Yağan yağmurla birlikte ekinler; tarlaları alabildiğine yeşile boyamış, aralarda çıkan renk renk kır çiçekleri tabiata ayrı bir güzellik vererek, doğa ressamlarının tuallerini süslüyor, göz alabildiğine ayrı bir manzara resmi, ruhumuza dinginlik veriyor, sunduğu güzelliklerle aşkı yaşayanların gözbebeklerindeki ışıltı, işte mutluluk bu! Dedirtiyor.
Tarla takımları boyunca çıkan yoncalar, su gibi taptaze, yeni doğan kuzular anneleri ile birlikte çobanlarını hiç zahmete sokmadan kendi başlarına yayılıyor, zıplıyor ve çocuklara eğlence kaynağı oluyorlar.
Köyümüzün orta yerindeki pınarda biriken genç kızlar, biryandan taşların üzerinde ellerindeki tokaçlarla, göznuruyla dokudukları, halı gibi motif verdikleri kilimleri döverek, kirini çıkarıyor, bir yandan da koro halinde “Edremit Van’a bakar, içinde çaylar akar, benim bir yarim var, her gören ona bakar” türküsünü söyleyip, çeşme başına su doldurmaya gelen delikanlılara cilve yapıyorlar.
Köyümüzün ağasının kızı da, haftada bir tekrarlanan çamaşır yıkama merasimlerine katılır, evinde bulamadığı mutluluğu, bu fakir Anadolu köyündeki rengarenk fistanların altına giydikleri ıslak şalvarlarıyla günü geçiren kızlarla birlikte, sırayla yıkanan çamaşırları taşların üzerine sermeye yardım ederek, sevdiğini akşama kadar görme fırsatı bulurdu.
Yıkanan çamaşırlardan sonra, kuruma faslı bitene kadar, yan taraftaki dereye elbiseleriyle giren kızların, üzerlerindeki elbiseleri suyla şişmeye başlar,ağırlıktan kurtulmak için suya ayaklarını eğerek çömelirler, şöyle etrafı bir kolaçan ettikten sonra, iyi erkekler kaybolmuş kızlar diyerek birbirlerine, haber verdikten sonra, önce altlarındaki lo taşı gibi ağırlaşmış şalvarlarını çıkarırlar, en cesur olanları ise üzerlerindeki entarilerini de çıkararak beyaz dantelli fanilaları ile birbirlerine su atarak, benim ki şimdi burada olsa, ne der acaba kııız! Diyerek gülüşürler, yüzleri pembeleşir, vücutlarına yapışmış ıslak fanilalarının altından göğüslerinin ucu ortaya çıkar ve başlarını önlerine eğerek utanırlar.
Köyün delikanlıları çalılıkların arasından yavuklularını gözetlerler, biraz öne çıkan kızların sevgilileri ise diğer arkadaşlarına gözünüzü yumun lan, bakmayın oğlum diye kıskançlık yaparlar, bakmaya devam edenlerle kavgalar çıkar, o da girmesin suya oğlum! Güzele bakmak sevap deyince; yüzüne bir tokat yer, hurra gençler birbirlerine girer kafa göz yarılır, ortalık savaş alanına dönerdi.
Haftada üç gün açılan köy bakkalı her Çarşamba çamaşır gününde açık olur, gazete sayfasından yapılmış külahlara doldurulmuş kırmızı kuşaklı şekerler, fındıklı akide şekerleri, ve ortasından ipe ceviz dizilmiş şeker sucukları satış rekoru kırar, kızlardan erkeklere, erkeklerden kızlara verilecek, ağzı tükrüklenip sıkıca kapatılmış mektupları ulaştıracak küçük postacı kızlara rüşvet olarak, mektupla birlikte verilirdi.
Artık iyice kaşarlanmış kız çocukları mektupları gösterir, sonra göğsüne saklayarak, erkek tarafından da müjdelik ister, vermezlerse mektubu sakladığı yerden çıkarmayınca, delikanlılar kızları yakalayıp, ellerini uzatamadıkları bölgeden düşürmek için, ayaklarından tutup çamaşır silkeler gibi silkeleyerek mektubu düşürmeye çalışırlar. Böylece mektuba ulaşarak akşama hazırlıklar başlardı.
Akşam olup, tereyağlı bulgur pilavı, çoban salata ve kalıp gibi camuz sütünden yapılan yoğurttan oluşan yemekler yenir, akşam ajansı dinlenir, gün boyu tarla ve bağlarda çalışıp didinen anne ve babaların göz kapakları yavaş yavaş kapanmaya başlayınca, evin kızlarında ve delikanlılarında kaş göz işaretleri başlar, gençler arasındaki gece buluşmaları için saniyeleri bile saymaya başlardık.
