Ey yâr, susuşum sözümü esirgemekten değil. Sana değen sözleri çoktan yitirdim; dudağım avare, dilim perişan.
Aklım ermiyor ki, sustuğumu bileyim. Kalbim ayılmıyor ki sana hitap edeyim. Kelimelerin sıcağı kaçmış, hece hece küllenmişler; sükût lehçesinde aç susuz bir mülteciyim şimdi. Seni taşa benzettiler. Öyle dilsiz, öyle hayatsız, öyle duygusuz diye. Değirmende konuşan taş değil midir peki? Acıyı öğütüp ekmek eyleyen senin dönüşün değil mi? Sen değil misin kabrimi bekleyen sadık yâr? Dillerin sustuğu yerde sen değil miydin ısrarla adını söyleyen unutulanların? Sen değil misin nice dertlinin derdini hiç itirazsız dinleyen?
Sahiden taş mı kesildin? Oysa, sen sözlere efsûn bağışlayan dudaksın. Nefesi boşluğun hapsinden kurtarırsın. (Belki de her ses bir mahpusun kırılmış zincirlerinin şakırtısıdır.) Sana değdiği yerde dirilir sessizlik. Sana vuruldukça hece hece kanatlanır suskunluk; şiirlerin ufkuna yükselir söz, öykülerin kuytularında giyinir. Sen, dağı delen Ferhat'sın; söz ki dağı kar gibi eritir de Şirin yâri sımsıcak kucaklar. Sen Aslı'ya Kerem'sin; ses ki çatlak dudaklardan sızan kevserdir. Sen Kerem'in Aslı'sın; söz ki tek bir hecesi bizi varlığın koynuna saklar; 'Ol! 'sözü hatırına yokluk varlığa yüz bulur.
Taşın sözü yok mudur ey yâr? Taş dediğin konuşur. Zamanın dudağıdır. Çatlaklarından acılar sızar; kuytularında çocuk gülüşleri gibi neşeler saklar. Taş dediğin susar. Zamanın dilidir; bir bakışında nice gürültüyü susturur; anlamsız telaşları dağıtır, hoyrat koşturmaları durdurur. Kadîm zamanlar içinden sızıp gelen bir kan gibidir taş; nabzımızı doldurur.
Taş zamanla eskimez mi? Sen zamansın, ey yâr, gelir ve gidersin. Saatlerin kadranında uslu uslu gezinirsin amma saçlarımı değil sadece kemiklerimi dağıtırsın. Usulca sokulursun odama; 'tik-tak', sadece 'tik-tak', eşyalarımı değil sadece beni de benden çalarsın; elbisemi değil sadece tenimi de soyarsın. sevdiğimle arama ayrılıklar koyansın. Sen çoğaldıkça ben azaldım; seni tükettim derken ben tükendim. Sen zamansın, ey yâr, pek kıskançsın.
Taş kesilmişsin ki sana vefasız dediler. Tanımazmışsın beni. Adımı bile anmazmışsın. Güzellikten hiç anlamazmışsın. Mehtabı kucaklayan sen değil misin her defasında? Günün ilk ışıkları sana koşmadı mı her sabah? Nice surlarda masum bebekleri bekleyen sendin. Nice sütunlarda fısıltılı dualara fısıltını ekleyen sensin. Köprülerde kemerlerde yâri yâre kavuşturan senin metanetin değil mi? Çeşmelerden serin sulara yol veren senin serinliğin değil mi? Dereler boyu suların elinden tutup şarkılar söyleyen sen
Ben sustum, sen söyle sensizliğimi
Ey yâr, susuşum sözümü esirgemekten değil. Sana değen sözleri çoktan
yitirdim; dudağım avare, dilim perişan.
Aklım ermiyor ki, sustuğumu bileyim. Kalbim ayılmıyor ki sana hitap
edeyim.
Kelimelerin sıcağı kaçmış, hece hece küllenmişler; sükût lehçesinde aç
susuz
bir mülteciyim şimdi. Seni taşa benzettiler. Öyle dilsiz, öyle
hayatsız,
öyle duygusuz diye. Değirmende konuşan taş değil midir peki? Acıyı
öğütüp
ekmek eyleyen senin dönüşün değil mi? Sen değil misin kabrimi bekleyen
sadık
yâr? Dillerin sustuğu yerde sen değil miydin ısrarla adını söyleyen
unutulanların? Sen değil misin nice dertlinin derdini hiç itirazsız
dinleyen?
Sahiden taş mı kesildin? Oysa, sen sözlere efsûn bağışlayan dudaksın.
Nefesi
boşluğun hapsinden kurtarırsın. (Belki de her ses bir mahpusun kırılmış
zincirlerinin şakırtısıdır.) Sana değdiği yerde dirilir sessizlik. Sana
vuruldukça hece hece kanatlanır suskunluk; şiirlerin ufkuna yükselir
söz,
öykülerin kuytularında giyinir. Sen, dağı delen Ferhat'sın; söz ki dağı
kar
gibi eritir de Şirin yâri sımsıcak kucaklar. Sen Aslı'ya Kerem'sin; ses
ki
çatlak dudaklardan sızan kevserdir. Sen Kerem'in Aslı'sın; söz ki tek
bir
hecesi bizi varlığın koynuna saklar; 'Ol! 'sözü hatırına yokluk varlığa
yüz
bulur.
Taşın sözü yok mudur ey yâr? Taş dediğin konuşur. Zamanın dudağıdır.
Çatlaklarından acılar sızar; kuytularında çocuk gülüşleri gibi neşeler
saklar. Taş dediğin susar. Zamanın dilidir; bir bakışında nice
gürültüyü
susturur; anlamsız telaşları dağıtır, hoyrat koşturmaları durdurur.
Kadîm
zamanlar içinden sızıp gelen bir kan gibidir taş; nabzımızı doldurur.
Taş zamanla eskimez mi? Sen zamansın, ey yâr, gelir ve gidersin.
Saatlerin
kadranında uslu uslu gezinirsin amma saçlarımı değil sadece kemiklerimi
dağıtırsın. Usulca sokulursun odama; 'tik-tak', sadece 'tik-tak',
eşyalarımı
değil sadece beni de benden çalarsın; elbisemi değil sadece tenimi de
soyarsın. sevdiğimle arama ayrılıklar koyansın. Sen çoğaldıkça ben
azaldım;
seni tükettim derken ben tükendim. Sen zamansın, ey yâr, pek
kıskançsın.
Taş kesilmişsin ki sana vefasız dediler. Tanımazmışsın beni. Adımı bile
anmazmışsın. Güzellikten hiç anlamazmışsın. Mehtabı kucaklayan sen
değil
misin her defasında? Günün ilk ışıkları sana koşmadı mı her sabah? Nice
surlarda masum bebekleri bekleyen sendin. Nice sütunlarda fısıltılı
dualara
fısıltını ekleyen sensin. Köprülerde kemerlerde yâri yâre kavuşturan
senin
metanetin değil mi? Çeşmelerden serin sulara yol veren senin serinliğin
değil mi? Dereler boyu suların elinden tutup şarkılar söyleyen sen