Uykusuz Girdap Şiiri - Mehmet Akay

Mehmet Akay
7

ŞİİR


0

TAKİPÇİ

Uykusuz Girdap

UYKUSUZ GİRDAP

(Hepimiz bu kentte yenileceğimiz günü beklemek için küçük hikâyeler yaşarız.)

PERDE
1.Pandomim

Gece yarısının ardından bu kent orospu hüznüyle sessizliğe büründü. Neon ışıkları altında çocukları kovulmuş lunaparktan farsız. Bu gece suskundur kent. Otoyol kürtaj olmak isteyen acemi kaltak gibi uzuyor önümde. İşaretli bedeni sokak lambaları aydınlatıyor. Birazdan paslı neşteri savuracağım üzerine. Karanlığın içinden. Sorgulayacağım zamanı. Hangi vardiya dönüşü kerhanenin önüne bırakır adamları. Şafak ağardığında gelecekler metal katarlar içinde. Ben geceleri kahramanlar yaratır, konuşurum. Keyfim kaçtığında bir kral çağırırım en ünlüsü. Karşısında, zırhımı kuşanarak gladyatör olurum. Tarihin intikamını sunarım o’na. Savaşmaya hazırımdır, saatler boyu. Yorgun düştüğümde bir hokkabaz sirkten çıkıp gelmiştir. Bir fahişe dişiliğiyle serpilir bu o’da da. Gergin bir adamımdır gece yarısını ardında, saatli bombadan faksız. Duygularımın taşkınlığı nereden, ne zaman çıkıp geleceğini kestiremem. Bir şeyler yığılır içime, tarifsizlerdir. Bu taşkınlıklar, işte böylesine boktan bir şey. İçime sinmiş gizli bir tümör gibi bedenimin her yanını sardığından, artık her şey için geç kalmışımdır. Yorgun insanları görürüm uykularına teslim olurlarken. Tenha köşelerde fahişeler düzülür, ayaküstü. Jartiyerlerin avuç içinde veya beyaz bir popo üzerinde şaklamasını duyarım. Ardından ıkınan bir boğanın kuzu gibi yıkılışına tanık olurum. Gece yarısının ardından kenttin gerçek sahiplerini görürüm. Bu kentte geceleri fahişeler, pezevenkler, zamparalar, kumarbazlar ve çakallar uyanıktır. Durmaksızın koştururlar ara sokaklarda. Çakal siren sesinin ardına gizlenip gecenin karanlığını yarmaya çalışır. Korkak bir adam olarak tanık olurum gecenin hovardalığına, vardiyaların değişimine ve hırsızların kaçışına. Kenttin aldıklarını geri istemelerine tanık olurum. Er veya geç bütün kentler aldıklarını sunar. Bir toprak gibidirler. Eşelenmeseler, üzerine işenmezse, boklanmasa toprak çoraklaşır. Bütün kentler fahişe tenidir. Bakım ister, şefkat ister, güven ve aşk ister. Bütün fahişeler âşıktır. Bu pansiyon odasında düşük voltajla yanan bir ampul gibi sönmekten kokuyorum. Ansızın bir çift el tıkladı camı. Parmakları steril. Pencereyi açıp, içeri aldım. Duvarda asılı boks eldivenlerini giyindi. Gardımı alarak karşısına çıktım. Eldivenler bir boksörün kıvraklığıyla dans ediyor. Bu meydan okumanın ayartıcılığına boyun eğmemek olanaksızdı. Çıplak ellerimle yumruklardan sakınmaya çalıştım. Ansızın bir aparkat aldım ve koltuğun üzerine düştüm, kıçüstü. Biraz soluklanıp tekrar üzerine yürüdüm, eldivenlerin üzerine. Görünmez bir düşmanla savaşıyorum. Dünyanın en zor işi bu olsa gerek. Bir boksörün görünmez rakibiyle müsabaka yapması kadar zor başka ne olabilir. Eğer boksör yalnız eldivenleri dikkate alarak savunma yaparsa yumruklardan korunur. Oysa maçı kazanmak gerekir. Bunun için eldivenlerin sahipleri aranır. Silahın dışında silahı kullanan önemlidir. Rakibimi haklayamayacağım çok açık. Bir yenilgi birçok zaferden önemli olabilirdi. Son aldığım darbeyle koltuğa bir kez daha düştüm. Ve o gidinceye kalkmadım.

2.Pandomim

Sulu viski kadehini kavradım. Sert içkiler insanı gerdiğini biliyordum. Kadehi zaman geçirmeden dipledim. Ardından bir kadeh daha gerilmek için. Bütün tanrılar ölüyordu. Ben kendin ilan etmiş son tanrıyım, diye söylendiğim de düşman belledim kendimi. Tanrılar inkâr edilmek için yaratılmışlardır. İnkâr ediyorum kendimi. Her inkâr bir ihlaldir. Ve ihlal büyülü bir iksirdir. Ardından perdeyi çekiyorum karanlığın üzerine. Bedenim çıplak bir eros. Bütün duvarlar ayna. Kendimi bir başka bedende görüyorum. Boyalarla aynayı bölüyorum. Renkler birer boşluk yaratarak et parçalarını alıyor içerisine. Her rengin içinde bir parça et. İçinde yüzüyor akvaryum içinde vurgun yemiş bir balık gibi oynak ve asılı. Ardından renkler kımıldıyor harlı alev gibi aynaları yutuyor. Stravinsky dinliyorum. Bedenim kendini inkâr etmiş. Ruhum lime lime savruluyor önümde. O’da birazdan kaybolacak. Üniformamı giyip, dışarı çıktım. Adımlarımın bastığı her yer çöküyor. Gözlerimin ulaştığı her nokta koca bir oyuk gibi açılıyor. Nuh’ un gemisinden atılmış bir isyankâr olarak çırpınıyorum okyanusun ortasında. Ve kızgın dalgalar oyuklardan taşıyor ve gökdelenleri aşıp üzerime kapaklanıyorlar. Bu kent insanı öldürür ama süründürüp öldürür. Anlıyorum alkoliklerin neden alkol düşkünü olduklarını, anlıyorum sert müziğin eşliğinde kafa sallamaları, anlıyorum çılgın kadınların seks düşkünü olduklarını, anlıyorum bir insanın en yakınındakine patlamasını, anlıyorum dostlukların uzun sürede kazanılıp kısa sürede tüketilmesini, anlıyorum aşkların karşılıksız oluşunu, anlıyorum kara sevdanın tarihin bir sayfasına gülmesini, anlıyorum ihtiras ve şehvetin hüsranlı sonunu, anlıyorum insanın bir yere ait olmamasını ve anlıyorum intiharın sol cepte taşınmasını.

