VAN’DAN NOTLAR:
Havaalanı
İşte deniz
İşta Van…
…
Bindiğimiz taksi,
Merkeze paralel, kat ediyor
Bir uçtan bir uca şehri
Derler ki taksiciden al haberi
Öyle yapıyoruz çaktırmadan
“Başkan AKP’den idi
Götürdü 352 trilyonu
Bizde karar verdik Bağımsıza..
Şimdi başkan, BDP’den
Yardım alamıyoruz ki iktidardan”
Bekir ağa,
12 Eylül’den tecrübeli
Atanmış belediyeci.
Başından geçeni hatırlayıp
itiraz ediyor;
Hele de var mıydı yiyecek para? ”
Olsa idi olurdu Van’da saracak yara
Çok laf ederler, insan düşünce dara
Geçip Akköprü’den
Selamlıyoruz bilmediğimiz mezara
İnsanlar gidiyorlar yandaki pazara
Vardık nihayet ilçelere yol veren Otogara..
….
Erciş’e araç var.
“Bekleyin az hele..”
Dolmuşta..
Sessiz, yolcular..
Kimse konuşmuyor..
Selamdan çekiniyor.
Bölgenin genel psikolojisi mi?
Bilmem..
Yerliler.
Görev icabı “Şark hizmetine” sürülenler.
Ki mide bizim gibi “mecburen görülenler”
..
Bir genç kız..
Kitap, okuyor
Daha önce yoktu, kalemden bir iz
Takdir duygusu, boğazımıza kilitlenip,
Göz ucuyla bakıyoruz kapağa..
Yazıyor kitap da;
“Gecenin İzleri”
Yazarı okunuyor: Nicholas Sparks
Çalıyor:
“Ah babam olsaydı” Ankaralı Namık’ sesinden
Van’dan denizi öperek Erciş’e koşuyor minibüs..
…
Denizde ışıltılar… Yansıtıyor:
Van’ı sevip terk etmeye kıyamayan güneşi..
Kedisi tek renk bakıyor,yeşil gözler şaşı
…
Evet, kafesinde Ercişe yol alan Kedi..
Şaşırtıyor göreni, şaşırtıyor bizi
Diyor, sahibi genç kız:
“Bulamadım, aslını,
Aldım Van’dan melezini”
ŞARK MESELESİ “
Ağam mesele seninle benim değil
Derler ki mesele şark meselesi “
Bak atan ne diyor toprağa eğil
Biz kan döküyoruz, doluyor kesesi
Kan döktükçe artıyor zalimin neşesi
…………
15’den beri yüreğimizi yakan; “şark çıbanı”
Öyle bir vurgun ki
Anlatması, ağıt..
Susması, destan…
Göz, lal
Dil, lal
Yürek, lal
Bir hüzün anıtıdır, Van Kal ’ası
Rüzgâr anlatır o dinler
Deniz anlatır, o susar
Yarası açık, umudu kaçık…
SEVDA YÜKLÜ SILAM
Neyle vurulmuş, sevda yüklü sılam
oysa...
her dem gül ekmek ti işi “barış” için
Elemlere terkedilmiş, kapatılmış pencereler
Çarşaf gibi serilmiş, dingin sularda
Aksimizi gören yok
Şu çalkalanan denizde, heybetli dağlarda
Kim ah eder bilen yok
Yakamozları gören yok
Tüm zalimler öyle yapar ya
Ağaç, mabet, insan ayırmaz
Medeniyet izi kalmasın diye
Tüm şehri yakarlar
Zamanında “kahpelikle” yakılan bu şehir
Şimdi ihanetle yangınlar içinde
EREK DAĞI’NIN DUMANI
Erek Dağı’na çöken dumanı
Zalim felek vermez âmânı
Katillerin olmuyor dini, imanı
Sapık düşüncelerinin esiri,
Savaş baronlarının kiralık katilleri
Bilmiyorlar, anlamıyorlar…”İş”leri
ABD, İsrail savaş sanayinin finansörleri
AĞLA
Tebriz caddesinden geç de ağla
Süleyman Han camine çık da ağla
Hüsrev paşayı gör de karalar bağla
Gün olunca Tatvan’dan bak da ağla
Tan zamanı Erek’ten gör de ağla
Kan kokuyor, toprağımız
Temizlemiyor soda denizimiz
Toprak kandan kına olmuş
Başına kandan kınalar yak da ağla
Yönünü çevir Kıbleye,
Kalbini, gönlünü Sübhan’a bağla
KATLEDİLİR
Şuracıkta ki geminin kırık yelkeniyle
Okyanus da giden arasında ne fark var?
İkisinin de düşmüşse bir yıldız peşine
Ay ve Zühre…
Gemici… Umut… Korku aynı değil mi?
Tahir, ne arar?
Züleyha…
Leyla gibi bakan göz
Zalimlere teslim edilince alın yazısı
Mecnun’dan habersiz katledilir
DİLSİZLERE EMANET, SEVGİNİN DİLİ
Eşkıya yakmışsa kin ateşlerini
Analar…
Kaybediyorsa çocuk ve eşlerini
Emperyalist soyguncular,
Bu dağlarda gösteriyorsa dişlerini
Açmadan kuruyorsa bin bir çiçek
Her bahar yağmurları, sulamadan geçiyorsa
Oysa..
Gitmeyi bilmez bu topraklara bir kez âşık olan
Bedeli can olsa da Alpaslan’a verilen söz var.
Sübhanın şahit olduğu taa o günden beri
…….
Dilsizlere emanet, sevginin dili
İnsan yerine taşlar konuşuyor
Haykırıyor Ferhat’ın feryadını
Şirin’ine ulaştıramasa da sesini
Erek dağında ağlaşıyor, keklikler
Dilini çözemese de insancıklar
Vatan, mezbaha sanki hapis kem gözlerde
Turuva atları dolaşırken bayırda, şehirde
Dağlarım, vurgun yemiş sevdaya döner
Ey uzakları gözleyen mahzun şerefeler! ..
Halden anlayan dilden söyleyen bekle
Yeraltında inleyen sesi duyan yok
Okuyan yok halnamemizi…
…. bilen yok ahvalimizi
Suyla değil kanla yıkanıyor kefenler
Zehirle boğuldu deniz, ırmaklar
Ateşle dövülüyor dağlar, ovalar
Söndürülüyor sevgiye filiz veren umutlar
Kin pompalanıyor hayata her sabah
Kan içiliyor kristal kadehlerde her akşam
Geceler bitmiyor..
Gün olmuyor, tan batmıyor
Sökmüyor, şafak
Ağlaya ağlaya yorulmuş
…. bülbüller, ötmüyor,
Kanatları yolunmuş
…. kuşlar başka diyara uçuyor
Yad ellerden eser zehirli yeller
Şehla bakışlı ceylanlar firar etti
Kana bulanınca işlemeli mendiller
Sevgiyi kurşunluyor, silahlı eller
Teslim olmuş akıl, zampara ütopyalara
OLACAK ELBET GÜLİSTAN
Ezan sesi arıyor, viran mabetler
Aynı sevdalarda buluşmak için
Yan yana erişmek için
Susması için aykırı müziklerin
Kapanması için küfreden ağızların
Sarhoşların ayılması
Kahbelerin ayrılması için
Kudurmuş kan içicilerin..
Ezan süresince insan olması için
Karanlığına gömülmesi için Hacın
Kimliğini hatırlaması için piçin
...........
Ağlayan kınalı kekliklere
Ebabiller yardıma gelir mi bilmem
Gönül bağını kurar mı bilemem
Fakat…
Sana diyorlardı, mazlum
Gelen gün, zalime hüsran
Gönülden gönle akan
Şefkat, merhamet çağlayan
Işık hızında evreni saran
Sensin medeniyet kuran insan
İnşa edebilecek sadece sen
Sende, kaynak sende irfan
Olacak elbet gülistan
Dikiliyor fidan…
….
