Vatandaş Mustafa Şiiri - Yorumlar

Aynur Uluç
498

ŞİİR


14

TAKİPÇİ

Size “Vatandaş Mustafa” isimli bir belgesel filmden söz edeceğim. 15 kasım 2007 de Garajistanbul’da galası yapılan film, o noktadan başladığı yolculuğuna Anadolu’nun değişik köşelerinden devam edecek. Bir kişinin ismi vatandaş olduğu üzerinden tanımlanıyorsa konumu bellidir. O filmde işlenen Mustafa’nın yaşam öyküsünde bizleri de ilgilendiren bir şeylerin olduğu bellidir artık.

Rize İkizdere, Çayeli, Çamlıhemşin, Fındıklı Çağlayan Dereleri üzerinde oynanan oyunların yakın çekimini karelere yansıtan kişi, Fırtına Havzasına kurulması planlanan hidroelektrik santrale karşı hukuk savaşını başlatanlardan Avukat Remzi Kazmaz. Alternatif Sinema'nın yapımcılığında çekilen filmin montajı ve kurgusu Yaşar Bülbül'e ait. Bergama mücadelesinde çizgili pijamasıyla hafızalarda yer eden Optimus amca gibi Fırtına’da çobanlık yaparken şimdi bir mücadele adamı olan Mustafa ise kamera karşısına geçmek durumunda kalmış. Çünkü orada yaşananlar aktarılmalı insanlara. En olduğu gibi, en orada hissedildiği, acı verdiği gibi. Film bunu gerçekten başarmış. Oradaki psikolojiyi, yıkımı, yaşananları çok iyi vermiş. Bunu bir insan üzerinden vermek ete kemiğe büründürmüş yaşananları. Bir anlatı, bir uzak öykü olmaktan kurtarmış izleyicinin gözünde.

Fırtına havzası, dünyadaki çiçeklerin % 28 ini barındıran bir yer. Katmanlaşmış bir yeşilin içinde kıvrımlanarak coşan dereyi görmeden o heyecanı duymak belki de mümkün değil. Kendi izlencemden söz etmek gerekirse ben, filmde epey ağladım aslında. Bir insanın parça parça edilerek öldürülüşü kadar canlıydı oradaki tahribatın görüntüleri. Boğazımda bir yumruk ve gözümde yaşlarla izledim olan biteni. Film bitip de ışıklar yanmadan önce kaşımı, gözümü temizlemeye çalıştım sanki bir belgesele ağlamak ayıpmış gibi. Yanımda oturan kişi fark etmiş yine de tüm çaktırmama çabama rağmen. “Siz ağladınız ama belki de bu salonda ağlayan tek kişi sizsinizdir “ dedi. Bu söz de çok içimi acıttı. Dilerim o filmde ağlayan, bir tek ben değilimdir. O acıyı taa içinizde hissetmezseniz sizin de bir şeyler yapmanız gerektiği ortaya çıkmaz çünkü.

Finalde Vatandaş Mustafa şöyle diyordu. “Bu dere ile ben aynı lisanı konuşuyoruz.buradaki çiçeklerle, bu gökyüzü ile, üzerime dolacak olan bu toprakla ben aynı lisanı konuşuyoruz. Buradaki ayı, çiçekler, böcekler ve ben aynı lisanı konuşuyoruz, biz. “

Tamamını Oku
  • Tayyibe Atay
    Tayyibe Atay 20.11.2007 - 00:13

    insanın dilidir doğa ve yaşadığı çevre önemli ipuçları verir orada yaşayanlar hakkında. toprağıyla bütünleşen,onunla canhıraş olan,ruh güzelliğini toprağa akıtan,oradan aldıklarıyla mutlu olan insan toplulukları daha bir rahat yaşar hayatını...hangimiz istemeyiz ki bir domatesi dalından koparıp,ısıra ısıra yemeyi!...yemyeşil bir çayırda koşmayı,sıcak bir yaz gününde serin derede yıkanmayı,ormandan odun toplamayı,bir alıç ağacının dibine uzanıp gökyüzünü seyretmeyi hangimiz istemeyiz!...Fırtına Vadiler'ini yok eden kırmızı para tutkusu,kana buluyor yeşili ne yazık ki!..teknolojinin gücüne karşı koyamayan dünya,gitgide bozuluyor...insanlar da uyuyor bu modaya sonunda;doğallıklarından uzaklaşıyorlar...

    sevgili Uluç;doğa ile insan arasındaki duygusal ilişkiyi irdeleyen yazın için teşekkür ederim sana..kutluyorum sevgilerimle...