3.Pandomim

Arılar gibi doluştuk bu gökdelenlerin 28. katına. Mönü terlerin karşısında kapalı devre programların içinde geziniyoruz. Kırtasiye, cd’ler ve ekranların içinde. İstatistik, istatistik. Klavyelere dokunuyor parmak uçlarım. Makineli tüfek misali intikam almaya çalışıyor. Ofisler kartonpiyer bölmelere ayrılmış. Ağır parfüm kokuları baskın, tiksiniyorum. Saf bir ten kokusu arıyorum. Öğlen çıktığım sokakta. Herkes birbirine benziyor. Elbiseler sanki bir terzi elinden çıkmış. Saçlar bir tek kuaför eli değmiş gibi. Bütün diyaloglar aynı aksan. Yüzleri görüyorum birbirinin kopyası. Asık yüzler yanımdan geziyorlar. Asık yüzler restoranlarda, asık yüzler kâffelerde geceyi benden önce bekliyorlar. Oysa ben fahişeleri arıyorum ara sokaklarda. Çılgın kadınlar mıhlanmışlar tatil dönüşünün ardından bir daha ki tatile kadar. Oysa ben fahişeleri arıyorum işe erken çıktıklarında. Temiz ve samimi görmek için. Gördükleri her nesnede bir hatıra anlatırlar. Hatıralar gerçek zenginliğimizdir. Hatıralar dinlerim usanmadan onlardan. İçleri sevgi, aşk ve güven doludur. Fahişeler gündüz gibidirler. İnsanı içlerinden sıyırırlar. İnsana hayatı bütün olarak yaşatırlar. Hayatın çıplak gerçeğini şaklarlar yüzümüze. Birçok şeyi alır geceye saklarsın. Benim fahişelerim gündüzleri çekmezler kokaini, uyanık olmak zorundadırlar. Çünkü pezevenkleri onlardan uyanıktır. Eğer mevsim kış’sa gündüzleri uzun sevişirler fahişeler. Geceler uzundur ve birçok yalnız ve mutsuz adam vardır sırada. Gündüzler fahişelerin en kutsal oldukları saatlerdir. Gündüzün aydınlığında güvene ihtiyaçları yoktur. Ben sürekli gündüzleri düzüşmek için çıkmışımdır sokaklara. Bir fahişe gibi hayatın bana şans tanıması dileğiyle.

4.Pandomim

Bak bir ihtiyar çıkıyor bu sokaklara, kaldırım taşlarının yerine plastik döşenmiş yüzeye değiyor ayakları, müzede sergilenen muhafazalı fosilleri andıran ağaçların altında soluklanıyor. Bu kentin parlarını terk ediyor, bu kentin mezarlığını arıyor ihtiyar.

5.Pandomim

Bugün fahişelere ruhumu sattım. 45 derecenin üzerinde sıcaklık var dışarıda. Kuşlar buldukları gölgelere sığınmışlar. Kertenkeleler deliklerden çıkarmıyorlar başlarını. Kuşlar buldukları gölgelere pineklemişler. Martılar su için çığlık atıyorlar, leş için değil su için çığlık çığlığa. Klima sonuna kadar açılmış olmasına karşın içerisi cehennemden farksız. Birazdan yanıma bir dişi süzülerek geldi. Uzun ve esmer teniyle Mısır tanrıçalarını andırıyordu. Yüzlerce kızın arasından seçilmiş bir güzellik. O’na nasıl davranacağımı bilemiyordum. Dayanılmaz çekiciliği başımı çoktan döndürmüştü. Yanlış davranarak o’nu ürkütmekten çekiniyordum. Bilgisayarın başına oturmuştu, kırtasiye işlerinin detaylarını öğrenmek için. Göğüslerine eğildim, silikonlu göğüsler. Öylesine güzel ve alımlıydı ki bu güzelliği sayesinde sokağa düşmekten kurtulmuş olacak. Üzerine boca ettiği parfümün keskinliği iliklerime kadar işliyordu. Sanki bir kutu enerji hapı yutmuş gibi sürekli terliyordum. ‘neden terliyorsunuz’ sorusunu işaret diliyle soruyordu. Diğerleri gibi. Bu kentte yalnız ben sesimi kullanabiliyordum. O’na yanıtım; çocukluğumda geçirdiğim bir hastalığın uzantısından terlediğimi söyledim. Herkesten farklı olarak kendimi sesimle ifade etmeme karşın kimsenin bu yeteneğimi fark etmemesini anlayamıyordum. Oysa ne terliyordum, ne’de bir hastalık geçirmiştim. Lenf bezlerim aşırı çalışıyordu ve ağzımdan taşıyordu. Gözünü kapadığında salyaları yüzüme dağıtıyordum. Yıllardır aradığım farklı bir kişiliği bulduğumu sandım. Kartpostallarda unutulmuş melankolik kızların havası vardı. Bir köpekten farksızdım. Salyalarımla onu yalamak istiyordum. Bu duygum sürekli daha da depreşiyordu. Yinede dikkatli olmalıydım. İlk hareket o’ndan gelmeliydi. Bunu bilecek kadar kurnazdım. Cazibesi ve kışkırtıcılığı fantezilerimi zenginleştiriyordu. Kurban olmak istemiyordum. Hem cinslerimin genetik özellikleri olan cinsel haz ve isteğin sınırlarını aşmak istemiyordum. İlk hamlenin ondan gelmesini bekliyordum sabırla. O’nun karşısında İsa olsa bir boğaya dönüşebilirdi. Bir ilişkide ilk hamleyi yapan fazlasıyla yara aldığını biliyordum. Boynunun ağrıdığını bahane ederek masaj yapmamı istedi. Benim için kaçınılmaz fırsattı. Saçlarını topladı ve ellerimin sihrini birazdan hissedecekti. Boynunu yavaş, ritmik ve kibarca okşamaya koyuldum. Gittikçe mayışıyordu. Ruhum parçalara ayrılmış şakağına kenetleniyordu. Ardından diğer uzuvlarım yüzünün üzerinde geziniyordu. Onları dizginleyemiyordum. Bana kalan hiç bir şey yoktu. Her şeyimi yitiriyordum. Bunun zaferini yaşadığının coşkusuyla kendinden geçmişti. İnanılmaz bir şeydi. Birkaç dakikanın ardından yüzünü masanın üzerine yavaşça bırakıverdi. Yerime geçtim. O hala gözlerini kapamadan bana bakıyordu ve hareketsizdi. Birkaç saat öyle kaldı. Bütün bunlara anlam veremiyordum. Kendine geldiğinde beni asla bırakmayacağını işaret diliyle anlatıyordu. Ardından sırtıma atladı. Tuhaflaşmıştı hareketleri. Sırtımdan hiç inmeye niyeti yoktu. Fırsatını yakaladığında bu kâbus tekrarlanıyordu. Doyumsuz haz gibi görüyordu beni. Ağzının bir vajina olduğunu pansiyona döndüğümüzde öğrenecektim. Pansiyona geldiğimizde hala üzerimdeydi. Bol bir ceketi üzerime geçirerek o’nu sokakta diğerlerinden gizlemiştim.

