Adı Mavi - Hakkında Yazdığı Tanıtım Yazısı



Ben Seni Sevdim Dedim Benim Ol Demedim ki...
Sevdimse Güzel Sözlerini İnce Ruhunu Sevdim...
Senin Olurum Demedim ki...

************************************************************************************************************************************************************************************************
Biz, adına yaşam dediğimiz sürecin en önemli gerçeğini biliyoruz: Önce sevmek vardı. Sevdik. Sonra da aşkı keşfettik, sonucunu düşünmeyi bile insan olmamıza aykırı saydık. Meksikalı yaşlı balıkçıyı sevdik örneğin. Sevginin evrenselliğiydi bu. Afrikalı zenci çocuğu sevdik. Sarı benizli annenin çocuğunu beslerken beyaz cama yansıyan görüntülerini hiç unutmadık. Çöplükten beslenenleri görünce, bize anlatılan her şeyi unutmak istedik de, bireycilik olur diye vazgeçtik. Ormanlarda birlikte yandık. Acıkmış kedi yavruları bulurduk çocukluğumuzda; koynumuzda ekmek kaçırıp çatı aralarında beslerken anne olurduk; baba olurduk. Büyükler maddeye ne kadar aldandılarsa, o kadar anlamazlardı bizi. Sevgi, bizim en güçlü, yanımızdı ve en zayıf yanımız.

Ağlamayı önce sevgilerde, öğrendik. Sevgiydi, inandık.
İnsan, varlık nedenini yok sayamazdı. Telefondaki apansız bir sesti sevgi, soluktu.
Dokunmaktı biraz. Yollar yürümekti. Bilinmedik zamanlarda yanyana oturup gülümsemekti.
Pencere önlerinde ufka dalıp boşluklarda yitip gitmekti.
Uzaklarda, çok uzaklarda yol bilmez kuşların kırık kanatlarına bağlı pusulalarda yazan beklemekti sevgi, özlemekti.

Özledik. Sevgi (ve aşk) din olsaydı, ibadeti emek olurdu. İnandık.

Bir arı çiçeğe konarken kanatlarını çok çırparsa, incitecek diye korkanlardandık.

Yaşamın hüznünü paylaşarak azaltmayı umuyorduk; onlar çocuk yanımızı kanatıp giderlermiş tek söz söylemeden.

İnsanlar gördük, dost sandık. Biz bir ses duyumu özlerken,
yalan sevgilerin hoyratlığında kendine kimlikler arayan.
Duymayan insanlar gördük; bütün çiçeklere renk körü bakan.
Telefonda sesimiz her defasında susuz topraklar gibi çatlaktı da, onlar bizi anlamazlardı.
Sevenlerin hor görüldüğü dünyada aykırı mevsimlerde çığsı çığsı ıslanırdı da saçları, güneşe bakamazlardı.
Bizi bilmezlerdi. Sormazlardı. Anlamazlardı.

Yaşamdaki bu rolleri hiç değişmezdi. Sevginin araç değil, amaç olduğunu, ancak bu yaşam kültürüyle varolabileceklerini bir türlü kavramayazlardı.

İlgi gördükçe dev aynasına taşıyamadıklarını kusarlar,
ayna kirlendikçe kendilerini göremezler, gittikçe küçülürlerdi.
Büyüdükçe küçülmenin gizini hiçbir zaman çözemediler.

Aşktı, inandık.
Bedellerin kimi zaman yaşam pahasına ödendiği bir uygarlıktı aşk.
Bulutların rüzgârından üşüyen Anabel Lee'ye ağlarken sevdalı olmaktı.

Biliyorduk. Yaşam, kimsenin anlayamayacağı dengesiyle her gündoğumunda sunduğu umudu akşam çökünce durduk yerde alırdı gözlerimizden. Böyle nice günler yaşayarak geldik bugünlere; biz neler gördük...

Sevgililer gördük, seveni yangınlarda bırakıp, yabancı tenlerde kendini tüketen.
İhanetler gördük. Yalanlar gördük, bizim olan her şeyi bir bir yağmalayan.
Artık ağlamak vaktiydi. Ağladık.
Apansız terkeden sevgiliye değil. Kendimize ağladık Aşk üzre, aşka ağladık.
Kimseler bilmezdi bizi. Canımızı adadığımız sevgili bilmezdi. Kahrettik.
Karabasanlar çöktü gözlerimize. Bir gün bile ah etmedik.
Sevdik. Hepsi bu! Yalnızlık hiç bu kadar anlamlı olmadı.
Sevmek, yalnızlığı göze alabilmektir çoğu zaman. Her yıkıma hazırdık.

İnsandık.
Sevdik.
Yaşadık.
Yanılmadık.

Yanılanlar; ihanetin, yalanın, onursuzluğun çıkmazında ömür tüketip yaşadığını sananlardır. Okyanustan bir kova su alıp incelemek okyanusun bütününü anlamak için yeterli olabilir mi? Derinliklerde neler olduğunu kaç kişi görebildi? Kaç kişi bu okyanusun sularına dalıp derinlik sarhoşluğuna kapılmayı göze alabildi? Aşkta sürekli bir keşfetme ve çözümleme vardır. Sevenler bu gerçeğin emekçisi olabildiler mi? Elde edince aşk bitiyor demek, ne büyük aldanıştır. Saygı olmadan hangi birliktelik sürebilirdi ki? Saygının sevgiden ve aşktan daha duyarlı olduğunu anlamak gerekmez miydi? Bir nesneyi elde edince, artık eski öneminde değildir. Bunun ekonomi biliminde açıklaması bellidir. Ya sevgili? Bu, onun için de geçerli olabilir mi? Hani bizim canımızdan çok sevdiğimizdi? İçi boş kalmış, emeksiz 'seni seviyorum'larla ne kadar aşk? Aşka bireyci bir faydacılıkla yaklaşmanın adını koyma zamanı gelmedi mi? Onların aşk sandığı, aşkın ülkesine giden yolda toz zerresi bile olamaz. Sevgiliyi kendilerine benzetmeye çalışırlar. Onun bir dünyası olabileceğini anlamak istemezler. Vitrindeki süs eşyasıyla sevgiliyi aynı görmenin aşkın kitabında yeri olamaz.


Önemli olan sahiplenmenin çıkmazına düşmeden sahip çıkmayı öğrenebilmektir. Aşkı bilenler, bu gereksinmeyi ayırt ederler. Sevgilinin sorunlarını benzeri görülmemiş dayanışmayla çözmeye çalışmak, aşkın ibadetidir. Sevgilinin en küçük sağlık sorunu bile, sevende melankoliye dönüşür. Felâketin eksi sonsuz, çılgınca yaşanan sevinçlerin artı sonsuz olduğu süreçte grafik eğrisi eğer bu değerler arasında gidip gelmiyorsa, aşkın yaşanabildiği söylenir mi?

Aşk, içimizde patlamalarla yaşanırsa aşktır.

Mecnûn, Leyla'sının aşkından çöllere düştüğü zaman kimse anlamadı onu. Saçı sakalı birbirine karışmış, gözleri sevdiğinin özlemiyle pelte pelte olmuş bir seveni kaç kişi anlayabilirdi? Yaşam, ona Leylâ'sının dönüp geleceğine ilişkin hiçbir güvence vermiyordu. Onu sonsuz zamanlar üzre yitirmiş olabileceğini düşünerek yanıyordu.

Sevgiliyi yitirme korkusunu içimizde bıçak gibi saplı duyduğumuz zaman, aşktır.

Emanet can taşıyoruz. Yaşamı birlikte doyasıya tadarak varolduğumuz sevgili, beklemediğimiz bir anda yitip gidebilir. Yaşamın bu RİSK'i süreklidir. Seven, aşkı bu korkuyla yaşar. Yaşam, önce sevgiyi öğretir bize; sonra aşkı. Önümüze getireceği her sınav, binlerce bilmecenin çözümü için tek şansımızdır. Sevdiğimize gönlümüzü veririz. Bu, bizim insan yanımızdır. Yaşam, kaç zaman sonra gördümüzü geri verecektir ama, karşılığında bedel isteyecektir bizden. Bizim planı bize geri vermek için bedel isteyecektir. Yeni bir aşkta mutluluğu bulmak adına ise hiçbir güvence sunmayacaktır. Yaşam böyle bir haksızlığı yapınca, boynumuzun bükük kalması boşuna değildir.

Aşkta ihanet, bütün yıldızların aynı anda sönmesi kadar uzak bir olasılık olsa da, nicesi yaşanmadı mı? Bu duygu sefaletine de birçok özür bularak savunmaya geçmediler mi? Asıl ihanetin 'duygusal ihanet' olduğunu, bedensel aldatmaların yalnızca bir 'kaçamak' olduğunu ileri sürüp küçülmediler mi? Cinsellik karşısında bozguna uğrayan duyguların aşk olduğuna ilişkin yeminler etmediler mi?

