Şair Berzan - Uygarlık vs. İlkellik Şiir ...

Şair Berzan
72

ŞİİR


1

TAKİPÇİ

Bugünün kanlı dünyasının acı veren açıklamasıyla, Paleolitik toplumlara yaptıkları cehaletin, sefaletin, açlığın ve kanlı yaşamın hakim olduğu bir yaşam suçlamaları yanlıştır.

Toplayıcı-avcılar besinlerini doğrudan doğadan ilişkide bulundukları hayvanlardan ya da bitki kökü, meyve vs. den elde etmektedirler. Ve tarım gibi beslenmek için hem çevresel etkilere hem de diğer insanlara muhtaç olduğun bir işlemi gerçekleştirmeyip, sürekli olarak kamp alanlarını değiştirirler, ancak bu kıtlıktan değil, doğanın sunduğu zengin ikramdan yararlanmak amaçlıdır. Afrika’da yaşayan! Kung’lardan birinin Richard Lee’ye “Dünyada bu kadar çok mongongo fıstığı varken neden toprağı ekelim! ” demesi bunun güzel bir örneğidir. Yine Richard Lee’nin aktardığı üzere, “! Kungların çalışma süreleri konusundaki ölçümleri yaparken, Kalahari Çölünün o bölgesinde üç yıldır şiddetli kuraklık hüküm sürüyordu ve zaman kurak mevsimdi. Komşu Botswana’da, çiftçilik ve hayvancılıkla uğraşan nüfusu 500bin dolayındaki Bantuların üçte birinden çoğu o kadar zor durumdaydı ki, Birleşmiş Milletler Dünya Gıda Programı onları açlıktan kurtarmak için bir yardım kampanyası başlatmak zorunda kalmıştı. Bu arada! Kunglar ise, çok az çaba harcayarak, toprağın doğal ürünleriyle sağlıklarını çok iyi koruyabiliyorlardı.

Tarım, yani yiyeceğin üretilmesi; doğadan kopuşu, toprağın kontrolü ve yabancılaşmanın şekilleşmiş halidir. Yiyecek üretimi insana bir külfet getirmiştir. Günümüzde hala varlıklarını sürdüren birkaç toplayıcı-avcı grup, tarımın henüz ele geçiremediği Inuit’in karlı bölgeleri ya da Avustralya Aborjinlerinin yaşadığı çöller gibi, dünyanın ekonomik açıdan en az ilgi çeken bölgelerinde yaşamaktadır. Çiftçilik gibi tatsız bir işi reddeden Tanzanya’daki Hazdalar, Filipinlerdeki Tassadaylar, Botswana’daki! Kunglar ya da – Richard Lee’ye göre, yanı başındaki çiftçiler açlıktan kırılırken, birkaç yıllık kuraklığı kolayca atlatan – Kalahari Çölündeki! Kung Sanları zamanlarının çoğunu, oyunlarla, sohbetle ve dinlenmekle geçirecek kadar boş zaman sahiptir. Tarım toplumlarında ise, sürekli, monoton, ağır bir çalışma vardır. Uygar toplumlarda çalışmaya tapınası bir değer olarak bakılmaktadır. Tıpkı, dinsel bir ritüel gibi insanlar günde 8 saat bu ibadeti gerçekleştirmekteler. Yaşamsal olarak gerekli ve gereksiz tüm ihtiyaçlarını –genelde kendileri üretmezler-, bir şeyler üreterek elde ettikleri gelirle sağlarlar. Bugün çalışan bir işçi 1 saatte ürettiği malı, 200 yıl önce 8 saatte üretmekteydi. Tarımla başlayan üretici çalışma, son sürat devam etmekte.

Yine toplayıcı-avcı yaşam tarzındaki avcılık, uygarlığın bir değeri olan evcilleştirme ile belirgin şekilde farklılık içerir. Bağımsız, özgür ve hatta eşit bir varlık olarak değerlendirilen avlanmış hayvan ile avcı arasındaki ilişki, bir çiftçi ya da çoban ile üzerinde mutlak bir denetim sağlanmış olan taşınabilir varlıklar arasındaki ilişkiden açıkça farklıdır. Hayvanların evcilleştirilmesi ile birlikte doğal seleksiyon bozulmakta ve daraltılarak yapay bir düzeyde taşınan organik dünya, kontrol edilebilir bir tarzda yeniden oluşturulmaktadır. Bitkiler gibi hayvanlarda işlenecek birer nesneye dönüştürülmüştür. Özgürlük durumundan, birer aciz asalak durumuna getirilen bu hayvanlar, hayatta kalabilmek için tamamen insana muhtaç hale gelmişlerdir. Özgürlüğe inanan insanlar olarak bizler, bu karşılaştırmadan daha özgür olan ilişki biçimini seçeceğimiz açıktır.

Tamamını Oku