Frankstein kamburundan daha belirgin sırtımla pansiyona geldik. İçeri girdiğimizde sırtımdan inip kanepeye uzandı. Bu durumdan hoşlanmadığımı söylesem de kurtulmamın olanaksızlığından söz etti. Ondan kurtulmalıydım. Düşüncelerimi okuyordu. Bunu anlıyordum. Her sözü aşlında düşündüklerime yanıt içeriyordu. Hava kararmak üzereydi. O’ndan bir an önce kurtulmalıydım. Ama o ısrarla parmaklarımı istiyordu. İhtiyar aklıma geldi. Bu kenttin mezarlığını arıyordu. Oysa bu kentte kimse ölmüyordu. Yaşamak, yaşamak plastik dişilerin, plastik gökdelenlerin, plastik parkların ve plastik, plastik içinde yaşamaktan başka seçenek yoktu. Gece olmuştu ve o’ndan kurtulmanın fırsatını kolluyordum. Düşünce okuma yeteneği olduğu için niyetimi öğrene bilirdi. Bundan dolayı yanındayken o’nun hakkında başka şeyler düşünüyordum. Gece yarınsı geçince yorulduğunu belirtip yatak odasına geçti. Vajinasından pili çıkarıp şifoniyerin üzerine bıraktı. Bana sabah olduğunda yerine takmamı işaret diliyle anlattı. Birkaç saniyenin ardından da kaskatı kaldı. O’nun hakkında birkaç şey daha düşündüm. Hiçbir tepki vermediğinden emin oldum ardından kendi kurgularımı özgürce kurguladım. Öldürmek olanaksızdı. O’nu yok edebilirsem daha özgür olacaktım. En iyi çözümün pili alıp yok etmekti. Pili çelik bir tencereye koyup erittim. Biraz daha rahatlamıştım. Bu plastik dişiyi de bir bavula koyup uzak bir semtte çöp bidonuna bırakmak üzere dışarı sokağa çıktım. O’ndan kurtulmuştum. Pansiyona döndüğümde sabah olmak üzereydi. Gerçek dişileri bulmalıydım. Ne zaman bu pansiyonda zırhsız volta atabilecektim.

6.Pandomim

Anılardan söz edilmediği bu kentten kaçabilecek miydim?

7.Pandomim

Bir gün âşık olacağım kenti bulabilecek miyim ve bir gün öleceğim kentti bulabilecek miyim? Ve bir gün bütün bunlar için geç kalmadığımı duyuracak ulakla tanışacak mıyım?

