Vakıa Suresi Tefsir Çalışması)

Osman Erdoğmuş
561

ŞİİR


10

TAKİPÇİ

Vakıa Suresi Tefsir Çalışması)

VAKIA SURESİ

Adını ilk ayetinden alır ve Resulullah efendimiz vermiştir.
Vakıa; olay demek, vuku bulmuş veya vuku bulacak. Olaydan kasıt kıyamettir. Mekkidir. Orta dönemine denk gelir.
Peygamberimizin saçlarının ağarmasında bu surede vardır. Bir gün Hz. Ebu Bekir Allah resulünün saçlarının hızla ağardığını fark edince “le gad şipte ya Resulallah?” Ya Resulallah çabuk ihtiyarladın, saçlarını ağarttın der. Allah Resulü de cevaben; “Saçlarımı Hud, vakıa, mürselât, Nebe, Tekvin sureleri ağarttı buyurur.
Vakıa suresi hakkında: Kim öncekilerle sonrakileri, cennetliklerle cehennemlikleri, dünya ehli ile ahiret ehlinin haberlerini bir arada okumak, görmek istiyorsa vakıa suresini okusun.
Kur’an’ın adeta özeti mesabesindedir.
Konusu: Son saat uyarısı ile başlar sure. Sadece misafirin değil misafirhanenin de geçici olduğunu söyler. Hayat iyilerle kötüler arasında bir yarıştır, bu mücadele anlatılır.

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM

1. 2. Vâkıa, meydana gelmesi kaçınılmaz olan hâdise, olay demek, kıyametin isimlerinden biridir. Kitabımızın başka ayetlerinde Rabbimiz başka isimler verir kıyamete, burada da Vâkıa ismini veriyor.
Misafirhanenin de bir ölümü var. O da kıyamettir. O zaman bunu kimse yalanlayamayacak. Ve o zaman inanmanın bir kıymeti olmayacak. İman zaten gayba imandır. Allah’a güvendir. İnanmanın yararı bu dünyadadır. İmanımız bize ahlaki güzellikler yaptırır. Ahirette ise karşılık vardır.

3. Zımmen, herkes asli değeri ile ortaya çıkacaktır. Bazen değersiz insanlar değerli gibi, değerliler değersiz gibi görünebiliyorlar. Ama o gün herkes değerini bulacak.
Dünyada kendisini yüksek satanlar, yüce konumları aralarında paylaştıran, aslında alçak olduğu halde yüce yerleri aralarında kapışanlar, ahirette layık oldukları yere indirilecek. Veya son saatte. İşte o zaman herkes gerçek yerini bulacak.
O gün düşmüş olanlar, yerlerde olanlar ayağa kaldırılacak, ayakta olanlar yerle bir olacaklardır. Ona inanan, o günün hazırlığı içinde olan müminleri yükseltici; reddeden, yok sayan kâfirleri de alçaltıcı bir gündür o gün.

4. Bu kelâm, ya üçüncü ayetle bağlantılıdır. Yani bu yer sarsıldıkça sarsıldığı zaman, yüksek olan şeyler alçalacak ve alçak olan şeyler de yükselecek; her şey altüst olacak. Yahut bu kelâm, birinci ayetin izahı mahiyetindedir.

5. 6. 7. Sizler üç gruba ayrılacaksınız.

8. Meymene; sağ kol, sağ taraf yahut, uğur ve bereket manalarına gelir. Sağ taraf, meclislerde daha ziyade saygı ve hürmet mevkii olduğu için, “ashâb-ı meymene” hürmet makamında bulunan yüksek şeref sahipleri demektir. Bu gibi kimseler hayırlı ve faydalı kimseler olmaları sebebiyle “meymenetli” diye de nitelendirilir. Bu zümreden sûrenin 27, 38, 90, 91. âyetlerinde “ashâb-ı yemîn” olarak bahsedilir. Bunlar uğurlu, bahtlı ve iyi kimseler olup, mahşer günü amel defterleri kendilerine sağ taraftan verilecektir.

9. Meşeme: sol kol, sol taraf yahut meymenetin zıddı olarak şeamet, uğursuzluk, bereketsizlik demektir. Buna göre “ashâb-ı meş’eme” de sol tarafta, alçak yerde bulunan değersiz yahut hem kendilerine hem de yakınlarına uğursuzluğu dokunan kimselerdir. Her iki manaya da işaret edilmek üzere bu vasıfları iki kez tekrar edilmiştir. Bunlardan surenin 41. ayetinde “ashâb-ı şimâl”, 51 ve 92. ayetlerde “yoldan çıkmış yalancılar, inkârcılar” olarak bahsedilir. Bunlar uğursuz, bedbaht ve kötü kimseler olup, mahşer günü amel defterleri sol taraflarından verilecektir.
Bunların toplandığı bir grup. Biri iyiler, biri kötüler. Neden onursuz? Çünkü şerefin kaynağı Allah’tır. Allah’a sırt dönmüş olan, şerefe yüzünü dönmüş olmaz. Allah’a sırtını dönen şereften ve onurdan mahrum kalırda ondan.