    Cevap Yaz
  • Akın Akça
    Akın Akça 18.11.2007 - 23:17

    bir küücük çamur deryasında domuzlarla tepişmek insanlar için, önlerine milyon dolarlar önlerine sokakta atıldığında parayı yakalamak için orta yere atlamaktan daha önemli olduğu vicdanlı bir çağda, ne kimse orman yakacaktır ne de vatan satan çıkarcılar türeyecektir, ne de yağmur duasına çıkıp bürodaysa ellerini kavuşturan madrabazlar çıkacaktır

    Cevap Yaz
  • Akın Akça
    Akın Akça 18.11.2007 - 23:12

    çok sevgili Aynur Uluç; tarımcı Atatürk, ormancı Atatürk.

    söze gelince herkes över. ama iş yapmaya gelince Kaz Dağlarına giderler siyanür aramaya.

    o sinemada ağlayamayan hissizler, bu paraya karşı burunları hassas insanlar gibi aslında bir yerde.

    ben artık giderek bu işlerin genetiğine inanmaya başlıyorum galiba ya da yaş alıyorum. bir insanın içinde olacak

    inşallah hukuk mücadelesinde böyle yerlerimizin hepsi kurtarılır. Çünkü kötü örnekler zaten gözümüzün önünde tarihte. ama ders almak lazım. Açgözlüler ders almak bilmez. Onlar sadece durdurulmalıdır, olay bu..

    Cevap Yaz
  • Nilgün Aras
    Nilgün Aras 18.11.2007 - 12:43

    BİR ZAMANLAR AMERİKA

    Bu konuşma, 1854'te Kızılderili şef Seattle tarafından, kendisine halkının topraklarını satması teklif edilince yapılmış. Dr. Henry Smith tarafından kaydedilmiş ve 29 Ekim 1887'de Seattle SundayStar'da yayımlanmıştır.

    Yüzyıllardır ecdadımıza gözyaşı dökmüş olan ve bize ezeli görünen gökyüzü, değişebilir. Bugün açıksa yarın bulutlarla dolabilir. Benîm sözlerimse hiç batmayan yıldızlar gibidir. Washington, Büyük Şef Seattle'ın sözlerinin doğruluğundan emin olmalıdır. Tıpkı soluk yüzlü kardeşlerimizin mevsimlerin çevriminden emin olduğu gibi.

    Beyaz şefin oğlu, babasının bize dostluk ve iyi niyet dolu selamını gönderdiğini söylüyor. Bu çok nazik bir davranış. Çünkü karşılığında bizim dostluğumuza pek ihtiyacı yok. Onun halkı kalabalık, engin çayırdaki otlar gibi. Benim halkımsa çok az, üzerinden fırtına geçmiş bir ovada tek tük kalmış ağaçlar gibi.

    Büyük, ve eminim ki iyi beyaz şef, toprağımızı almak istediğini söylemiş, ama bize üzerinde rahat rahat yaşayabileceğimiz kadar arazi bırakacakmış. Bu çok cömert bir davranış, çünkü artık kızılderilinin beyaz adamın saygı duyması gereken pek bir hakkı kalmadı. Aynı zamanda da akıllıca bir teklif, çünkü bizim artık büyük bir ülkeye ihtiyacımız yok.

    BİR ZAMANLAR

    Halkımız tüm ülkeyi kaplıyordu, tıpkı fırtınalı bir denizdeki dalgaların deniz tabanını kapladıkları gibi. Ama bu çok eskilerde kaldı, kabilelerin yüceliği neredeyse unutuldu bile. Bu zamansız yok oluşun yasını tutacak değilim, soluk benizli kardeşlerimize bu yok oluşu hızlandırdıkları için kızacak da değilim, hiç kuşkusuz bu mahvoluşta bizim kendi suçumuz da vardı.

