Akşama kadar uykusuz ve acıyan gözlerle baktım gökyüzüne. Gökyüzü yine mavi, sen yine gökyüzündeydin. Puslu, yağmurlu bir temmuz günü geldin bereketinle, giderken güneşi çağırdın hüznüme...
İçime işlemiş sabahın ayazı. Üşümüşüm. Farkında değilim. Hayata dair paylaşmadığımız ne varsa bahçedeki dut ağacının dallarında asılı kaldı... ve sen gittin...
Unutkan zamanın aşkı inkar eden surları tükürdü yüzüme. Leş kokuları bastırdı toprak kokusunu. Deniz usulca sokuldu eşkıyanın inine. Maçka’da buldum kanımın atmayan damarını. Bu suskunluk lanet oldu yapıştı bedenime. Ellerim korkusundaydı yasak kelimelerin. Sen … sen benden militanca edilmiş sözler bekliyordun. Anarşiydi bende görmek istediğin. Bense anarşiyi hiç sevmedim. Sakarya Kızıldeniz’den kavuştu okyanuslara. Tatlı su balıklarına mezar oldu Akdeniz.
Kırmayı istemedim zincirlerini adab-ı muaşeretin. Yalanla doğrunun, düşle gerçeğin, sevgiyle nefretin bir biriyle dalaşmadığı topraklarda gezindirdim gönlümü. Yalnızlığımı bir de sen perçinledin.
O masal dağında ünleyen gazal
Güz ve hasret yüklü akşam bulutu
Güz ve güneş yüklü saman kağnısı
Babamdan duyduğum o mahzun gazel
Ahengiyle dalgalandığım harman