Uykulu Bataklık-veya-Orkid Yanaklı Kızlar

Mehmed Sarı
620

ŞİİR


8

TAKİPÇİ

Uykulu Bataklık-veya-Orkid Yanaklı Kızlar

Uykulu bataklık
veya
orkid yanaklı kızlar

Uyandım sabahınan,
Bozuk bir orkestradan
çok daha bozuk ve berbat
bir dinleti sunmaktaydı
bıktıran
bütün duyularını insanın,
ve pişmanlık getirten
kulak dokularından
ahengsiz, akortsuz
sabah cıvıltıları kuşların...

Yeni atmıştı şafak,
Yıldızlar eriyip yavaş yavaş
Dağlar kaldırarak sisler otasından başını
Işıyordu ortalık uyuşarak...

Ağır bir koku geliyordu bataklıktan
toplumsal bir yara gibi bunaltıcı,
derin bir yoksulluk gibi ağır,
nefes yollarımıza barikat kuran...

Pirinç tarlaları ötelerde
uzar gider yollar boyu,
Çeltikler yeni göğermedeler daha
çamur deryasında debelenerek
ve bebeler gibi emerek
sıtma yüklü sıcak suyu...

Muzların tepesinde
ufak tefek salkımcıklar,
Hintcevizleri dökülmüş patikaya
İçleri boş biliyorum
süt vermez oldu çoktan
güneşin altında
şehvetle gerinen toprağın
küheylan kısraklar
gibi büyüttüğü ağaçlar...

Kızarıyor gün doğumu
ağır ve bunaltıcı olacak hava,
Buhar kalkıyor bataklıktan
ve sesler geliyor
hiç bir anlam veremediğim
vank vank öten
bir bilmece gibi derin kuyulardan.

Daha güneş doğmadan
alıp başını gidiyor kuşlar
bırakıp yerinde tüneklerini
çeltik göleklerine,
Ve yaprakları toz- çamur içinde kalan
dipsiz cangılların derinliklerine...

Soyundu dağ sislerinden,
Habire yükselmekte güneş
ala bulutlu gökte,
Yaka yaka aşağıdakileri
kirli ve tozlu
ve egzozlu şehirlerin
kalabalık ve havasız caddelerinde.

Bir garip uyuşukluk çökmekte yere
bir garip uyuşukluk kahreden gönlü,
Morfin ağusuyla kurutan kanı damarda,
Uyuşukluğa kurban gitmiş insanların
uyuşuk yaşamları üstüne.

Güneş gökte üç mızrak boyu
Buharlaşıp gitti serinliği sabahların,
Çeltik tarlaları kuşatıyor iki yandan
önümde uzanan tozlu yolu.

Soluyor yeşili yavaşça mango yapraklarının,
Koyu cangıl gölgelerinde uyukluyor kuşlar,
Kanallarda kurbağa
kaplumbağa
ve balıklar,
Kangren yeşili bir örtüdür
kaplamış yüzünü akıntısız suların
Sinek bulutu göğü kanalların
sıtma cenneti eni- boyu sınırsız
ve elleri belli
yanık tenli
gönülleri güneşli insanlar,
Beni çocukluğuma götürür durmaksızın
önümsıra uzanan tozlu yollar.....

Yıkık dökük
eski- püskü evleri
ve çamaşırları ve lastik papuçları
ve atları- arabaları ve bisikletleri
yaşam koşusunun sürünen ayaklarının
dökülmüşler paramparça,
serpilmişler perakende
uyku seli gözleriyle
serilmişler sokaklara...
Sokaklarda aşçılar
sokaklarda aç insanlar,
Alıcılar ve satıcılar sokaklarda,
Ve sokak etleri
sokakların ana dallarında,
Sokaklar çırılçıplak yatıyorlar
sasılı evlerin yatak odalarında...

Ve pek çok daha,
durumlar vardır aklı beyinden kovan,
Ölüm gibi oturan gözbebeklerine insanın
Düşman gibi kovalayan kendi kendini
hançeri içine saplı bu sessiz toplumda.

Bir kanayan derttir
izaha gelmez manzarası
Bir ağulu duman çöker çöl kafalara
altın işlemeli manastırlarda
kutsal tütsülerden,
Gaibe yatırılmıştır
2550 yıldır
bu yoksul toplumun yoğu varı,
Her göze gelişte
yüreğime bir top ateş bırakır
çöplük görünümlü şehirlerde
manastırların şatafatı.

Egemenlerin fikrine benzer
şehirlerinin görünümleri de,
orkid yanaklı kızların gülücükleriyle
açılır kapılar hep sıcacık yarınlara,
Orkid yanaklı kızlar gibi gülümser
hayalimize yerleşen düşlerimiz.
Soyutlanmış bir görüntüdür yaşam
madalyonun renkli yanında,
Eskimişlik tokatlar gözlerimi
öteki yüzün karanlığında
beton yığını yapılardan.

Ve bir sıkıntı basar yürreğimin dört yanını
dökülmüşlük saltanatı teneke barakalardan.