8.Pandomim

Ofisteyim. Bugün kimseyle görüşmek istemiyorum. Hiçbir misafiri kabul etmeyeceğim. Kendimle kalmak istiyorum. İçimdeki ikinci adamı haklamak istiyorum. Ve bekleyeceğim o’nu. Bir insanın başına gelebilecek en kötü şeyin bu olduğunu bilerek bekleyeceğim. Ofiste bulunan yapma çiçekleri izliyorum. Canlı renklere boyanmış çiçekler ölü bedenlerden farsız görünüyorlar. Radyoyu açıyorum mezzosoprano bir sesten dokunaklı bir arya dinliyorum. Jalûzileri çekiyorum, dışarısı içerde. Yukardan caddeyi izliyorum. Burasını yalnızlığı yaşayacağım bir yer olarak kiralamıştım. Rahatça cadde de gelip-geçenleri izliyordum. Her defasında birbirlerine benzediklerini yeniden keşfediyordum. Bu bana onlardan hala farklı olduğumu gösteriyordu. Aynı yürüyüşler, aynı soluk alışlar ve farklı yüzler görüyorum. Ama hepsinin yüzü asıktı. Birbirlerine öfke duyuyorlar. Pencereden uzaklaşıp aryanın büyüsüne kendimi açıyorum. Pencereden boks eldiveni giyinmiş bir çift el içeri giriyor. Savaşmak istemiyorum. Gardını almış bana meydan okuyordu. ‘Hayır, seninle dövüşmek istemiyorum’, dedim. Üzerime geldi. Gitmesini istedim, benim çağırdığımı anlatmaya çalışıyordu. Yerimden kalktığımda yumruklarını sallıyordu yüzüme doğru. Kum çuvalından farsızdım. ‘Allahın cezası sana el kaldırmayacağım, seninle dövüşmeyeceğim! ’ diyerek sesimi yükseltim, aldırış etmedi. Ofisin köşelerine kaçıyordum ama beni hemencecik kıstırıyordu. Acımasız yumruklarını peşi sıra yüzümün ortasına doğru indiriyordu. Üstüm başım kan olmuştu. Acımıyordu bana. Ondan kurtulmak istiyordum. Bu olanaksız görünüyordu. Nihayet çekmecede zulaladığım Çek 16 silahım aklıma gelmişti. Çekmeceye doğru koşup silahı kaptım ve o’na doğrultup ateşledim. Eldivenlerin ikisinde de kocaman delikler açılmıştı. Yere yığıldılar. Ardından insanlar doluştu ofise. Aralarından biri ‘Allahın cezası bu herim yine çıldırmış olacak.’ Anlamına gelen işaretler ederek diğerlerini uyarıyordu. Gerçekten kurşunları sıkmıştım ama sehpaya nişan alarak. Onlara katil eldivenlerden söz etmeme karşın inandıramadım. Sehpa elek gibi delik deşik olmuştu. Birazdan aynasızlar gelecek ve beni götüreceklerdi.

9.Pandomim

Bu kentin her dairesi bir sığınaktan farsızdı. Çelik kapılara üst üste kilitler takılmıştı. İçeride korku ve belirsizlik hâkimdi. Birbirlerine simetrik gökdelenler sanki yeryüzünden kopmak istiyorlardı. Bu kent göğe asılıydı. Shakspeare’i anlıyordum bunca yılın ardından. Zamanında konu edinecek hayatları sonelerinde söz etmişti. Bu sonelerde insan ruhunun kurnazlığa, entrikaya, hırsa, kine ve şehvet düşkünlüğüne nasıl yenik düşüldüğünü anlatmıştı. Bu sığınaklar küçük saraylardan farsızdırlar. Geceler öylesine sessiz ve siliktirler ki yalnız ertesi güne hazırlıklarını yapmaktan başka bir şey düşünmeyen canlılar yaşarlar. Tatil günleri bir aldatmacadır o’nlar için. Shakspeare yaşasaydı bu oyunu bozmak en büyük uğraşısı olurdu. İnsanlara birbirleri ile didişmenin anlamı olmadığını, önemli olanın insanın kendisiyle hesaplaşmasını önerir idi. Çünkü kendi zamanında her hangi bir tarafın kazanmadığını, kazananın saray olduğunu defalarca söz etmişti. İşte bu gökdelenlere yuvalanmış sığınaklarda her zaman kazanan taraf olur terk edilmediği sürece.


2. Perde

1.Pandomim

Sokak duvarların üzerine işlenmiş taşkınlıkların izini sürmek için yürüdüm. Geçmiş çağlarda yitirilmiş ayyaşlar duvarlara zamklanmış, yalnız ve oynak çizgilerin içinden uzanıyorlar bana. Helen Sofistleri meydanda konuşurlar ve kuytu bir köşede düzüşürler. Dedikodularını dinlerim. Onlara karşı çıkılmadığı sürece zararsızlardır. Herkesten saklanan soruları duyarım. Tarihe kulak kabartırım. Duvarlar insan gibidirler. Duvarlar konuşan bir aynadırlar. Karşısına geçtiğimde kendimi görürüm. Fazlalıklarımı üzerimden atarlar. Bir ustat üflüyor ney’ni çizgilerin yanıbaşında. Adımlarım ölü bedenlere doğru yürüyor. Ney yanık sesiyle yenik düşürüyor beni. Bu sokaklar birbirlerine benzer. Bu duvarlar bildik nakaratlara soluk taşırlar. Hepsini tanırım. Çünkü onlar duvara kazınmışlardır. Çünkü onlar her çağda yalnız kalmış isyanları gizlerler. Çünkü onlar bakirelerin cazibelerine yapılan hoyrat saldırıları ve biriktirdikleri öfkeleri saklarlar. Duvarlarda genç ölüler vardır. Kısa hayatlarını kahramanlıklar süslemiştir. Duvarlar sorular ister herkesten. Duvarlar görmek istediklerimizi afişler. Etrafına daire çizilerek hapsedilen yezit gibi esir düşerim karşısında. Yanımda koşturanlardan biri çıksa, uzatsa elini vereceğim esaretimi. Oysa umursamıyorlar beni.