Her aşkın temelinde sevgi vardır. Böyle olduğu için, 'dostlukların aşka dönüştüğü' çok görülmüştür. Çünkü, aşkın ve dostluğun ortak paydası insan sevgisidir. Sevginin dostluk aşamasından sonra aşka yönelen birliktelikler, aşkta sonsuzluğa ulaşabilme şansını elde ederler. Aşkı yadsıyanların kendi tarihlerinde aşk adına yaşanmış sayısız yenilgileri vardır. Bu yenilgilerden geriye kalan öfke, onlarda aşktan öç alma duygusunu körükleyince, yanılmadan kaçınılmazdı aslında. Aşk, çok az insanın yaşayabileceği, kendi doğasına ters düşen, dış dünyanın zorladığı bütün etkenlere direnen bütünleşmedir. Aşkı bilmeyenler, evliliğin aşkı bitirdiğini söylerler. Aşka ilişkin önyargılara dönüşen binlerce yanılgıdan biridir bu.

Bütün çiçekler güzeldi; imrendiler. Birlikte büyüteceklerdi; anlaştılar.
Kadın, suyunu verecekti; adam, güneşe çıkaracaktı; toprağını havalandıracaktı.
Günler geçti, ay oldu; aylar yıl oldu.
Çiçek, bir süre geliştikten sonra anlamadıkları biçimde yaprak dökmeye başladı.
Toprak değiştirildi; saksı yenilendi, olmadı. Unuttukları bir şey vardı.
Belki başından beri her şey yanlıştı. Önce sözler tutulmadı;
sonra aslında birbirlerine verdikleri hiçbir sözün olmadığını düşünmeye başladılar.
Çiçek, yaprak dökmeyi sürdürüyordu. Kuruması kaçınılmazdı.
Beklen(mey) en oldu.

İnsanlar, evlilik öncesi aşkı biriktiriyorlar. Evlendikten sonra da harcamaya başlıyorlar. Üretmeden tüketmenin kaçınılmaz sonucu, ancak iflâstır. Sığ yaşam kültürüyle aşkı yaşamayı beklemek yanılgıdan başka nedir ki? Paylaşmanın ve emeğin erdemini kavramadan, hiçbir birliktelik uzun süreli olamaz. Mutluluk aramak her insanın çabasıdır ama, bunu haketmek gerekmez mi? İnsan bir kitapsa, sevgili, binlerce cilt kitaptır. Okuyup anlamadan söyleyecek sözümüz olur mu? Bu kadar okumaya kimin ömrü yetmiştir?

Çiçek yüzlüm, sana; sevgiye, çoğunlukla aşka ilişkin saptamalarımı yazıyorum.

Aşk, kimi zaman kirpiklerimizden yüzümüze güneşin yedi rengini yansıtan kristal bir yağmur tanesi gibi düşer. Umudumuzu en çok yitirdiğimiz anda; karşımızda o muhteşem insan.

Sen sevgili, sen.
Sesini her duyduğumda bir mutluluk valsiydi yaşamak.
Yasamdan kopardığımız bu randevularda kaç kez buluştuk.
Çocukların büyümediği ülkeler düşledik gitmelerimize.
Ama, neden sustuk? Çoğul yaşamayı bilirdik de, neden sustuk, söyle bana?
Dudaklarımız ıslak kaldı her defasında. Vals bitti.

Aşk, sevgiliyi uslanmaz bir çağrıyla yanımızda istemektir. Onla beslenmek, onu beslemektir. Sevenin her şeyi sevdiği olduğu zaman, aşktır. Söylemiştim sana:
İnsan, varolduğu günden beri kendini arardı. Karanlıktaki çiçeğin ışığa doğru büyümesi gibi kendini arardı. Bu uzun ve çileli yolculuğun yaşamca güvenceye bağlanmış bir utkusu da yoktu. Bilinmezlere ısmarlanmış ne günlerim oldu benim, ne olurdu gelseydin...

Bilseydin ve gelseydin, gecikmiş zamanları anımsatmadan evrenin saati.
Adı konmamış kahırların hoyrat kollarındaki çaresiz yalnızlıklarımı bilseydin.
Sevseydin.
Yitirmekten korkarak tutsaydın ellerimi.

Çoğu zaman boğazımı yırtan yutkunmalarımda neleri gizlediğimi kim anlar sanıyorsun? Senin anlamadığını kim anlar sevdiğim? Günlerboyu belki hiç susmadan aşkı anlatmak vardı sana.
Üç günden uzun olmayan yaşam sürecinde Tanrı'yı bulmak vardı. Güzeller güzeli o sonsuz sevgiliyi. Sende seni bulmak vardı. Sende beni bulmak vardı.

Çok yazık! .. Umuda ve aşka.

Yürümek vardı dördüncü tür yaratıkların köpükten kalelerinin üstüne. Bir sözün yeterdi, yanılma çiçek yüzlüm, yeterdi; yıkmak için yüzyıllardır yalanlarla biriktirdikleri her şeyi birden.
'Seni seviyorum.' deseydin, nefretin nasıl eridiğini birlikte görürdük, sevenlerin tenine düşen bir buz parçası gibi, ansızın. Suya yazılan mektuplarda kaldı sözlerimiz. Mektupların da yazgısı olurdu. Suya yazılan mektuplarda kaç sevenin ahı kaldı, kimbilir? Bütün adresler yitiktir şimdi. Çok zaman böyle geçti; aşk için neler yazılmadı ki. Her yeni söz, gökyüzünden yıldız kaçırmak gibiydi...

Bilge, binlerce yaşındaydı. Tuzluydu saçları, ıslaktı. Yedi deniz bilirdi; yedi iklim görmüştü. Çelik gibiydi gözleri. Yazdı ve sustu:
'Aşkın köşkünde oturabilseydim eğer, tarih boyunca gelmiş geçmiş bütün kralların saltanatlarına değismezdim. Aşktan başka ne varsa, herbiri, çürümüş teneke uygarlığının insanlığın aynasında gittikçe küçülen sözcülerinin birer palavra dizgesidir. Yeryüzünün olanca serveti sevgilinin tek tel saçıyla karşılaştırılınca kırık bir cam parçasından daha değerli olamazdı da, ben, içimdeki aşkı kimselere anlatamaz oldum sonunda. Ya aşk, ya hiç. Çünkü aşk, yaşamın en gerçek kendisidir...'

Yanlışlar inanılmaz bir hızla kendini yok ediyordu. Gerçek olan yaşananlar olsa da, çözümsüz bilmecelerde kaç seven, yazılmamış anılarda kaldı. Öylesine çaresiz.

Sesimi unuttum masallarda. Kurutulmuş gül mevsimidir, bir kez daha. Pencerem yine açık. Dışarıda bildik bir ilkyaz esintisi var. İnsanların sevinci var, umudu var. Ben, kahırla özdeş yaşamaktan bunaldım iyice. Senin varlığında aşkın kendi doğasından gelen ya da toplumun zorladığı her şeye razıydım. Ya şimdi? Dile gelseydim de bu aşkı gözyaşlarımı tutmak gereği duymadan saatlerce konuşup anlatmayı deneseydim, kaç kişi bilirdi beni? Kaç kişi dudak bükmeden sonuna kadar dinleyebilirdi? Kim anlardı? Gönül, umduğuna küserdi ama. ben sana nasıl küserim? Seni senin için sevmişken, tak yaşam kaynağım san olmuşken bunu nasıl yaparım? Çiçek yüzlü sevdiğim! Lütfen sen anla bu trajediyi. Yüzümü ısıtan ellerin dokunuşunu ne çok özledim. Senden bana ulaşan her nesne, sensin. Alacakaranlık. Gökyüzüne bakıyorum. Kapalı. Bu gece yıldızları göremedim. Bu, bana tuhaf bir hüzün verdi. Biliyor musun? Bizim ortak gördüğümüz yalnızca gökyüzüdür. Hergün aynı güneşe göz kırpıyoruz. Aynı yıldızlarda üşüyoruz. Uzaklarda seni sevmek beni bitirir mi; yoksa seni kendimle üretir, yine varolur muyum dersin? Sana elini uzatan, senin için canını vermeye çoktandır gönüllüdür. Beni kırmayacaksın. Se¬nin için çırpınmalarımı anlayacaksın. Bilsem ki sana yardımcı olmak için sırtımda taş çekmem gerekiyor, asla, 'Hayır! ' demeyeceğim. Karşılığında gül dudaklarında bir gülümseme olsun, bana yetecektir. İnsanların yanında başını öne eğmene duyarsız kalamam.

Ne tuhaf değil mi? Ruhumuz aşkla zenginleşirken, büyürken, bedenimiz bu aşkın kahrıyla eriyor.
Çelişki mi sence?

Bedenim yokluğunun kahrıyla erirken,
içimdeki sen çıkacaksan ortaya bütün güzelliğinle,
ben buna çoktandır razı değil miyim sanıyorsun?
Sormadın ki.