10. Yarışta öne geçip, arayı açanlar. İyilikte vagon olanlar, lokomotif olanlar. Aslında böyle bir tasnifi yapmasının temelinde şu yatıyor; Yarışta, iyi olmanın sonu yoktur. Ben iyi oldum, bu yeter. İyilerin kampına dahil oldum bu yeter demeyin, iyiliğin sonu yok. İyilikte yarışın.
Allah’ın davetine hiç tereddüt etmeden sarılanlar, beklemeden koşanlar, koşar adım gidenler. Öncüler, iyilikte öncülük edenler, önde olanlar, öne geçenlerdir. Allah’ın kendilerinden istediği kulluğun gereğini tam olarak yerine getiren öncülerdir bunlar. Bunlar hayır konularında en öndedirler. Her konuda önde, her konuda birinci olanlar. FATIR 35

11. Mukarrebun: Nebiler, Sıddıklar, şehitler. Şehit olmanın kaçınılmaz şartı Allah yolunda yaşamaktır. Allah yolunda yaşayanlar, yaşadıkları yolda ölürler. NİSA 69

12. Sonsuz nimetlerle dolu has bahçeler var.

13. 14. Bu bir ihbar aynı zamanda. Lokomotif şahsiyetler gittikçe azalacak. O halde iyilerin yolunda yürümek gerek.
Mü’min iyinin geçmeyeceğini bilendir. İyinin modasının olmadığını, iyiliğin moda olmadığını, dolayısıyla da geçmeyeceğini, zamanının geçmeyeceğini bilendir. İyilik, dünya tarihinin insanın önüne getirip bıraktığı bir mirastır. Onun içinde iyilerin yolunda yürümek gerekir.

15. Allah dünyadaki emeklerinin karşılığını ödül olarak verecektir. Burada şöyle bir ima var cennette karşılaştıkları o nimetler aslında dünyada ki çabalarının bir ödülü olacak. Yani haybeden gelmeyecek. Bu bir ödül ama hiçbir ödül sebepsiz verilmez. Dünyada ki emeklerinin karşılığı, ama ödül olarak. Onlarla kıyaslanamaz derecede Allah’ın Allah’ça verdiği bir ödül olarak önlerinde olacak.

16. Yani sefa sürecekler. Aslında cennetten söz edilen her yerde ideal güzellikten söz ediliyor demektir. Cennet ideal güzelliğin öbür adı. Cennet kalıcı güzelliğin üretildiği merkez. Zorunlu olarak mecaz kullanılacaktır. Çünkü gayba ait bu ideal güzellikler, bu geçici dünyamızın lisanına nasıl çevrilebilir ki. Ancak gördüğümüz şeylerden yola çıkarak görmediğimiz bu mutlak güzellikleri algılayabiliriz. Onun içinde Kur’an zaten bu hakikati Secde/17 ayetinde dile getiriyor;

17. Ölümsüz gençliğe bir atıf var. İnsanlar cennette hep aynı yaşta olacaklar, hiç ihtiyarlamayacaklar. Unutmayalım cennet ideal bir güzellik, insan da o güzelliğe neden talip olmasın.
Cennette dünyada olduğu gibi bir kısım insanların diğerlerine hizmet vermesinin söz konusu olmayacağı, cennetle ödüllendirilen herkesin “hizmet edilen” konumunda bulunacağı, ikramları sunmak üzere –sonsuza dek genç kalacak– hizmetçiler tahsis edileceği bildirilmektedir bu ayette.

18. Tarifsiz güzellikte, sınırsız güzellikte bir yaşam.

19. Dünyadaki içkilere benzemez onlar. Dünyadaki içkiler gibi sarhoşluk vermez, abuk sabuk konuşturmaz, hastalık meydana getirmez. İçtikçe hayatın zevkini, yaşamanın tadını alırlar.

20. 21. Hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın duymadığı, hiçbir aklın tasavvur edemeyeceği bir güzelliğin üretildiği merkez. Ancak bizim beşer dilimize, ancak bizim beşeri zihnimize o tarifsiz güzellik işte dünyamıza ait olan şeyler üzerinden anlatılıyor. Zorunlu olarak mecaz içermek zorunda cenneti anlatan ayetler.

22. Kusursuz bakışlı tertemiz eşler. Gözü, gönlü eşine dönük manasına da gelir. Hem dişi hem erkeği kapsar. Medine’deki surelerde “ezvac-ı mutahhara” olarak geliyor.

23. Gün görmemiş, el değmemiş, kabuğunda saklı inciler gibi.
Ey benim bahtı yârim,
Gönlümün tahtı yârim
Yüzünde göz izi var,
Sana kim baktı yârim?
Diyor ya. Yüzünde göz izi olmayan, gözünde yüz izi olmayan eşler. Yani sadece el değmemiş değil, göz bile değmemiş. O kadar noksansız, o kadar kusursuz, o kadar iffet abidesi ki, göz ilk defa değiyor. İşte böyle bir şeyi resmediyor ayet.

24. Cennet; iyiliğin ödülüdür. Cennet bedelidir dersek yeryüzünde bütün çalışıp çabaladıklarımıza karşın elde ettiğimiz serveti görüyoruz. Ya uçsuz bucaksız cennetleri, bu kusurlu noksanlı çabayla nasıl hak ettiğimizi düşünebiliriz. Ancak Allah’ça verilmiş bir ödül olarak görebiliriz. İşte burada da ona bir ima var. Ama hiçbir ödül sebepsiz verilmez. Yani ben cenneti hak ettim yerine, aslında ben elimden gelen gayreti yapmaya çalışayım. Ben kulca yaparım, Allah, Allah’ça verir. Demek daha doğrusu.

25. Yeryüzünde cennet aramak, bir hayalin peşinde koşmaktan başka bir şey değil.
Te’siym; kınama olmayacak, aslında te’siym, kınama. Neden cennete günahı bağışlanarak girmiş olanlara senin günahın bağışlandı da girdin bile denmeyecek. Mağfiret bu. sadece günahı affetmek değil, affettim seni bile dememek. Mağfiret bu. Yani onu mahcup etmemek.