— Bayım, bayım bir dakika! Bakar mısınız?
— (…………...…………………………….)
— Bayan, siz lütfen bakar mısınız?
— (…………………………………………)
— Beni duyan yok mu?
— (…………………………………………)
— Beni görmüyor musunuz?
— (…………………………………………)
— Hey! Size söylüyorum, lütfen yardım ediniz.
— (…………………………………………)
— Bakın içine hapsedildiğim daireden çıkamıyorum. Dışarıya adım adım atamıyorum. Buradan çıkmak istiyorum. Lütfen, lütfen bana yardım ediniz.
— (…………………………………………)
— Eğer bana dokunmak isterseniz üzerime yansıyan bu ışığın kaynağını kesmek için bir şeyler yapın. O zaman üzerimdeki bu daire kalkacak ve dışarı çıkabileceğim. Sizin gibi yürüyebileceğim. Sizin gibi durup dinleyebileceğim bir başkasını. Ve mesai saatlerini yaşayacağım suskun ve boyun eğerek.
— (…………………………………………)
Bakın duymaya başladınız beni. Kulak kabartıyorsunuz bana. Birde şu duvara bakın. Gözlerinizi o’nun üzerine kenetleyin. Oysa sizler yalnızca beni dinlemekle yetiniyorsunuz. Bu yeterli değil. Hortlak görmüş gibi bakmayın bana. Görüyor musunuz; şu duvarın soluk yüzünün uzayıp gitmesini. Vicdanlarımız asılı burada. Anılarımız, kaybettiklerimiz var üzerinde.
— (…………………………………………)
— Of! of! of! ! !
— (………………………………………)
— Peki, sizden daha basit bir şey istesem.
— (………………………………………)
— Gelin, çekinmeyin yanımda durmaktan. Benim gördüklerimi sizde görün. Bakın şu duvar üzerine görmeniz gereken çizgiler vardır. Görmüyor musunuz? Yaklaşın, bakın. Hepsi hareketliler. Bize çok şey anlatmak istiyorlar. Farkına varırsanız sorular sormak zorunda kalacaksınız. Üzerinizdeki fazlalıklardan kurtulacak, içinize gömdüğünüz vicdanınız dışarı taşacak. Üfleyin vicdanınıza, o közleşecek ve ardından alevlenecek. Bu duvarda kaybettiğiniz yüzü göreceksiniz. Duvardaki çizgiler kazınacak yüzünüze. Bir ışık huzmesi üzerinize yansıyacak. Yalnızlığınız esir düşecek. Benim gibi sesleneceksiniz tarihten aldığınız cesaretle. Diğerlerine seslenmekten başka yol kalmadığını anlayacaksınız.
— (……………………………………..)
— Lütfen, hiç olmazsa yanımda durun ve izleyin şu görkemli duvarı.
— (……………………………………..)
— Yo… Yo… Işığa değil duvara bakın. Işık duvarın üzerinde. Elinizi çabuk tutun. Duvarlar ayna gibidir. Ancak size sunduğunu görürsünüz. Lütfen acele edin, ışık zayıflıyor, gücünü yitiriyor. Anlamıyor musunuz, alın size sunduklarını. Yo… Yo… Işık sönüyor… Işık sönüyor… Ve söndü. Beni de içine alarak…

2. Pandomim

Kalabalığı seviyordum. Karınca sürülerine benziyorlardı. Durmaksızın yürüyorlardı. Düzenliydiler ve kargaşaya pirim tanımıyorlardı. Onların içinde kendimi karıncadan farsız hissediyordum. Ama uzun süre aralarında kalmam beni kendilerine benzeteceklerinden emindim. Aralarından biri üzerime basarak şahsiyetimi ezebilirdi. Bu durumda en iyi çare insanların seyrekleştiği, terk ettikleri ara sokaklara dalmaktır. 191. sokağa bu yüzden daldım. Kendi derinliğimi yakalamak üzere… Pek az insan bu tercihi kullanır. Bu tercihi fark edecek kadar kalabalığın içinde kalmıştım. Sigara paketinden bir adet sigara çıkardım ve keyifle tüttürdüm. İçime derin bir nefes çekip bırakıverdim gökyüzüne doğru. Kızılderililerden farsızdım. Savaşa hâkim bir reis gibi kazanılacak zaferden emin olarak kutlamaya hazırdım.
Gökyüzüne saldığım duman eski hayatlara nispet edercesine tepemden uzaklaşıyorlardı. Yerden yankılanan adımların seslerini dinliyordum. Ve başka şeyleri de. Dinlemek ve düşünmek gerçekten insani bir durum olduğunu kavrıyordum. Hayvanlardan beni ayrı bir canlı türü olduğumu anımsattığından Tanrı’ya şükrediyordum. Kendi Tanrıma. Hiç kimseyle paylaşmak istemediğim Tanrı’ma. Küçük kafenin boş bir masasına sessizce ve kıvrak iliştim. Enerjiye ihtiyacım vardı. Onu biriktirmeliydim. Hava sıcaktı ve serinlemek istiyordum. Garson beni önceden fark etmiş olacak ki çok geçmeden adisyon elinde tepemde dikilmişti. Buzlu ve limonlu votka söyledim, yanında birde kamış. İçimi kolaylaştırmak için. Sokağı bir süre izledim. Sakinlik gerçekten de ayrıntıları ele veriyordu.

3.Pandomim

Kalabalıkların içinde olmanın da bir yararı yok. Hiç kimse benim ile konuşmuyor. Birkaç dakikalık dikkat çekebilmenin ötesinde elim boş dönüyor. Daireme dönmeliyim, küçük daireme. Bilgisayarımın karşısına geçtiğimde web sitelerini gezmeye başlamıştım. Sokakta bulamadığım her şey burada sergileniyordu. Kendimi semt pazarında bir müşteriden farsız hissetmiyordum. Sonsuza bırakılan diyaloglar en hızlı şekilde gözlerimin önünde akıp gidiyordu. Diyaloglar artık yazıyla kuruluyordu. Sözlü her hangi bir anlatım denenmiyordu. Tek yol yazı ve o’na can veren harflerdi. İnsanlar birbirlerini görmüyor, gerçek kimliklerinin dışında bir kimlikle diyalog kuruyorlardı. Bazıları kendilerini görüntülerseler de sanki gerçek değilmişler gibi duruyorlardı mönütörün karşısında. Yazıların kaynağını bulmak önemini kaybediyordu. Yalnız yazı gerçeğin kendisi oluyordu. Yazılar gerçeğin maskeli balosunda sahneye çıkmışlardı çoktan. Beni umutlandıran bu mönütörün ekranında okuduklarımdı. Yalnızlık, öfke, tutkuya aç sözcükler önümde uzayıp gidiyorlardı. Duvarlardaki çizgiler gibi. Sokaktan kovulan hayatlar burada sere serpeydi. O’nlara yazdım; bana yalnızlığımı vermeyin, diye. Diyaloglar derinleştikçe farklılığımız ortaya çıkıyordu. Ve samimiyet. Yanıtlar ardı ardına sıralanıyordu; yalnız değilsin, bizden birisin v.b, diye. Oysa her sözcük ve harf ruhunu yitiriyordu çok geçmeden. Gerçek duygunun ne olduğunu ayırt etmek zorlaşıyordu. Oysa her şeyi ele veren cümlelerdi. Bir nesneden farksızlardı. Klavyede hoplayan parmaklara can vermeye çalışsa da bu imkânsız görünüyordu. Çünkü ölü hayatlar ancak kurgularla yaşatılabilinirdi. Ben kurgulardan kaçan bir adamdım. Yaşamayı bedenim ile birlikte düşünen biriydim. Bundan dolayı sokaklara dönüşü savunuyordum. Onlarsa bir tabut gibi içine düşmemi istiyorlardı.