Ne düşler, ne hayaller görürüm
Şu denize dalıp dalıp bakanda
Hayal değil gerçekleri görürüm
Şu kaleye gelip, burca çıkanda
Gülistana erersin, bunu umarım
Karanlıklar gidip güneş açınca
Zira..
Medeniyet ışığı; hep doğudan doğar
Yüz yıları esir alan Batı karanlığını yırtar
Devran, dönmek üzere
Dünya döner de
Medeniyet meşalesi sabit mi sanırsın?
Muştusu bugün, zevali yakın
Çöküyor batılın gücü
Biz görmeyiz, amma
Habercilerin çığlığına bak
Tan ağırmakta
Sizler göreceksiniz, “gül vaktini”
Zaman,mekan çekiyor sizi
Varacaksınız gülistana…
Boşa değil “bahar” temizliği,
Boşa değil batıdaki boğaz sıkıntısı
….
Yeşerecek bağlar, bostan
Olacak elbet gülistan
Dikiliyor fidan…
BORAN İLE VEDA
Kalenin saklı ruhundan
Boran ile birlikte ayrıldık.
Vatan yapan ataya
Binler dua gönderip
Sırrımız da kalan hadiseleri..
……… rahmete uğurladık
...............
hazın hazın bakıyorum eski hatıralara..
Derdimi döküyorum kara satırlara
Kimse bakmıyor ortak hatırlara
Şahidim ağlayan bulut, sağanak rahmet?
Can verir, karalar bağlayan dağlara
………….
Ey şura da, bura da gezen şaşkın kişi!
Şu karşı ki dağlara çıkan
Ovalarında tefekküre dalan,
Hale ağlayan ilk kişi sen değilsin!
Bu sular.
Bu çiçekler..
ne insanlar gördü bilsen,
Kendini ilah zanneden Nemrutlar..
Sağnak sağnak rahmet olan
Peygamberler,
Davutlar
Nice evliya,
Şanlı gezgin, Çelebiler
Gziler,
Şehitler
Sultalar sultanı Süleymanlar
Nice hal adamları,
edep timsalleri akıp gittiler
Kimileri de senin gibi, bön bön bakıp gittiler
Kimi “Içkın” deyip, kimi “rebez” peşinde koşup gittiler
………
Kim sordu kim dinledi
Bu surlar, ne surdu?
Burası gaziler, şehitler yurdu.
Şu şehir, yüz binlik kurban
Medeniyet, ne var ise yanan
Burası emperyal hayallerin son bulduğu
Burası Moskofa kılıcın çekildiği
Ermeni’nin her şeyi yaktığı yerdir
Burası Sultanlar Şahı Süleymanın emaneti
Alpaslanın otağ kurduğu yerdir
Burası Hac’ın karanlığını Hilal’in yırttığı yerdir.
Burası gazilerin gezdiği, şehitlerin yattığı yerdir.
Burası batı ve batıl akılsızlığının kör ettiği
Medeniyet güneşinin aydınlattığı yerdir
“NÖBETÇİ“
YA DA
ALEM-I “ İSLAMI’N MEZAR TAŞI”
Kaleden bakınca, tam karşıda..
Ecdat yadigarı Akköprü’nün “ak”lığına inat,Toprak Kale’nin karalığına bürünmüş..
Güneş doğarken başını kaldıran Van şehrinin tam karşısına gelen..
Adeta..
“Allah, seni yanlış yarattı” diye “Hak”ka bühtan eden “
Kürdün alnına yazılan
“Ne mutlu türküm” denen milleti bölen
Tahrik, tahrikten öte ihaneti gördüm..
Bölücülere zemin oluşturan, koz veren “insanı” değil kör kavmiyeti öne alan “zulüm devri”
İmaları..
MİNARE
Yıl 1979..
0 Gelir Bana şirinde;
“Kalenin ucunda bir yırtık bayrak,
Parçalanan benim yüreğim, değil bayrak..
Kara bulutlar dolaşır vatan sathında
Vadi derin, güneş ufuk sırtında
Sanki Hoşap suyu kıvranır bana
Ben giderim, o gelir bana
Ötelerden yük taşır gelecek zamana
Vatan satanlar kelepçe bana
Çünkü dünya riyakardan yana “
Diye haykırdığımız zaman diliminde…
Yüksekova’dan “kelepçeli” gelip, üç gün zindanda yattık.
Ertesi gün Komando Gurup Komutanın ifadesiyle, “Yaslı gittik, şen geldik”
Akdamar adasını ziyaret etmiş.
Kainata akşamın şalı örtülmek üzere.
Bir ezan yükseliyor; dünyaya, arşa..
Dinliyor ve o günkü duygularımızı Ezan şirinde kaydetmişiz.
. İşte o kayıtan bir bölümde
Bir akşam ezanı Gevaş önünden..
Ya Rabbi.. O ne haz, o ne lezzet aman..!
Sanki çıkıyor Habeş-iBilal Hançeresinden
Kainat susmuş; geliyor Resul Mescidinden
Kara, su, hava, ne varsa olmuş; bir
Her şey tesbihte, Allah, bir..
demişiz.
Ve Van’ı geziyoruz
Kale’ye çıktık..,
Kat kat kale.
Tamam zemine iniyoruz diyorsunuz, kendinizi bir başka dehlizin damında buluyorsunuz.,
Rus işgalinde hançerlenerek yaralanan VAN..
Rus ve diğer Haçlı istilacılara kiralık katil olarak tutulup,
Anadoluyu boğmak isteyen Ermenilerce kadın, çoluk çocuk demeden ev bark ne var ise. Cami, mabet tüm kültürel varlıklar yakılmış.
Şimdi görünen manzara, yakılan bir medeniyetin izleri..
Yıkık camiler, hanlar hamamlar.. Şerefeleri kopuk, camisi yerle yeksan edilmiş minareler.
Sivil mimariye ait bir şey kalmamış… Ne var ise Ermenilerce tamamen yakılmış.
Kalede güneye bakan yamaçta bir kaya kütlesi.
Kayada “Urartulardan kalma “ermeni” eseri denen yazılar mevcut. Eski eserleri koruma adına “demir kafes ”içine alınarak muhafaza edilmiş,
Fakat..
Kalenin önündeki Türk –İslam kültürüne ait eserler mahzun.
İlgi yok. Tabiatın insafına bırakılmış.
Kalenin zirvesinde bir minare..
Ermeni zalimlerince yakılan Van şehrinin, Şahidiyim diye direnerek
ayakta kalmaya çalışan ecdat yadigarlarına ilgisizliği görmüş,..
Van Kalas’ında tıpkı o günkü şartlarda ülkemin durumunu ortaya koyan;
camisi yakılıp, şerefesi yıkılmış, kaidesi oyulmuş minarenin mahzun haline inat bir kayada ki Ermenilerden kalma bir kaç harfi korumaya alarak gösterilen alakaya da üzülmüştük.
Ancak Gevaş ‘da okunan ezana ve “alem-i İslam’ın mezar taşı “denecek kaledeki yakın tarihi yad eden ve geleceğe taşıdığı mesaja inat, cemaati olmamasına rağmen Akdamarda çan çalınacağı aklımıza gelmesi şöyle dursun, hayal ufuklarımızda dolaşması mümkün değil idi
Evet O minare..
Çevresindeki cami ve küllüye dahil her şey, yakılıp, yakılmış.
Tek başına “nöbetteyim” der gibi hala ayakta.
Ancak..
Şerefesi dâhil yarısı yıkılmış ve böğrü deşilmiş, kalınca bir minare.
Evliya Çelebi şahidi, Sultan Süleyman emaneti, bu minare, bana her yerinden saldırıya uğramış, gençleri sokaklarda bir hiç uğruna öldürülüp heba edilen ülkeme benzer geldi.
Sanki halin tercümanı gibi. İçerden dışardan saldırıya uğramış ülkemin, milli değerlere kıymet vermeyen yetkililerin umursamazlığı, milletin öz değerlerine sahip olmasına rağmen bunu aktive edememesi halinin timsali..
Ve şu haliyle bile istikbale ümit veriyor.