Sürünür kaldırımlarda doktorsuzluk
sürünür ilaçsızlık,
Kanayarak bekler yaşam gelecek günleri,
Evsizlik sürünür
emeksizlik,
İşyeri kapılarında karın açlığına
can çekişir yaşamın bütün hücreleri.

Oysa 24 saat zevki alem bir yerlerde
Kalbur üstü bir azınlık güruhun
saray ve sayfiyelerinde,
Ve gün boyu koşturur karınca kızlar
ertesi sabahı karşılayabilmek uğruna
elleriyle
dilleriyle
belleriyle
............

Oysa 24 saat bir yerlerde
zehir zıkkım bir debdebe,
Çullanarak
aşırtılmış değerlerin üstüne,
Geğirir bir kocaman hazımsızlık
karışarak
açlıktan sancıyan karınların gürültüsüne.

Her yüz kişiden doksanı
sabahın köründen
karanlığa kadar
sürünürken güneşin altında,
Erirken çarkların arasında,
Cebi IMF finansmanlı
boynu Washington tasmalı
yüzde on
yaşar gün ortasından
şafağın kapısına dek
zevki alem içinde tepinerek
sefalet kuşatması şehirlerin ortasında...

Her ayak basışımda
bu sıcak topraklara yeniden
Ve her nedense
kendiliğinden
dökülür hayallerim ince bir imbikten,
O, otantik
o, erotik
o, rengarenk
güzellikler içinde yüzen masal ülkelerim
gençlik yıllarımdan buyana sürüp gelen...

Ve uzun uzadıya
gece demez, gündüz demez
düşünür, düşünür dururum,
Ellerim pirince gitmez
düşlerle gerçeği yüzleştirir uğunurum.

Gerçekler alıp gitmiştir başını
hayaller kalmıştır yaya,
Parçalanır ezik yüreğim
Dökülür umutlarım
kör bir masal kuyusuna...

Fışkırırdı çimen gibi yerden
hayal yolculuklarında bir zamanların
sıcak iklimlerin tüm yemiş ağaçları,
Taşardı yabani sebze ve meyveler
yol boylarından,
Dere üstlerinde
mango, hintcevizi, durian
mayom, farang, kanun, makaam
muz, bambu ve daha
adı söylenmedik onlarca
ağaç deryası
tropikal bitkilerden oluşan...

Ormanlar dolup boşalırdı
renkli ve kocaman kuşlarla
günün 24 saati şakıyan,
Bir ibadet gibi,
Bir şölen gibi,
Ve zaferden dönen
marur neferler gibi.

Bir baş döndürücü
derin
ve geniş
anlatımsızlık ortamına sürükleyip
götürürdü duygularını insanın
kuşların
bu gizemli ve renkli toplumsal şöleni...

Açıp gagalarını güneşe karşı
dansa başlarlardı gün burnuyla,
Bulutları kızartarak gelip
vurunca altın yemişli ağaçlara
gün ışınları Pasifik'in ufkundan.

Kuşlar ölü toprağı gibi serilip kalırlar
ve derin bir mateme bulanırlardı
akşam olup
dönerken dünyanın çarkı geceye
güneş kızararak giderken ötelere
Hint okyanusunun karanlıklarından.

Ve sevda cenneti
ve iyot kokulu
üstü dalga
altı ayna
mor köpüklü denizler,
Ve bir sonsuz saydamlıkta
yeşerir bir yandan incilerce
ve bir yandan
yanar yanar göğünürdü yürek,
denizlerin altında.
Denizlerin altı ayrı bir dünya
Denizlerin altı renk cümbüşü
Denizlerin altı
güneşli bir gürgen ormanı,
Denizlerin altında altın pullu balıklar
ve balıklar güneşe çevirip yüzlerini
gün boyunca dansa dururlardı.

Bir garip yitişti
denizlerin altında akşamlar,
Bir sabırsız bekleyişti
karanlık sularda sabahlar,
Hüzün çökerdi dağlara- koyaklara
Çile çekerdi balıklar
Boyun bükerdi bitkiler
Bütün yaratıkları suların
küserlerdi yaşama geceleri,
Karanlıkların ürkütücülüğü altında
bekleyerek sabaha dek güneşi...

Mercan adacıkları
yeşille mavinin kucaklaştığı
uzun bir hasretin bitiminde,
sarar insanı
doyumsuz bir duyguyla
gökle yerin öpüştüğü
süt limanı
ve ipek gibi bir
yaşam ikliminde...

Muson yağmurları
gönül aleminin tatlı bir macerasıdır
tropikal ormanlar gibi büyütür sevdaları.
Güneş, deniz, kum, kuşlar ve balıklar,
Ve ulu orman ağaçları,
ve durmadan doğuran toprak,
ve dünya içinde ayrı bir dünya olan cangıllar...
Dinler yanlış yerde aramışlar sonsuz yaşamı..!

Denizler taşınırdı göklere
ve boşanırdı göklerden deniz,
Yer gök suya keserdi
yer gök deniz.
Siz denizdeydiniz
ve sizdeydi deniz...