4.Pandomim

Nick anladım, anladım moruk! Ödeyeceğim bu çöplüğün bedelini, dedim. (Balkonsuz, ölü bir perdenin örttüğü ve bir şilteden başka çekiciliği olmayan çöplüğün.) Yapacak pek bir şey olmadığından buraya gelip saatlerce hayal kuruyordum. Bazen Nick’e kızıp hayatımda değişiklikler yapıyordum: Kes sesini ödeyeceğim bu çöplüğün bedelini, diyerek. Kırkbeşinci yaşgünümde eski sevgililerimden en yaşlısı beni bulmuştu. Şaşırdım o’nu gördüğümde. O’ndan önceki sevgilimden almıştı adresimi. Yeni şeyler yaşamak için gözden geçirdiği besbelliydi eski defterleri. Elinde bir nargileyle girdi odaya: Ağam ne kadar özgürsün, dedi. O’ndan sürekli nefret etmiştim. Kıllı kıçından değil, söylediklerinden. Her defasında midem ağzıma gelirdi. O’nu uyarırdım ama beni dinlemeyip her şeyi bok ederdi. Yine bok etmek için giriyordu hayatıma. Yenilmeyi hiç düşünmeden yaşıyordum. Zırhını giyinmeyi unutan Donkişot’tan farsızdım. Ve berbat görünecek kadar da güçsüzdüm. Kokuyordum, sidik ve ter kokusu karışımı gibi bir şey. Birkaç aydır günboyu yürüyüşlerimi ısrarla yineleyerek yatıştırmayı düşünüyordum öfkemi. Odaya geri döndüğümde her defasında Tanrı’nın belası genç hatunu buluyordum karşımda. Benden daha temiz, bakımlı ve örgütlü görünüyordu. Oysa açtı, öğrencilerin ve işsizlerin kaderi bu olsa gerek. Ailesinden para gelmiyordu. Çaldıklarımı yiyordu, bana tapıyordu bolluk günlerinde. Bilgisayarımı ve işimi kaybetmiştim. Uyumsuzluğuma yenik düşmüştüm. Geçimsiz bir adamdım. Yine de içimin çıkması edindiğim en kutsal alışkanlığımdı. Elimde kalan tek hazinemdi. Bir gece Nick bize geldiğinde çok iyi davranıyordu. Umduğumdan daha insancıl gözüküyordu. İyilik prensi gibiydi. Nick sıkı içiciydi, o’na ayak uydurmakta güçlük çekiyordum. Alkolün etkisiyle birbirimize dolanmıştık. Solucanlar gibiydik. Hatunu sahiplenecek gücüm kalmamıştı. Dışarı çıkıp birkaç şişe viski almamı istedi Nick. Kaygılarımı içime atarak dışarı çıktım. Geri döndüğümde oda da kimseler yoktu. Hüzün kaplamıştı odayı. Kederle sabahı bekledim. Hatun gün ağarmadan yanıma geldi. Pislik içinde şiltenin ucuna kıvrıldı. İlk defa o’nu böyle görüyordum. Kaygılarım gerçek oluyordu. Kimse kimseye benzemiyordu, kendime benzemiyordum. Kokuyordum; sidik ve ter kokusu karışımı. Tiksiniyordum her şeyden. Yenilgiyi bir defa tadıp tekrar yenilen insanlardan da. Nick üç-dört gün arayla kapıya dayanıyordu artık. Hatunumu soruyordu, kirayı geciktirdiğimde hatunu benden isteyen bakışları sıçıyordu üzerime. Her şeyi terk etmek üzere üçbinsekizyüztonluk teneke yığınıyla limandan ayrıldım. Kent ışıkları gözden kayboluncaya dek güvertede bekledim. Anılarım, hırçınlığım, odam, işim, aynasızlar ve Nick ufukta denize gömülüyordu. Benim miskin hatunumda yanlarında. Denizi izliyordum, yorgunluk içinde. Şapka çıkarmayı hak ediyordu kuşkusuz. Önümde uzayan mavilik huzur veriyordu bana. İçine gömdüğü hayatla. Oysa gece kim bilebilirdi bu suskunluğun ardından çıldıracak olan dalgaları, ölümü düşünmenin lüks sayıldığını, bu koca teneke yığının güvenliği için dua edenler ile birlikte suskun bekleyecektim hırçın dalgaların sonunu. Dalgalar yalnızlığımı bana bırakıp çekileceklerdi okyanusun derinliklerine. Odalar tıpatıp aynısı; okyanusun içinde, tepede veya her hangi bir kavşaktakine benzer. Günü geldiğinde bitiverir kapı önünde Nick gibi bir münasebetsiz, çılgın bir hatun ve intikam hırsıyla dolu bir aynasız. Yine de denizin dibini boylamalarını görmek inanın keyif verici.

