varoş evlerin pencerelerine korkarak vurur sabahları güneş…saçaklardan akan yağmurun kirlettiği camlar konuşur sanki üstündeki izleriyle…en çok kuşlar burada öter neşeyle çiftinin peşine takılıp, bir ağaçtan diğer bir ağaca…ve yağmurdan sonra salyangozlar antenlerini uzatarak sanki geçit törenine dururlar …taşlı topraklı yollardan akan çamurlu sular dereye kadar sürükler kırık oyuncakları…ayakları çorapsız çocuklar suların içlerinde belki de gün boyu kendilerini avutacak birkaç oyuncak arar…anneler yorgun, anneler fedakar, soğuk sulardan kıpkırmızı olmuş elleriyle asarlar çamaşırları derme çatma bahçe direklerine…en çok buralarda çiçeklenir ağaçlar,en çok burada meyve verirler, belki de diğer eksikleri kapatmak için…sadece çiçekçi dükkanlarında görmeye alışılan çiçekler bahçelerdedir, kırlarda,yaban otlarının arasında…ve çocuklar, onlar hiçbir şeyi umursamadan paçaları ıslak bir şekilde kuzukulak ararlar kırlarda, dikenler bacaklarını,kollarını yırtarken…defterlerinin kenarları hep kıvrıktır ufacık çantalara tıkıştırıldığından ama içindekilerinin farkı yoktur diğerlerinden…onlar kedilerinin yavruladığını görmüşlerdir, daha iyi bilirler anne kedinin bakamayacağı yavrularını yediğini… hepsinin bir kedisi, köpeği vardır zaten ve hepsinin adı nedense karabaştır…en sevdikleri yemek ekmek arası peynirdir sokakta kirli elleriyle…ve arkadaşlarıyla gün boyu mahallede oyun oynamaktır…kızak yapmayı,telli araba sürmeyi, ve annelerinin yaptıkları bez bebeklerine hırka örmeyi bilirler…kuşlar yuvalarına dal taşırken bir yuva kurmanın önemini en iyi onlar öğrenir …babalarının elleri ayakları nasır olmuştur çalışmaktan, tanırlar sevdiklerinin ellerini tutunca çalışan elleri…derme çatma duvarların içinde bahçeleri vardır ve küçükte olsa kendilerine ait evleri…is kokan duvarları hep çiziktir… sobada kestane yapmayı bilirler ve üstünde hep bir güğüm kaynar çünkü onların musluklarından hiç sıcak su akmaz, belki de zaman zaman hiç su akmaz…anneleri ye demeden karınlarını doyururlar önceki yazdan kalan ayva reçelini yağlı ekmeğe sürerek …baharla birlikte ilk çıkan erikleri karınlarını ağrıtacağını bildikleri halde ham ham yerler…arıların, kelebeklerin, baharın,yaşamın kokusunu, rengini, hareketini bilirler…ve onlar hiç yakınmazlar…tek amaçları okumaktır çoğu okur da…ve bir gün…bir gün gelir her şey tekdüzeleşir yaşamın koşullarında bir bakarlar ki bir piyon olmuşlar,birileri sürekli onları kutucuklara taşır ve sürekli mat olurlar…silkindiklerinde ise zamanı kaybettiklerinin farkına varırlar, gidip ararlar o bacasından siyah dumanlar çıkan evi, kelebeklerin uçtuğu bahçeyi, kopardıkları ham erikleri…yağmurla akan suların sürüklediği kırık oyuncakları…nafile…ruhları eksilmiştir hepsinin,hep bişeyler kayıptır…
….bugün oraya gittim…varoşluğunu yitirmiş, ruhunu bizler gibi kaybetmiş o çocukluğumun semtine…iclal abla yine köpek almış adını soramadım korkudan karabaş değildir diye…babaannemin evi…öyle boş,kimsesiz…ya bizim evimiz…şirinliğini yitirmiş…dinledim annemin sesi gelir diye…bizim…bizim sesimiz…tartışmalarımız ağabeyimizle…hiçbir şey kalmamış…arkadaşlarımın çocukları olmuş, sokaklarda oynuyor…ama hiç beklemiyorlar akan selin getirdiği kırık oyuncakları bizim beklediğimiz gibi…kalmamış çivi oyunları…
…..çiftinin peşinden neşeyle cıvıldayıp uçan bir serçe geçti birden önümden…tıpkı yıllar önceki gibi…bir de antenlerini uzatıp ağır ağır yol alan salyangozlar…değişmeyen bir tek onlar mı kalmış? ..
…..öğrenememişiz onlar gibi bir arada kalmayı, sıcak yuvalar kuramamışız annelerimiz gibi…ellerimiz hiç kızarmamış soğuk sulardan… gülümsemeyi unutmuş dudaklarımız…şarkı söylemeyi…Pazar günleri pikniklerini…toprağa ektiğimiz domatesten koparmayı…unutmuşuz geçmişe ne ait ne kadar anı varsa…gömmüşüz…
…..çocukluğum mu kaybolan, yoksa semtimiz mi…başımı minibüsün camına dayayıp yol boyu bunu düşündüm anılarım arkamda kaybolurken…
Yüz lira maaşlı kibar bir adam.
Evlenir, sedire taşınırlar.
Mektuplar gelir adreslerine:
$en Yuva Apartmanı, bodrum kati.
Kutu gibi bir dairede otururlar.