Üç günlük bir dünyada aşkı tatmadıktan sonra, yaşamak, aykırı bir varoluştu. İlk kez 'Seni seviyorum.' dediğim zaman susmanı beklemiyordum ama, sen susarken de sevgiliydin, inandım. Sevgili, binlerce insan arasından gönül gözüyle seçip ayrı bir kimlik verdiğimizdi. Her sözü büyü olan, dokunduğu her şeyi kutsallaştıran, bütün varlığımızla yöneldiğimiz muhteşem insandı.

Gel sevdiğim! Çiçek yüzlüm olduğunu söyle. Beklediğim sevgili olduğunu söyle. Yaşamboyu sürecek bir aşk vadediyorum sana. Yitirmekten korkmalarımı vadediyorum. 'Seni seviyorum' derken beynimin bütün hücreleriyle konuşmalarımı, ölümüne korumalarımı vadediyorum. Sana seni ve kendimi vadediyorum.

Gel sevdiğim! Bir sevgilinin nasıl sevilebileceğini aşkın tarihine yazdırmama izin ver. Ki sen benim kaç zamandır beklediğimsin. Ses vermeyen duvarlardaki hayallerde birçok gece tadımlık yaşadığım sevgilisin. Özlediğimsin.

Ortaçağ zindanlarında günyüzü görmeyi bekleyen bir mahkûm gibiyim;
kilit kilit üstüne.
Yokluğunda her yer küf kokar;
gözlerim duvarlardan nemlidir.

Neler sordular bana...
Beni sorduklarını sandılar da, bütün sorular sana çıkıyordu sonunda.
İçimdeki seni incitirler diyedir, sustum.
Nice anahtar denediler; şifreyi bilmezlerdi.
Yanılmaktan başka seçenekleri yoktu.
Kelebekler uçurdum sana doğru; umut sandım.
Hiçbiri seni bilmezmiş, aldandım.
Ben beklerim de, ömür sınırlıdır, birgün bedenler düşer toprağa.
Çaresizlik varsa, budur.

Gel sevdiğim! Uzat ellerini bana. Günü geldiğinde, gerekirse senin için gözümü kırpmadan nasıl can vereceğimi gördüğünde ağlama ama. Sen hiç ağlama. Varolduğum kadar, varolduğun kadar gerçektir ki, seni seviyorum. Zaman nasıl da ilerliyor kendi bildik rotasında değil mi? Bir gün daha sensiz bitti; bana aldırmadan. Artık gözlerimden utanıyorsam bu yüzdendir.

Gece.
Yine kendime kaldığım binlerce geceden bir gece.
Ve sağır duvarlarda senin dalga dalga hayalin,
gülümsemeleri karanlıklarda yitip giden.
Bütün aynalar kendiliğinden kırılmış;
yalnızca sağır duvarlarda senin dalga dalga hayalin.

Kimbilir kaçıncı kez sana seni ve kendimi yazıyorum.
Adına umut dediğimiz aldanışlar tortusu bazan yitse de, sevenler, gizli bir umudu yine de taşırlarmış; yaşamı bıraktıkları yerden yeniden omuzlayıp varolurlarmış; bugün bunu keşfettim. Kendimi keşfettim sonunda. Artık farkına vardığın gibi, içimdeki yaşanmazlıkları gizleyerek yardımcı oluyordum sana. 'Canım feda olsun! ' dediğim insandan ne esirgeyebilirdim ki? Aşk, anlamlı paylaşımlar ve büyük DOSTLUKLAR üzerine kurulunca, yaşamboyu süren güzellikler üretiyor. Bunun birçok örneği vardır. Sen olmasan da, ben senin için varım; beklemekse, elimden ne gelir? Günler böyle geçiyor. Bütün bedenim darmadağın yerlere serpiliyor; toparlayamıyorum. Sensizlik iyice vuruyor bana.

Bir ses beklemek senden. Soluk beklemek.
Suskunluğun en acımasız olduğu zamanlardayım.
Hiç bu kadar uzun susmadın sevdiğim.
Hiç bu kadar uzun gitmedin bilmediğim yerlere,
gözlerimi götürmeden yanında.

Sevmek, sonrasız bir eylem olabilir miydi sence? Aykırı bir yaşamsa aşk, ben her bedele razıyım, anla bunu. Senin uzaklıkların benim yakınlıklarım olmuşsa ne gelir elden?
Yaşamın en büyük çelişkilerinin pençesinde gelişen bir aşkta sevinçler aramak varmış, nereden bilirdim? Seni aramak varmış zamanın bir yerinde öylece çaresiz. Kelebeklerin tül kanatlarına yazdığım sevinçlerimi paylaşırken yaşanmazlıkları kendi payıma ayırıyordum.

Seveceksen, ben buyum. Yüzüme yansıyınca hayalin, avuçlarımla sıkıca kapatırdım yüzümü; kimseler götürmesin diye seni benden. Bu çocuk yanımı sevdin de, sarılmadın sımsıkı. Saçlarımı avuçlarında dalgalandırıp yüzüme aşkın kendisi olup gülümsemedin. Sevmedin! Düşünmeni istiyorum:
Yüzyıl sonra şimdi yaşayan insanların büyük kısmı toprağa düşmüş olacak. Ömür bu kadar sınırlıyken, senle varolmayı ne çok isterdim. Ya şimdi?

Bir ses beklemek senden.
Soluk beklemek.
Sevdiğini söylemesen de olur.
Sevilen kahrı takdir buyurmuşsa,
sevene düşen, çaresiz boyun eğmektir, söyledim sana.
İlk kez bu kadar çok üşüyorum.
İlk kez bu kadar çok vuruyorum kendime.

Her yeni gün, yokluğunu farklı boyutlarıyla yaşatıyor bana. Direniş türküleri besteliyorum; duymuyorsun. Hüzünlenmelerime hep içerlersin de, yine de gelmiyorsun. Yaşama aldanıyorum bazen. Bu, çok kısa sürüyor. Sonra, varlığının yokluğun kadar gerçek olduğunu farkediyorum. Ben bunu öyle çok yaşıyorum ki. Kendimi biraz toparlayabildiğim zamanlarda, yine bildiğin insan oluyorum. Bir kır çiçeğinin taç yaprağına 'umut' yazıyorum. Nice soğuk gecelere direniyor da, bir sözünle kırılır diye korkuyorum... Lütfen kırma beni. Öldür, bu can sana fedadır artık. Ama kırma. Umudun patlamalarla azalıp tükendiği o en ince çizgide yokluğuna bırakma beni. Ben yalnızlığı sevdim, sensizliği değil. Sonucunu bir an için bile düşünmeden aldığın umudu geri ver; ben sana bütün ömrümü adayacağım. Yaşamdan bedelini son aşamasına kadar ödeyerek hakettiğim ne kadar alacağım varsa, hepsi senin olsun. Sonrasızlıklarda seni aramak öyle zor ki.

Gece.
Yine kendime kaldığım binlerce geceden bir gece.
Ve sağır duvarlarda senin dalga dalga hayalin.
Bir ses beklemek senden. Soluk beklemek.
Ağlamaktan başka seçeneğim yok bugün; yenildim sana.
En çok senin için, en çok sen böyle istedin diyedir, yenildim sana.
Beklediğim sendin oysa.
Hani kendi sıcaklığınla gelecektin sorulmaz saatlerde, unuttun mu?
Birdenbire gelecektin, nedenini kimseler bilmeyecekti.

Sen mutluluğu bulana kadar paylaşımlarımız sürecek, sen istiyorsun diyedir. Çok istediğim mutluluğuna, ileride engel olmayı kabul edemem. Yanında yine de değerim kalacaksa, belki bir yıldızın ışıltısında birlikte gülümseyeceğiz; geriye kalacak olan yalnızca bu! Önce sesimi unutacaksın sonra bana ilişkin bildiğin her şeyi.

Ben geceleri sevmezdim belki, hayalin olmasa. Gelmesen böyle kendiliğinden.
Geceyi sen de seviyorsun. Benzer geçmişler taşımanın doğal sonucu olarak aynı eksende buluşuyoruz. Anımsıyor musun? Bir gece ne çok konuşmuştuk senle. Sen sürekli bir şeyler anlatıyordun; birlikte gülüyorduk. Ama, benim bir artım vardı: Sen ne kadar tatlı olduğunun farkında bile değildin. Gece, neden yalnızlıktır çoğu zaman? Birçok insan için böyledir. Benim içinse, hayalini en çok yâşadığım zaman dilimidir. Her gece geliyorsun. Ben seni yaşamın armağanı olarak karşılıyorum; sımsıkı sarılıyoruz. Gülümsüyorsun... Görülmemiş güzellikte gülümsüyorsun. Hiç gitmeyeceğine inanmaya başlıyorum. Sonra, bir ara yitiyorsun. Ve yine geliyorsun. İnanılmaz bir varlıksın. Ne zaman düşünsem, sen. Hayal de olsan, sen... Aslında bütün hayaller, 'asıl' ne zaman anımsanırsa, hiç kırmazlar, gelirler. Sen başkasın yine de. Bütün hayallerden güzelsin. Her geldiğinde, kendisinin başlı-başına armağan olduğu yetmiyormuş gibi, umudu da armağan olarak getiriyor. Yazık! Giderken geri götürüyor nedense? Belki unutuyor. Umuda ne kadar gereksinim duyduğumu unutuyor...