26. İslam’a teslim olanlar, selam ve selamete ererler. İslam zaten budur. Yeryüzünde İslam’a teslim olan, bu dünyada İslam’a teslim olan, öte dünya da selam ve selamete erer.

27. Bahtiyar kesime gelince. Amelleri Allah tarafından bereketlendirilmiş müminlere gelince onlar da kazandılar. Ne mutlu onlara! Dünyada biraz günahları, kusurları vardı, ufak-tefek hataları vardı, ama onlar da Müslüman’dılar. Onlarda bu dünyada, yaşadıkları hayatta Müslüman’ca bir hayatın kavgasını verdiler. Onlar da bu dünyada Allah ve Resûlü’nün çizdiği hayatı yaşamanın kavgasını verdiler ve işte onlar da defterlerini sağ taraflarından aldılar. Onlarda Rabbleri tarafından beğenildiler. Günahları da vardı, sevapları da vardı. Sevapları günahlarından fazla olduğu için, ya da günahları çok da olsa sevaplarına bakılarak Allah’ın lütfu keremiyle onlar da cennete gireceklerdir.

28. 29. Sidr, Arabistan kirazı, mahdûd, dikenleri silinmiş, düzeltilmiş veya meyvesinin çokluğundan dolayı dalları basıp eğilmiş demektir. Buna göre cennetliklere hem dikenleri silinmiş, hem de dalları kirazlarla aşağıya eğilmiş Arabistan kirazı ikram edilecektir.
Bunun yanında baştan aşağı meyve istifli muzlar vardır.

Din insanı cennete hazırlamak içindir. Cennete bu kirli halinle giremezsin. Din seni pırıl pırıl etmek istiyor.

30. 31. Çağlayanlar.
Yayılıp uzatılmış, serinliği insanın içine nüfuz etmiş, insanı rahatlatan, insana ferahlık veren ve sürekli devam eden, hiç eksilmesi, bitmesi olmayan gölgeler vardır onlar için. Hiç durmaksızın sürekli akan, akıp giden sular, pınarlar, nehirler, şelâleler vardır. Çakılları mercandan, yakuttan; etraflarındaki toprakları, yatakları miskten ırmaklar.

32. 33. Yasaklanmak, yani orada hiçbir nimet fazla yersen zarar verir denilmeyecek.
Yeryüzündeki meyvelerin bir dozu olduğunu vurguluyor ayet. Meyvelerin bile, ama ahirette böyle bir sınır ve kayıt yok.

34. “Ben cennet filan istemem. Benim cennetim burası. Bu dünyam güzel olsun da başkası önemli değil” diyenler, dünyayı kıbleleştirenler değil elbette. Böyle yaşayanlar orada asla cennette ulaşamayacaklardır. Ama “ben o cennete talibim, ben onu istiyorum ve bu dünyamı onun için satıyorum” diyenler, “bu dünyamı verip cenneti alıyorum” diyenler, “bu dünyadaki imkânlarım, zevkim, sefam onun için feda olsun” diyenler o cenneti kazanacaklardır.

2
35. 36. 37. Biz o müminler için eşlerini, erkekler için kadınlarını, kadınlar için de erkeklerini yeni baştan yarattık. Erkeklerin kadınları, kadınların erkekleri dünyada ne kadar da yaşlanmış olurlarsa olsunlar, onları yeni baştan gençler ve güzeller olarak yarattık.

Cennette onlar güzelliğine emsal olmayan güzeller ve tomurcuk gençler olacaklar. Biz onları yeni baştan bakireler olarak yarattık. Hep bakire, hep güzellik içinde olacaklar…

Solmayan, yaşlanmayan, bitmeyen, tükenmeyen, ölmeyen, hastalanmayan, sıkıntılı, gamlı olamayan kimselerdir onlar. Eşlerine meftun, eşlerine tutkun, eşlerine düşkün, eşlerine vurgun, eşlerinden başkasını gözleri görmeyen, arzu etmeyen aynı yaşta, yaşıt sevgililerdir onlar.”

“Bir kadın Rasulullah Efendimize gelerek kendisinin cennete gitmesi için ondan kendisi için dua ister. Allah’ın Resûlü de: “Hiç bir ihtiyar kadın cennete giremez” buyurunca kadın ağlayarak geri döner. Bunun üzerine Rasulullah ona haber göndererek buyurur ki: “Ona söyleyin, hiçbir kadın cennete ihtiyar olarak girmeyecektir, Allah onları yeniden yaratacağını ve bakire olarak cennete girdireceğini haber veriyor” buyurur.”

38. Dünyada onur ve şerefini satmayanlar için, Allah’a kul olanlar için. Allah’ın açtığı krediyi mahvetmeyenler için, yani Allah’a sırt dönmeyenler için.

39. 40. 14. ayette “Ve kalilün minel’ahırin” demişti, burada “Ve sülletün minel’ahırin” Fakat fark var. Orada ki bağlam önde olanlarla ilgili bağlamdı, lokomotifler. Buradaki ise iyiliğin izini izleyenler, iyilerin arkasından gelenlerle ilgili bağlam. Bunlardan eskilerden de çok olacak yenilerden de çok olacak. Yani her zaman iyiler bulunacak iyilerin bulunmadığı bir zaman olmayacak. Şunu söylemeyin hiç, yeryüzünde iyi kalmadı. Hayır. Kendinizden umut kestiğinizi gösterir bu. İyi var, iyileri bulun. Sadıklarla beraber olun, o iyileri keşfedin, iyi var.