5.Pandomim

Üşüyordum ve soluklanacak bir yer arıyordum. Günortasında rahatı ve huzuru bulacağım barlar henüz açılmamıştı. Asabi adımlarımı gizleyerek yürüyordum Kani sokağında. Önümde, yanımda yürüyen dişiler ve erkekler asabiliğimi hissedercesine gözlerini üzerimden ayırmıyorlardı. Oysa kendimi ikna etmiştim. Asla o’nalardan biri olmayacaktım. Başımı öne doğru eğip adımlarımı izledim, çelimsiz ve dışa doğru savrulan adımlarımı. Sokağa paralel vitrinler gözüme ilişiyordu. Kendimi izlemeye koyuldum. Sonsuzluğun içinde kendimi gördüm. Kar gökyüzünden süzülerek üzerime konuyordu, güvercin sıçması kadar cüretkâr. Paltomun içinden korkak ve yenik bakışlarımı vitrine dikmiştim. Güzel kadınların çirkin erkekleri, çirkin kadınların yakışıklı adamları neden tercih ettiklerini düşündüm. Kalabalığa dönüp o’nları izledim. Umursamaz yüzlerce adımın önümden kayıp sonsuzluğa karıştığını izledim. O’nların içinde dayanaklığımı yitireceğimi bilmeme karşın aralarına karıştım. Herkesin sonsuzluğa bırakacağı bir hikâyesi vardı ve ben kendi hikâyemi sonsuzluğa çoktan bırakmıştım. Kalabalıklar kıyma makinesi gibi içine aldığını unufak öğütecekti biraz daha kalırsam içlerinde bende öğütülecektim. Nihayet açık bir bar bulmuştum. Zemin katta bulunan bu üçüncü sınıf bara caddeden hemen ayrılan merdivenden aşağı inip, ulaştım. Kendime bir masa seçtim. Barmen kızdan bir tekila istedim. Kız güzel değildi ama körpeydi. Ve klâslığını keşfetmekte zorlanmamıştım. Hemencecik içkimi getirdi. Adamı hemen çarpan cinsten. Hayata benziyordu; acımasız ve sarsıcıydı sert içkiler. Sonu meçhul olsa da en sağlam terapinin alkol alınarak yapıldığından kuşku duymuyordum. Bunun için bu zıkkıma ihtiyaç duyuyordum. Bütün taşkınlıklarımı dışarıya açabiliyordum. Anımsamanın ve unutmanın insana özgü meziyetler olduğunu keşfediyordum. Doğum ve ölümü aynı anda yaşatıyordu bana. Bar tıklım tıklım dolmuştu. Kalabalık hızlı punk müziğin eşliğinde dans ediyordu. Ortak heyecan birbirlerine benzetiyorlardı. Kişilikleri siliniyordu. Bu tür müziği bazen dinliyordum. Dünyanın değişebileceğini bana anımsatıyordu. Oysa klasik müzik dinlemeyi tercih ederdim. Bu saatler de hiçbir bar bu müziği çalmıyordu. Aydınlar yarattıkları kendi mekânlarında dinliyorlardı. Saraydan kovulmuş ama küçük saraylara hapis edilmişti. Bundan hoşlanmıyordum. Özellikle modern klasik müziği dinlerken insanlar kendi kişiliklerini ortaya koyarlar. Herkesin algı düzeyi farklılaşır. İşte ben bundan dolayı bu müziği seviyorum. Kalabalık son nefeslerini vermek üzereydiler sanki. İnanılmaz yakınlık duymaya başlamıştım. Ayartıya yeniliyordum, gücümü yitiriyordum. Ölüyordum. Ölmek üzereyken gücümü toplayıp son bir hamleyle dışarı attım kedimi. Sessizliğe koştum. Ara sokaklarda yalnızlığımı aradım. Gece sessizliğine önce gölgem içeri giriyor ardından da ayak seslerim. Perdeleri ardına kadar çekilmiş daireler geceye küskünler. Oysa ben geceye açılan pencereleri aradım. Röntgenci merağı içinde değildim. Yalnız gece ile barışık pencereleri arıyordum. Sokağın hemen başındaki binada çıplak bir adam kadının üzerinde tepiniyordu. Hırçın adamı anlayabiliyordum. Kadını arkadan kavramış durmaksızın abanıyordu. Kuşkusuz aşk ve şehvet istiyordu. Her hamle karşılığını buluyordu. İnanılmaz bir uyum gözüküyordu. Benim o’nlarla sağladığım uyum gibi. Çok geçmeden adam raydan çıkan bir tren gibi yana devrildi. Bir tiyatro finali gibi hafızama kazındı. Bütün oyunlar gerçeğe dönüşmüyor muydu oyuncusu olduğu sürece. Her hayat oyuncusu olduğu sürece vardır. Onun için ben saklambaç oynarım çocukluğumdan buyana. Bir varım, bir yokum kalabalıkta. Bir varım, bir yokum bu kentte. Kalabalığı susturdum bugün benim sessizliğime gömüldüler. Hava kararmak üzereyken… Kalabalıklar toplu mezar gibidir. Gömülmek için erken erken, diye haykırır çekilirim yalnızlığıma. Ben rahatı ve huzuru günortasında bulacağım barlara giderim kalabalıklar sökün etmeden.