Hiç düşündün mü sevdiğim? Hayaller neden hep giderler?
Yalnızca hayal oldukları için mi? Yoksa, yine gelmenin sevincini yaşatmak için mi? Nedeni ne olursa olsun, sen hep gel bana. Artık gitme, hiç gitme. Biliyorum, hayaller hep giderler. Yaşattığı tadımlık kavuşmaları, aşkın ağırlığını bırakıp üstümüzde, giderler... Ama sen gitme. Sen gidersen özlem kalır geriye. Her defasında sensizlik vurulur boynuma. Birdenbire yokluğuna kalırım. Daha önce binlerce kez izlediğim bir film yine sahneye konur. Hiç şaşmadan aynı görüntüler yinelenir. O zamanlarda, yokluğun prangadır, taşıyamam. Sen olmayınca yaşamak ne için? Ve beklemek... Seni getirmeyeceğine inansam da, zamanın o müthiş ânını beklemek... Olur mu dersin? Sever misin beni? Ancak o zaman çok güçlü bir canlı olacağımı biliyorsun. Şimdi, yokluğunla bedenimdeki bütün enerjiyi alıp götürüyorsun sanki. Yaşama ilişkin alışılmış işlerimi bile yapmakta zorlanıyorum. Bir tek gerçek için varım artık: Senin için. Seni seviyorum.

Sen, yokluğunu bilemezsin benim kadar. Geceyle gündüzün bir göründüğü yaşamların nasıl yıpratıcı olduğunu örneğin. Bilemezsin. Ben seni sensiz de yaşarım sevdiğim. Seni sevmek, belki yalnızca beynimde bilinmedik bir patlama olarak kalacaktır, korkmuyorum. Varolduğun kadar yoksun. Sensizliğin her türünü ezbere biliyorum artık. Yaşamın denkleminde en önemli bilinmeyen seni yitirmek olsa da, aşk, tek kişilik de yaşanıyor sevdiğim. Ben ki, seni bütün güzelliğinle içime aldığım zamanın bir yerinde yitirdim; uzak düştüm sonunda.
Sevmezsen beni, bu aşkı senle yaşamama engel olabilirsin. Ama, seni sevmeyi sen bile yasaklayamazsın bana. Buna gücün yetmez sevdiğim.

Dün gece aradığına nasıl sevindiğimi tahmin edersin. 'Sesinizi duymak istedim.' dedin. Notre Dame'ın Kamburu’nda sevdiğinin elinden su içtikten sonra Paris sokaklarını 'Bana su verdi! Bana su verdi! ' diye çığlıklar atarak koşan o adam vardı ya, tıpkı onun gibi, Ankara'nın bütün sokaklarında 'Beni özlemiş! Beni özlemiş! ' diyerek koşmak geldi içimden. Ben seni dilemelere razıyım, seni sevmelerimden gelecek her şeye razıyım. Yaşamdan mutluluk adına kopardığımız bu randevuyu yinelemeyelim olur mu? Neleri göze alarak beni aradığını biliyorum. İncitilmene dayanamam. Hayır!

Mecnûn, bir arkadaşına; 'Artık Leylâ'yı sevmiyorum' demiş. Arkadaşı şaşırmış: 'Onun için kahrolan, şiirler okuyan sen değil misin? ' dediğinde, 'O az önceydi. Artık sevmiyorum' diye yanıt vermiş. Çünkü, 'Mecnûn, Leylâ olmuştur şimdi; Leylâ da Mecnûn...'

Seni soruyorlar bana. Beni soruyorlar bilmeden. Ne söyleyebilirim ki? Ya anlamazlarsa? Susuyorum bu yüzden de. Sağlığın bozulduğunda neler duyumsadığımı yazmaya çalışsam çok yetersiz kalacağımı adım gibi biliyorum. Sağlıklı olduğuma utandım. Elimde olsaydı, bütün hastalıkları yüklenecektim senin yerine. Sana bir şey olmasın diye; sen hep sağlıklı ol, yaşamın sana yakışan armağanlarını böyle karşıla diye...

Ben seni sensiz de yaşarım sevdiğim. Ama sen beni yaşayamazsın. Yoksun, olmazsın, sen beni yaşayamazsın! Ağlamak zoruma gitmez; hesapsız sevmelerdedir gerçek kimliği aşkların, unutma! Ben seni sensiz de yaşarım sevdiğim. Gün olur sana çoğalırım, seni üretirim aynı güzelliğinle. Ve binlerce sen içimde, binlerce sevda... Herbiri özleminle dağlayan gözlerimi. Herbiri bana gelen, karanlığın ışığı yırtması gibi, uykularımda. Gün olur, kahırlar bedenimi damla damla eritir, tükeniriz, kimseler bilmez. Varlığın neden bir yıldız kaymasına benziyor? Seni bulduktan sonra neden yitiriyorum her defasında? Neden gelmiyorsun bana? 'Ben geldim. Senin için geldim. Kendimi en çok sende buldum, geldim. Bizi anlayanlar bizdendir. Anlamayanlar kimse değil.' demiyorsun? Masallardan çıkıp neden gerçeğe dönüşmüyorsun?

Yine de yanılma:
Ben seni sensiz de yaşarım sevdiğim. Gün olur, teslim olurum belki korkularıma, görmezsin beni. Seni korkularımda yaşarım. Gecenin bir yarısı kan-ter içinde uyanırım düşlerimden, kimbilir kaçıncı yitirişimdir seni, hakedilmemiş yenilgilerimde. Seni yalnızlıklarımda yaşarım, bir çiğ tanesi düşmüş gibi rengini unuttuğumuz çiçeklerin üstüne. Seni, bana bir türlü getirmeyen her yeni günün sonunda tattığım, içime tortu gibi çöken, yağmalanmış umutlarımda yaşarım. Boğazımda kilitlenen sancılardasındır artık, bilmezsin, yoksun, olmazsın, sen beni yaşayamazsın!

Sensiz, bildiğim bütün kavramlara yeni anlamlar yüklüyorum durduk yerde. Gülümsüyorsun, 'Canım sana feda olsun! ' demek geliyor içimden. Bu sözün benim için 'Seni seviyorum.' demekle eşdeğer olduğunu bildiğini anımsayıp, susuyorum. Bu aşkta ben en çok sustum aslında. 'Seni seviyorum'lar paylaşılmayınca, sevenin okyanusun ortasına bırakılmış bir yapraktan farkı, olmuyor. 'Beni arar mısın? ' diyorsun, ömürboyu senle konuşmak olarak algılıyorum. 'Direnelim.' diyorsun, 'Hiç ayrılmayacağız.' dediğine inanıp içimi gülümsemenle ürettiğin incilerle süslüyorsun. 'Her zaman yanımda ol' diyorsun, bir gün benden gideceğini unutuyorum. Bütün gün hayalinle valse başlıyorum. Saçlarını arkaya atıp yüzüme gülüyorsun. Nasıl güzelsin!

Ben seni sensiz de yaşarım sevdiğim.
Gün olur, güneşin batısındaki kızıllıklarda gözlerini ararım.
Yüzünü ararım baktığım her resimde.
Çalan her telefonda sesini ararım.
Ve sen kimbilir hangi iklimlerdeki aykırı yakınlıklarda kendini ararsın, sorulmaz.
Ben seni sensiz de yaşarım sevdiğim.
Bedeli kirpiklerimdeki yaşlardadır.
Seni düşerim boynumdan içeri, hep aynı yakarsın tenimi.
Ve karşımda en güzel hayalin.
Gülümseyen, bana gelen...
Yalnızca hayallerde kalsan da; seni seviyorum.

Sana yazıyorum.
Biz ne çok paylaştık. Her bir paylaşım, benim için çok anlamlı ve kutsaldı. Yaşam öyle tuhaf bir denklem ki, çözmeye çalıştıkça yeni bilinmeyenlerle nasıl bunalıyorum. Sonrası, hayalindir.

Ve artık sensin. Beynime ilmek ilmek
işlediğim görüntülerde, hayalle gerçek arası yakınlıklardasın.
Bense, yaşama ilişkin en anlamlı yanılgıların yaşandığı süreçte
seni bulmakla yitirmek arası zamanlardayım.

Sesini sesinle, seni kendimle bütünleyip aşkı yaşıyorum. Sensiz seni yaşıyorum. Ona bir tutam gül sundum. Göğsüne bastırdı, kokladı, güldü. Gül bahçesi sundum; 'Dikeni var.' dedi; yüzünü astı, gitti. Susamazdım sevdiğim, beni anlamalısın. Sustukça büyüyordum, büyüdükçe susuyordum. Birgün bir peri dokundu yüzüme, elimi tuttu. Bu kez konuştukça büyüyordum. Bütün canlılar bu sesi duydu. O günden beri, seher vakitleri bir turna öter denize karşı, yosunlar çığsır.