41. Ashab-ı Şimâl; Üç sınıftan üçüncüsü olan ve Ashab-ı yemin'in zıddı olarak sabikunun solunda yer alıp, kitapları sol taraflarından verilecek solun adamlarına gelince: Ne uğursuz, ne bedbaht insanlardır.

42. Semûm: Vücudun ve derinin gözeneklerinden içeriye doğru giren, iliklere ve beyinlere kadar işleyen zehirli, sıcak, kavurucu bir ateş. Sam yeli deriz ya aslında buradan gelme sam yeli. Yakıp kavuran. Mesela üzümü öyle kavurur ki artık üzümü yiyemez olursunuz.
Hamîm: Harareti en ileri dereceye ulaşmış kaynar su. O kavurucu ateş cehennemliklerin bedenlerini ve ciğerlerini yakacağı vakit, onlar bu kaynamış suya koşacaklardır. Tıpkı, yangından, o yangını söndürmek için suya koşanlar gibi. Ancak oraya varınca suyun son derece sıcak ve kaynamış olduğunu göreceklerdir.
Aslında yürek yakan bir umutsuzluk, insanın içini kavuran bir umutsuzluk. Azab bu. Azap kelimesinin kökü mahrum kalmak, terk edilmek, ayrılmak. Bunun vereceği iç yangını, dış yangınından bin beter bir yangın olsa gerek. Allah hepimizi korusun. Allah kendinden mahrum olmaktan korusun bizleri.

43. 44. Yahmûm: Cehennemin simsiyah dumanı. Kömür veya kurum gibi kararıp duran sisli boğucu bir gölge. Bu, serinlik ve rahatlık veren bir gölge değil, yakıcı ateşin kara dumanıdır. Buna “gölge” denilmesi, kâfirlerle alay etmek içindir. Onlar aşırı sıcaktan bu gölgeye sığınmaya çalışacaklar, fakat sığındıkları zaman bunun gölge değil, simsiyah kavurucu cehennem dumanı olduğunu göreceklerdir.
Ruhul Beyan tefsirinde Bu ayet-i kerimede çağımızda yaygın olarak kullanılan sigaranın içilmemesine bir uyarı da mevcuttur. Çünkü sigara içildiğinde onu kullananın tepesine doğru bir duman yükselir ve gölge gibi olur. Üstelik sigaranın daha birçok fesadı ve kötülüğü de vardır. Ancak burası onların sıralanacak olduğu uygun yer değildir. Yüce Allah'tan bu illete tutulmuş olanlara afiyetler dileriz. Çünkü o, salim tabiatlı insanların hoş görmediği, tiksindiği nesnelerdendir.

45. 46. İhanetin en büyüğü, en büyüğe yapılan ihanettir.

Dünyada nimet içinde oldukları, Allah’ın lütuflarına mazhar oldukları halde günah işlemekten çekinmeyen, günahkâr bir hayata direnen insanlardı onlar.
Küfür, şirk içinde bir hayatın savunucusuydular. Küfrü ve şirki yasallaştırma kavgası veriyorlardı. Çünkü en büyük günah, küfür ve şirk günahıdır.
Allah’ı hayatlarına karıştırmıyorlardı. tüm hayatlarından Allah’ı ve Allah’ın ayetlerini silmeye çalışıyorlardı.

47. 48. Biz dünyacıyız, biz dünyayı biliriz gerisini bilmeyiz, gerisi zaten bize lazım değildir” diyorlar. Hem Allah’ı, hem kitabı, hem peygamberi, hem Müslümanları, hem de Allah’ın vaadini yargılamaya, Müslümanlarla alay etmeye, dalga geçmeye çalışıyorlar.

Bu ayetler çerçevesinde bizler kendi kendimizi sorgulamak zorundayız. Acaba programını sadece dünyaya göre, ölmemeye göre yapanlardan mıyız, değil miyiz? Ölüm ötesi hayatın hayatımızda önemi ne kadar? Hesap, kitap bilincimiz ne kadar? Cennete ilgimiz ne kadar?

Ahlaksız davranışın önünde hesap vermeme düşüncesi. İmansızlığın zaferi, ahlaksızlığın zaferi gibidir.

49. 50. Evvelkiler ve sonrakiler, önce ölmüş olanlar, sonra ölenler belli bir günün toplantı anında, belli bir günün belli bir vaktinde, bir randevu vaktinde toplanacaklar. Hz. Adem’den kıyametin kopacağı ana kadar yaşamış, ölmüş olanların tamamı o gün toplanacaktır.” İnsanlık yaptıklarının, yaşadıkları hayatın faturasını ödemek üzere Allah huzurunda toplanacaklar. Hiç kimse bu randevudan kaçamayacak. İşte Rabbimiz bize karşı işleyen sonsuz rahmet ve merhameti gereği yarın olacakları bugünden haber vererek uyarıyor bizleri.

51. 52. Zakkum, aslında dünyada ki zakkum’a zakkum denmesi elbette buradan bir mecaz olaraktır. Neden denmiş? Çünkü dünyada ki zakkum yiyeni öldürecek kadar zehir taşır da ondan. Onun için hayvanlar yemez dünyada ki zakkumu.. Hatta bir benzerlik de şuradan; Günah zakkuma benzer, geriden çok güzel rengi vardır zakkumun, kokusu da güzeldir. Yemeye görün zehirler. Günahta böyledir, geriden güzel görünür, çalımlı alımlı görünür, zevkli görünür. Ama işlediğinde tıpkı yenilmiş zakkum gibi, zehir gibi öldürücüdür. Böyle bir benzerlik kurulabilir.

