Uzakları Yakın Eylemeni.

Mustafa Yılmaz 4
765

ŞİİR


17

TAKİPÇİ

Uzakları Yakın Eylemeni.

Aldanılmış düşünceler,
bastırılmış duygular,
gizlide kalmış hevesler,
saklanmak istenen kendi kendine utançlar,
neresi, nereye yetecekti bu hayatın ki farkında olmadan ezilip geçilmişiz en güvendiğimizce... Sanki bir sonsuz yaşam varmışçasına basıp geçmişiz hayatın köprülerinden... Neyin neresi yetecekti, biz köşe başlarında sorduğumuz sevgiliden alınan cevaplar değil miydi şaşkınlığımızı arttıran ve nihayet devşirme bir akılmış sanki taşıdığımız gibi her önüne gelen duyguya inanmışlık ki artık bir yerde tükenmeliydi bu yanılgılar ve inadına inanmış gibi yapamayıp, basmak gerekti korkuların ve de arsız isteklerin bam teline...
Bir yerde tükenmeliydi aslında tüm bu karmaşık düşüncelerin isteksiz duruşu, yoksa tükenip gittikten sonra ardımızda binlerce soru kalacaktı bizimle beraber… Sevgi güven duvarı mıydı veya güven köşebaşısı mıydı ki gözlerim kapalı inanmışlığın sonu nerede bitecekti…

Aslında korkusuzluk korkuları dediğimiz salma veya devşirme düşüncelerdi, olmadı, özenme duygularıydı bu hayatımızı berbat ederek düşüncelerimizi kalem ucuyla pazara çıkaran, güya benliğimizle hesaplaşıyorduk…

Tahmin etmediğimiz çok şey gerçeğe dönüştüğünde, tahmin ettiklerimizin gerçek olmaması bizi sadece hayrete, şaşkınlığa ve de sıkıntıya düşürürdü...
Ve bakacaksın ki bir günün birinde, en son gelecek baharın ilk günlerinde, bir günün birinde doğum sancıları tutacak toprağın ve gözünü açacak baharın ilk yaprağı, belki yabancısı değildik bu doğumun ama gene de çocuk düşlerimiz ya bu ilk heyecanlar...

Bir başına, tek başasındır çoğu zaman hayatta, sanki bir uçurum kayasının ucundasındır, bir adım altın uçurum, bir kaç adım atlayış karşısı hayat denen kara delik boşluğu, ya sonrası bir bilinmezlikteki yaşam, çoğu zaman hüsran, çoğu zaman da bekleyişle geçen, birkaç veya birçok yanılgıdaki yaşam, sonuç vazgeçilmiş hayatlar olmasa da, umursanmaz bir yaşam olur...

Güneşin batışı ile doğuşu ve tekrar batışına uzanan acılar zinciri…
Ne tesellisi, ne de ihmali olur bu acıların, her an, her saniye bastırır korkulu rüyalar gibi acı demeti yüreği süpürerek...
Bu acılara yazmalar da çaresiz, yazışmalar da beyhude, sadece acı paylaşımı bu yaptıklarımız, sadece saniyeleri acıdan bölerek yan yana durduğumuzu ve de yürek yüreğe acıda birleştirdiğimizi kendimize anlatmak içindir bu yazmalar, gerisi beyhude laflar, gerisi telafisi olmayan sözler, daha ne dense ki kifayetsizdir bence...
Sadece dost sesi bunlar, sadece acı paylaşımı bunlar...

Aslında belki de korkusuzluk korkularıydı bunlar…
Ve o kadar sahipsizdi ki benden başka ellerini tutacak kimsesi yoktu, benliğimin...
Bir güneş vardı sonsuza uzayacak denen, ama bir sis ve bir bulut vardı güneş kesikliğinde, ardında bir ömür vardı yokluğuna savaş açmış ki bir ben vardı kendi halindeliğinde...
Rüyalar konuşulsun diye mi görülürdü…
Son veda cümlesiydi belki de bu veya son rüya konuşmasıydı bu...

Ne zaman, nerede ve kim olduğunu düşünmeden, vefat etmiş bir şairin yazısını okusam, ölüm kelimesinden uzaklaşırım ve yazgının garipliğinde buluşan insanlara dua ederim ve de kendi sonum için...

