Beni acılı hale getirmeselerdi acınacak haldeydim şimdi.
İşkembe ÇORBASI
Acılı kalabalık acısız yalnızlıktan iyidir.
Pilav üstü az KURU
Beni acısız yapacağınıza kıymasız yapın daha iyi
LAHMACUN
Patlıcanın közde patlaması ona can katar, acı da o canın cananıdır.
Ali NAZİK
‘’Horlasam duyar mısınız horultumu rüyalarınızda
Dokunabilir misiniz midemin gurultusuna ellerinizle’’
‘Uykudan Önce Kavurma Yiyen Adam’
Gece 11 de kahveden gelmişim elimde kumanda bacaklarımı devirmiş maç seyrediyorum. Birden rahatlık batıyor bünyeye. Yok yere dertleri yokluyorum nedense. Kırılıyorum yalnızlığıma. Uyuşuk bir tilki gibi değersiz hissediyorum postumu. Yangın çıksın bir yanımda söndürmek için çırpınayım diyorum. Çöllere düşeyim, bir damla su için yüreğimi göğsümden sökeyim istiyorum. Eşkıya gönlüm kahırlanıyor sadeliğime, canım acı çekiyor. Sonra bir telefon numarası dikiliyor karşıma. Acı sana bu numara kadar yakın diyor. Yürü git lan, salak mısın, benim şu rahatlığımda keyiften başka daha ne yakın olabilir bana diye dikleniyorum karşımda ki telefon numarasına. Bu işte bir numara var diye düşünürken numaranın üstündeki yazı dikkatimi çekiyor. Lahmacuncu yazısını görünce hemen telefona sarılıp çok acil 6 tane acılı lahmacun siparişi veriyorum. Hepsi bir solukta midede. Üzerime bir ağırlık çöküyor.
Bilmediğim bir evin tanımadığım bir mutfağında bulaşıkları bulaştıkları pisliklerden kurtarma mücadelesindeyim. Hatta bu eylem sırasında birkaç tanesi de temelli kurtuluyor, sizi biraz kırdım ama bir de iyi tarafından düşünün bir daha kimse sizi pisliğe bulaştıramayacak diye züğürt tesellisi verirken onlara, bu şıngırtılar da nerden geldi diye soru cümlesi şeklinde bir ses geliyor. -sen de kimsin. -Benim ben Nalan. Haliyle inanamıyorum. Sesin sahibi kırılan tabakları göstererek bu tabakların hali ne böyle deyip bir başka tabağı kafamda kırınca anlıyorum, gerçekten Nalan. Mutluluktan tabağı çanağı kıtır kıtır yiyesim geliyor. Dünyanın bütün bulaşıklarını ben yıkayayım, hepsini Nalan kafamda kırsın. Ey bulaşık dünyası süpermeniniz sizi kurtarmak için kanını akıtıyor bakın diye söylenirken bırak lakırdıyı da işine bak yoksa ben sana bir bulaşacam kurtulamayacaksın elimden, işini çabuk bitir daha halılar çırpılacak diyor Nalan. Bu kadar uzun cümleyi bir solukta ne kadar da tatlı söylüyor, içim eriyor. Ah ah kıyamam Nalanın tatlı dillerine. Bütün parmaklarım tıkır tıkır işliyor, kafamdan akan kanları hissettikçe sanki kendi kirlerimden arınıyormuşum gibi daha bir iştahla yıkıyor duruluyorum bulaşıkları. Akşam yemeğine fırında portakal soslu Pekin ördeği yapıyorum ona, kemiklerini bana bırakıyor ciğerparem. Bu jestini karşılıksız bırakmamak için koşa koşa bir buket çiçek yaptırıp geliyorum, kafama çalıyor çiçeği bu ne pırasa gibi diyerek. Bir tanem benim nasılda biliyor pırasa yemeğini çok sevdiğimi, kalbime giden yolu kafamdan geçiriyor sevdiceğim. Hem de sevdiğim yemeği çiçekle özdeşleştirerek. Nalanı görmediğim her dakka bir tabak pırasaya sıkılacak limon gibi onun ekşiliğini arıyorum. bir akşam canım lahmacun çekti yapsana diyor, hemen yaptırayım diyorum, olmazmış kendi ellerimle yapacakmışım, o zaman gidip kıyma alayım diyorum. O da olmazmış, kendime kıyacakmışım. Herkese ve her şeye temerrud ederken Onun isteğini yerine getirmede hiç tereddüt etmiyorum. Nalan sinir sevmez, sinirlerimi alıyorum önce sonra Ona olan sevdamdan bir kıyma makinasının içinden geçiriyorum kendimi. Dili yanmasın diye biber de katmıyorum içime. Uzanıp hamurun üstüne, atıyorum kendimi fırına, pişiyorum cayır cayır. Nalan fırının penceresinden bakıp pişkin pişkin gülüyor cayır cayır pişişime. Çıkarıp beni fırından koyuyor sofraya. Bir bakıyorum sofrada 3 kişiyiz. İçli köfte, Adana Kebabı ve ben acısız lahmacun. İçli köftenin rahatı fena değil bulgurdan bir katmanın içine saklanmış, benim de durumum iyi, hamurdan döşeğin üstüne uzanmışım ama adana kebabı fena durumda, içinden bir şiş geçirilmiş. Yalnız halinden de en çok o memnun görünüyor.