53. Yani cehennemi de burada ekiyorsunuz, cenneti de burada ekiyorsunuz. Tuba nızı da burada ekiyorsunuz, zakkumunuzu da burada ekiyorsunuz. Onun için neyi ektiğinizi iyi bilin. Eğer orada cennetle karşılaşmak istiyorsanız tohumu sizde. Burada ekin. Yok cehennemle karşılaşmak istiyorsanız tohumu burada ekin. Burada zımnen bunlar söyleniyor aslında.

54. Yürek dağlayan kavurucu bir ümitsizliği içeceksiniz.

55. Hiym; humma hastalığına yakalanmış deve. Bir ırmağı içse doymayacak kadar hasta. Öyle bir içiş ki, içtikçe yanıyor, yandıkça içiyor. İçtiği kandırmıyor, yandırıyor böyle bir içiş.

56. Nüzul ağırlamadır aynı zamanda. Kur’an’ın inişine de nüzul diyoruz. Allah’ın size indirdiği vahyi nasıl ağırlıyorsanız, Ahirette Allah’ta sizi öyle ağırlayacak.
Vahiy size inen bir misafir, siz yüreğinizi bu misafire eğer açıyor ve konuk ediyor, ona yüreğinizin en tatlı meyvelerini, yani imanı sunuyorsanız, Allah’ta ahirette size cenneti sunacak. Yok siz nüzul eden bu gök sofrasının başına oturup ondan yemek yerine, ona sırtınızı dönüyorsanız ve onu ağırlamıyorsanız, Allah’ta sizi ağırlamayacak, tersinden ağırlayacak.

57. Buradan itibaren 74. ayete kadar, Allah Teâlâ’nın sonsuz kudretinin ve ölüleri diriltip âhiret hayatını var etmeye kadir olduğunun açık delilleri anlatılır. İnsanlardan, özellikle ilâhî kudret ve âhiret hakkında şüphesi olanlardan bu deliller üzerinde düşünmeleri, akıl yormaları ve böylece hakikati idrak etmeleri istenir:

Birincisi, Siz kendi kendinizi yaratmadınız.
Allah’a borçlusun ey insanoğlu. Din de zaten borçtan gelir deyn den, borçluluk bilinci demektir. Onun için Allah’a borcunu inkar küfürdür.

58. 59. Hayat mucizesine bir atıf var burada. Mucizeler mucizesi hayat mucizesine dikkat çekiliyor. Hiç attığınız hayat tohumunu düşündünüz mü?

İnsanın yaratma eylemindeki rolü, erkeğin kadın rahmine meni akıtmasından ibarettir. Erkeğin ve kadının işi bu noktada biter. Bu noktadan sonra sınırsız güç işe el koyar. Bu basit sıvıyı işlemeye başlar. Ona can verir. Onu geliştirir. Onun iskeletini çatar. İçine ruh üfler. İlk insanın sahneye çıktığından beri bu mucize, sadece yüce Allah'ın meydana getirebildiği bu olağanüstü olay her an tekrarlanır durur. Böyleyken insan bu olayın özünü, mahiyetini kavrayamaz; nasıl meydana geldiğini bilmez. Nerede kaldı ki, onun oluşumuna katkıda bulunsun!

60. 61. Hayat da, ölüm de Allah’tandır. Hayatın da, ölümün de kaynağı Allah’tır. Veren de, alan da O’dur. Yaratan da O’dur, öldüren de. İlkbahar da O’na aittir, sonbahar da. Eğer şu anda yaşıyorsak, hayat-taysak, gözümüz görüyor, aklımız eriyor, elimiz tutuyorsa bilelim ki bunu bize Allah verdi. Allah’tandır bunlar. Eğer bu hayatımız, bu gücümüz, bu sıhhatimiz, bu fırsatımız Allah’tan değil de kendimizden, bizden olsaydı o zaman yaşlandıkça, ihtiyarladıkça daha güçlenmeliydik. Halbuki ihtiyarlayınca bunları kaybediyoruz. Belimiz bükülmeye, saçımız ağarmaya, burnumuz akmaya, ağzımız kokmaya başlıyor. Yani geriye sayma başlıyor. Tüm otlar, bitkiler, ağaçlar gibi… Demek ki bütün bunlar bizden değil, O verdi bütün bunları ve O geri alıyor.

Hal böyle iken, Asla benimle yarışmaya kalkmayın diyor rabbimiz. Yaratış konusunda da yarışmaya kalkmayın. Benim yarattığımdan bir şeyler icat edip de bana hava atmaya kalkmayın.

62. Bu hayata bakıp ibret alırsak öbür hayata iman ederiz. Bu hayata bakıp ibret almayanın öbür hayata iman etmesi söz konusu değil

Allah Teâlâ’nın bizi ilk kez yoktan yaratıp, şu an sahip olduğumuz varlığımızı bize lütfetmesi, bundan itibaren de öldürmek, yeniden diriltmek, hesaba çekmek, cennet veya cehenneme sokmak gibi bizimle alakalı vaatlerini yerine getirebileceğinin açık bir göstergesidir. Şu anki durumumuza kadar Allah Teâlâ’nın bizim üzerimizdeki nesep, cinsiyet, boy bos, renk, genetik özellikler vb. sayısız tasarruflarına kimsenin müdahale edemediği gibi, bundan sonra da bizimle alakalı dünyevî ya da uhrevî tasarruflarına kimse mani olamayacaktır. O, istediği ve irade buyurduğu her şeyi yapacaktır. Çünkü, “O’dur, dilediği her şeyi dilediği gibi yapan.” (Burûc 16)

63. 64. Toprak tanrısının verdiğini düşünen eskilerle, tabiatın verdiğini iddia eden yenileri aynı potaya koyabilirsiniz.