Gizli buluşma yerlerine oğlanlar daha erken gelirler, evden çıkmadan önce ıslatıp dikleştikleri saçlarını arada bir kontrol ederler, her ağacın altında sonsuza dek sır olarak kalacak anılarını yaşar, dünyanın en mutlu insanı pozlarına bürünerek, birbirlerine değen ellerini yavaşça birleştirir, soğukta üşüme diye parkalarının altına aldıkları sevgililerinin, nefeslerini nefeslerine yaklaştırarak dakikalarca öyle kalakalırlardı.
Aşk, nerede olursa olsun, zengin fakir ayrımı yapmadan aynı duyguları yaşatır, gökyüzündeki bulutlar gibi hafif, azıcık soğumaya başlasa melekler tarafından, birbirlerine değmeden yeryüzüne indirilen yağmur damlaları gibi yağmaya hazır, ısındıkça tüm yaraları kaynatan kara merhem gibi, sevda çiçeklerine tomurcuklar açtırır, gelecek kaygısı yaşamadan kör kurşun gibi, bizim de kalplerimize çakılırdı.
Ağanın kızı Zeyno, köyün en yakışıklısı ve en fakiri sultan’ın oğlu o
Osman’a aşıktı. Sultan evlendikten sonra askere giden kocası Mustafa’nın terhisine üç ay kala cinnet geçiren bir askerin kurşunuyla, oğlu Osmanı görmeden şehit olmuş, dul kalan ve muhanete muhtaç olmadan, el kapılarında çalışarak Mustafanın yadigari Osmanı büyütmüş. Osman ise köyde babadan kalma bir üzüm bağının geçimiyle anasına bakıyor ve boş zamanlarında da dışarıdan okuyordu.
Zeyno ise, köyün neredeyse yarısına yakın tarla ve çiftliklerin sahibi Şehmus ağanın biricik kızı. Gözünden bile koruduğu köy’ün girişindeki konakta uşaklarla, bakıcılarla büyümüş hatta, şehirden haftada iki defa keman hocası getirilerek şan dersi almış. Ama gönül bu, birlikte büyüdükleri Osman’a abayı yakmış, Osman ise için için zaten sevdiği Zeyno’ya aşıkmış ama korkusundan açılamıyormuş.
Bir cesaretle Fadik kıza verdiği bir külah şeker karşılığı, mektubun cevabı akşam üzeri gelmiş, konaktan üç ev ötedeki Hüseyinlerin hevkeresindeki incir ağacının altına gelsin, diye haberi yine Fadik kız getirmişti.
Haberi alan Osman giyinmiş, kuşanmış horozlu aynasından kendisini iyice süzüp, köye gelen bohçacıdan aldığı tarağı ile saçını tararken de, benden iyisini mi bulacaktı köy yerinde diyerek, boy pos bende, yakışıklıyım, köyde tek okuyan da benim, babası ağaymış, ağa olsa ne yazar, kızını mutlu etmedikten sonra diyerek bir cesaret karanlıkta gizlene gizlene, Hüseyin emminin, diktiği köyün neredeyse en yaşlı ağacı olan incirin altına gelip beklemeye başlamıştı.
Ürkek bir ceylan gibi konaktan kaçarcasına Osman’ına giden Zeyno, babam görürse Osman’ı vurur, diye korka korka ağacın altına gelip, Osman’ın boynuna öyle bir sarıldı ki; melekler bile kıskandı bu aşkı.
Zeyno, Osman’a; beni babamdan hemen istet, kulağına giderse bu yaptığımız seni yaşatmaz, beni de evden çıkarmaz demiş. Osman ise istetmeye istetim ama, hadi baban vermezse ne olacak birtanem demiş. Sen ananı gönder yarın sabah, eğer babam beni sana vermezse ben yapacağımı bilirim diyerek ayrıldılar.
Sabah namaza kalktıktan sonra tekrar uyumayan Sultan ana, ineği sağıp çobana göndermiş, yoğurduğu hamurdan sıcacık bazlamalar yapmış, çayı da köz haline gelmiş odun ateşinin üzerinde demledikten sonra, gözünün nuru, evinin direği Osman’ın yatağına giderek haydi kalk oğlum, kahvaltını yap diye uyandırdı.
Osman bir yandan kahvaltısını yapıyor, bir yandan da anasına utana sıkıla, ana gız diye seslendi.
Anası da, ne deyon oğlum deyince,
-Ana, bana Şehmuz ağanın kızı Zeyno’yu iste bu gün.
Sultan ana,
-Dellendin mi oğlum sen! biz kim? Ağanın kızı Zeyno kim? Hem babası bize verir mi? Zeyno’yu diyen annesine.
-Sen iste anam, gerisini Zeyno bana bırakın dedi, diye cevap verdi.
Sultan ana, başını iki yana sallayıp, madem öyle dedi, tamam isterim diye cevap vermiş. Allah yazdıysa niye olmasın oğlum, kaderinde varsa olur oğulceğizim, dedi.