Esrik bakışlı ve de bakışları akarcasına bakan çocuklar vardı kalemimin ardında kalan düşüncelerimde, kimsesizliklerimin sığındığı bakışlarım vardı başım senin omuzlarındayken, gözlerim akardı kimsesizce gözlerinize doğru...
Önce özür kelimesini düşündüm, sonra kasnakta işleyişini gördüm... Düşündüm... Uzakları yakın eylemeni, kendini kendine teslim edişini... Yoklukla var edişini buldum, bir de sabrederek büzüldüğünü... Muhtaçlığı düşündüm, var olmak için ret etmeyi, sevdiğin her şeye, sevdiğine bedel edişini gördüm... Kendi bedelinin ne olduğunu, sordum kendime... Kayboldum, suçların içinde… Masumluğunda, sevgide var olmayı, insanca sevmenin bedelini, hunharca çiğnenmeni ve kendimi düşündüm... Bir off... Of ki of... Ne alem bu, yürek, bir de of... Kayboldum içinde... Bir of daha... Hem bana... Hem de bilmem, belki sana...

Korkularımın tümünü kendime saklarken, sevmenin korkusuzluğunu yaşadım sen bende iken, tüm çocuksu düşleri sarmaladım bu sevdanın içine, oysa hayat insanın beline sevme çivisi çakıyormuş da, işte onu bilemedim…

Artık susma, çünkü sonbahar, çünkü hüznün zamanı, çünkü bağışlanmaz hataların sarı yapraklar altında kaldığı zamanlar, çünkü çoğu zaman bezginlikler yaşanır sisli gecelerde, çünkü hayatın dar zamanları sanılır ki unutulası zamanlara atar insanı...
Evim sensin derken seni evimde saymıştım... Geceler kıraç günlere gittikçe, yangınlar çıktıkça evim dediğim de sendin...
Şimdi uzaklar var evim sensin dediğimle aramızda, şimdi yoksulluklar var, şimdi yoksunluklar var karaçalı sazlıklarında...
İsmini yâd ettiğim, özlemini içimde hissettiğim bir kalem sahibi,
eskidendi arkadaşım... Şimdilerde meçhulde bir kürek mahkumu, bir özlem yaratıcısı, bir duruş abidesi, eskidendi arkadaşım...
Bir bataklıktadır gecenin ayazı, bizse yorgun köprülerde ararız aşkı, oysa aşk asi taylara hevesle veryansın etmiştir gecenin ayazı ile gündüzün sıcağına, kendi dünyası ile, aşıksa baka kalmıştır deryanın köpüklerine...

Gözler koyusunda turkuazın ve gölgesinde gözbebeklerinde bekleyişte...

Deniz üstü köpüklerde bir sörf yaptığımızdı bu hayat, bir baktık ki içindeyiz, sonra ise, geriye sadece acılarınla ve de gülümsemelerimle bir sen kaldın, başlı başına, tek başa bir yaşamdan bana...

Tüm yaşadığım hikâyelerin bedelini ödedikten sonradır elimde kalan çile hikâyesi...
Ki hâlâ bedeli ödenmekte.
Velhasıl tüm geçmişimin bedelini ödedim, gelecekse muhtemel...

Ağlamakla nefes alamamak arası bir hüzün ki...
Bekleyiş...
Öyle bir şey işte
Öyle işte...
Sınırsızlık gibi bir şey...
Öyle işte...
Bekleyiş...

Hiç bir şey olmasını istediğin gibi olmaz çoğu zaman, avuç avuca tutunacak kadar yakın da olsan, göz ucu ile görebileceğin kadar bile uzak olsa uzaklığın, elinde kalan son kitabın son sayfasında bile olsa umutların, çoğu zaman bir anlık görmek için rüyalara bile dalsan, öyle bir an gelir ki her şey olacağından bir nebze uzakta olmaz ve tut ki her şey olacağı gibi oldu, işte o zaman tüm düşüncelerine zinciri vurup tutsağı ol isteklerinin ki işte o zaman kırmak istersin uzaklığın zincirlerini...
İşte o anlardan sonradır artık ne geceleri sayarsın duvarlarında oyukları, ne de gündüzün ışık demetlerini...
Artık fırtınalarda yüzsen bile hep özlersin gün kavuşmalarını...