Buradayım ve
“NÖBETTEYİM..”
Ayaktayım der gibi
Yıkılmak üzere ama milletin kendine geleceği, yeniden medeniyet inşa edeceği günü görmek için direniyor.
Yeniden gülistana ermek için direniyor..
Bu minare bana bu duyguları ve onun tabiatın haşin tavrına milletin içinde bulunduğu hale, yetkililerin umursamazlığına karşı direnişi umudu da verdi.
“Nöbetçi “ ya da “alem-i Islam in mezartaşı”
Yakan bağrımı, delen kalbimi
Kaledeki hüzünlü minare
Memleketime benzerdi..
Haykırıyor;
Sarmış sağı solu
Daralmış ihanet çemberi
...........
Manzara bu.
Hal, acı.
Fakat..
Umut..
Demiri eritecek Hz. Davud gerek
Tebriz’e yol açacak Süleyman han gerek
Gel kardeş, Horhordan içek
Haydi, sırra erek
Anlayana neler neler verecek
…Kaleye girek
……
Bu gün bir başkadır, gül kokan dağlar
Sümbül, solgun, analar zarda, bülbüller ağlar
Kuzular katlediliyor, silamın koynunda
Nefret ateşleri yanıyor babaların bağrında
.................
Afyon içirmişler bizlere, sarhoş gideriz
Bu gafletten uyuyanmadan batağa gideriz
Kurtuluş vardır elbet hep söyler dururuz
Ümidimiz var.. Sevdamıza ereriz
Ne ki, derdin dermanı Yar’a yöneliriz
…….
Temizler mi, van gölünün sodası?
Tek müşterek ses, tevhit sedası
...................
İşte Tebriz caddesi, Süleyman gerek
Süleyman yok.. Kim gidecek
Birliği tesis için, Selahattin Eyubi gerek
Ötüyor Erek dağında kelikler
Dağlar kan çağlarken onu
Kim dinleyecek
İnlere yuvalanan hainleri çıkaracak
Kılıçaslan gelecek
Şu kalenin her yerinde ne sırlar gizli
Dağların sır vermez, adetten belli
Hali okuyan,anlayan gerek
Duyacak, anlayacak feryadım benim
“Yüz üstü” sürünme, “ayaya kalk”, gün senin
Artık gülme sırasıdır Dicle Fıratın
…….
Anlatıyor dokuzyüz onbeşin kara gününü
İki Nisan dokuzyüz onsekizi dününü
UÇUN
Nice Ateşler Gülistan Olur
akıl başa gelince
Ders çıkarılır, ibret alınır da
nice şerler hayr olur
Ya Rab, bize halis niyet, akıl ver
Her kışın bir baharı,
her gecenin bir aydınlığı var
Sanki
Yıkılmış ve yakılmış mamureler
, “Alem-i İslamın mezar taşı”,
İnsan olanın sızlar bağrı başı
Yıkık minaresi, mabedin bize zül gelir
İnsafı imanı olana türlü türlü hal gelir
Verdiğimiz selama, nice sedalar gelir
……………
Medeniyet için kazmayı vurmuş buraya
İlk gelen tapluluk, mühür basmış Anadolu’ya
…………………
Bildiğimin kimini açıkça yazdım
Kimi sırları, hecelere kazdım
………………
Güneşin terk etmeye kıyamadığı şehir
Nice çileler çekti, gördü nice kahır
Doğacaktır, alemin beklediği tan, zahir
Bekler mi Tilki tepeyi mekan tutan bir mahir
Bir mahpus gecede, tilki uykusunda
Düşündüğüm hülyalar, gördüğüm rüya
Kim bile, kim anlaya kim duya
Karalara sır, yazdım kağıt yerine suya
……
Bentler yıkılır sular aslına gider
Medeniyet kuran, yine inşa eder
……………..
Şamran Suyunu taşır yalaklar
Horhoru’ ne bilsin yalaklar
Sade şamran değil
Akardı zalimlerin akıttığı insan kanı
Kendini ilah bilenler, alırdı mazlum ahı
……
Van kalesi anlatıyor, dinliyoruz
O gün bu gün mazlumlarla inliyoruz.
………………………….
İnliyoruz, şu çimlerin kapladığı hayat dolu şehre bakıp
Ne var ise yok etmişler toptan yakıp
Çizgi çizgi sokaklar, yol yol cadeler
Viran olmuş yapılar, boynu vurulmuş, yanı yıkık minareler
Unutturulmuş, hafızalar silinmiş
Fakat hadise her şeye sinmiş
Kazınmış yangın, külleri her yere binmiş
Katliamki.Anlatmak zor.
Deri kaşınıp, yaradan öte kansere dönmüş
Moskof seyretmiş, İngiliz cesaretledirmiş,ermeni emmiş
Mezalim ne, soykırım olmuş
İnsanla doymamışlar kan içiciler
Ev, han, hamma, camii ne varsa yanmış..
……………
UMARMIYDIN
Sanki Akif, Kırımlı Müslüman ağzından Hilafet başkenti İstanbul’u değil de yakılan Vanı’ ve şimdiki manzarayı, bana anlatıyor…
Umarmıydın ki; mabedler, ibadetlerden yoksun olsun
Ezanlar arkasından ağlasın bir nesli meyusun
Umarmıydın, cemaat bekleyip durdukça minberler
Dikilmiş dört direk görsün serilmiş bir yığın mermer
Umarmıydın; tavanlar yerde yatsın rahneden bitap
Eşiklerde yosun tutsun örümcek bağlasın mihrap
Umarmıydın; o taşta devrilen, bünyan-ı mersusun
Şu viran kubbelerden böyle son feryadı dem tutsun
Zulmet sardı dağları
Denizi, ovaları…
Halimize ervah ağladı
Rahmet olup, düştü Vana
İstedik kaleye varalım
Ervah ile hem hal olalım
Ne olmuş, anlayalım bilelim
..........
Hakanı yok
çadır yırtık
Lime etek
Otağın direği gitmiş
.............
AĞLAYAN GÜZEL GÖRDÜM
Ağlayan bir güzel gördüm
kalbi temiz, ruhu pak
İman abidesi nineler
Yüreği kara, kalbi yara
Millet birliğine
Millete ters adamlar gördüm
gönlü aşkında, 23 yaşında
Devrin Şah Abbasına kul
Zulme esir,
hiç laf etmiyor tesir
Gönlü yaralı
Bahtı karalı bir güzel gördüm
Erciş’te aşkına ağlar bir Selvihan gördüm
Cehalete esir, kadere boyun eğer buldum
Buralar böyle, bu iş “zulüm se zulüm
Elimizden bi şey gelmiyor” diyen çaresizler gördüm
Atom hızında buluşmaya göz kapatıp
Seveni töreye kurban edenler gördüm
Aşkına yanıp kavrulanlar gördüm
“Kader! ...” diye zulme boyun eğenler gördüm
Van denizi durgun, yorgun mu bilmem?
Mehtabı solgun, hasta mı bilmem?
Saf ve mahsun, aşkın yası mu bilmem?
Sanki Süphan, başında siyah tül gördüm.
.............
SELVİHAN GİBİ
Gülüstan olur mu gönül
Şah abbasın yaptığı gibi
Selvihan misali, Emrahtan uzak
İdeoloji tertemiz sevgiye tuzak
............
EMRAH’I ANMAK VARMIŞ
Bir garip yiğit
Atom hızında sevgiyi seçip
çok masraf edip
Kaftan kafı aşıp,
Bulutlar üstünden uçup
Kader. Ercişin suyunu içip
Emrahı anmak varmış
SEVGİ DAĞLAR, ENGELLER DİZİ DİZİ
Atom hızında coşan sevgiyi
Kesecek ilaç mı vardı
Araya APO denen zalim girdi
Bulamadık kılavuzu bir izi
Esnafı, imamı şeyhi götüremedi bizi
Sevgi dağlar,,engeller dizi dizi
Laf kar etmiyor, dinlemiyor sizi
Aslında seviyor, düşünüyor, kızı
Sevgiye engel içinde büyük sızı
Apo Akın, diyor; “Nasip, kader imiş”
Her şey tamam, onayı örgüt vermiş
TURNALAR UÇUN
Turnalar uçun
Kaleden geçin
Horhordan için
Selam edin turnalar
Varın anlatın
Ahlata konun
Malazgirt’e ulaşın
Ilara halleşin
ah edin halimize turnalar
.............