    Genç erkeklerimiz gerçek ya da hayali bir hataya kızıp da yüzlerine kara boya çaldıklarında, yürekleri de bozulup kararıyor. O zaman vahşetleri dizginlenemez olup dur durak dinlemiyor; yaşlı erkeklerimiz onları zaptedemiyor.

    Ama umalım ki kızılderililer ile soluk benizli kardeşleri arasındaki düşmanlık artık dönmemecesine sona ermiş olsun. Bu düşmanlıktan hiçbirimiz bir şey kazanamayız, ancak kaybederiz. Doğrudur, genç yiğitlerimiz intikam almayı kazanç zannediyorlar, kendi hayatları pahasına olsa bile. Oysa savaş zamanı evde kalan ihtiyar erkekler ve kaybedecek oğlu olan kadınlar, intikamın kayıp olduğunu biliyorlar.

    Washington'daki büyük babamız, George artık sınırlarını kuzeye doğru kaydırdığına göre o bizim de babamız sayılır, büyük ve iyi babamız bize oğluyla haber gönderip diyor ki söylediklerini yapacak olursak bizi koruyacakmış. Cesur orduları bizim için yek vücut olacak, savaş gemileri limanlarımızı dolduracak, böylece kuzeydeki eski düşmanlarımız Simsiyam ve Hidaslar artık bizim kadınlarımızı ve yaşlı erkeklerimizi korkutamayacakmış. O zaman o bizim babamız, biz de onun çocukları olacakmışız.

    AMA BU MÜMKÜN MÜ?

    Sizin Tanrınız sizin halkınızı seviyor ve benimkinden nefret ediyor; güçlü kollarını beyaz adamın omzuna atıyor ve bir babanın küçük oğluna yol gösterdiği gibi yol gösteriyor ona. Ama kızılderili çocuklarım çoktan gözden çıkarmış durumda. Sizin insanlarınızı sürekli güçlendiriyor, yakında tüm ülkeye yayılacaklar. Benim halkımsa medcezir gibi çekiliyor ama geri dönmeyecek.

    Beyaz adamın Tanrısı kızılderili çocuklarını sevseydi, onları korurdu. Oysa kızılderililer kime başvuracağını bilmeyen yetimler gibi. Nasıl kardeş olabiliriz ki? Sizin babanız nasıl bizim babamız olup da bize refah getirir, içimizde yine yüceleceğimize dair ümitler uyandırabilir?

    Bize kalırsa sizin Tanrınız adil değil. Beyaz adama geldi o. Biz onu hiç görmedik. Sesini hiç duymadık: Sizin Tanrınız beyaz adama yasalar bildirdi ama göğü dolduran yıldızlar gibi bu kıtayı dolduran kızılderili çocukları için söyleyecek sözü yoktu. Hayır, biz iki ayrı ırkız ve öyle de kalmalıyız. Aramızda ortak pek az şey var. Bizim atalarımızın külleri bizim için kutsaldır ve mezarları son istirahat yerleridir. Siz ise atalarınızın mezarından, görünüşe bakılırsa pek üzüntü duymadan uzaklaşabiliyorsunuz.

    Sizin dininiz kızgın bir tanrının demirden parmağıyla taştan levhalara yazılmış, unutmayasınız diye. Kızılderili bu dini ne hatırlayabilir ne de anlayabilir.

    Bizim dinimiz atalarımızın gelenekleri, yaşlılarımızın rüyalarıdır; ulu Ruh ve Reislerimizden gelir, halkımızın yüreğine kazınır.

    Sizin ölüleriniz mezara girer girmez sizleri ve topraklarını sevmeyi bırakır. Yıldızların ötesine gidip unutulurlar ve hiç geri dönmezler. Bizim ölülerimizse onlara verilmiş bu güzel dünyayı hiç unutmazlar. Kıvrılan nehirlerini, yüce dağlarını ve zaptedilmiş vadilerini sevmeyi sürdürürler; yalnız bıraktıkları yaşayanları şefkatle özlerler ve sık sık onları avutmak üzere geri dönerler.

    Gece ve gündüz bir arada olmaz. Dağ yamaçlarındaki sis kızgın sabah güneşi karşısında nasıl geri çekilirse, kızılderili de öyle kaçmıştır yaklaşan beyaz adamdan.