Enfüsten sonra afak a geçti. İnsan mucizesinden sonra toprak mucizesine geçti. Allah’ı aradan çıktıktan, yani ekmeğe değil ekmeğin sahibine bakmadıktan sonra ikisi de aynı yere geliyor aslında.

Şimdi Rabbinizin sizin için yeryüzünde bitirdiği meyvelere, bitkilere bir göz atın, bir düşünün. Bunlara ne kadar muhtaçsınız değil mi? Varlığınız bunlara bağlı, bunlarsız yaşayamazsınız değil mi? Şu insanların yaptıkları ve gururla insanlığa takdim ettikleri bu teknolojik şeylerin hiçbirisi bunların yerini tutup karın doyurmuyor değil mi? Acaba bunlardan bir tanesini siz kendiniz yaratabilir misiniz? Veya sizlerin şu anda güçlü gördükleriniz, hâkimiyeti kendilerine verip yasalarına tabi olduklarınız yapabilirler mi?

3

65. 66. 67. Biz onları işe yaramaz kupkuru bir çerçöp yapıverseydik o zaman üzülüp derdiniz ki, “eyvah biz borçlanmıştık. Eyvah biz ağır bir borç altına girmiştik, masraflar etmiştik, emekler sarf etmiştik. Bu ektiğimiz mahsülata güvenmiştik, ama mahrum edildik. Allah’tan bir helak, bir tufan, Allah’tan bir belâ geliverse ne gelir elimizden? Veya dükkanlarımıza, ticaretlerimize bir belâ geliverse, bir iflas uğrayıverse, her şeyimizi elimizden alıp götürüverse ne yapabiliriz? Bunları veren kim? Tüm bu rızıkları size ulaştıran kim?

Mahrum kaldığınız yıllarda da verse ya tabiat. Allah’a rağmen topraktan da bir şey alamazsınız. Allah’a rağmen gökten de yağmur alamazsınız, Allah’a rağmen insandan da tohum alamazsınız.

Bir damla meniye hayat veren O’dur. Hayatın devamı adına rızık veren de O’dur. Aldığı zaman da hiçbirimizin yapabileceği bir şey yoktur.

68. 69. Su mucize, su canlı, su hayat aslında. Su indirilmiştir unutmayalım. Biri bedene indirilmiştir, vahiy suyu da ruha indirilmiştir. Vahiy suyu ruha hayat verir, su da toprağa hayat verir. Onun için nerede sudan bahsediliyorsa orada vahye bir ima vardır.

70. Allah’ın insanlara; “Verdiğim nimetlere şükredin” demesi de ayrıca kul için bir nimet ve ihsandır. Çünkü şükrün faydası dünya ve ahirette Allah’a değil; kula dönüktür. Yerine getirdiği şükür ile fayda gören kulun kendisidir. Kul, şükrederek Rabbine bir karşılık veya bir mükâfat vermemektedir. Zaten buna da hiç bir varlığın gücü yetmez. Kim şükrederse kendi nefsi için şükretmiş olur, yoksa Allah’ın böyle şeylere asla ihtiyacı yoktur. Ancak Allah (c.c.) kullarına karşı bu kadar cömert, bu kadar lütuf sahibi olduğu halde, kullarının bir kısmı nan-kördür, çok şükretmekten uzaktır.

71. 72. Evet, nâr ve nûr, aslında celâl ve cemâl sıfatlarının tecellisi. Ateşin içinde hem ışık var hem ısı var. Fakat aynı zamanda yakar da. Aslında cennet ve cehennem de celâl ve cemâlin tecellisi değil mi? Zakkum ve tuba da tecellileri değil mi.

Aslında burada ki ayette tüm fosil yakıtlar içine giriyor ateş deyince tüm fosil yakıtlar, petrol da dahil. Haydi bakalım diyor yaratmasında Allah ateşin, ısının, enerjinin kaynağını bulun bakalım. Yarattığını çıkarmak için bu kadar çaba gösteriyor, bu kadar kavga ediyor, dünyayı ateşe veriyorsunuz.

73. “Mukvîn” sözlükte “çölde dinlenen yolcular” için kullanılan bir kelimedir. Bunun “aç olan kimse” anlamına geldiği de söylenir. Yine bu kelimenin “yemek pişirmek, ısınmak, aydınlanmak gibi herhangi bir sebeple yakılan ateşten faydalanan kişi” manası da vardır. Son manaya göre fakir, zengin, bedevi, medeni tüm insanlığın ateşe duyduğu ihtiyaç dile getirilmiş olmaktadır.

Ateş ve ağaçla başladı söz, manevi ışığa ve ısıya geldi bakınız ayetin sonunda. Zaman çölünde yolunu kaybetmiş insanoğlunun gecesini aydınlatacak olan vahiy ışığıdır. Vahiy ateşidir, vahiy meşalesidir. Nasıl çölde yolunu kaybetmek ölümse, zaman çölünde manevi yolunu kaybetmek de ruhun ölümüdür. Vahiy işte bu ışıktır ey insanoğlu. Vahiy ışığın sönmesin.

