MÖ 3600 (Herkesin bildiği Babil) Dicle ve Fırat, o zamanlar iklim koşullarının etkisiyle şimdikinden daha çok su taşırlar, kuvvetle akarlardı. Geçtikleri her yere hayat veren bu ırmaklar, bölgeye bir de isim hediye etmişlerdir.
Mesos; "arasında" anlamına gelir. Potamos; ırmak demektir. Bu iki kelimenin birleşiminden meydana gelen Mezospotamus (Mezopotamya) , İki ırmak arasındaki topraklar anlamına gelir.
Dicle ve Fırat ırmakları, Bereket ve zenginliği, buradaki topraklara taşıyor, iklimi yumuşatıyor ve ılıman yapıyordu. Bu sayede her türlü ürün kolayca ve bolca yetişiyordu.
Mezopotamya üç bölgeden oluşur. Dağlık olan bölgeye Yukarı Mezopotamya, En önemli bölüme Orta Mezopotamya, nüfus açısından kalabalık bölüme ise Aşağı Mezopotamya denir.
Mezopotamya toprakları, savunmaya elverişli olmadığı için bir çok savaşlara sahne olmuş, çeşitli kavimler ve devletler egemen olmuştur. Pers istilasından sonra Babil ve bütün Mezopotamyada bir çöküş başladı. Yüzyıllar boyunca bu topraklarda savaşlar hiç eksik olmamıştır. Mezopotamya, geçen zaman içinde Perslerin, Romalıların, Arapların ve Türklerin egemenliğine girmiştir. Artık bu bölgeye ismini veren ırmaklar eskisi gibi akmamaktadırlar.
Ve yüzyıllar sonrasında günümüz, Türkiye…
Gök kubbenin altında ruhu değişen insanlık… Ruh emen vampirler, enerji çalan yaratıklar ve en derin sızımız.. Giyindirilen Aşklar…
Babil’de Aşk, Rahiplerin canları pahasına, uğruna topluca can verdikleri gizemli sırdı. Aşkı derin katmanlara yazmışlardı, aşk kutsaldı, uzayın sonsuzluğuna açılan kapıydı, hançer kınında biriken kandı, kutsaldı, kutsanıştı… Kutsal Kaseden içilen şaraptı…
Günümüzde Aşk, sıradan hoyrat ellerde ihtirasla parçalanıyor, kimse aşkı bilmiyor…
Turuncunun önceki yaşamda Babil’de yaşadığını, Aşkın ne anlama geldiğini kimse bilemezdi.
Peki ya Turuncu’nun içinde ki Aşk günümüzde uyanırsa ne olur?
Turuncu acı çeker, acı çektirirler… büyük çaresizlikler yaşar, yaşatırlar.. ancak Her acı kendi direncini yaratır çünkü… Sabır… Turuncu’da olmayan tek eksik yön… Renklerin grisi…
Aşk Tanrıdandır. Tanrıya ulaşma halidir. Bizler Tanrının sevgisinden yaratılmadık mı? İçimizdeki O muhteşem ruh, Tanrının nefesi değil mi?
Her şeyden büyük bir güç, etrafına bakınca insan anlıyor, güzellikleri ve mucizeleri karşısında hayrete düşüyor, gördükçe bildikçe deli olursun deli…
Öyleyse, bizi yaratan tanrıya şükür etmek, teşekkür etmek lazım gelir… teslimiyet gerekir….
Teslim olana Tanrı kendisini gösterir… yerinden doğrulur…
Tanrı ne zaman bir insana görünür? Biri birini çok sevince… Aşk gelince… Kalbe gelen Aşk, Tanrının tam da olduğu yerdedir… Kalptedir.
İnsan ne zaman insan olduğunu hatırlarsa... Tanrının yeryüzündeki gölgesidir gelen; Aşktır, Tanrıdır… Allah’ın yeryüzündeki gölgesidir.
Aşk hayret halidir, gelince anlarsın. Evler yıkılır... Her şey yeterdir artık, her şey tamam. Babildeki dilini bulur insan, herkesin anladığı, herkesi anlatan ilk dilini. Ve hayret içinde yine, ilk halin gibi. Çocukluğunun o ilk yarayı henüz almadığın zamanki gibi bir kahkaha... Kimin daha çok acı çektiğine gelince... Eli kalem tutan hangisiyse odur en çok acı çeken. Çünkü tarihi kazananların yazması gibi aşkın acısı da mektupları yazanda kalır...