Yaşamaksa, söylenmedi.
Aşkla birlikte gelen yaşanmamışlıklan gizleyip sahte gülücükler dağıtamazdım sana. Diğer insanlara karşı olabildiğince dürüst davranırken, canımı vermeye hazır olduğum sevgiliye karşı, senaryosunu Tanrı'nın yazdığı, dolayısıyla final sahnesini yalnızca onun saptayabileceği bir trajedide iki yüzlü olamazdım. Konuşmalıydım, konuştum. Seni yitirmeyi göze alarak üstelik.
Bir çiçek büyütüyordum içimde, türünü kimsenin bilemediği. Bedeli özlemindi, ödedim. Her yaprağı başka bir anlamdı, anlaşılmadı. Günyüzü gördü, seni gördü. Tomurcuğa durdu bütün dallan, bakmadın.

Masal sürüyordu yine de.
Çocukluğumuzda birçok gece yeniden anlatılmasını istediğimiz masallarımız oldu mu bizim, unuttum. Şimdi, gerçekle masalın yaşam sürecinde aynı göründüğü mevsimler yaşıyorum. Katran karası gecede uzaktaki ışığa yürüyen yolcu gibiyim. Yokluğun bir ıslık gibi dudaklarımda. Adını besteliyorum sessizliğe inat. Ellerim seni hiç bilmedi; belki ondandır, üşüyorum. Sana ihanet olur diyedir, senin dışında bildiğim ne varsa unutuyorum.

Ve artık sensin.
Yollar yürümek;
yollarda seni yürümek,
sana yürümek her akşam bastığında kentin kaldırımlarına.
Sen gittikçe uzaklaşsan da,
ben sana yürüyorum.

Bu ülkenin insanıyım ben. Türkiye kokar saçlarım, birikmiş hüzünler taşırım yüzümde. Uzaklara dalıp gidince, kaç kişiye çoğalırım kim anlar beni? Efsane sevdalar taşırım ben. Ölümüne zorlamalarda bile beynimde aşk adına düğümlenmiş haksızlıkları kimseye anlatamam. En çok konuşmam gereken zamanlarda neden hep sustum dersin? Yaşamak, hangi çelişkilere inat varolmayı bilmekti? Toplum, aşka ve sevgiye aykırı hiçbir değer yargısını kabul ettiremedi bana, direndikçe kendim oldum sonunda. Sen aşkı biliyorsun. Karşılıksız kalırsa, sevenin nasıl yıprandığını örneğin. Umut tükenince, yaşamla ölüm arasındaki en ince çizgide sevgiliye seslenişleri. Duvarları delip geçen bakışların neden hep sevgiliyi aradığını... Ben kaç zamandır seni bekliyordum. 'Birgün ışıyacak. Onu hiç sevilmediği kadar çok seveceğim.' diyordum. Belki düş kırıklığı olacak, ne diyebilirim? İçimdeki umut, yaşama isteğiyle birebir süren bir denge içerisinde azalıyor. Beklemekse, bu, aşkın gereğidir.

Ve artık sensin.
Sende, ben varım, artık sensin.
Tuhaf bir teslimiyette bu kaçıncı bilmecedir,
çözümü yaşamın içinde saklı kalan?

Kimse sormasın beni. Ne durumda olduğumu bilmesin. Kendimi nelerle kandırarak yaşamaya zorladığımı, bu aşkın beni ne durumlara getirdiğini sözgelimi. Sen masumsun sevdiğim. Suçlu ben miyim? Hayır! Belki zamanın bir yerinde beklenmedik kırkikindiler ıslatırken saçlarımı, yokluğunun yıkımını taşlara bile öğretirim de, seni sevmenin suç olduğunu hiçbir zorlamayla kabul edemem. Yaşamak, tuhaf bir aldanışta sensizlikle özdeş olmuşsa, gönül cana düşmandır artık...

Gönül canı yendi,
çünkü seni sevdi.
Can direndi.
İçimde seni taşırken, çaresizdi; direndi.
Sen patlamalarla üretiyordun kendini.
Gönül kendini üretiyordu.
Can, korumasız bir daldı; kırılacaktı, kırıldı.
Gönül kazandı.

Beni aradığında çok zaman hüzünlü buluyorsun. Ki ben yalnızca senle, konuşurken yaşadığımı duyumsayabiliyorum. Telefonun kapandığında ise birdenbire ölüyorum. Her defasında aynı sahne yineleniyor. Hangi canlı benim kadar ölmeyi ve dirilmeyi başarabilmiştir? Bize canlı olmanın hangi belirtileri gerektirdiğini anlatmadılar. İnsan bunu kendisi öğrenir. Ben sesini duyunca yaşadığıma inandım yalnızca. Yokluğunda sesimi, bedenimi, beni var eden bütün değerlerimi hiçe sayıp yeniden varoluşa yöneldim. Yaşamak, seni yaşamaktı yalnızca. Sana yöneldim. Var olmaktı hani, seninle olmaktı öylece sessiz? Kimi zaman beynimi baştan sona yakan birikmiş anılarla. Yaşıyorum. Rüzgâr, yağmur tanelerini yüzüme vuruyor. Bütün varlığımı sana mühürlediğim bilinmedik bir akşamüstü.

Ve artık sensin. Beynime ilmek ilmek işlediğim görüntülerde, hayalle gerçek arası yakınlıklardasın. Bense, yaşama ilişkin en anlamlı yanılgıların yaşandığı süreçte seni bulmakla yitirmek arası zamanlardayım. Suya yazılmış mektuplarla haberler ulaştıracağım sana. Bulmak için olmadığın her yere bakacağım bilmeden. Seni içimde taşıdığımı unutup başkalarına soracağım. Yanılsamalarda seni aramalarımı hiçbir düşünce gücü keşfedemeyecek.

Bu kentte hiç bu kadar gidip gelmedim kendimden başkalara.
Bütün karanlıklarda ışık yüzünle sen, beklenmedik karşımda.
Bu hangi sahne, kaçıncı perde ve sen hangi sensin,
böyle uzak yakınlıklarda, söyle bana?

Ben seni hep hayallerimde sevmedim mi? Yaşamın 'İşte sevgili bu! ' diyerek dünyama sunduğu seni aramızdaki dağ sıralarına aldırmayıp yanımda hayal ederek yollara ve aykırılıklara direnmedim mi? Söyle sevdiğim, direnmedim mi? Seni hergün biraz daha keşfederek, her an biraz daha çok hücrelerime işleyerek varetmedim mi? Sevdim seni. İnandım sana; bağlandım ve sevdim. Sen ki, kimi zaman sevindiğimde 'O da gülümsüyor mu? ' diyerek olanca masumluğunla içimi kanatansın (Yokluğun iyice gücüme gidiyor. Böyle bir iflâsı haketmedim ben. Korkuyu yani, tükenişi ve en çok sensizliği.)

Sevdim seni. Ben aşkı biliyordum;
sen bizi biz eden bütün değerleri taşıyabilecek kadar aydınlık ve güzeldin.
Sevdim seni. Yaşayacaklarımı ve sonucunu düşünmeden.
Her aşkın kendi benliğinde yaşama ilişkin RİSKLER taşıdığını bilerek.
Sevdim seni Dördüncü tür yaratıkların yeryüzündeki egemenliklerine meydan okuyarak.
Sevgililer, önce dost olmayı bilmelidirler. Aşkı geleceğe ta¬şıyabilmek için bu çok önemlidir.

Yaşamın seni vadetmemesine, küçücük bir umudu bile çok görmesine aldırmadan sana yöneliyorum. Varolduğunu biliyorum. Oradasın. Yokluğun arsenik tadında olsa da, hayalin kavuşmalar vadediyor bana. Aramızdaki kilometrelerin metrelere düşeceği günü düşündükçe seviniyorum; bir gün için olsa da. O günü bekliyorum. Geçen onbir ayı tek bir güne sığdıracağımıza eminim. Sana minnettarım. Benim için bulunmaz bir dostsun.

Aşk, vazgeçilmezliklerle başlar; emekle gelişir; karşılıklı anlayış ye özveriyle geleceği kavrar. Bana yaşama sevinci vermek, senin için anlıktır. Bir sözün yeter bana. Benim yaşamboyu bekleyeceğim sonsuz şölen, senin için yalnızca bu kadar kısa sürede masallardan gerçeğe dönüşür sevdiğim. Ondandır, aşkın bir ateş kütlesi gibi içime düştüğü o günden beri döne döne yanarım da, sana yürümekten yine de vazgeçmem.

Yollar yürümek; yollarda seni yürümek,
sana yürümek her akşam bastığında kentin karanlıklarına.
Seni aramak, bütünlemek için içimdeki senle, suretini.
Tatmak için bir ömürboyu.

Seni seviyorum.

