Vahy-i Gayri Metluv Meselesi (1)
Allah(c.c.) insanları ve cinleri kendisine kulluk etsinler diye yaratmıştır. İnsanoğlu mükemmel ve mükerrem bir varlık olmasına karşılık, ilahi emir ve yasakları doğrudan doğruya alacak yapıya sahip değildir. Bu yüzden Allah(c.c) insanlar arasından seçtiği nebi ve resulleri Rab-Kul irtibatını sağlamak, emir ve yasaklarını onlara iletmekle görevlendirmiştir. Cebrail (a.s) adlı melek ile Allah(cc) - Peygamber irtibatı sağlanır ve peygamber gelen vahyi insanlara aktarır.
Yüce kitabımız Kur’an-ı kerim’in açıklamalarına göre, Hz. Peygamber son nebidir ve son Resuldür,[1] ancak ilk peygamber değildir.[2] Allahu teala ondan önce peygamberler göndermiş ve bütün peygamberler vahiy adını verdiği bir iletişim aracı ile gerekli gördüğü bilgileri iletmiştir. Hz. Peygamber’in Allah’tan vahiy yoluyla aldığı bilgilerin Kurandan ibaret olmadığı hem ilgili ayetlerden[3] hem de ona yüklenen vazifelerden ve bahşedilen vasıflardan anlaşılmaktadır. O’nu diğer insanlardan ayıran özellik vahya mahzar olmasıdır. [4]Ancak bu onun yegane özelliği değildir.hem vahi alabilmek için O’nun daha bir çok üstün vasıf ve özellikler bezenmesi şanına uygun bir terbiye alması gerekmiş, bunlar da bizzat Allahu tealanın lütfu ile gerçekleşmiştir. O alemlere rahmettir.[5] İnsanlar şahit müjdeleyici, uyarıcı Allah’ çağıran, davetçi ve çevresine ışık saçan kandil olarak gönderilmiştir.[6]
İlâhî vahyin beşer olarak ilk muhatapları olan peygamberlerin Allah Teâlâ tarafından bilgilendirilmesi nübüvvetin bir gereğidir. Peygamberlerin bilgilendirilmesinin en belirgin vasıtası kendilerine vahiy gelmesidir. Dini tebliğ ederek onu insanlara öğretip aynı zamanda onları eğitecek kişi olan peygamberin, önce kendisinin eğitim ve öğretime tâbi tutulması gerekmektedir.
Rasulullah (s.a.v.) ’ı tebliğ ettiği Kur’an’dan ayırmak mümkün değildir. Hz. Peygamber Kur’an-ı tebliğ etmenin yanında- Rabbimizin O’na verdiği yetkiyle-[7] onu beyan etmiş, öğretmiş, kendisine havale edilen boşlukları doldurmuş onu yaşanan İslam olarak hayata geçirmiştir. Bu itibarla hz. Peygamber’in gerek hayatının gerekse sünnetinin özelde Müslümanlar, genelde de bütün insanlık için önemli bir yeri vardır. Din sürecini son kemal halkasını oluşturan, yıldızlar nisbetle güneşin doğuşu gibi kendisinden öncekileri hükümsüz kılan Yüce Kur’an’a ulaşmanın tek yolu Resulullah(s.a.v.) ’tır.
İslam alimleri Kur’an'a “vahyi metluv(okunan vahy) ”, sünnete de “vahyi gayri metluv(okunmayan vahiy) ” ismini vermişlerdir.[8] Bununla da sünnetin vahiy olduğunu ima etmişlerdir. Müsteşriklere ve bu hususta onlara katılanlara göre ise vahiy değil, Resulullahın (as) kendi görüş ve yorumlarıdır. Onlara göre Resulullah (as) bu görüşlerinde zamanın şartlarından ve kendi tecrübesinden faydalanmıştır. Böylece, Kur’an'ın iki kapağı arasında ki yazılı olan vahiyden başka Allah Resulüne, acaba vahiy gelmiş midir, gelmemiş midir? şeklinde bir tartışma günümüz Müslümanlarının gündemini oluşturmaktadır.
Oryantalistlerin başlattığı ve bazı Müslümanlarca da kabul gören “sünnetin vahiy olmadığı” sloganları belli bir mesafe kat etmiş ve Müslümanların düşüncelerini bulandırmıştır. Bugün artık okulda, camide, çarşıda, pazarda bu türden insanları bulmak mümkündür. Dinin çeşitli konularının tartışıldığı günümüzde, 15 asırdan beri Sünnetin vahyiliği görüşü; ümmet arasında hüsnü kabul görmüşken, akıllarını kutsallaştıran ve batılı oryantalistlerden esinlenen bazı araştırmacı yazarlar; Sünnet konusunda yeni şüpheler gündeme getirerek alimlerimizin sahih kabul ettiği hadisleri bile sorgulama veya reddetme noktasına gelmişlerdir.[9]
Sünneti hafife alan veya inkar eden bu kimselerin itirazlarına bakacak olursak, bütün mesele Kur’an’dan başka vahyin Resulullah’a inip inmediğidir. Sünnetin öteden beri yapılan klasik müdafaasında kullanılan ayetlere, yürekleri sızlamadan teviller getiren insanlara, sünneti yine sünnetle temellendirme girişimleri elbette ki fayda vermeyecektir. Zira bu kimseler zaten sünnet için şüphe içerisindedirler. O yüzden biz burada diğer konulardan önce, Resulullah’a Kur’an’dan başka vahyin indiğine dair Kur’âni delillerinden bahsedeceğiz. Ardından da Sünnetten delilleri ve alimlerimizin görüşlerini nakledeceğiz.
----------------------------------------
[1] Ahzab 33/40, Maide 5/3
[2] Yusuf 12/109
[3] Şura 42/51, Enam 6/50, Yunus! 0/15
[4] Kehf 18/110
[5] Enbiya 21/107
[6] Ahzab 33/45-46
[7] Nahl 16/44
[8] Hasan Karakaya,Fıkıh Usûlü,s.74,Buruc Yayınları,İstanbul-1998; Muhammed Salih Ekinci, Hüccet Değeri ve Tedvin Açısından Sünnet,s.143,Rağbet Yayınları,İstanbul-2004, İbn Hazm, İhkâm fi-Usuli’l-Ahkâm, I/95, 1. baskı,Beyrut,1985; Mevdudî, Sünnetin Anayasal Niteliği, s. 94, (çev. N. Ahmet Asrar) , İstanbul, 1997, İzmiri, Muhammed Fadıl, Mir’atu’l Usul Haşiyesi, Bosnalı Hacı Muharrem efendi Mat.s. 197
[9] Bu konuda İbrahim Sarmış’ın, Hz. Muhammedi Doğru anlamak (Konya-2005) adını verdiği 2 ciltlik eseri örnek gösterilebilir.
Hacı Mehmet İmamoğluKayıt Tarihi : 17.2.2010 11:58:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!