74. Rabbinizi mükemmel kabul edin. Rabbinizi mübarek kabul edin. O’nun sıfatlarını başkalarına vermeyin. O’na lâyık olmayan, O’na yakışmayan noksan sıfatlardan O’nu tenzih edin. Rabbinizin sizi yarattığı kulluk gayeniz istikametinde hareket ederek O’nu tesbih edin. Allah’ın sizin için belirlediği yasalar istikametinde hareket ederek, Allah’ın istediği kulluğu icra ederek Rabbinizi tesbih edin.

75. Allah Teâlâ burada Kur’an-ı Kerim’in nazil olan her parçasına, onun nazil olduğu yere yemin etmiş de olabilir.
Buna göre “nucûmün mevkileri”nden maksat; Peygamberin ve hafızların kalpleri, yazıldıkları sahifeler, ayetlerin ifade ettiği manalar yahut ayetlerin nüzulüne sebep olan hadiseler ve hükümlerdir.

76. Burada yeminin önemi bir ara cümle ile vurgulanıyor.
Bu yeminle Rabbimiz, Kur’an’ın yeryüzüne indirdiği en büyük ikramı, en büyük lütuf ve keremi olduğunu anlatıyor.

77. Kur’an-ın bir vasfı olarak (Kerim) şu manaları ifade eder:
Çok şerefli, yüce ve övgüye değer,
Faydalı ve feyizli. Çünkü o, dünya ve ahirete ait pek çok mühim bilgilerin esaslarını ihtiva etmektedir.
Gayet güzel, hoş, saygı ve hürmete layık.
Allah Teâlâ katında mükerrem; değerli, şerefli.

78. Meknûn, “korunmuş, saklanmış” demektir. Bu kitap’tan maksat Levh-i Mahfûz’dur. İşte Kur’an, hiç kimse el değmesin, zayi edilmesin, kirletilmesin, lekelenmesin ve muhafaza edilsin diye böyle bir kitapta saklanmaktadır. Dünyada Kur’an-ı Kerim’in yazıldığı Mushaf-ı şerifler de, aslına uygun tarzda böyle muhafaza edilmektedir.
Kur’ân, güzelliklerin ve ilâhî rızanın kaynağıdır. Allah katında pek şerefli bir kitaptır.

79. Demek ki bu kitap Rasulullah Efendimize vahy olunmazdan önce Levh-i Mahfuz’da korunma altındaydı. Mekke müşriklerinin ona Allah vahy etmiyor, şeytanlar, cinler öğretiyor şeklindeki iftiralarına cevap veriliyor burada. Bırakın bu kitabı cinlerin, şeytanların indirmesini, öğretmesini, Allah’ın tertemiz meleklerinin dışında hiç kimse onun yakın semtine bile yaklaşamazlar, deniyor.

Bu ayetin mushaf’a abdestli dokunmanın hükmüyle alakası yoktur. Çünkü;

1 – İndiği zaman ortadadır, Mekke’nin 6. Yılında inmiştir. İndiği zamanda ortada kitap denilecek bir Mushaf bulunmamaktadır.

2 – Abdesti emreden bir ayet henüz inmemiştir.

3 – Ayetin muhatabı müminler değil, müşriklerdir.

4 – Ayetin konusu insanlar değil cinler ve melekler gibi görünmez varlıklardır.

5 – Ayette ki temizlik maddi değil, A. İmran/55, Enfal/11, Tevbe/103 gibi manevi temizliktir. Fiy suhufin…. Mutahhara(‘Abese/13-14) bu ibarede de tertemiz sayfalar derken her halde kirlenmemiş değil manevi temizlik kastedilmektedir.

6 – En önemlilerinden biri ayet inşa değil, emir değil, nehiy değil, haber cinsindendir. Dokunamaz diyor, istese de dokunamaz. Dokunmasın değil.

7 – Ayet ahkâm ayeti değildir. Çünkü Mekki dir, Mekke’nin de orta zaman diliminde inmiştir.

8 – Meknun kitap, yani gizli, korunmuş, saklanmış kitap elle tutulamaz. Dolayısıyla bu ayetin Mushafı abdestli ele alıp almamanın hükmüyle herhangi bir alakası yoktur. Bunu tartışmak, buna delil aramak başka yerlerde aranmalıdır ve bu mesele ahkâm-ül Kur’an la değil, Adab-ül Kur’an la ilgili bir meseledir.

Bu uygulamaları ve abdestin gerekliliği yönündeki ictihadı esas alan ve kutsal kitabına saygısının bir nişanesi olarak ona el sürerken abdestli olmaya gayret eden bir müminin bu davranışı onun ecrini ve feyzini arttırır; fakat bu hükmün Kur’an’la yakından ilgilenme ve mânaları üzerinde düşünme çabasını engelleyen bir set gibi algılanması kuşkusuz yanlış olur. Mushafa dokunmadan Kur’an’ın okunması veya tercümesine el sürülmesi için abdest almak ise genel olarak gerekli görülmemiş, sadece tavsiye edilmiştir.

80. Bu kitabı indiren Allah’tır. Kitabın indirilişi konusunda peygamberin bile bir yetkisi yoktur. Allah’tan başka hiç kimsenin böyle bir kitabı peygambere indirmeye güç yetirmesi mümkün değildir. Bu kitabı peygamberine indiren, bu kitapla peygamberini, onun şahsında da bizleri şereflendiren, bilgilendiren, bu kitapla kendi bilgisinden bize aktarımda bulunan Allah’tır.