Sonra biri daha geliyor yanımıza kibarca izin istiyor oturmak için. Merhaba arkadaşlar ben Ali Nazik diye kendini takdim ediyor. Hepsinin keyfi gıcır. Bana yine bir sadelik bir yalnızlık çöküyor. Kör sağır dilsiz gibi hissediyorum kendimi. Anlıyorum ki ben de yine acı yok, Nalanın dili yanmasın diye biber katmamıştım kendime, durgunluğumu buna bağlıyorum. Acılı hale gelmek isterken acınacak hale geldiğimi bile bile Nalana olan sevdamdan özlemle bakıyorum halen acılara. Ben öyle soluk rengimle ve soluksuz bir özlemle bakarken acılara Nalan da bize bakıp küçücük pembe burnunu kıvırıyor, tiksinti tanecikleri parıldıyor mavi gözlerinin nur topu bebeğinde. Galiba bizi bu halimizle de beğenmiyor. Korku filmi müziği lezzetinde çalan kapı ziliyle benim gibi diğer arkadaşlarda irkiliyor birden. Nalan bir kabın içine tıkayıp kapıya gelen dilenciye sövüşlüyor bizi.Dilencinin heybesinde benim deyimimle akraba, Ali Nazik Beyin deyimiyle ise bulamaç olup uzun ince bir yola düşüyoruz. Ben kabın içinde ulan kalıbına tükürdüğümün dilencisi şu kabın kapağını açsana diye dilenciye iyi dileklerimle söverken içli köfte içler acısı halini bir tarafa bırakıp tarihi bir laf ediyor. -Nefsimiz yüzünden nefessiz kaldık arkadaşlar. Bu söz beni cin çarpmış keçi yavrusuna döndürüyor, tir tir bir titreme peydah oluyor bende. Arpası fazla gelmiş beygirler gibi duramıyorum yerimde. Dibildenip duruyorum. Dilenci gıcıklanıyor bu dibildenmelerden. Heybenin içinden çıkartıp tam kabımızı açacakken el değiştiriyoruz birden. Allah cezanı versin, diye bağıran dilencinin sesini işitiyoruz uzaklardan. Adana kebabı tahminde bulunuyor. Arkadaşlar galiba kabımızı çaldılar. Ali Nazik Bey üstüme abanmış vaziyette biz zil sesi duymadık ama diye espiri yapıyor, ben de Ali Nazik beyin patlıcan eziklerinin arasından kafamı çıkarıp kabımızı çalan var da kabımızı açan yok diye sıcakta bozulmamak için soğuk espiriyi devam ettiriyorum. Dilencinin elindeki kabı kapıp kaçan kapkaççı beni duymuş olacak bir yerde durup açıyor kabın kapağını. Açtığında ise sanki bizi değil de lambadan cin çıktığını görmüş gibi gözlerini fışkırtıyor yuvasından. Ne oluyor yav bana. Dilencinin duası kabul oldu Allah cezamı verdi galiba diye söyleniyor. Olum siz kimsiniz lan, hepininiz bu kabın içine nasıl sığdınız, hadi siz bu kaba sığdınız da ben bu kadar adamı nasıl taşıdım.hem de koşa koşa diye sorup duruyor. şaşkınlıktan ve korkudan gözleri kaymış ağzı ayrılmış, dili bir karış dışarıda, kalbi yerinden fırlamış vaziyette. Sonra arkasına bile bakmadan tabanı yanmış it gibi kaçıyor aniden. Onun soruları bizde de şaşkınlık yaratıyor ne oluyor bilader derken birbirimize bakınca ne görsek şaşırırız, hepimizde eti kemiği yerinde normal insanlarız. Hani biz kebab olmuştuk, bu normal halimiz ne böyle, diye hayrete düşüyoruz. Sonra anlıyoruz ki biz Nalan için etimize kemiğimize değil maneviyatımıza kıymışız. Kendimize saygımıza kıymışız. Hakiki kulluğumuza kıymışız. Kebab olan bedenimiz değil gönlümüzmüş, Nalan gönlümüzle birlikte tadımızı tuzumuzu da eşantiyon olarak vermiş dilenciye. Ben durumumuzu bu sözlerle açıklarken Ali Nazik sözü benden alıyor; arkadaşlar acısızlığın sancısı hepimizin ortak acısıymış. yürekte ateşin yanması ortak düşümüzmüş. Varlığın içinde yok olma hasreti, kederi kuşandırıp yollara düşürmüş bizi. Avutamamışız gönlümüzü vurmuşuz nefesimizi sevdalara, gurbetmiş esas vuslatımız, patlıcanın közde patlaması ona can verirmiş acıda o canın cananıymış. Adana kebabı devam ettiriyor sözü; acılarla savaşmak