Hangisi daha şanlı…? Aşka aşık olan mı.. yoksa gerçekten aşık olan mı?
Dünyevi bir kalp ile bünyeyi, zihni, fikri ve gönlü aramak mı, bulup yaşamak mı?
Bin bir türlü hülyalara dalmak mı.. yaşamı hülyalaştırıp ruhu bedenden ayırmak mı? ...
Herkes kendi çapında bir şeyler yaşar Aşk’a dair… Aşık olup aşkı ateşte yanmak, Allah! a yalvarmak için…
Ödün kopar aşık olunca, hırsız olursun.. sevdiğini herkesten çalmak istersin, sadece senin olmalıdır. İkinciler yoktur, ana baba yoktur, silinir tüm ırsi kalıntılar, yerine bambaşka birşey olursun, yaşamın koridorlarında avaz avaz koşarsın, iyilik kötülük ile beraber, aşklar acılar ile beraber… İnsanlıktan çıkar, cinayet işlersin… Artık hançerin kabzasında kan vardır…
Gerçek Aşk, masal kadar gerçektir… Dünyanın şahit olduğu nice kadınlar ve erkekler vardır…
Hiçbirinin isimleri önemli değildir… iki kara parçası, iki deniz birleşir… Aşk uğruna şehirler fethedilir, uğruna kan dökülür ki aşkın rengi kan kırmızı olarak ezelden belirlenmiştir…
Ve değişmez oyun arkadaşı keder…
Aşkın kaderinde elbet içilecektir ecel şarabı, ecel şarabını.. akşama kavuşan günde… geceden uyanan sabahta… ve bir şüpheli ölüm haberi gelir…
İkiye bölünür evler, ikiye bölünür arkadaşlar, bir şehir yıkılır ve hiçbir şeyden haberi olmayan uyuyan halk…
Yerde yatan unutulan Aşkın cansız bedeni…
Babil, Vücut Şehridir… Herkesin yek kullandığı dili vardır.. Aşkın dilidir..
Ada, Melekler Şehridir… Turuncu ve Mavinin birbirine kavuştuğu Mezopotamya’dır…
Babilin Tanrısı… Yeri, göğü ve insanoğlunu yarattığına inanılan temsilci kral, Marduk.
Babilin Tanrıçası… Eski Yunanlıların Aşk Tanrıçası Afrodit’e benzeyen İştar.
Adanın Tanrısı.. Mavi.. Marduk
Adanın Tanrıçası.. Turuncu.. İştar
Mavi ve Turuncu’nun ruhları şimdi Babilin Asma Bahçelerinde…
İki küçük çocuk gibi neşe içinde oynuyorlar…
Bedenleri bugünümüzde Melekler Şehrinde aralarında demir kapılardan örülü zindanlar içinde yaşıyorlar…
Ve birde sahip olamadıkları kızları… Arya…
İştar’ın kızı Arya dünyaya gelecek bir gün, ve o gün geldiğinde annesi İştar kulağına ismini söylerken ekleyecek…
“savaşsız bir dünya kıyısında dünyaya getirdim seni, bir tek sen anla beni, bir tek sen bil annenin kirli bir yaşama karşı direnişinin öyküsünü… İçimdeydin sen bestelerken ben bir bir ezgilerimi..
Ve sadece doğacak çocuğuma anlatacağım Aşkın Öyküsü… Sadece Ben, sadece Sen. İşte benim dünyam bu kadar…
Yalnızlıklar, sevgisizlikler uzağımız olsun, aşk sevgi en yakınımız olsun
Ey benim gülüm, gülen yüzüm, güzel gülen çocuğum, kızım arya… Canımdan yanıma geldin..
Güzel bir şiir, bir çiçeğin dalında dirilişi gibi,
Cennetin kapısında bekledim seni, Tanrımın ol demesini bekledim, benim rahmime düşmen için…
Zifir karası gözlerin, annene benzer esmerliğin ve bir de geceye saplanan aydınlık gibi ol…
Yaşam umudum sana kavuşacağım gündür….
Çaktırmasa da Tanrı, içinden biliyordu… Gözlerinden okunuyordu
İyi ki varsın İştar, ve İştarın kızı…
Ve Tanrı gülümsüyordu…
(30.07.2012/Ada)
Kayıt Tarihi : 31.7.2012 20:50:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Okuduğum kitaptan esinlenerek...

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!