Bunca yaşam yılı sonrasında…
Düşünüyorum da geçmişimin hangi anına düşmeliyim yaşam kulvarlarında?

Kendime darbeler vurup O aşırı hareketliliğin içindeki benle mi karşılaşmalıyım, yoksa yağız atların burnundan çıkan buharlaşmış soluklar gibi hayatın içinde pürtelaş ama kendine öz güvenli bir zaman kesitine mi, yoksa çok az zaman korkak, ürkek ve pısırık yaşama duyguları ile savaşma zamanlarında mı bulmalıyım kendimi?
Bunların hepsinde olgunlaşmamış bir benlikle son enerjimi tüketmek üzere olduğum zamanlarda mı sörf yaptırmalıyım beynimi?

An gelir insan kendinden vazgeçer, an gelir, kendinden korkar ve an gelir büyükçe bir göğüs kabartmaları ile var güçle asılır insan hayatın çapraşık köşelerine…

Hangi köşede kaç bedel ödemiştim ve hangi köşede kazandığımı sandığım birçok şeyi kaybetmemiştim?
Olsun, olsundu bu hayatın tüm resimlerinin renklerine boş verişim olsundu…
Biraz boştan sarma düşüncelerle yaşamalıydım. Bazı şeyleri kolay boş vermeliydim, inleyip, incinip, yaşamın tüm zamanlarında boş verip çıkmalıydım. Kolay değildi biliyorum ama benim hayatım da kolay geçmiyordu. Her şeyin hak etmediğim bedelini de ödemek kolay değildi…

Nerelerde hatalarımın içinde bocaladığımı bilmediğim zamanların içinden çıkmam kolay değildi…
Sadece şaşkınlığımı kabullenmem de kolay değildi…
Topu topu zor geçen bir yaşamın içine sığanları kucaklamaktı aslında benim hayatımı zorlaştırmalara sokan…
İşte olsun, olsundu derken aslında istemesem de kabullenişti bunların hepsi, sadece hazımsızlığım en çok önem verdiğimce, en çok güvendiğimce, en çok sevdiğimce, tek başınalıkla en çok dayandığımdı, bu durumlara sokuluşumdu hazımsızlığa beni atan…
Galiba çok sevmenin ardına saklanan sevda yükümlülükleriydi sonsuza uzayacak canımı yakışları…
Sevmiştim, riyaya uğramıştım, ardından ihanetlerin belime çiviler sokuluşları ile hayatımı dayanılmaz hâllere sokan, beni savuran, güven duygularıma teslim oluşumdu bu acıları kabullenişim, işte hepsi buydu…
Bu darmadağın yaşamın ardında kalan ben benliğim, sevmenin zül oluşuydu belki de bunların tümü ama gene de olsundu, doruklara çıkmış bir sevdanın düşüşü de biraz sesliliğe dağılmış olmalıydı, olsundu…

Sabahı zor olan, bir sonbaharın sarılığında gördüğümüz bir rüyada sen olmuş olsan, hiç bitmesin isterdim o rüyanın içindekiler, demek isterdim ama bir söz geçirebilsem bu çürümüş bedenime…
Diyorsun ama demek isteyemiyorsun aslında belki de, çünkü sonbahar, çünkü çürümüş yapraklar, çünkü çürüyor bedenler, işte hayat belki burada bekliyordu son nefesi...

Mustafa Yılmaz 4
Kayıt Tarihi : 18.12.2012 16:13:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.
  • Salim Erben
    Salim Erben

    hakikaten güzel olmuş
    beğeniyle okudum yazarım
    dürüst sade paylaşımlar
    her zaman saglam yürekten
    inci gibi dizilir
    ellerine saglık diyorum kutlarım

    Cevap Yaz
  • Fatma Avcı
    Fatma Avcı

    Bir başına, tek başasındır çoğu zaman hayatta, aslında yalnız değildirsin hayatında ki yaşanmışlıklar bir gölge gibi hep yanındadır ve sen onlarla yaşarsın..f.avcı...kutlarım ..ant..+10

    Cevap Yaz

TÜM YORUMLAR (2)

Mustafa Yılmaz 4