Cehiz sandığından hiç kullanmadığı oyalı yazmasını başına alıp, doğru ağanın konağına dayanmış, kapıdaki uşağa; oğlum Şehmuz ağa evde mi? Diye sorup, he Sultan ana evde nolcek diye soran uşağa, çekil oğlum möhüm bir şey söyliyecem, diyerek içeri daldı.
Elindeki çifteli kırmayı yağlayan ağa, Sultan anayı karşısında görünce, sıkıştılarda oğluna mektep parası istemeye geldi zahar diye düşünmüş ve hayırdır kadın? Diye sormuş. Sultan ana’da bak ağam, benim oğlan ile senin Zeyno anlaşmışlar, ben de Allah’ın emri, Peygamberin kavliyle kızını oğluma istemeye geldim diyince, ağa kaşlarını kaldırıp, elindeki çifte kırmayı çat ettirerek, hazır hale getirip, Sultan anaya doğrultmuş vaziyette, sen ne diyon be kadın! Siiz kim, biz kim, kafayı mı üşüttünüz, kadın olmasan seni ayağımın altına alır çiğnerdim şimdi diye bas bas bağırıyor, kapının eşiğinden babasını duyan Zeyno’nun ise içi içini yiyordu.
Hiddetle ayağa kalkan ağa, eliyle ittire, ittire Sultan anayı konağın merdivenlerine kadar getirip, bu söylediklerini kimseler duymasın, eğer bir yerden kulağıma gelirse, seni de oğlunu da bu köyde barındırmam, şimdi defol git diye gürledi!
Sultan ana merdivenleri daha inmeye başlamadan, ağa Zeynooo diye bas bas bağırmaya başlamış. Korkudan bacakları titreyen Zeyno, efendim babacığım diye cevap vermiş. Ağa ise ne diyor bu kadın, söyledikleri essah mı diye sorunca, evet babacığım, biz birbirimizi çok seviyoruz, ne olursun babacığım bizi birbirimizden ayırma diye yalvarmaya başlayınca, ağa kızına elinin tersiyle bir tokat aşketmiş ki, aşağıdaki uşaklar sesi duyunca, zangır zangır titremeye başladılar.
Ağa mağrur bir edayla, bak kızım; sen benim tek varisimsin, bütün mal mülk benden sonra senin, baldırı cıplak Osman’a mı kaldın sen, yıkıl karşımdan defol, diye bağırmış. İki gözü iki çeşme Zeyno, sevdiğine verdiği sözü yerine getirmek için, akşamın olmasını bekliyormuş. Bir yandan da, sen beni sevdiğimden ayırırsan, ben de başkalarına yar olmam diye, kendi kendine konuştu.
Akşam olunca Zeyno, aşağı ambardan alıp, odasında sakladığı tarım ilacını çıkararak, kapağını açmış ve içebildiği kadar zehiri kafasına dikmesiyle, kanefçe oyalı yatağına yığılıp, kalmış. Akşam sofra hazırlanmış, yemeğe gelmeyen Zeyno’yu çağıralım mı ağam diyen, Perihan bacıya bu gün aç kalsın da, nefesi kokan adamla evlenmeye kalkmak neymiş, diye çağırma der gibi, başını yukarıya doğru kaldırdı.
Sabah odasını temizlemeye giren konağın hizmetçileri, yatakta Zeyno’yu boylu boyunca uzanmış, kaskatı kesilmiş halini görünce çığlık çığlığa bağırarak ağam Zeyno, Zeyno diye odasını göstermişler. Koşarak Zeyno’nun yatak odasına giren ağa, gördüğü manzara karşısında, olduğu yere yığılıp kalmış. Ağaya inme inmiş, ayıktığında ise o benim uyuyan güzelim, onu uyandırmayın ne olur diye peltek peltek konuşuyor, ardından da kendinden geçiyordu.
Kasabadan getirdikleri doktor, ağayı muayene ederken de, vah vah yazııık, koskoca ağa hem felç olmuş, aynı zamanda da aklını yitirmiş diye köy ağzı ile başına toplananlara anlatmaya çalışırken, ağa doktorun eline sarılıp, ellerini öpmeye çalışıyor, içeride benim uyuyan güzelim var, ne olursunuz odaya girmeyin, uyanmasın kızım diye göz yaşı döküyordu.
Allı duvaklı tabutla, köy mezarlığına getirilen Zeyno’ya köyün tüm kızları, delikanlıları ve kadınları ağıtlar yakıyor, Şehmuz ağaya binbir beddualar yapıyorlar.
Osman ise daha doyamadığı sevgilisinin mezarına ektiği karanfilleri severek, “Uyuyan Güzeli”ni hiç bir gün yalnız bırakmıyor…
06.02.2014
Kayıt Tarihi : 7.2.2014 16:09:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!