Bileğinde kelepçe, başı dik geçip gittiğim
Günü gün etmek varken zindanında yattığım
Denize benzer çalkantı bitsin diye sabır etiğim
Zulümlere baş koyan bir ziyaretçin var
Bu ellerde geçti benim gençlik günlerim
O demleri anar, bugüne de yanar inlerim.
Dertlerim destan kendim okur dinlerim
İçimde halime ahu zar eden bülbül var.
Uçun turnalar, uçun burada sefa yok;
Kan çağlıyor dağlar, nefes için hava yok;
Çığlığıma cevap verecek yürek yok
Bu yangın yerinde, donmuş yürek var
Evreni uçuracak uranyumu tutan
Dünyayı temizleyecek sodaya kapan
İnci kefallere mesken, kaleler yıkan
Devinince saraylar dibine çeken şu deniz var
Uçtum kuşlar gibi gezdiğim yere;
Her dem dağlarında mor sümbül olur
Cehennemler içinde bir serin dere
Dikenler içinde açan taze gül olur
Divanesin kederin başından aşkın,
Dertlerin dağlar gibi başından aşkın
Şu Van Denizi gibi daima taşkın,
Millet için her an çarpan bir gönül var..
GÜLİSTAN
Gülistanı göreydim, ne olurdu?
Eşkıyaya susan, sinen Van
Ben ah edeyim sen yan
Kale viran, mescitler yıkılmış viran
Toprakkale’de âleme yayılan
Kara (hava) yasta
Ancak beraberiz, her savaşta
Kol geziyordu anarşinin, tozu dumanı
Şimdi eşkıya hâkim olmuş
Yok ki insaf, imanı
Zalim zihniyet dinlemiyor, âmânı
Besleniyorlar kandan kinden
Kurtuluş sedası Tekbir ikliminden
Zalim, alnına asmış kara yafta
Beraberiz beş vakit aynı safta
Eşkıya intikam der, kan içer
Analar ağlatıp, fidanlar biçer
İslam için yanan can
İşte ispatı kale ve şehir
Eşkıyaya, susan kanan Van
Başında karabulut, içtiği zehir
İstikbal senin, dursun bu kan
Yakılan yerle yeksan edilen Van
İster yürü, ister eşkıyaya kan
Bahtın açık, bahtını yad ellerde san
Dün bu gün
Gülistan iken
Belli değil mi?
Bağrına hançer çeken
İnsanı bırak, kültürü kül eylemiş
Söylediği açık,
...... Kalede gör.
....... Ne söylemiş
Düş güzel olsa da hakikat çıplak
Yanmadık ne insan kalmış, ne toprak
Dile gelip anlatsa otla yaprak
……
HİLAL’E SEVDA
Kim ki şu Hilal’e sevdalıdır
Yanıktır yüreği, kalbi kırıktır
Güzü güler ama bağrı yanıktır
Derdinden erir, esas kıymettir
Ötelerden yanık yanık ses gelir
Ruhu saran mesaj gelir, söz gelir
Hazırsan ser vermeye Hilal uğruna
Acılara direnç, sıkıntılar hoş gelir
SEN ANLAT EMRAH DEDE
Git, halini anlasa Emrah anlar
Sözü yetmez ise halk sazını dinler
Yüreği kırık, sinesi dağlıdır
Dediler; özden Hakk’a bağlıdır
Zalimi yerer, mazlumu över
Selvihan der de Hak için ağlar
Hakka gönülden bağlıdır özü
Ana değil asırlara ses verir sözü
Emrah, sabır eder gönlü ganidir
Mazlum kaybetmez, Allah; kadirdir
Yorgundur yüreği, ayağı sefildir
Kendi kanmaz, başkasına sebildir
Giydiği kumaş, yediği ballı yağlıdır
Bakmayın; yağı; zehir.. Balı; ağudur
Hacı Bektaş’tan haber geçer
Pir Sultan’dan name söyler
Yunus, Mevlana’dan aşk içer,
Karacaoğlan’dan alıp ses verir
Ayrıkları ayıklar, çeşidi bir eder
Renkleri birleştirir, kilim eyler
Ana, güne değil, gönüle söyler
Dünde kalmaz asırlara ses verir
Müjde bekler taa İsfahan’dan Tiflis’ten
İnsaf umar; Şah Abbas, Kuğu Bey’den
Mezarın hani, nerde sarayın taşın
Karalarda değil deryalarda arayın
Nefes yetmez de saz ile gel, eder
Ölür, ötelere sevdiği ile bir gider
Muradına eremez, yeryüzünde çar naçar
Kabrinde biri beyaz biri kırmızı gül, açar
…
Deki; bu bağlarda bir güzel inler
Mazluma set olanı, bekler zor günler
Şu Erciş’in bağında ahu zarım var
Sinesine ateş düşmüş, Selvinazın var
Selvinaz misali, salınıp gezinir
İçer zulümleri, Hakk’ı çağırır
Ercişin çimeni çok boldur yeşili
Kapanmıyor gönül yarası, deşili
Divane; söz bilmez, dili dönmüyor
Sözü tesir etmiyor, sesi yetmiyor
Dağlar duymuyor, Angara’ya gitmiyor
Şah Abbaslar çok, zalimler bitmiyor
Sanma bu devran devam eder, ağalar
Mazlumun bir” ah”ına yıkılır dağlar
Bedeli ömür mü? .. Kara göz - hilal kaşın
Erciş, bu ah kalmaz yerde, kaybolur aşın
Süphan; sen de seyret, yıkılır başın
Hak, mazlumdan yana zor olur işin
Deryalar kabarmış, volkan kaynamış
Muhkem kalelerin denizleri boylamış
Takdir o; inciler, kefaller de oynamış
Zalimler azıp, zulümlerde doymamış
Şah Abbas Bilir miydi? Binler zalim var
Devran hep aynı döner, zalime olur yar
Şu âlemin zalimi de mazlumu da bitmiyor
Devran aynı kalsa da plan aynı gitmiyor
……
Bade sunsak, kimse zehir diye içmiyor
Avazım duyulmuyor, sözüm geçmiyor
Sen çal - söyle; sazın – sözün dinlenir
Emrah, yedi âlem beş kıtada adın ünlenir
………….
Emrah dede bu âlemde şah Abbaslar bitmez
Söylerim fakat değil angara şu dağlara gitmez
Şu dağlarda volkan volkan ateş parlıyor
Zalimler zevk alıp devamlı harlıyor
Sevgi çiçekleri değil otlar bitmiyor
Bülbül ötmüyor, gülü kokmuyor
..
Sözümüz o ki asırlara çağrıdır
Derdimiz bir, başımızda ağrıdır
Acı halkın, milleti izliyoruz
Gündüzleri halkı dinliyoruz
Seherlerde âşıklarla inliyoruz
Derde derman var, biliyoruz
Halk uyanır mı bilmiyoruz
Selbinazım, Beyaz gülün nerde
Derdinden Kırmızı gül harda
………
Seherlerde yalvaran sen misin?
Halkın acılarını bilen sen misin?
Dağlardan esen yel misin
Coşup çağlayan sel misin
…………….
AĞLA
Tebriz caddesinden geç de ağla
Süleyman Han camine çık da ağla
Hüsrev paşayı gör de karalar bağla
Gün olunca Tatvan’dan bak da ağla
Tan zamanı Erek’ten gör de ağla
Kan kokuyor, toprağımız
Temizlemiyor soda denizimiz
Toprak kandan kına olmuş
Başına kandan kınalar yak da ağla
Yönünü çevir Kıbleye,
Kalbini, gönlünü Sübhan’a bağla
TURNALAR UÇUN
Turnalar uçun
Kaleden geçin
Horhordan için
Selam edin turnalar
Varın anlatın
Ahlata konun
Malazgirt’e ulaşın
Ilara halleşin
ah edin halimize turnalar
.............