81. Siz âlemlerin Rabbinden gelme bu şerefli sözü basit mi görüyorsunuz? Hor mu bakıyorsunuz bu Allah sözüne? Ciddiye almıyor musunuz bu kitabı? Hafife mi alıyorsunuz? Bu kitap Allah’tan değildir, cinlerdendir, şeytanlardandır diye leke sürmeye mi çalışıyorsunuz bu kitaba? Bu tertemiz sözlerle temizlenecek yerde onu kirletmeye mi çalışıyorsunuz?

82. Rabbinizin size tahsis buyurduğu bu en büyük rızkınızı yalanlamaya mı kalkışıyorsunuz? Halbuki bu kitap rızkı, bu kitap azığı öteki rızıkların tamamına ulaşma kapılarını açan en büyük bir rızıktır. Yani şimdi sizler Kur’an rızkını terk mi ediyorsunuz? Allah’ın size en büyük rızkı olan bu kitaba karşı şükredeceğiniz yerde onu yalanlama yolunu mu tercih ediyorsunuz? Sizin şükrünüz bu mu? Yalanlamayı şükür mü zannediyorsunuz?

83. Ölüm geldiği zaman ne olacak. Haydi ey insan hayatın sana aitse ölümü geri çevir.

84. Hiç kimsenin artık çıkmak üzere boğaza dayanmış canı geri çevirmeye, o zaruri gidişi durdurmaya gücü yetmeyecektir. Böylece Allah Teâlâ, öldükten sonra dirilmeyi inkâr edenleri, kimsenin kaçamadığı ölüm gerçeği üzerinde düşünmeye, kendisinin kullar üzerindeki mutlak güç ve hâkimiyetini kabullenmeye çağırmakta, başaramayacakları bir işe sevk ederek onlara hem acziyetlerini tattırtmak, hem de hakikati idrak etmelerini sağlayıp ebedi kurtuluşlarına imkân tanımaktadır.

85. Haydi yakındanız elinden tutun, ölümü geri döndürün. İşte elinizi, kolunuzu bağlayan bir ölüm gerçeği.

Siz onun hallerinden yalnız açıkta gördüğünüz izleri tanıyabilirsiniz. Onun mahiyetine, niteliğine ve gizli özelliklerine vâkıf olamaz ve onlardan hiçbirini def edemezsiniz. Biz ise hepsini bilir ve dilediğimizi yaparız.

86. 87. Hayır hayır, sizler Allah yasalarına teslimsiniz. Sizler Allah’ın hükmüne mahkümsunuz. Siz başka değil Allah’ın kulları ve kölelerisiniz.

Sözün özü şudur ki, henüz ömür denen sihirli fırsat elde iken bu engellenemez son, kaçınılmaz gerçek dikkate alınarak Kur’an-ı Kerim’in belirlediği hayat tarzı çerçevesinde hareket edilse herhalde daha doğru ve daha faydalı olacaktır.

Bundan sonra da o ölen kişinin ölümünden sonraki durumu anlatılacak:

88. 89. Eğer o ölen kişi Mukarrabun’dan ise, Allah’a yakınlardan, Allah’a kullukta öncülerden ise, surenin ilk ayetlerinde anlatılan üç gruptan en iyi olanlardan ise, artık ona bir rahatlık, bir ferahlık, devamlı bir güzel hayat, güzel rızıklar ve Naim cennetleri vardır. Hiçbir kederi, üzüntüsü olmayan nimet cennetleri vardır onun için.

“Mukarrebûn” zümresi en üstün ve en önde olanlardır. Bunlara verilecek nimetler özetle şunlardır:

Ravh: Ebedi bir rahat, rahmet, ferahlık, daimî bir hayat.

Reyhan: Hoş kokulu güzel rızıklar.

Naim cenneti: Hiç kederi olmayan nimet, saadet ve mutlulukla dolu cennet.

90. 91. Kendisine defterlerini sağdan alacak olan dostlarının selamı iletiliyor. O anda canının boğazına gelip dayandığı saniyede bu selâm ne gönül okşayıcı, ne hoş bir armağandır! Üzerine bütün endişeleri dağılıverir. Defterleri sağdan verilecek olan yoldaşlarının ilerdeki dostluğu gönlünü şenlendirir.

Bu selâm ölmekte olan kimseye cennetlik olduğuna dair bir işarettir.

92. 93. 94. 95. Surenin başında anlatılan ashab-u şimalin akıbeti de işte budur. Çünkü onlar sapıktır. Hem kendileri sapan, hem de başkalarını saptırmaya çalışanlardır.
İşte bu yakin bir gerçektir. İşte Allah’ın haber verdiği, kitabın haber verdiği bu gerçekler en gerçek haberlerdir, en doğru haberlerdir; bunlardan daha doğru haber bulamazsın. İşte yeryüzünde yaşayan insanların üç grubu ve bu üç grubun akıbeti budur.

Bu dünya da geçicidir. Baki olan hayatı orada göreceksin. İş işten geçmesin.

96. Rabbine borcunu inkar etme ey insan. O senden borcunu ödemeni değil, borcunu inkar etmemeni istiyor. İnkar etmezsen ödemiş sayacak.

Tabii bu emir bizedir de. Biz de sürekli Rabbimizi, Rabbimizin ayetlerini gündemde tutarak O’nu tesbih edeceğiz.

“Ve ahiru davana enil hamdülillahi rabbil alemiyn”
Çağrımız ve davamız Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd’adır.

Osman Erdoğmuş
Kayıt Tarihi : 19.4.2024 15:42:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!