Roma, Bizans çağlar önce batıyor,
Uygarlıkların altın beşiği İstanbul!
Uğrunda Eyüp Sultan şehit yatıyor;
Türbesi kaç gözyaşına şahit, meçhul?
Fatih Mehmet kaşlarını çatıyor,
Gedikler açıldıkça, surlar oluyor pul.
Bir devri kapatıp, yenisini açıyor;
Nebi’nin takdirine mazhar, bahtiyar kul.
Topkapı’da payitahtın kalbi atıyor,
Galata Kulesi tepede, gövdesi tombul.
Mimar Sinan, kubbeleriyle renk katıyor;
Süleymaniye’nin sırrını, gel de bul!
Sultanahmet, Ayasofya’ya caka satıyor;
Dikilitaş, görkemiyle daima fodul.
Kız Kulesi’nden Heron ışık saçıyor,
Efsaneyi dinlemek için, Üsküdar’a sokul.
Haydarpaşa’da yetişmezsen tren kaçıyor,
Harem’de otobüse bin, yola koyul.
Pierre Loti’de aşıklar çay içiyor,
Aşağıda Haliç, masmavi tuval.
Kapalıçarşı’da turistler, mücevher seçiyor;
Mısırçarşısı’nda lokum, şekerleme, bal…
İki yaka arasında, gerdanlıklar geçiyor;
Asya-Avrupa mesafesi, bir nefeslik yol.
Ecdat hoşgörü ekmiş, saadet biçiyor;
Ayrı ırk, ayrı din, ayrı dil
Kardeşçe bir arada yaşıyor.
Dünyanın kültür kenti İstanbul!
Bu ne cazibe, âlem sana koşuyor?
Geçmişten geleceğe, köprüsün bil!
Seni görenlerin aklı şaşıyor;
Mabetlerin mistik, çeşmelerin sebil.
Yedi tepeye sığmıyor ihtişamın, taşıyor;
Yalıların cafcaflı, varoşların asil.
İlhamın, şairlerin yarasını kaşıyor;
Lâleler açar, neylerden üflenir melâl.
Altınboynuz’a, Itri’den fasıl düşüyor;
Semazen döner, dudakta İsm-i Celal.
Beyoğlu’nun ünü, Avrupa’yı aşıyor;
Tramvaylar, yayalar, bir mahşerdir İstiklâl.
Cami, kilise, sinagog Ortaköy’de kucaklaşıyor;
Dolmabahçe’de, Ata’mın hatıralarına dal.
Eminönü sandallarında, balık pişiyor;
Yanında turşu-şalgam, midene sal.
Şile’de insanlar, Karadeniz’le buluşuyor;
Ceneviz Kalesi’nden öte, koyları kumsal.
Adalar keyfinde, faytonlar yarışıyor;
Toynak ezgisinden kalan iz, nal.
Florya’da, martılar oynaşıyor;
Tarabya’da taverrnacı, benim için çal!
Yenibosna’da, bir mehpâre yaşıyor;
Gözleri eritir beni, bırakmaz hâl.
Tükendi saatler, veda yaklaşıyor;
Karalar giyinmiş, perçemi al.
‘Gitme! ’ yakarışı yüreğimi deşiyor,
Mihmanım bu şehirde, gel de kal.
Karacaahmet’de hayat, gerçekle yüzleşiyor;
Mevtaya son kez, tüm haklar helal.
Ümraniye’de, gün ağarıp üşüyor;
Belgrat Ormanları’nda uluyor çakal.
Yorgun sulara, balıkçılar ağ döşüyor;
Kepenkleri indiriyor, taşralı bakkal.
Geceleri yıldır yıldır, şehr-i masal;
Ah İstanbul! Yâr İstanbul! Hoşça kal…
Kayıt Tarihi : 3.6.2010 12:02:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Ümraniye Belediyesi 6. Geleneksel Şiir Yarışması için hazırlamış olduğum bir çalışmaydı. O yarışma ki, malesef 5000 esere yakın şiirin katıldığı ve değerli jüri üyelerinin 1.2.3. seçilmeye değer eser bulunamadı kararını verdiği bir yarışmaydı.
İstanbul'un tarihi semtleri ve belirgin özellikleri dile getirilmiş.
Konuya hakim bir şiir olmuş. Dünle günü kaynaştırmışsınız. Milletler, dinler eserleriyle birleştirilmiş.
Kaleminize sağlık.
Sevgi ve saygı rüzgarları esenliğiniz olsun.
O jüri siirden ne anlar..? sairden ne anlar...? Ben emeginizi tam puanimla kutluyorum.
Selam ve saygilar.
TÜM YORUMLAR (5)