Bileğinde kelepçe, başı dik geçip gittiğim
Günü gün etmek varken zindanında yattığım
Denize benzer çalkantı bitsin diye sabır etiğim
Zulümlere baş koyan bir ziyaretçin var
Bu ellerde geçti benim gençlik günlerim
O demleri anar, bugüne de yanar inlerim.
Dertlerim destan kendim okur dinlerim
İçimde halime ahu zar eden bülbül var.
Uçun turnalar, uçun burada sefa yok;
Kan çağlıyor dağlar, nefes için hava yok;
Çığlığıma cevap verecek yürek yok
Bu yangın yerinde, donmuş yürek var
Evreni uçuracak uranyumu tutan
Dünyayı temizleyecek sodaya kapan
İnci kefallere mesken, kaleler yıkan
Devinince saraylar dibine çeken şu deniz var
Uçtum kuşlar gibi gezdiğim yere;
Her dem dağlarında mor sümbül olur
Cehennemler içinde bir serin dere
Dikenler içinde açan taze gül olur
Divanesin kederin başından aşkın,
Dertlerin dağlar gibi başından aşkın
Şu Van Denizi gibi daima taşkın,
Millet için her an çarpan bir gönül var..
EREK DAĞI’NIN DUMANI
Erek Dağı’na çöken dumanı
Zalim felek vermez âmânı
Katillerin olmuyor dini, imanı
Biz kaleye giderken günlük güneşlikti. Hatta terleyip, ceketleri çıkardık
Kaleye vardığımızda fırtına boran sardı.
Vanı güneyden kuşatan kala ve civarına dolu olarak düşen yağış kütlesi Erek dağına boşalmış olmalı ki... Şehre indiğimizde hava sakinleyip açtı yine günlük güneşlikti..
“NÖBETÇİ“
YA DA
ALEM-I “ İSLAMI’N MEZAR TAŞI”
Kaleden bakınca, tam karşıda..
Ecdat yadigarı Akköprü’nün “ak”lığına inat,Toprak Kale’nin karalığına bürünmüş..
Güneş doğarken başını kaldıran Van şehrinin tam karşısına gelen..
Adeta..
“Allah, seni yanlış yarattı” diye “Hak”ka bühtan eden “
Kürdün alnına yazılan
“Ne mutlu türküm” denen milleti bölen
Tahrik, tahrikten öte ihaneti gördüm..
Bölücülere zemin oluşturan, koz veren “insanı” değil kör kavmiyeti öne alan “zulüm devri”
İmaları..
MİNARE
Yıl 1979..
0 Gelir Bana şirinde;
“Kalenin ucunda bir yırtık bayrak,
Parçalanan benim yüreğim, değil bayrak..
Kara bulutlar dolaşır vatan sathında
Vadi derin, güneş ufuk sırtında
Sanki Hoşap suyu kıvranır bana
Ben giderim, o gelir bana
Ötelerden yük taşır gelecek zamana
Vatan satanlar kelepçe bana
Çünkü dünya riyakardan yana “
Diye haykırdığımız zaman diliminde…
Yüksekova’dan “kelepçeli” gelip, üç gün zindanda yattık.
Ertesi gün Komando Gurup Komutanın ifadesiyle, “Yaslı gittik, şen geldik”
Akdamar adasını ziyaret etmiş.
Kainata akşamın şalı örtülmek üzere.
Bir ezan yükseliyor; dünyaya, arşa..
Dinliyor ve o günkü duygularımızı Ezan şirinde kaydetmişiz.
. İşte o kayıtan bir bölümde
Bir akşam ezanı Gevaş önünden..
Ya Rabbi.. O ne haz, o ne lezzet aman..!
Sanki çıkıyor Habeş-iBilal Hançeresinden
Kainat susmuş; geliyor Resul Mescidinden
Kara, su, hava, ne varsa olmuş; bir
Her şey tesbihte, Allah, bir..
demişiz.
Ve Van’ı geziyoruz
Kale’ye çıktık..,
Kat kat kale.
Tamam zemine iniyoruz diyorsunuz, kendinizi bir başka dehlizin damında buluyorsunuz.,
Rus işgalinde hançerlenerek yaralanan VAN..
Rus ve diğer Haçlı istilacılara kiralık katil olarak tutulup,
Anadoluyu boğmak isteyen Ermenilerce kadın, çoluk çocuk demeden ev bark ne var ise. Cami, mabet tüm kültürel varlıklar yakılmış.
Şimdi görünen manzara, yakılan bir medeniyetin izleri..
Yıkık camiler, hanlar hamamlar.. Şerefeleri kopuk, camisi yerle yeksan edilmiş minareler.
Sivil mimariye ait bir şey kalmamış… Ne var ise Ermenilerce tamamen yakılmış.
Kalede güneye bakan yamaçta bir kaya kütlesi.
Kayada “Urartulardan kalma “ermeni” eseri denen yazılar mevcut. Eski eserleri koruma adına “demir kafes ”içine alınarak muhafaza edilmiş,
Fakat..
Kalenin önündeki Türk –İslam kültürüne ait eserler mahzun.
İlgi yok. Tabiatın insafına bırakılmış.
Kalenin zirvesinde bir minare..
Ermeni zalimlerince yakılan Van şehrinin, Şahidiyim diye direnerek
ayakta kalmaya çalışan ecdat yadigarlarına ilgisizliği görmüş,..
Van Kalas’ında tıpkı o günkü şartlarda ülkemin durumunu ortaya koyan;
camisi yakılıp, şerefesi yıkılmış, kaidesi oyulmuş minarenin mahzun haline inat bir kayada ki Ermenilerden kalma bir kaç harfi korumaya alarak gösterilen alakaya da üzülmüştük.
Ancak Gevaş ‘da okunan ezana ve “alem-i İslam’ın mezar taşı “denecek kaledeki yakın tarihi yad eden ve geleceğe taşıdığı mesaja inat, cemaati olmamasına rağmen Akdamarda çan çalınacağı aklımıza gelmesi şöyle dursun, hayal ufuklarımızda dolaşması mümkün değil idi
Evet O minare..
Çevresindeki cami ve küllüye dahil her şey, yakılıp, yakılmış.
Tek başına “nöbetteyim” der gibi hala ayakta.
Ancak..
Şerefesi dâhil yarısı yıkılmış ve böğrü deşilmiş, kalınca bir minare.
Evliya Çelebi şahidi, Sultan Süleyman emaneti, bu minare, bana her yerinden saldırıya uğramış, gençleri sokaklarda bir hiç uğruna öldürülüp heba edilen ülkeme benzer geldi.
Sanki halin tercümanı gibi. İçerden dışardan saldırıya uğramış ülkemin, milli değerlere kıymet vermeyen yetkililerin umursamazlığı, milletin öz değerlerine sahip olmasına rağmen bunu aktive edememesi halinin timsali..
Ve şu haliyle bile istikbale ümit veriyor.
Buradayım ve
“NÖBETTEYİM..”
Ayaktayım der gibi
Yıkılmak üzere ama milletin kendine geleceği, yeniden medeniyet inşa edeceği günü görmek için direniyor.
Yeniden gülistana ermek için direniyor..
Bu minare bana bu duyguları ve onun tabiatın haşin tavrına milletin içinde bulunduğu hale, yetkililerin umursamazlığına karşı direnişi umudu da verdi.
“Nöbetçi “ ya da “alem-i Islam in mezartaşı”
Yakan bağrımı, delen kalbimi
Kaledeki hüzünlü minare
Memleketime benzerdi..
Haykırıyor;
Sarmış sağı solu
Daralmış ihanet çemberi
...........
Manzara bu.
Hal, acı.
Fakat..