Platon, aşkı ilahi bir büyü olarak nitelendirmişti yüzyıllar önce. Aşka ilişkin doğruluğu tartışılamayacak saptamalardan biridir bu. Öyle olmasaydı, sevdiği için gözünü kırpmadan ölüme giden sevgililerdeki melankoliyi kim, nasıl açıklayabilirdi? Bense, ölümün farklı bir türünü seçtim sevdiğim:

Kaç kez gittim senden.
Yenilgiler yalnız yaşanırdı
ve sen her zamankinden daha çok yoktun.
Sensizliğin hiçbir türüne alışamadığımı bilirdin,
ama yoktun. Her zamankinden daha çok yoktun
ve benim sana vurgunluğumda kesilmemiş cezalara karşı
nasıl savunmasız olduğumu bilirdin.

Yine de aşka ilişkin tek söz söylemedin bana. Böylece, yokluğunda hüzün biriktirdim sürekli. Dayanma sınırlarını birer birer aşıp bilinmezlere doğru yürüdüm.

Kaç kez gittim senden.
Yine sana döndüm, her defasında sana döndüm,
zemherilerde yere düşürülmüş bir çiçek kadar çaresizdim;
üşüyordum ellerin olmayınca tenimde.
Yenilgiler yalnız yaşanırdı
ve sen her zamankinden daha çok yoktun.

Neden hiç olmadın sevdiğim? Ben her defasında sana döndüm de neden hiç olmadın? Sana ulaşmak için tek aracı nesne, telefondu. Birçok kez numaraları tuşladıktan sonra paniğe kapılıp vazgeçtim. O kadar güçlüydün ki, seni aramaya karar verdikten sonra vazgeçmelerimi çok ağır cezalandırıyordun. Sensizlikle cezalandırıyordun. Bu bana yetiyordu. Sonra çalan telefon ve sen: Sevmelere doyamadığım sevgili. Sana geliyordum. Yine gitmek üzere sana geliyordum. Sonsuza kadar senle kalmak için bir sözün yeterdi ama, sen söylemezdin.

Kaç kez gittim senden.
Kendimden gittim,
tanımlanmamış yenilgilerimde tek bedel sensizlikti de,
ben sensiz yapamazdım; yaşayamazdım iflâsını gözlerimde.
İşte bu yüzden, yalnızca bu yüzden kaç kez yine sana döndüm.
Kendimle döndüm, sen olmadın.
Her yeni buluşmada biraz daha benimdin
ve sen her zamankinden daha çok yoktun.
Kimbilir hangi mevsimlerde unutulmuş bir şarkıydı dudaklarını kanatan.
Yanlış basan notalarda ben hiç olmadım, saklama sakın.
Benim için yanlış basan notalar, senin için doğru oldu her zaman.
Ne diyebilirim sana?
Aşklar böyle de yaşanırdı, bilirdim. Beklenen ezgiler bir türlü duyulmazdı.

Seher vakti Az önce uyandım. Yeterince uyuyamadığım için bedenimde bildik bir yorgunluk var. Sana yazmayı sürdürüyorum. Hayalinle uyudum; hayalinle uyandım. Uyanınca gülümsedin bana. 'Günaydın.' dedin. Sonra biraz uzaklaştın. Şimdi beni izliyorsun. Güzellik anıtı gibisin. Venüs seni bilseydi, karalar bağlayıp yüzünü gizlerdi. Binlerce âşığı dile gelip yalvarsaydı yine de kimselere görünmezdi. Dolunay, yüzünün suya yansımasının acemi bir suretidir sevdiğim. Çiçekler, teninden yayılan kokunun kimyasını çözebilmek için doğanın umutsuzca deneme yanılmasıdır. Sesin, büyüsüyle beni bilmediğim uzaklara götüren senfonidir; sözlerin ilâhi bir serzeniş. Bu güzelliğinle sürekli yanımdasın. Sen gelmeyince ben kaç kez gidiyorum senden; her defasında geri dönsem de... Ama hayalin terketmiyor beni. Belli ki, ikimizden de vefalı.

Beklemek neden zordur sence?
Ömrün sınırlı olması mı, sevgiliyi yitirme korkusu mu? Bana sorarsan, ikisinin birlikteliğinden oluşan bir zulüm sarmalıdır bu. Yaşamın hiçbir şey için güvence vermemesi ne kötü! Yaşamda senin dışındaki bütün değerler anlamını yitirdi o anda kendiliğinden. Sen de ödüyorsun. Bunu açıkça belli ediyorsun üstelik. O zamanlarda, yaşadığım ne varsa, birdenbire unutup umuda gülümsüyorum -bu umudu sen verseydin ne olurdu; yaşamdan çalmış olmasaydım-. Seni aşka çağırdığım günden beri aşk adına hiç konuşmadın. Suskunluğun ne anlama gelirse gelsin, ne senden ne umuttan vazgeçiyorum. Benim yaşamdaki en büyük değerim sensin de, sen beni bilmezsin. Bu haksızlığı bana sen mi yapıyorsun; yaşamın istenmeyen bir sürprizi midir, çözemiyorum. Seni her an yitirebilirim. Bunu bilmek her şeyden zor. Ölümler çoğu zaman anlıktır da, bu korkudan kurtulmak değil. Senle dönmek ya da senle kalmak vardı ama, yaşam bunun için hiçbir güvence vermeyecek, bilirim. Böyle olunca da, sana gelirken şölendir, senden giderken yokluğuna kalınca felâketim olacaktır.

Kaç kez gittim senden.
Kendimden gittim sonunda, tanımlanmamış yenilgilerdi.
Bedeli sensizlikti de ben sensiz yapamazdım;
yaşayamazdım iflasını gözlerimde.
Sen uzaklıklarda kendini arardın;
benim yakınlıklarımsa yalnızca sanaydı.
Yanlış kurulmuş denklemlerde çözüm aramak yakışmazdı sana.
Olmazdı sevdiğim.
Her sözün ayrılık üzre fermanlardı
ve sen her zamankinden daha çok yoktun.

Farklılıklardaydı aşkın gizi, görmeliydin canım sevdiğim; anlamalıydın. Sonunda sen olmayınca, senden gittim; sana doğru.

Kaç kez gittim senden.
Yine sana döndüm, her defasında sana döndüm.
Ellerimi eski sıcaklığınla tutman yeterliydi,
bilirdin ama sen her zamankinden daha çok yoktun.
Kaç kez gittim senden. Kaç kez yine sana döndüm.

Bizi bize bırakmazlardı, söyledim sana. Dördüncü tür yaratıkların egemenliğindeki toplumlarda ne sevgiyi yaşatırlardı, ne aşkı. Sevmek yetmezdi ve sen anlamalıydın, aşk kendi ikliminde yaşanan bir uygarlıktı, boyun eğmezdi. Biz boyun eğmezdik sevdiğim. Yüzyılların taşıdığı felâket senaryolarında tanıdık ayrılıklardı, bilirdik.

Nesnel dünyanın değer yargıları aşkın doğasıyla çelişince, aşk asıldır. Senin yaşadığın her sıkıntıyı yaşamın merceğinde büyütülmüş olarak yaşıyorum. Seni yitirmekten ne kadar korkuyorsam, incitirler diye de o kadar korkuyorum. Yirmidört saatin her ânını senle bu kadar dolu yaşamak yokluğunda bile güzel. Sen de tensiz yapamıyorsan, vazgeçemiyorsan, o zaman duygularının adını koyman gerekmez mi? Aşk, vazgeçilmezliklerle başlar.

Anlatmak yetmez sevdiğim, anlamak yetmez.
Birgün sensizliği sana bırakıp düşersem toprağa,
korkuyla uyanacaksın gecenin bilinmez bir yerinde.
Gözlerinde çiğ tanesi ıslaklıklar.
Buz kesilecek elin, ayağın.
Sarsılacaksın!

Bir anı seçeceksin kendine;
bu kez hayal olma sırası bana gelecek.
Dudaklarında çok sevdiğimi bildiğin o şarkı:
Seni seviyorum.

Bugün de yoksun. Bütün gün seni düşünmenin sonunda yine akşam vaktidir. Ben hergün akşamı bekliyorum. Bakışlarım bulunduğun kente giden yollara dalıyor; seni görmelere yanıyor içim. Kendimi çok güçlü sanıyordum. Bir süre öncesine kadar bilinmez bir umudu herkesten kıskanarak gizliyordum. Kırıldı. Bir kır çiçeğinin taç yaprağına yazdığım umut sonunda kırıldı. Yeni bir umut için hangi bedelleri ödemem gerektiğini bile bilmiyorum. Telefonu elime alıp sesini duyma şansım hiç yok. Akşam. Pencerem açık. Dışarıda serin bir esinti var. Sesini özlüyorum. Gülümsemelerini özlüyorum. Uzaksın bana... Çok uzaksın. Arada yükselen nice dağ sırasının arkasındasın. Ama hayır! İçimdesin benim. Zaman ilerliyor. Bir saat sonra geceyi getirecek yine. Seni getirmesini ne çok isterdim. Birgün bütün güzelliğinle seni getirseydi. Zaman ilerliyor. Hiç olmadığın kadar yakın oluyorsun bana. Avcumda tutuyorum ellerini. Biraz terlemiş. Üşüyorsun. Ama neden üşüyorsun? Konuş benle çiçek yüzlüm. Lütfen ses ver bana, soluk ver. Hep, 'Üzülme.' diyorsun. Yokluğunun bana neler ettiğini ne zaman anlayacaksın?