acısız yaşamaktan çok daha zevkliymiş. Sevmek diye bir şey varmış. Neyi kimi seveceğimizi bilmeden sadece derunimizdeki ateşin aşkına ruhumuzu tecrit etmişiz etimizden lakin yalan dünyanın yalan aşkları içinmiş. Şemsi Tebrizin dediği gibi, Nalan maşuk değil bencil duygularına köle arıyormuş. O kölelerini bulmuş ama biz aşkı bulamamışız. İçli köfte başlıyor izahatlara, arkadaşlar niye bu hallere düştük biliyormusunuz diyor sonra sorduğu soruya cevap verilmesini beklemeden devam ediyor, biz kendimizi kaybettik. hepimiz güzel yaratılmıştık ama sonradan bozulduk yahut kendi kendimizi bozduk, çok kitap okuduk çok öğrenim gördük ama okudukça, öğrendikçe cahilliğimiz arttı, çünkü hep kendimize, menfaatimize okuduk, ne hak için ne de halk için okuyabildik, bazen çok sevdik hiç sevilmedik bazen de çok sevildik hiç sevemedik, çünkü kulluk vardı fıtratımızda farkına varamadık. kul olmak istedik birisine,kul olunanlar da kul olmak istiyordu başka birine, Nalan maşuk değil bencil duygularına köle arıyordu ama o da kul olmak istiyordu birisine, o yüzden biz kölelerini beğenmiyordu. biz ne hakiki kulluğu bilebildik ne de ne istediğimizi. Bu sebebten aşklarımız karşılıksız çıktı, mutlu aşkımız olmadı, aşkın tarifini yapamadık bu yüzden. hep güce tapıyorduk ta bir türlü gercek gücü kavrayamadık.. topraktandık ama mayamız aşktı. Nurla yoğurmuştu bizi yaradan, biz benliğimizi çıkaramadık aradan. Kirlettik nurlu ırmağımızı ve iklimimizi iyi ayarlayamadık, ya çok sıcak olduk, ya çok soğuk, böylece hep kurak kaldık, gece gündüz farkımız arttı, gece başka olduk gündüz başka. elverişli olmayan bu durumlardan ağaç yerine otsu bitkiler yetişti toprağımızda, baharda hızla büyüyen yaza doğru kuruyan, yani çabuk yetip çabuk kuruyan otsu bitkilerle örttük gönül toprağımızı. Ali Nazik susunca herkes bana bakıyor söz sırasının tekrar bana geldiğini hatırlatır gibi. Ali Nazik Beyin derinlere bakarak anlatma tarzı bana karizmatik göründüğünden bende konuşmaya başlamadan önce derin derin bakıyorum ıraklara, kuracağım basit cümlelerin ortamın karizmasına uygun durması amacıyla o bakışları kamuflaj olarak kullanıyorum. Derinlerde kayboluyorum bir süre. Hemen kendimi toparlayıp söze giriyorum: Dostlarım bizler performansa dayalı aşkların profesyonel oyuncuları olduk ve pasifize edilmiş delikanlılığımızla tarihin en kral soytarıları. klişe bir biçimde asortik giyinip cool bakışlar attık, bu karizmatik görünüşlerin içinde patolojik (hastalıklı) duygular barındırdık.
Ah Nalan ah. Keşke sen bir bedene bürünmemiş olsaydın, bize nefs değil nefes olsaydın da biz hep saf aşıklar olarak kalsaydık. Senin adın nalan olsaydı sadece yine ağlayan inleyen hep biz olsaydık. Keşke sana yanarken fıtratımızdaki asıl yangını anlayabilseydik. Keşke seni düşünürken gerçek aşkı pinhan eylemeseydik kendimizden. Ne aradığımızı bilseydik kuş dilini öğrenip arifler gibi yanmanın sırrına erebilseydik. Bilmeden şifa diye içmeseydik sende ki her zehri. Ah nalan ah. Sen bir bedene bürünmemiş olsaydın keşke. Keşke biz hep saf aşıklar olarak kalsaydık. sen bize nefs değil nefes olsaydın. senin adın yine nalan olsaydı ama ağlayan inleyende yine hep biz olsaydık. Böyle tam coşkuyu yakalamışken aniden susuyorum ve uzaklara bakmaya devam ediyorum.
Ali Rami KaracaKayıt Tarihi : 27.6.2013 23:14:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
![Ali Rami Karaca](https://www.antoloji.com/i/siir/2013/06/27/uykudan-once-acili-kavurma-yiyen-adam-i-acili-i.jpg)
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!