Umut..
Demiri eritecek Hz. Davud gerek
Tebriz’e yol açacak Süleyman han gerek
Gel kardeş, Horhordan içek
Haydi, sırra erek
Anlayana neler neler verecek
…Kaleye girek
Bu gün bir başkadır, gül kokan dağlar
Sümbül, solgun, analar zarda, bülbüller ağlar
Kuzular katlediliyor, silamın koynunda
Nefret ateşleri yanıyor babaların bağrında
.................
Afyon içirmişler bizlere, sarhoş gideriz
Bu gafletten uyuyanmadan batağa gideriz
Kurtuluş vardır elbet hep söyler dururuz
Ümidimiz var.. Sevdamıza ereriz
Ne ki, derdin dermanı Yar’a yöneliriz
…….
Temizler mi, van gölünün sodası?
Tek müşterek ses, tevhit sedası
...................
İşte Tebriz caddesi, Süleyman gerek
Süleyman yok.. Kim gidecek
Birliği tesis için, Selahattin Eyubi gerek
Ötüyor Erek dağında kelikler
Dağlar kan çağlarken onu
Kim dinleyecek
İnlere yuvalanan hainleri çıkaracak
Kılıçaslan gelecek
Şu kalenin her yerinde ne sırlar gizli
Dağların sır vermez, adetten belli
Hali okuyan,anlayan gerek
Duyacak, anlayacak feryadım benim
“Yüz üstü” sürünme, “ayaya kalk”, gün senin
Artık gülme sırasıdır Dicle Fıratın
…….
Anlatıyor dokuzyüz onbeşin kara gününü
İki Nisan dokuzyüz onsekizi dününü
UÇUN
Nice Ateşler Gülistan Olur
akıl başa gelince
Ders çıkarılır, ibret alınır da
nice şerler hayr olur
Ya Rab, bize halis niyet, akıl ver
Her kışın bir baharı,
her gecenin bir aydınlığı var
Sanki
Yıkılmış ve yakılmış mamureler
, “Alem-i İslamın mezar taşı”,
İnsan olanın sızlar bağrı başı
Yıkık minaresi, mabedin bize zül gelir
İnsafı imanı olana türlü türlü hal gelir
Verdiğimiz selama, nice sedalar gelir
……………
Medeniyet için kazmayı vurmuş buraya
İlk gelen tapluluk, mühür basmış Anadolu’ya
…………………
Bildiğimin kimini açıkça yazdım
Kimi sırları, hecelere kazdım
………………
Güneşin terk etmeye kıyamadığı şehir
Nice çileler çekti, gördü nice kahır
Doğacaktır, alemin beklediği tan, zahir
Bekler mi Tilki tepeyi mekan tutan bir mahir
Bir mahpus gecede, tilki uykusunda
Düşündüğüm hülyalar, gördüğüm rüya
Kim bile, kim anlaya kim duya
Karalara sır, yazdım kağıt yerine suya
……
Bentler yıkılır sular aslına gider
Medeniyet kuran, yine inşa eder
……………..
Şamran Suyunu taşır yalaklar
Horhoru’ ne bilsin yalaklar
Sade şamran değil
Akardı zalimlerin akıttığı insan kanı
Kendini ilah bilenler, alırdı mazlum ahı
……
Van kalesi anlatıyor, dinliyoruz
O gün bu gün mazlumlarla inliyoruz.
………………………….
İnliyoruz, şu çimlerin kapladığı hayat dolu şehre bakıp
Ne var ise yok etmişler toptan yakıp
Çizgi çizgi sokaklar, yol yol cadeler
Viran olmuş yapılar, boynu vurulmuş, yanı yıkık minareler
Unutturulmuş, hafızalar silinmiş
Fakat hadise her şeye sinmiş
Kazınmış yangın, külleri her yere binmiş
Katliamki.Anlatmak zor.
Deri kaşınıp, yaradan öte kansere dönmüş
Moskof seyretmiş, İngiliz cesaretledirmiş,ermeni emmiş
Mezalim ne, soykırım olmuş
İnsanla doymamışlar kan içiciler
Ev, han, hamam, camii ne varsa yanmış..
……………
UMARMIYDIN
Sanki Akif, Kırımlı Müslüman ağzından Hilafet başkenti İstanbul’u değil de yakılan Vanı’ ve şimdiki manzarayı, bana anlatıyor…
Umarmıydın ki; mabedler, ibadetlerden yoksun olsun
Ezanlar arkasından ağlasın bir nesli meyusun
Umarmıydın, cemaat bekleyip durdukça minberler
Dikilmiş dört direk görsün serilmiş bir yığın mermer
Umarmıydın; tavanlar yerde yatsın rahneden bitap
Eşiklerde yosun tutsun örümcek bağlasın mihrap
Umarmıydın; o taşta devrilen, bünyan-ı mersusun
Şu viran kubbelerden böyle son feryadı dem tutsun
Zulmet sardı dağları
Denizi, ovaları…
Halimize ervah ağladı
Rahmet olup, düştü Vana
İstedik kaleye varalım
Ervah ile hem hal olalım
Ne olmuş, anlayalım bilelim
..........
Hakanı yok
çadır yırtık
Lime etek
Otağın direği gitmiş
.............
BORAN İLE VEDA
Kalenin saklı ruhundan
Boran ile birlikte ayrıldık.
Vatan yapan ataya
Binler dua gönderip
Sırrımız da kalan hadiseleri..
……… rahmete uğurladık
...............
hazın hazın bakıyorum eski hatıralara..
Derdimi döküyorum kara satırlara
Kimse bakmıyor ortak hatırlara
Şahidim ağlayan bulut, sağanak rahmet?
Can verir, karalar bağlayan dağlara
………….
Ey şura da, bura da gezen şaşkın kişi!
Şu karşı ki dağlara çıkan
Ovalarında tefekküre dalan,
Hale ağlayan ilk kişi sen değilsin!
Bu sular.
Bu çiçekler..
ne insanlar gördü bilsen,
Kendini ilah zanneden Nemrutlar..
Sağnak sağnak rahmet olan
Peygamberler,
Davutlar
Nice evliya,
Şanlı gezgin, Çelebiler
Gziler,
Şehitler
Sultalar sultanı Süleymanlar
Nice hal adamları,
edep timsalleri akıp gittiler
Kimileri de senin gibi, bön bön bakıp gittiler
Kimi “Içkın” deyip, kimi “rebez” peşinde koşup gittiler
………
Kim sordu kim dinledi
Bu surlar, ne surdu?
Burası gaziler, şehitler yurdu.
Şu şehir, yüz binlik kurban
Medeniyet, ne var ise yanan
Burası emperyal hayallerin son bulduğu
Burası Moskofa kılıcın çekildiği
Ermeni’nin her şeyi yaktığı yerdir
Burası Sultanlar Şahı Süleymanın emaneti
Alpaslanın otağ kurduğu yerdir
Burası Hac’ın karanlığını Hilal’in yırttığı yerdir.
Burası gazilerin gezdiği, şehitlerin yattığı yerdir.
Burası batı ve batıl akılsızlığının kör ettiği
Medeniyet güneşinin aydınlattığı yerdir
EREK DAĞI’NIN DUMANI
Erek Dağı’na çöken dumanı
Zalim felek vermez âmânı
Katillerin olmuyor dini, imanı
Sapık düşüncelerinin esiri,
Savaş baronlarının kiralık katilleri
Bilmiyorlar, anlamıyorlar…”İş”leri
ABD, İsrail savaş sanayinin finansörleri
OLACAK ELBET GÜLİSTAN
Ezan sesi arıyor, viran mabetler
Aynı sevdalarda buluşmak için
Yan yana erişmek için
Susması için aykırı müziklerin
Kapanması için küfreden ağızların
Sarhoşların ayılması
Kahbelerin ayrılması için
Kudurmuş kan içicilerin..
Ezan süresince insan olması için
Karanlığına gömülmesi için Hacın
Kimliğini hatırlaması için piçin
...........