Yürüdüm.
Binalar üstüme üstüme yürüdü. Ben binaların üstüne yürüdüm. Hiçbir sokağın köşesinden sen çıkmayacaktın karşıma. Gülümsemeyecektin bana.
Yürüdüm.
Seni yürüdüm. Ulaşma şansım olmadığını bile bile sana yürüdüm. Sen beklemiyordun beni. Yolun sonunda sana ulaşma şansım da yoktu. Aldırmadım.
Yürüdüm.
Uzaklarda, çok uzaklarda bütün ömrümü adadığım sevgili vardı. Sen vardın. Biliyordum. Bu hüzünle geldi akşam. Kentin hiçbir kaldırımında sen yoksan da, hayalin yine sensiz bırakmadı beni. Seni tanıdığım ilk günden beri her günüm böyle başlıyor. Akşamlar böyle geliyor. Sonra gecedir... Karanlıklar gizleyince beynime vuran yabancılıkları, başlıyor gösterisi zamanın.
Sonra sen geliyorsun, gözlerini sarıp da yüzüne. Bu kez kendiliğinden geliyorsun; hiç olmadığın kadar bana geliyorsun en sevdiğim gülüşlerinle. Saçlarımı dağıtan ılık esintilerde kokun siniyor tenime. Ellerin sarıyor bedenimi soluk-soluğa. Ve saatlerce benimsin artık. Hiç olmadığın kadar benimsin. Kimselerin götüremeyeceği kadar benimsin; titreyen ellerimle okşadığım hayallerinde.

Akşam...
Korkuyorum. Seni yitirmekten korkuyorum. Yitirmek dedim de, ne kadar birlikteyiz; ne kadar aynı çizgideyiz; artık onu da bilmiyorum. Ama, yine de yitirmekten korkuyorum. Yokluğunda yüzüm gülmez, aşksız ben kendim olamam: birgün kendimi beklenmedik yok ederim, biliyorsun. O yüzden de, ne olur bana beni sorma. Artık sorma. Sana hiç yalan söylemedim, yazmadım. Bundan sonra da söylemek ve yazmak istemiyorum. Kalp ülkesine giden yolda hep doğrular olmalı.
Bazan umutlanıyorum durduk yerde: 'Sevecek.' diyorum. 'Neden sevmesin? Çiçek yüzlüm beni anlayacak... Çok sevecek.' diyorum. O anlardaki yüz ifademi görmeni isterdim. Yeni doğmuş bir bebek gibi oluyorum. Öylesine acısız, mutlu... Sonra yaşamın tokadı yüzümde deniz patlamasına benzer biçimde patlıyor. Yaşama küsüyorum. Kendime ilişkin hiçbir şeyin önemi kalmıyor.

Yirmidört saat seni düşünüyorum. Düşlerimde umut oluyorsun; uyandığımda, yokluğunla felâketim. Sensiz olmuyor. Yüzüm gülmüyor. Gülmeyecek. Aksi durumda, bu aşka en başta ben inanmazdım. Beni yalnız sen anlarsın. Seni yalnız benim anlayacağım gibi. Öyleyse neden yoksun güzeller güzeli? Neden çok uzaksın bana? Arada yüzlerce değil, binlerce kilometre olsaydı da, bunu uzaklık saymazdım. O sözü bir kez duysaydım senden, ölümün hiçbir türüne aldırmazdım. Birgün duyar mıyım dersin? Gecikme olur mu? Seversen gecikme çiçek yüzlüm.

Ben hergün akşamı bekliyorum.
Işısın diye gözlerin korkularıma.
Senin olmak için bekliyorum;
kimseye hesap vermeden yaşamak için seni;
sağmak için gecenin koynundan unuttuğumuz ne varsa.

Sen birazcık üzülsen, ben bilinmedik felâketler yaşarım. Senin eline bir iğne batsa, benim göğsümün tam ortasına hançerler saplanır. Sen biraz üşütsen de öksürsen, ben buralarda kan kusarım beyaz mendillere. Sana söylenecek incitici bir söz, bende karabasanlara dönüşür. Sana vurmak için kalkacak el, benim bütün bedenimi kanatır. Uzaklarda aşklar böyle yaşanıyor sevdiğim.

Ben hergün akşamı bekliyorum. Yaşamboyu en çok özlediğimi bekliyorum. Seni bekliyorum, ufuklarda kararıyor bakışlarım. Adını yazıyorum pencerenin buğusuna. Ve yine geliyorsun, gözlerini sarıp da yüzüne. Ben hergün akşamı bekliyorum. Geleceksin, biliyorum. Ve yine gideceksin. Söz versen de gideceksin, bırakıp da beni bana. Gideceksin, seni yeni bir akşama ısmarlamaktan başka seçenek tanımadan gözlerime. Sor ki, bu kaçıncı yenilgidir, suskunluklarımda.

Yokluğunda başlayan bir günün yine yokluğunda bitmesine hiç alışamadım. Birgün daha bitti; ben yine sensizim. Kendimleyim, sensizim, yazmak için kimselere diyemediğim yasaklarda sevmelerimi sığınıp da tenine.

Neden hiç sormadın sevdiğim, neden hiç düşünmedin?
Gözlerimi pelte pelte eden, yalnızlıklarımdı benim.
Sensizliklerimdi. Seni yokluğunda sevmelerimdi.
Bilinmedik ben değilim, çaresiz kalmalarımdı,
sesini yitirmekten korktuğum anlarda.
Aykırı soruların zorladığı kimliksizliklerde kimliğimi aradım kaç zaman.
Kaç takvim yaprağı yokluğuna düştü,
yazılmamış destanlar gibi içime.

Bana neler söylediler; seni bilmezlerdi. Bendeki yokluğunu bildikleri kadar seni bilmezlerdi. Sordukça beni yitirdiler, ben seni buldum yine. Yitirdikçe buldum; buldukça yitirdim. Zorladıkları değer yargılarına o kadar inanmışlardı ki, benim sana inancımı bile aşacaklar sandım. Aşkın bu kadar düşmanı olduğunu seni sevmelerimde öğrendim. Susmayı bilselerdi aynı kalırlardı; konuştukça küçüldüler. Aşkta bireyciliği düşünürlerdi, aşkın bireyselliğini hiç anlamadılar. Dört işlemle aşkın yaşanamayacağını bilemediler.

Seni yokluğunda sevmek;
aykırı sorulara aldırmadan biraz da.
Adı konmamış aldatmalara aldırmadan, kendimle yaşadığım.
Kendime ilişkin yaşadığım;
yok olmak pahasına, var olduğum değerleri unutmaya zorlayarak beynimi.
Yalnızca sevmek seni, tek bildiğim bu;
hiçe sayıp bize öğretilen her şeyi birden.

'Ayrılık, ölümden acıdır.' denir. Ölümde, yitirdiğimizi yeniden bulma umudumuz hiç yoktur. Ayrılığı daha acı yapan etken, yaşamın yitirileni yeniden görmek adına umut vermesine karşın, güvence vermemesidir. Ayrılığı farklı yapan, umuttur. Acı, bu umuttan beslenir.

Su içmeden kaç gün yaşarım ki?
Güneş olmazsa, gündüzler olmaz.
Yıldızlar ışımaz uğultulu gecelere.
Ağaçlar meyve vermez, başak tane tutmaz.
Bir aykırı direniştir yaşamak.
Sensiz.

Suya bir taş atınca yalnız taşın düştüğü yer değil,
o yer merkez olmak üzere geniş bir dalga oluşmaz mı?
Güneş sönerse, yıldızlar ışıksız kalmaz mı?
Sevgi dervişi her insan bir güneştir; çevresini ışıtır.
Benim güneşim sensin de, herkes beni güneş sanır.
Senden beslenirim de, açlığımı bilmezler.

Biliyor musun? Anlatmadığım ne çok şey birikti içimde. Zıtların çekişmesinde aşkı ve seni aramak varmış, çok yazık! Sokulurken bütün korumasızlığımla hayaline, göğsüme bıçak gibi oturan uzak yakınlıklarda susmak varmış, unutmaya çalışarak belki de ezbere bildiğim ne varsa. Ne çok şeyi unuttum aslında. Ama sesini değil sevdiğim, sesini değil. Duymadığım günlerde yüzüm yanar; bedenimi yokluğun basar bütün ağırlığıyla. Bu kenti her gece uğultu basar; kelebekler üşür, yıldızlar aynı anda kayar gözlerimden; ben yine sana kalırım ve başlar görülmemiş bir yargılama aşka ilişkin, kimselere diyemediğim. Sana diyemediğim; neden böyle yaşanır aşklar; kahırlardan mutluluk damıtarak karanlıklara.