Hintcevizi ağaçlarında minare boylu
bronz tenli çevik çocuklar
maymunlar gibi uzanırdı meyvelere,
Güneş yağı kokulu kumsallar
ve dolaşırdı kumsallarda
anadan üryan kızlar, oğlanlar
bir rüya aleminde el ele...

Denizdeydiler sevişe- oynaşa,
Çalışırlardı gülüşe- koklaşa,
Akardı kalplerinden berrak sular,
Gönüller binip
kocaman renkli kuşların kanatlarına
Zümrüdü Anka örneği
aşardı yüce dağları
engin denizleri
ve gürbüz ormanları.

Dalgalanırdı bereket sularda
Yağardı bereket gökten
Doldururdu bereket ovaları.
.....................................
.....................
..........

Zümrüdü Anka
sokak lambalarında
ticari bir üründür şu an
tarihsel küçük kent Ayutthayada.
Ve manastır duvarlarında
taşır beyinleri kanatlarıyla
ışımasın yaşamın yüzü diye
dipsiz gecelerde derin uykulara..!
.............................
....................

Önümde ovalar uzanıyor
önümde kirli kanallar,
Kanal kıyılarında
tozlu- çamurlu
kırık- dökük
bir görünüm içinde cangıllar.
Ve irin gibi ağırdır şu anda sular,
Ağaçlar
çürük meyve yüklüdür
ve leş gibi yatar
kanallarda balıklar...

Yerde yokluk serilir yollara
Yağar yağmur diye kir-pas
Yağar zehir- zemberek
Uçup gitti mavisi göklerin,
Ve sokaklar çöplüğe çıkar hep
kenar semtlerinde şehirlerin...

Oturup ağlayın insan oğulları,
Döğünün yerlerde orkid kızlar
Gitmiş emi elinizden yaşamın,
Yani siz uyurken mabet odalarında
Ellerinize tütsü veren açıkgözler
ırzına geçmişler doğa ananın...

Ama isterseniz siz
yeniden dönebilir anneniz
genç kızlığın güzelliklerine,
Yine çiçek kızlar açar göllerde
orkid, lale, nilüfer, zambak, süsen
Dal dal uzar delikanlı ağaçlar
meyve yüklü kollarıyla göklere,
Ve yine akşam gezisine çıkılır
döşenir cennet parkları şehirlerimize...

Fakat bu işin
bilmek zorunda olduğunuz
çetin engelleri var,
Gezinir tepemizde
iki başlı ve illetli bir canavar.
Bunlar,
zehirli bir varlık gibi
yutan bataklık gibi
salgın hastalık gibi
çökmüşlerdir günümüzün üstüne
boylu boyunca,
ağırlıklarıyla ellerindeki
tüm kuvvet ve servetin...

Bunlar,
karartmışlardır ışığını
doğum gününden
ölüm gününe kadar
bütün milletin...

Biri durmadan uyku taşır gözlere
karanlıkta mutluluk vadederek
yaşamı karartılmış umutsuz yığınlara,
Öteki itaat ister mutlak surette
eli sopalı birlikleri sayesinde tahtına.

Birincisi
turuncu renkli
kefen bezi giysili
yaşayan iskeletlerdir,
Kanımız ve iliğimize işlemiş
bizi kendine koşturtan dertlerdir.
2550 yıl ötelere uzanır öyküleri
İtilip kakılmışken o günler
hint ellerinin sınıflı mabetlerinde,
İnletilirken kocaman bir kalabalık olarak
brahmanizmin kast sisteminde,
'Nasıl olsa mutsuzluktur
bu dünyada yaşamın gerçeği' diye
yeni bir sistem uydurup mutsuzluk üzerine
nirvana'ya erişmek amacıyla
dağıldılar koca hintten üç yöne.
Yukarıda dorukları buzlu
heybetli bir tanrı gibi ulu
ve tekin olmayan dev dağlar,
Aşağılarda uçsuz bucaksız umman,
Hem dağları aşmak
hem ummanın ötelerine ulaşmak zordu.
Ve yol aldı Siddhartha'nın kervanı
sahil boylarınca doğuya doğru...

Ve bugün burada
tanrı kabul ettirip
kendilerini topluma,
kuşatarak insancıkların
gelecek korkularını
işlettiler putlarını altınlara.

2550 yıl öncesine dayanır secereleri
Aslen hintlidirler, fikren hintli
Ve bundandır felsefelerinin miskinliği.
Uzanıp çine- maçine kadar
avutmadalar 2550 yıldır çaresizliği...

Ötekiyse
aslında değmez çok fazla söz etmeye.
Her zaman, her yerde
kanlı elleriyle keserler hep
gitmek ve ilerlemek isteyenlerin önünü.
Ötekiyse
bilmez yarını
hatırlar dünü,
Kangren bağlamış yaradır
toplum tarihinin orta yerinde.
Atı- iti- filiyle
domuzu- mandası- ineğiyle
baba mirasıdır oturur şehrin göbeğinde...

Ocak 2007
Bangkok

Mehmed Sarı
Kayıt Tarihi : 28.7.2008 14:39:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Mehmed Sarı