    Ancak teklifiniz adil bir teklife benziyor; sanırım halkım bunu kabul edecek. Onlara ayırdığınız topraklarda barış içinde yaşamaya gidecek. Çünkü büyük beyaz şefin sözleri doğanın sesine benziyor. Geceyarısı denizinden içerilere süzülen yoğun bir sis gibi halkımın etrafım saran koyu karanlıktan sesleniyor ona.

    Kalan günlerimizi nerede geçireceğimizin pek bir önemi yok.

    FAZLA KALMADI ZATEN

    Kızılderilinin gecesi besbelli karanlık olacak. Ufukta tek bir parlak yıldız görünmüyor. Uzaklarda üzgün sesli rüzgârlar inliyor. Kızılderilinin ardına kötü kaderi takıldı artık. Nereye giderse gitsin zalim düşmanının yaklaşan adımlarını duyacak ve kıyametini karşılamaya hazırlanacak; tıpkı avcının adımlarını ardında duyan yaralı bir ceylan gibi. Doğup batan birkaç ay daha, birkaç kış daha... Ve sonunda bir zamanlar sizler kadar güçlü ve ümitli olan halkımın mezarlarının başında ağlayacak kimse kalmayacak. Ama neden üzülelim ki? Neden halkımın kaderine inleyeyim? Kabileler insanlardan oluşur ve tek tek bireyleri kadardır gücü. İnsanlar denizin dalgalan gibi gelir, gider. Bir gözyaşı, bir ağıt, derken özlem dolu gözlerimizden silinip yok olurlar. Tanrısı kendisiyle arkadaş gibi yürüyen ve konuşan beyaz adam bile bu ortak kaderden ayrı tutulamaz. Belki de kardeşizdir her şeye rağmen. Göreceğiz...

    Topraklarımızı alma teklifinizi düşüneceğiz ve karar verince size bildireceğiz. Ama kabul edecek olursak, şu anda ve burada birinci şartımı belirtiyorum: Her arzu ettiğimizde atalarımızın ve arkadaşlarımızın mezarlarını rahatsız edilmeksizin ziyaret etme hakkı verilecek bize. Bu ülkenin her yanı benim halkım için kutsaldır. Her yamaç, her vadi, her ova ve koru kabilemin acı ya da tatlı bir anısıyla doludur.

    TAŞLAR BİLE

    Sessiz sahilde ağırbaşlı yücelikleriyle güneşin altında dilsizcesine dururken, halkımın kaderiyle bağlantılı olayların anılarıyla titrerler. Ayaklarının altındaki toprak bizim adımlarımıza beyaz adamın adımlarına olduğundan daha büyük bir sevgiyle yanıt verir, çünkü atalarımızın küllerinden oluşmaktadır. Çıplak ayaklarımız bu sevgi dolu dokunuşun farkındadır, çünkü toprak halkımızın yaşamıyla doludur.

    Bir zamanlar burada severek yaşamış ve artık adları unutulmuş olan yiğitler, şefkatli analar, neşeli genç kızlar ve küçük çocuklar, bu ıssız toprakları sevgiyle anarlar hâlâ.

    Bu dünyadan en son kızılderili de yok olduğunda ve anısı beyaz adamlar arasında bir efsaneye dönüştüğünde, bu kıyılar benim kabilemin görünmez ölüleriyle dolu olacak. Sizin çocuklarınızın çocukları tarlada, dükkânda, yollarda ya da ormanın sessizliğinde kendilerini yalnız zannettiklerinde, aslında yalnız olmayacaklar. Yeryüzünün hiçbir yerinde mutlak yalnızlığa ayrılmış bir yer yoktur. Geceleri, kent ve köylerinizin sokaklarından el ayak çekildiğinde, siz onların boşaldığını sanacaksınız. Oysa yollar bir zamanlar bu güzel toprakta yaşamış olan ve onu hâlâ seven esas sahipleriyle dolup taşacak. Beyaz adam hiç yalnız kalamayacak.

    Beyaz adam adil olsun ve halkıma iyi davransın. Çünkü ölüler hiç de sandığınız kadar güçsüz değildir.