Yaşayacağımız ne varsa, sana bağlıdır. Nasıl uygun görürsen, kabulümdür. Sen de biliyorsun:
Gün gelecek, ben olmayacağım artık, unutma bunu. Sensizlik iyice dayanılmaz olduğunda, sesini bir an duyabilmek için telefona her defasında korkuyla sarılan o sevgili olmayacak; içinde nice zamanları aşıp biriktirdiği umut adına ne varsa, apansız tüketen bir anlık susmalarında. Felâketler utanacak yaşanmışlığından.

Yağmur taneleri cama vururken;
en çok yağmur taneleri cama vururken,
anılar yürüyecek üstüne...
Sen anılara yürüyeceksin.
Beyninde tokat gibi patlayacak yokluğum
ve yanaklarını çizen ıslıklar.
Bir aşk daha, şarkılarda kalan.
Şarkılara kalan.

Belki de alışacağım yokluğuna, en kötüsü bu. Nice bedel ödeyerek taşıdığım anılara daldığımda, dudaklarımda beklenmedik bir gülümseme olacak, nedenini kimselerin bilmediği. Seni uykumda düşlerde, uyanınca hayallerde yaşamak yetmiyor artık. İspanyol bir ressamın tuvaline çizdiği kadını sevgili olarak benimseyip, ömürboyu onun gelmesini beklediğini okumuştum. Ama sen gerçeksin sevdiğim. Varolduğunu bilmek, beklemek için yetiyor bana.

Önce mutluluk kaynağımdın, sonra yaşam kaynağım oldun. Şimdi ise yaşam kaynağım ve bilinmezimsin. Ben aşksız beslenemem. Gözlerim ışıksız kalır, göremem. Elimi kırarlar tutamam. Yüzüm çürür, bakamam. Zincirlere vururlar beni; karanlık duvarların çevrelediği tutsak odalarında ölümü beklerim. Ben ölümü beklerim de, sen soluğunla yaşama sevinci vermek için beklemezsin. Akşam ağır ağır gecenin koynuna iterken beni, çok zaman ellerini ararım sarsın diye bedenimi bilmediğim sıcaklığıyla. Yüzünü ararım bir kez daha görmek için başlayınca kahrı sensizliklerin.

Seni annemi sevdiğim kadar sevdim. Eksik sevgilerle geçen çocukluğumda nice zorluğa direnip, özverilerin binlerce türünü sergileyen o güzel insan kadar sevdim. Senin böyle bir aşka yakıştığını biliyordum. Birgün bile kuşkuların çıkılmaz kuyularına atmadım kendimi. Senle vedalaşmak ölümden beterdir benim için. Sesini duymadığım gün, kayıtlara, 'YAŞANMAMIŞTIR' notu düşüyorum. Uyanınca seni anımsıyorum. Sonra yokluğun çöküyor gözlerime. Bunalıyorum. Bulunduğun yerde ve olmadığın her yerde; varlığında ve yokluğunda seni sevmek yaşam biçimi oldu benim için.

—Çoğunlukla aynı başlardı masallar:

Zamanın birinde bir kızla bir erkek varmış. Erkek sevdalıymış, kız onu bilmezmiş. Aşkını bilirmiş de onu bilmezmiş. Dileklerse yüksek katlara bir türlü ulaşamazmış. Kız, ay parçasıymış, dolunaydan güzel. Çiçek yüzlüymüş, çiçeklerden güzel. Gözlerinin pırıltısını yıldızlar kıskanmış, bakışlarını Şirin. Ellerinin inceliğini Leyla kıskanırmış, belinin inceliğini Aslı... Kadifeden yumuşak sesliymiş, sözleri senfoni inceliğinde güzel. Konuştukça inciler üretirmiş dudaklarından da, sıraya giren kuyumcuların hiçbirinin gücü yetmezmiş satın almaya. Saçlarını denizkızları örermiş o uyuduğunda. Uykusunda terlediği zaman papatya kokarmış teni de, bütün gün etkisi gitmeyen bu kokuların nedenini kimsecikler bilemezmiş.

Uyanınca yeryüzü anlam kazanırmış her gündoğumunda yeniden, gelincikler güneşle barışır da, taç yaprakları kırmızıya boyanırmış kendiliğinden. Rengârenk kuşlar ötüşerek selâmlarmış bu güzelliği, denizler çırpınarak. Rüzgârlar onun için esermiş saçlarını dağıtmaya. Saçları dağılıp çiçek yüzüne dolanınca, kelebekler raks edermiş çevresinde. Gülmesi bin ömre bedelmiş, güldükçe, diğer çiçekler onun kendilerinden soylu olduğunu anladıkları için aralarında fısıldaşırlar, gizlice yaprak dökerlermiş.

Gün gelmiş, üzmüşler onu, ama dudaklarından dökülen inciler hiç azalmamış.

Ağladığında bütün yıldızlar sönermiş. Ateş böcekleri böyle zamanlarda haber ulaştırırmış onu canından çok sevene. Birlikte ağlarlarmış; gökyüzü baştan-sona yağmur dökermiş gönüllerdeki ateşe. Çiçek yüzlü sevgilinin hayali gelmek İçin hiç nazlanmazmış ama, kendisi bir türlü gelmezmiş. Aylar böyle geçmiş, ne kendini getirmiş, ne de âşığı kendine. Aşık kimseyi ona benzetemediğinden, içine tek bir damla düşmemiş serinletmeye.
Geceler daha esmerleşirmiş, denizler daha tuzlu olurmuş da, o sevgili yine de gelmezmiş. Artık canını vermeye çoktandır hazırmış ama, 'Zamanı var.' dermiş. Buna çok içerlediğini sevdiğine bile söylememiş.

Gün gelmiş, çiçek yüzlü sevgili hasta olmuş, âşık sağlığından utanmış. Meyve yiyemediğini öğrenince, boğazından tek bir üzüm tanesi geçmemiş. Onun sevdiği ne varsa, tek başına yiyemeyecek kadar inanmış ona. Bunu kimsecikler anlamazmış. 'Bekleyelim,' dermiş çiçek yüzlü sevgili. Başka bir söz demeyince, ne kadar sevse de âşığın elinden bir şey gelmezmiş. Yokluğunda geçen her günü bedeninin erimesine aldırmadan karşılamış. Yaşamdan umut almış, ömür vermiş karşılığında. Sesini duymadığı günü yaşanmış saymazmış. Aşığın ne korkuları varmış, paylaşmak istemezmiş sevdiğinden başkasıyla. Ona bile her şeyi anlatamazmış yine de:

Süt-beyaz bir güvercinin ayağına bağlanmış pusulayı bekleyip dururmuş. O gün yaklaştıkça, korkuları yaşama sevincini yok ederek büyürmüş. Ya kötü bir şey yazmışsa? Ya, o artık hiç olmayacaksa? Başkasını seçerse? .. İçindeki son umut kırıntısı da böylece biterse? Şu güvercin yolu bilmeseydi ne olurdu sanki? İyi ama onun ne suçu var ki? Nasıl olsa duymayacak mıydı? Böyle haberler gecikmezdi, gelirdi. Mutluluk nice uykusuz geceden sonra gelirdi de, ayrılıkların geciktiği hiç görülmemişti. Belki de gözyaşlarının ırmaklara karışıp aktığı günler-geceler boyu çok özlediği çiçek yüzlüsünden iyi bir haber gelmiştir. Yaşam, olmazların kimi zaman olur olduğu sürprizler demeti değil miydi? Bir pusula ki, çiçek yüzlü sevgili dayanamamış yazmış. Yazmış ki, hem nasıl? Âşığından başka kimse anlamaya...

'Işığı çok özlediysen, gözlerinin kamaşmasına razı ol da, aç gözlerini sevdiğim. Beni gönül gözüyle gördün; dünya gözüyle görmenin zamanıdır artık' demiş. 'Gönlüme âşkın öyle bir yer etti ki, senden başka kimin elini tutsam, ateş olur yakar beni. Sana yâr olurum; senden başkasına kardeş. Varolmaksa, sensin; senden başka kim varsa, yokluğumdur. Senin elinden her iksiri içerim de, başkasının sunduğu gül şerbeti bile arsenikten acı gelir. Sen nasıl sevgilisin ki, bana uzandığında yüzüme gölge etmeyi bile ihanet sayarsın? Dünya nimetlerini birer birer unuttun da, benim adım geçtiğinde gözlerin dolar. Aynaya bak sevdiğim. Şimdi de beni görüyorsan, tez gel artık. Sana inandım. Kar erir kara çamur olur ama, senin gönlün mevsimlere direnir. Beyazı senden öğrendim; yokluğunda her iklim zemheridir artık. Tanrı dileklerini kabul etti. Sevdim seni. Nasılsan, öyle kabulümsün. Canın sende kalsın; gönlün yeter bana. Göster yüzünü, ben senin olayım. Gel al beni sevdiğim, gecikirsen, vebaldesin.

(...)

Anlatılır ki, bu aşk başlayalı beri, ateş böcekleri geceleri bilinirmiş yalnızca...