Yeryüzüne düşürdüğüm gözyaşlarımın birikim sebebiydin, açtıkça çoğalan, açıldıkça büyüyen. Aklımın ardına attığım yüreğimin odalarına sakladığımdın. Konuşmadan dinlendirdiğim, sarılmadan sarmaladığımdın. Nefesinde ısınırken üşüdüğüm, ayazında yandığımdın. Günahımın korkusu, sevgimin ateşiydin. Dillere düşen gizim, aşikarı sevdamdın. Sen yürek mekanından düşene kadar.
Önce umutlarımı toparladın, çünkü onlar ortalıktaydı. Sonra hayallerimi çıkardın çekmecelerden birer birer ve ben toz duman içinde kaldım. Yüreğimin bir köşesinde terk edilen çocuğun titremeleriyle seyrettim seni toparlanıp giderken.
Kendini götürüyordun ama bilmiyordun ki ben sen olmuştum. Beni alıp gidiyordun yanında; uzattığın el, aldığın nefes olarak yanındaydım. Ardında kalan ise içi boşaltılmış, sadece gözleri bakan bez bebek gibi kalakalmıştım.
Yüreğimin ritmi git gide benden uzaklaşırken adımlarının sesi yürek duvarlarımda yankılanıyordu. Film karelerinin hızıyla geçiyordu yaşananlar. Sana ulaşmak için bazen yakın, bazen de uzak anlarda duraksıyor. Kopan kareler arasında ki boşlukları ise hayal kırıklıklarım dolduruyordu. Küçülmüş hayallerimin arasında büyük gölgeler halindeki yalnızlığım üzerime üzerime geliyordu. Bedenim ruhsal dağınıklığımın ardına saklanıp umutsuzluğun çemberine dolanırken.
Yüreğimin en uzak köşesinden çıkan sesleri dilim haykıramıyordu, nefesim tıkanıyor boğuluyordum. Siyah zamanların beyaz cümlelerin arıyordum buruşturulmuş zaman sayfaları arasında. Oysa biz nasılda birbirine takılı kalan akrep ile yelkovan gibiydik.
Ateş karşısındaki odunun yanmalarıydı yüreğimdeki yangınlar, sessiz, nefessiz, kaderine boyun eğen bir el tarafından korun üzerine bırakılan odun gibi. Öğrendim ki aşk insanı iki kez acıtırmış. Biri kendini ateşe atarken ısıtmak, diğeri de mum gibi; ışığı ile aydınlatırken erimek. Oysa bilmiyordun ki her ikisinde de yanan ben oluyordum. Ve bilmiyordun ki benim ateşim karşısında sen yeniden doğuyordun.
Yaşanan sevdanın yanık izleri büyüdükçe yüreğimdeki sen izleri de büyüyordu. Aşk, ihtirasın kollarında sarındıkça, ruhum göğsünde dinlenip, kızıl şafakların gölgesinde yıkanıyordu. Sevdamız ve ben senin bedeninde örtünürp tek nefes, tek ruh olduğumuz anlarda.
Çıkarken aralık bıraktığın kapıdan son kez ardına bakmanı bekledim. Bıraktığın enkazın tozları arasında ki ruhu kaybolmuş, benliği yitik yüreğin son çırpınışlarını görmen için haykırmak istesem de kahrolası gururum buna engel oluyordu.
Talan edilmiş yüreğimin duvarına yaslanıp yıkılmadan ayakta duruyordum, gözlerimin derinliklerindeki sevgiyi saklayıp öfkeyi dışa vurarak. Dudak ucuna yerleştirdiğim sahte gülüş ile seni uğurlama merasimine hazırlanıyordum. Rengi soluk bir ten ve titreyen bir ses tonu da bu seremoniye eşlik ediyordu. Parmaklarımın arasında ateşi izmaritine yaklaşmış sigaramın dumanını üflerken veda şarkılarını söylüyordum.
Gece sessiz, gece sakin, gece yalnız tıpkı gidişler gibi. Uzun gölgeler bırakır ardından ayrılıklar ve ben böyle anlarda yalnızlığın merdivenine oturup basamakların ağırlı altında eziliyordum. Ölüm bile yorgun geçen hayatımın uykusuzluğunda firari düşlerimin peşine takılıyordu. Özlemlerimi kovaladığım günün sonunda ağırlaşan bedenimle kavgalar ederken senli cümlelerin ağırlı altında eziliyordum.
Sahi, hangi öykünün içinde bırakmıştım seni ya da hangi oyunun birinci perdesinde. Asi rüzgârlara savurduğum bakışlarımı dinmeyen hüznün yağmurlarında ıslatıyordum. Ellerim ile söndürdüğüm ateşlerden yüreğimin közünü canlandırıp kalan külleri savuruyordum.
Sen ardına bile bakmadan giderken…
Fatma AVCI..12.07.2013
Fatma Avcı 2Kayıt Tarihi : 14.7.2013 17:34:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

Gönülden yansıyanların iz düşümleri oldukça güzeldi Fatma Hanım...Kutluyorum...++
TÜM YORUMLAR (1)