    Cevap Yaz
  • İbrahim Çelikli
    İbrahim Çelikli 17.11.2007 - 13:46

    yollar düz gideceğine
    ağaçlar ayakta kalsa

    yollar aynı sene içinde
    ağaçlar uzun yıllarda


    saygılarımla

    Cevap Yaz
  • Hasan Büyükkara
    Hasan Büyükkara 17.11.2007 - 12:08

    Değişim o kadar hızlandı ki..Değişimin hızı değil artık ivmesi de artıyor..

    Bu değişim rüzgarı içinde yeni kimlikler,yeni kavramlar çıkıyor ortaya, çoğu kimlik ve kavram daha oluşum evresinde aşınıyor, eksik kalıyor veya tükeniyor..

    Değişimin hızı bizim yaşımızdakiler için başdöndürücü..

    Sosyolojik, psikolojik,kozmik yönden yeterince hazırlık süresi yaşanmadan, bilimsel bilgi, büyük bir hızla, bütün hışmıyla saldırıyor.

    Bilimsel bilginin en palazlanmış evladı olan teknoloji,İnsanın, hayvanın, bitkinin,cansız doğanın anlamlarına dair kadim anlayışları tarümar ediyor.

    Cep telefonunun, iki insanın iletişimini sağlayan mankafa bir araç olmadığını farkediyoruz artık

    Bugün biliyoruz ki,başlangıçta öngörülmeyen ve toplumsal yapıyı derinden sarsan bir fenomen aynı zamanda yaşam formatlarımız için cep telefonu

    Gelecekte değişimin boyutlarını ve etkilerini tartışan, belirleyen bir merkez var mı bugün yeryüzünde.. bilen var mı?

    Bir inka efsanesine göre yemek pişirdiğimiz tavalar bir gün bizi pişirecekmiş, et doğradığımız satırlar bizi doğrayacakmış..

    insanların aletlerle bozdukları şey kadar,aletler de insanlara bozgun yaşattıktan sonra duracaklarmış

    Bir zamanlar insan,alet yapan hayvan olarak tanımlanmıştı..Şimdilerde bizler insan yapan aletlere doğru gidiyoruz

    Kuluçka makinasında binlerce civcivi gördüğümüzde nasıl mutlu olmuştuk o yıllarda..

    Ama akıl sahipleri artık gen teknolojisi ve klonlamaya doğru gidiş çizgisinden nereye varacağımız konusunda büyük endişeler taşıyor..

    Köyün aksaçlıları,yaşlıları vardı arada bir hırçınlaşsalarda biz bilirdik ki onlar ortak bir akılda buluşur, güvencede olduğumuzu bilirdik o zamanlar evrensel bir kaos nedir aklımızdan geçmezdi

    yaşlı dünyanın ihtiyarlar heyeti var mı bugün..ben emin değilim..

    Buraya kadar yazdıklarımla teknoloji düşmanı bir hava sergilediğimin farkındayım..

    aslında insan ve teknik birbirinden ayrılmaz iki kavram

    Ancak James Watt ın buharlı makinasından bu yana insanın tekniğe bakış açısında bir bozulma var.

    Yani bozulma önce felsefede başladı

    İnsan doğayı ve kendisini içine alan ruhu yadsıdı önce..
    'Bu dere ile ben aynı lisanı konuşuyoruz.buradaki çiçeklerle, bu gökyüzü ile, üzerime dolacak olan bu toprakla ben aynı lisanı konuşuyoruz. Buradaki ayı, çiçekler, böcekler ve ben aynı lisanı konuşuyoruz, biz diyebilen Vatandaş Mustafalar azaldı

    İnsanı ilişkilerde,yağmacılık serbest piyasa ekonomisi adı altında meşrulaştırıldı..

    İşte bu yağmacı vandalizmin, bindiği dalı kesmek olduğunu gören bir avuç insanın, cılız tepkisi olarak var şu anda çevrecilik,.

    İnsan, kendi tanımını ne kadar bozsa da, hala çocuklarını sevecek kadar sağduyuya sahip şükür.

    Ben buna güveniyorum..

    Bu film geleceğimiz olan çocuklar için,bunu hissediyorum yazarın anlatımından..

    Teşekkür ediyorum..

    Cevap Yaz

Bu şiir ile ilgili 6 tane yorum bulunmakta