Yedi tepenin üzerinde yükselen, yıkık viranelerden değil tarih kokan çiçeklerle süslenmiş bir şehir,
Her tepesinde ahkam kesen eşkıyaları, her yolunda sevgili bırakan nice aşıkları barındıran,
Ne tarafına baksan gözlerinin deniz göreceği, mavilerle süslenmiş bir tablo sanki görürsün.
Yedi koca tepedir seni İstanbul yapan, her martı uçuştuğunda yeniden görmek istersin gökyüzünü.
Önce uzaktan görünür bir ihtişamlı yapı, bir tren varır oraya son gücüyle, görürsün rayların birbirine kavuşmasını,
Yaklaşınca Haydarpaşa’ya tüm gözler denize çevrilir, iskeledeki teknelerden “Eminönü” diye bağıranları duyarsın.
Balık ekmek satanlar yapışır hemen koltuğuna ya da “taşıyıcı” lazım mı diye yanına sokulur bu şehirde hemen.
Kirli sakalları, bozuk bir Türkçe, bir elinde cigarası, boya nedir unutmuş ayakkabısı, yazın ise bağrı açık kışın ise deri montunun altında bir İstanbul herifidir bu.
Sen herif nedir bilir misin ey yabancı bu şehre girdiğinde anlarsın artık.
Bir tarafın Kadıköy’dür bir tarafın Taksim.
Geçersin martılara simit atarak o dalgalı denizden, tıpkı yürekler gibi çırpınır durur…
Ayasofya’da Allah-u Ekber sesleri duyuluyor bir bakıyorsun Fatih şehre girmiş,
Bir elinde sancak bir elinde kılıç, geçirmişti ya denizden o gemileri, her gemide onu görürsün sanki.
Ben görüyorum işte Fatih Sultan Mehmet’i. Bahis edilen şehir fethedilmiş işte.
Geçtik mi karşıya. Ver elini şimdi Galata Kulesi.
Ne dik bir yokuştur o yol. Her tür insanı görürsün sokak kenarlarında.
Yine bütün ihtişamıyla karşımızda durur kule, yamaçlarında çocuklar sanki birer büyük gibidir,
Oraya gelen büyükler sanki çocuk gibidir, elma şekerleri ellerinden alınacak gibidir.
İzle…
İzle işte artık bu yedi tepeli şehri.
Her tepede görürsün ayrılıkları ya da birbirine seni seviyorum diyen aşıkları…
Ve yine martılara simit atarsın bir iskelede bu belki Moda olur ya da Kabataş.
Beyoğlu’ndan geçen tramvay sesi, ah o ne sestir duyduğun anda işte burasının İstanbul olduğunu anlarsın,
Beyin hücrelerinde bir anda ilahi duyumlar hissedersin en derin yerlerinde.
“Haydi! Koş yakala şu kaçan aşk trenini” diye haykırır fakat çevrende vardır garip insanlar.
Görmezden gel şimdi onları, gece olursa burada ne aşk biter ne de sonsuz renkler.
Gökkuşağı misali görürsün çılgınca koşanları, yağmur yağsa bile tınlamazlar.
İşte yine yağıyor bir yağmur, belki sel olup yüreğimize akacaktır, hissedeceğiz belki İstanbul’u.
Taşı toprağı altın derlerdi, toprağın kalmadı yüce İstanbul…
Köklerine binalar yerleştirildi, kulakların duymaz oldu artık bu gürültüyü.
Orhan Veli seni dinledi gözleri kapalı, kimisi de hasta oldu senin denizinde.
Ya şu köprüden intihar edenlere ne dersin? Ne çileliymişsin be İstanbul!
Keşke görünümün sadece martıdan ibaret olsa, kanatlarını çırptıkça altına girmek için bu kadar uğraşmazdık.
Bir anafor misali girerdik çabucak, çıkmaz olmazdı hayatlarımızda asla…
Şimdi diyorlar ki yüzünü makyajla kapatıyormuşsun, derilerinin her birine estetik yaptırmışsın.
Yazık! Yazık sana. Bu tarih böyle çatlaklara mı sahne olacaktı? Oyuncuları biz deliler mi olacaktık?
Kukla oynatacak mıydık Sirkeci’de? Birbirimize bağırarak ayrılacak mıydık bu koca şehirden.
Vur yüzüme ey Marmara Denizi tüm soğukluğunla.
Yık beni kaptanı olmayan koca tekne, götür Adalar’a.
Söv arkamdan, sövün arkamdan ey çakallar sürüsü.
Daha varsınız biliyorum, cirit atıyorsunuz en tenha köşelerde.
Filtreliyoruz insanları sınıf sınıf, ayrıştırıyoruz bu koca şehri, Topkapı’dan başlayıp bilinmeze doğru giden yüce tarihi.
Ben sana elveda demeyeceğim İstanbul. Yine geleceğim o görkemli yapılarını görmeye,
Belki Sultan Ahmet’te dua da ederim, bir yolculuğa başlamadan önce.
Sazımı kırarım şehrin tam orta yerinde, miting yaparım en geçerli iskelede.
Sandal kiralarım, giderim sonsuzluğa doğru, gelir mi sevgili acaba eşliğe?
Yollar toz duman olur biz geçtikçe, ve biz sorarız sana ne düşünüyorsun kutsanmış vilayet!
Efendisine hizmet eden köleler şimdi tahtlarına kurulmuş, seyrediyor yine seni.
Hikâye biterken dönüp dolaşıp geliyoruz o nurlu bahçelerin dolu olduğu yere,
Şişli’de ikamet eden Zincirlikuyu’da biter bu sözler, belki şair susmaz, konuşur yine.
Satırlar cümle olur, cümleler yine tarif edemez seni,
Ya o üstünden geçen bulutlar ne kadar anlatır duruşunu.
Bak yine cümlelerim devrildi, yine anlatamıyorum çoğu hikayeyi…
Ey koca İstanbul! Bazısı nokta koymaz isminin baş harfine okurken,
Hatta çoğu sene öyle yazmıştık bir ara elimizde kaymıştı Sivas’a.
Vurdum telli sazıma, rıhtımın kenarında türkümü söyledim,
Bu İstanbul’u anlatmak ne kadar meşakkatli, sırra kadem bastım bilirsin değil mi?
Acaba bu yazdıklarım kulağına gelir mi?
Sağından girip solundan çıkmış, tıpkı bir sürü otoyollar kurulmuş üstüne.
Kır saçların göründü, ağzında pipon ve yamalı giysilerin yerlere sürünür,
Ve ben yüzümü dönünce aynaya, yine bir İstanbul görünür…
Kayıt Tarihi : 31.3.2010 16:34:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!