Ağlayan kınalı kekliklere
Ebabiller yardıma gelir mi bilmem
Gönül bağını kurar mı bilemem
Fakat…
Sana diyorlardı, mazlum
Gelen gün, zalime hüsran
Gönülden gönle akan
Şefkat, merhamet çağlayan
Işık hızında evreni saran
Sensin medeniyet kuran insan
İnşa edebilecek sadece sen
Sende, kaynak sende irfan
Olacak elbet gülistan
Dikiliyor fidan…
….
Ne düşler, ne hayaller görürüm
Şu denize dalıp dalıp bakanda
Hayal değil gerçekleri görürüm
Şu kaleye gelip, burca çıkanda
Gülistana erersin, bunu umarım
Karanlıklar gidip güneş açınca
Zira..
Medeniyet ışığı; hep doğudan doğar
Yüz yıları esir alan Batı karanlığını yırtar
Devran, dönmek üzere
Dünya döner de
Medeniyet meşalesi sabit mi sanırsın?
Muştusu bugün, zevali yakın
Çöküyor batılın gücü
Biz görmeyiz, amma
Habercilerin çığlığına bak
Tan ağırmakta
Sizler göreceksiniz, “gül vaktini”
Zaman,mekan çekiyor sizi
Varacaksınız gülistana…
Boşa değil “bahar” temizliği,
Boşa değil batıdaki boğaz sıkıntısı
….
Yeşerecek bağlar, bostan
Olacak elbet gülistan
Dikiliyor fidan…
GÜLİSTAN
Gülistanı göreydim, ne olurdu?
Eşkıyaya susan, sinen Van
Ben ah edeyim sen yan
Kale viran, mescitler yıkılmış viran
Toprakkale’de âleme yayılan
Kara (hava) yasta
Ancak beraberiz, her savaşta
Kol geziyordu anarşinin, tozu dumanı
Şimdi eşkıya hâkim olmuş
Yok ki insaf, imanı
Zalim zihniyet dinlemiyor, âmânı
Besleniyorlar kandan kinden
Kurtuluş sedası Tekbir ikliminden
Zalim, alnına asmış kara yafta
Beraberiz beş vakit aynı safta
Eşkıya intikam der, kan içer
Analar ağlatıp, fidanlar biçer
İslam için yanan can
İşte ispatı kale ve şehir
Eşkıyaya, susan kanan Van
Başında karabulut, içtiği zehir
İstikbal senin, dursun bu kan
Yakılan yerle yeksan edilen Van
İster yürü, ister eşkıyaya kan
Bahtın açık, bahtını yad ellerde san
Dün bu gün
Gülistan iken
Belli değil mi?
Bağrına hançer çeken
İnsanı bırak, kültürü kül eylemiş
Söylediği açık,
...... Kalede gör.
....... Ne söylemiş
Düş güzel olsa da hakikat çıplak
Yanmadık ne insan kalmış, ne toprak
Dile gelip anlatsa otla yaprak
……
30 yıl önce gördüğümüzde,,
caddenin kenarlarından su kanalar içinde sular akar. Hem şehri serinletir hemde yol kenarlarındaki kavakları besler idi. ve yol boyu içinde bir iki katlı evler bulunan bahçeleri sular idi.
Bahçelerde hem Vanı besler hemde insanları stresten uzaklaştırır idi.
Kanal hala duruyor. Suları da akıyor. Ancak şehri yemyeşil yapan bu kavaklar kesilmiş. Yer yer köklerine rastlanan kavakları hoyrat eller sağlık bahanesiyle kamu gücü zoru ile yok etmişler..
KATLEDİLİR
Şuracıkta ki geminin kırık yelkeniyle
Okyanus da giden arasında ne fark var?
İkisinin de düşmüşse bir yıldız peşine
Ay ve Zühre…
Gemici… Umut… Korku aynı değil mi?
Tahir, ne arar?
Züleyha…
Leyla gibi bakan göz
Zalimlere teslim edilince alın yazısı
Mecnun’dan habersiz katledilir
AĞLAYAN GÜZEL GÖRDÜM
Ağlayan bir güzel gördüm
kalbi temiz, ruhu pak
İman abidesi nineler
Yüreği kara, kalbi yara
Millet birliğine
Millete ters adamlar gördüm
gönlü aşkında, 23 yaşında
Devrin Şah Abbasına kul
Zulme esir,
hiç laf etmiyor tesir
Gönlü yaralı
Bahtı karalı bir güzel gördüm
Erciş’te aşkına ağlar bir Selvihan gördüm
Cehalete esir, kadere boyun eğer buldum
Buralar böyle, bu iş “zulüm se zulüm
Elimizden bi şey gelmiyor” diyen çaresizler gördüm
Atom hızında buluşmaya göz kapatıp
Seveni töreye kurban edenler gördüm
Aşkına yanıp kavrulanlar gördüm
“Kader! ...” diye zulme boyun eğenler gördüm
Van denizi durgun, yorgun mu bilmem?
Mehtabı solgun, hasta mı bilmem?
Saf ve mahsun, aşkın yası mu bilmem?
Sanki Süphan, başında siyah tül gördüm.
.............
SELVİHAN GİBİ
Gülüstan olur mu gönül
Şah abbasın yaptığı gibi
Selvihan misali, Emrahtan uzak
İdeoloji tertemiz sevgiye tuzak
...........
EMRAH’I ANMAK VARMIŞ
Bir garip yiğit
Atom hızında sevgiyi seçip
çok masraf edip
Kaftan kafı aşıp,
Bulutlar üstünden uçup
Kader. Ercişin suyunu içip
Emrahı anmak varmış
HİLAL’E SEVDA
Kim ki şu Hilal’e sevdalıdır
Yanıktır yüreği, kalbi kırıktır
Güzü güler ama bağrı yanıktır
Derdinden erir, esas kıymettir
Ötelerden yanık yanık ses gelir
Ruhu saran mesaj gelir, söz gelir
Hazırsan ser vermeye Hilal uğruna
Acılara direnç, sıkıntılar hoş gelir
SEVGİ DAĞLAR,,ENGELLER DİZİ DİZİ
Atom hızında coşan sevgiyi
Kesecek ilaç mı vardı
Araya APO denen zalim girdi
Bulamadık kılavuzu bir izi
Esnafı, imamı şeyhi götüremedi bizi
Sevgi dağlar,,engeller dizi dizi
Laf kar etmiyor, dinlemiyor sizi
Aslında seviyor, düşünüyor, kızı
Sevgiye engel, içinde büyük sızı
Apo Akın diyor; “Nasip, kader imiş”
Her şey tamam, onayı “örgüt” vermiş
ERCİŞ HÜKÜMET KONAĞI NEREYE YAPILDI
Alıntıdır:
5.10.2009 13:51
Yaşar İnatçı
Erciş’te Ecdata saygısızlık
Erciş de Tarihi mezarlığın üzerine Hükümet konağı yapılıyor. Bu konu ile ilgili huzursuzluk. Panik Erciş de vatandaşlar arasında üzüntüye sebebiyet vermekte. Birçok vatandaşın bu konunun üzerine giderek çareler ve bir yetkili aramaktalar. Çaldıkları kapıların yüzlerine kapandığını belirten bazı vatandaşlar gerekirse Anakaraya Cumhur başkana gideceklerini söylediler. geçmişimizi unutmamış ve bir yetkilinin el atması bu işe dur denmesi beklenilmektedir.
Xlll. ile XlV. yüzyıllarında Karakoyunlu devletine başkentlik yapmış olan Erciş’te o dönemin tarihi mezarlığı bulunmaktadır. Ancak 1950 ve 1960 yılları arasında bu mezarlık üzerine o dönemin hükümeti tarafından jandarma karakolu, halkevi, maliye lojmanları, belediye binası, kültür müdürlüğü ve lise binası inşa edildi. Bugün 1960 lı yıllarda yapılan lise binasının yıkılıp yerine yapılması planlanan hükümet konağı için yapılan kazı çalışmalarında tarihi kalıntılar ve onlarca mezar içinde torbalar dolusu kemiklere rastlandı.