6.Pandomim

Bugün bu kentte haykırmak istiyorum. Bütün kentlerin birbirine benzediğini söylemek için. Sahile dönük bankların yanından geçiyorum. Üzerinden atlamam gerektiği söylenen o koca tel örülü çitten dönerek. Uçkur düşkünü huyumdan da vazgeçtim. 0’nu sevdiğim o sınırdan. Bu bankların birinde oturup seyrederim ufku: küçük dalgalar kırılır, iner yosun tutmuş kayaların eteğine doğru ve bir koku yayılır. Hastalıklar kentinde istemem esrarı, istemem puştluğu. Oysa küçük dalgalar o’nları üst üste koy diyor. Ben bu söylenceyle büyüdüm kentin arka sokaklarında. Tombalacılarla ettiğim sohbetlerde, nara sesi dinmeyen apartman katlarında bu söylenceyi dinlemeli. Bir deli gibi inmeli sahile, kentin sahilden görüldüğünü o’nlar bilir. Bütün vitrinler caddeye neden dönükse kentin vitrinini ben de döndürdüm sahile. Gece yarısının ardından kırık bankların üzerinde adil koklaşan çiftlerin kaç tanesi bekâr, kaç tanesi onsekiz yaşını doldurmuş, kaç tanesi fahişe sormamalı insan kendine. Bu hayatın natürel güzelliğini yemeli. İster yukardan, ister aşağıdan veya her ikisini birden bir obur misali bol kepçe bakılmalı tadına, hayallerimizi yitirmeden. Bütün kentlerde hayal kurmaya devam demek için tatmalı. Elimizde yalnız o sihirli sözcük kaldı: hayal. Martılar tanıklıkta neden ısrarcı olduklarını bilmeliyiz gündüzlere, martılar geldiler bizden önce hayallerle bu kentte. Ben hayalimi kaybetmedim. Kentin sahilden görüldüğüne inanırım. O’nun için sahili olan kentler seçtim, bankları olan sahili. Sahilde kırık banklar aradım. Üzerine kurulduğumda bir sahne mevziiye dönüşür. Zabıta korkusu altında sürüp-giden oyunların gölgesinde hayallerin izlerini sürerim. Bir fırıncı ustası kaç ekmek çıkarır günde. O cehennem sıcaklığı karşısında, ne kadar kalori tüketir ve kaç kişi minnettar kaldığını söyler. Fırıncı ustaları geceleri çalıştıkları bilinir, müstehcen işler için sanılmasın. Gündüzleri uyudukları söylense de o’nlar sokak aralarında kovalarlar serçe yuvalarını. En sevdiğim sanatçı fırıncı ustaları olmuştur. Çünkü, karnımı onlar doyurur. En sevdiğim ressamlar boksörlerdir bir de sokak kavgacıları. Çünkü, en iyi benzeten onlardır. İşini bilen simsar başkalarının sırtından geçinmeyi bilendir. Bunlar büyük patronlardan doğar. Çünkü, başkalarının sırtından geçinmeyi yalnız o’nlar bilir. Fabrikatör, sihirbaz politikacılardan hiç dostum olmadı. Askerleri ve aynasızları da sevmem. Bana oldukça düzenli görünürler. İmrendiğim erkekler oyunbozanladır. İçip içip avlulara kusarlar dedikodularıyla. En sevdiğim kadınlar sadık olanıdır. Aldatmayan kadından sözetmiyorum. İyi uçuşu unutmayan kadınlardan sözediyorum. Bu kentin oyununu bozacak sihirli kraliçe o’nlardan çıkacağını biliyorum.

7.Pandomi

Aşktan da erken bıkan tarafta olmuşumdur. Aşkta sınır yok, diyen transseksüel vazelin ile bir tünele çanak tuttuğunda bir aşk derinleşip, doğuyordur. Nadir karşılaştıydım eliyle beni aşk yuvasına alan ardından aşkta sınır yok diyenlerin saçlarını çektirdiklerinde anutsa katil ilan edildiğim. Oysa bu aşkları ne çok sevdiydim: kaba ve kuduruk dense de şehvetin unutulduğu yerde füsun kıyısında çırpınırken. Füsun kalabalıklarla yapılır. İnanmayan gölgelere sorsun. O’nlar gerçeği benden daha iyi anlatacaklardır.

8.Pandomim

Doğru bir hayat olsa doğru yaşarım, yabancısı olduğum kentlerde kime adres sorsam: dost doğru yürüyün karşınıza çıkacak, dendiği yer kadar yakın olduğunu bilirim doğru hayatın. Oysa hayat yanlış olduğundan yanlış yaşarım.

9.Pandomim

Bu kentin uykusuz girdabı salıverme beni. Hastalıklar kentinde acı bana, acı bu haylaz herife. Dışarıda zıpzıp yapar ürkütürüm kalabalıkları. Oysa kediler beni sever; sicim misali yağan yağmurda sırılsıklam ıslanıp miyavlayanı. Bende sürekli ıslanırım, herkes yağmurdan kaçarken ben altına girerim. Haylazlık günlerimi anımsatır. O gün sarhoşlar davet etmişlerdir beni izbe bir sokağa. Barın girişinde duman olurum. Acı bana uykusuz girdap! Benim yakacak kimsem yok artık, kendimden başka. Ne olur uykusuz girdap beni salıverme. Gayri dışarıdaki hayat rutubetli.

10.Pandomim

Bir hatun belirdi önümde; kırmızı dudaklı, ananas göğüslü. Süzüle verdim yanına. Kenevirin sevdiği esinti ile damlalar bıraktım mor, kırmızı ve beyaz mermerler üstüne. Yürümek istedim kordonboyu el ele tutuşup. Sahili olan bu kentte: ışıklı lunaparkları, tecrit odalarında işi bitirilip salıverilen alkolikleri, fiyakalı elbiselerini yırtığım zibidileri, ucuz kuaför salonlarını ve kendimi keşfettiğim berber salonlarını göstermek istedim hatuna. Birde rayları saymalı kentin altını üstüne getiren, kadavramı taşıyan rayları, enfiyesi tükenen kentte tiner çeken çelimsiz adamları olan ve giriş kapısında:

ŞAİRLERE, KÖPEKLERE VE PATRONLARA YASAK YAZILAN!

Mehmet Akay
Kayıt Tarihi : 1.12.2005 12:47:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Mehmet Akay