Ermenilerin Erciş’te yaptığı…
Ermenilerin Erciş’te yaptığı katliamlarda da şehit edilen onlarca Türkün bu mezarlığa defnedildiği halk tarafından bilinmekte ve canlı şahitleri hala Erciş de halkın arasında dolaşmaktadır. Mevcut yönetimin tarihi mezarlık üzerine yapmayı düşündüğü Hükümet konağı halk arasında Erciş’te ciddi tartışmalara sebep olmaktadır.
Konuyla ilgili il Kültür müdürü, müze müdürü, kaymakam, belediye başkanı, müftülük ve bazı yetkililer olay yerinde incelemelerde bulunmuş ve her biri mezarlığın kalıntıları üzerindeki ciddi tahribata şahit olmuşlardır.
Kazı esnasında toplanan iskelet kemikleri çuvallara doldurulmakta, deliller bir, bir ortadan kaldırılmakta ve bir tarihe ecdata hakaret edilmektedir. Yetkililerin bir an önce olaya müdahale etmesini ve mezarlık alanının yine mezarlık olarak kalmasını isteyen vatandaşlar önlem alınmaz ve mezarlık üzerinde bina yapılacak olursa konuyu dünya basınına duyuracaklarını bildirdiler. Geçmişine sahip çıkmayan bir toplumun geleceği yok demektir. bu olaya büyüklerimizin el atacağını umarız! dediler.
Ayrıca sitede bu konuda yazanlara derin saygı ve sevgılarımı sunarım,bende hasber kader basınla uğraşmaktayım bu konuda ve yeşil erdiş için kim faydalı olacaksa www.sincanbolgehaber.com a yazarsa sevinirim dostcakalın...
Hab. (yaşar inatçı)
http:www.ercisnet.com/bilesenler/ziyaretcidefteri/
SEN ANLAT EMRAH DEDE
Git, halini anlasa Emrah anlar
Sözü yetmez ise halk sazını dinler
Yüreği kırık, sinesi dağlıdır
Dediler; özden Hakk’a bağlıdır
Zalimi yerer, mazlumu över
Selvihan der de Hak için ağlar
Hakka gönülden bağlıdır özü
Ana değil asırlara ses verir sözü
Emrah, sabır eder gönlü ganidir
Mazlum kaybetmez, Allah; kadirdir
Yorgundur yüreği, ayağı sefildir
Kendi kanmaz, başkasına sebildir
Giydiği kumaş, yediği ballı yağlıdır
Bakmayın; yağı; zehir.. Balı; ağudur
Hacı Bektaş’tan haber geçer
Pir Sultan’dan name söyler
Yunus, Mevlana’dan aşk içer,
Karacaoğlan’dan alıp ses verir
Ayrıkları ayıklar, çeşidi bir eder
Renkleri birleştirir, kilim eyler
Ana, güne değil, gönüle söyler
Dünde kalmaz asırlara ses verir
Müjde bekler taa İsfahan’dan Tiflis’ten
İnsaf umar; Şah Abbas, Kuğu Bey’den
Mezarın hani, nerde sarayın taşın
Karalarda değil deryalarda arayın
Nefes yetmez de saz ile gel, eder
Ölür, ötelere sevdiği ile bir gider
Muradına eremez, yeryüzünde çar naçar
Kabrinde biri beyaz biri kırmızı gül, açar
…
Deki; bu bağlarda bir güzel inler
Mazluma set olanı, bekler zor günler
Şu Erciş’in bağında ahu zarım var
Sinesine ateş düşmüş, Selvinazın var
Selvinaz misali, salınıp gezinir
İçer zulümleri, Hakk’ı çağırır
Ercişin çimeni çok boldur yeşili
Kapanmıyor gönül yarası, deşili
Divane; söz bilmez, dili dönmüyor
Sözü tesir etmiyor, sesi yetmiyor
Dağlar duymuyor, Angara’ya gitmiyor
Şah Abbaslar çok, zalimler bitmiyor
Sanma bu devran devam eder, ağalar
Mazlumun bir” ah”ına yıkılır dağlar
Bedeli ömür mü? .. Kara göz - hilal kaşın
Erciş, bu ah kalmaz yerde, kaybolur aşın
Süphan; sen de seyret, yıkılır başın
Hak, mazlumdan yana zor olur işin
Deryalar kabarmış, volkan kaynamış
Muhkem kalelerin denizleri boylamış
Takdir o; inciler, kefaller de oynamış
Zalimler azıp, zulümlerde doymamış
Şah Abbas Bilir miydi? Binler zalim var
Devran hep aynı döner, zalime olur yar
Şu âlemin zalimi de mazlumu da bitmiyor
Devran aynı kalsa da plan aynı gitmiyor
……
Bade sunsak, kimse zehir diye içmiyor
Avazım duyulmuyor, sözüm geçmiyor
Sen çal - söyle; sazın – sözün dinlenir
Emrah, yedi âlem beş kıtada adın ünlenir
………….
Emrah dede bu âlemde şah Abbaslar bitmez
Söylerim fakat değil angara şu dağlara gitmez
Şu dağlarda volkan volkan ateş parlıyor
Zalimler zevk alıp devamlı harlıyor
Sevgi çiçekleri değil otlar bitmiyor
Bülbül ötmüyor, gülü kokmuyor
..
Sözümüz o ki asırlara çağrıdır
Derdimiz bir, başımızda ağrıdır
Acı halkın, milleti izliyoruz
Gündüzleri halkı dinliyoruz
Seherlerde âşıklarla inliyoruz
Derde derman var, biliyoruz
Halk uyanır mı bilmiyoruz
Selbinazım, Beyaz gülün nerde
Derdinden Kırmızı gül harda
………
Seherlerde yalvaran sen misin?
Halkın acılarını bilen sen misin?
Dağlardan esen yel misin
Coşup çağlayan sel misin
…………….
Kardeşlerim yad ellerde kaldı elim ermiyor
Zalimler kesti yolları, kervan varmıyor
Oğul - ana farklı toprakları boyluyor
Koyun kuzu ayrı diyarlarda meliyor
Arayanlar birbirini neden bulmuyor
Kardeş kardeşin namazını kılmıyor
Komşu komşunun yüzünü yumuyor
Para çok da karın niçin doymuyor
Atılan oklar hiç hedefini bulmuyor..
Sınırlar düz çizgi, dörder köşeli
Ben bu derdin ateşine düşeli
Beyaz soldu,, Kırmızı gül kokmuyor
Belim bükük, Yâd ülkeler aman vermiyor
At bizimde neden eller yediyor
Gözüm kan yaş, dilim ah ediyor
Ta ezelden oldum senin aşıkın
Kim sahip olacak, benim yaşıkın
Ellere mi minnet edersin a cananım
Yad ellerden umut beklemene yanarım
Yâd ya böler ya kendine alır, unutma
Koruyucusu kendin olursun unutma
Yıkma, bozulur, kırılır gönül kalesi
Divanenin çektiği şu ayrılık belası
Sabır et. Bakalım Hak, ne eyler
Sema, dağ, ova deniz ve yerler
Divane; uzatma, çok söz söyledin
Tüm kâinata bakıp tefekkür eyledin
===============/
Not:: Konuyla ilgili resimler
http:sairinyeri.blogspot.com/2011/12/vanname-halname.html
adresinde
Kayıt Tarihi : 23.3.2012 10:37:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
19-20 Eylül 2011 günlerinde, Yeğenlerimiz Muhsin, ablası Sultan ve Boğazkale'den Bekir Uzluzman dayıları ile Van ve Erciş'de idik. 30 yıl sonra tekrar geldiğimiz bu topraklarda gördüklerimiz ve duygularımızın bazılarını; VAN'NAME HALNAME adını verdiğimiz çalışmamızı paylaşıyoruz.
![Necati Çavdar](https://www.antoloji.com/i/siir/2012/03/23/vanname-halname.jpg)
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!