Öyle bir kitap yazmalıyım ki, odamdan ta ilerdeki Sultanahmet Camii'ne baktığımda ve aradaki mesafede olan onca şeyin hayalini kurup kokusunu içime çektiğimde hissettiğim şeyi hissetmeliyim sayfaları çevirdikçe. Karakterler olmalı ama standart ve gerçekçi olmalılar, okura bilgi vermeliler ve sayfaların arasında gizlenmeli şehrin kokusu. Bölüm bölüm anlatılmalı, bölüm bölüm yaşanmalı ve okur sokaklarda dolaşıp her gürültüyü duyabilmeli, her varlığı duyumsayabilmeli. Okura İstanbul anlatılmalı ve duygu özleri benimsetilmeli ona, sanki gerçekten İstanbul'u yaşamış ve İstanbul'da yaşamış gibi.
Hamalları ve çuhalarını, kirlenmiş yorgun yüzlerini ve umutsuz gözlerinin ışığını anlatabilmeliyim ona. Ona yarısı silinmiş 'Otopark' yazılarını göstermeli ve onlara bakmanın nasıl bir duygu olduğunu kavratmalı, günde 15- 16 saat çalışan esnafların konuşmalarını dinletmeliyim.
İstanbul'un kedileri vardır. Kedileri görebilmeli okurum, onların ürkek bakışlarını, temkinli adımlarını tartabilmeli gözünde. Çatılardaki martı kavgalarını izleyebilmeli ve hayatında belki de ilk kez böylesine güzel varlıkların birbirlerini yaralamalarını çaresiz bakışlarla izleyebilmeli; basit bir ekmek parçası için... Sonrasında bu düşünceyi ilerletebilmeli ve insanların her gün aynı kavgaya düştüklerini, aynı yaraları taşıdıklarını ve bir zamanlar kusursuz olan ruhlarının çamurla kirlenmiş olduğunu anlayabilmeli. Lekeli bir ruhun ne olduğunu ve lekenin, içine düşülen çamurun, üstümüzü kirleten tozun hayat demek olduğunu, bizi lekeleyen çamurun bizim öz maddemiz olduğunu ve tüm bunların 'hayat tecrübesi' demek olduğunu düşünebilmeli. Leke olmadan tecrübe olmuyor diyebilmeli okurum ve evrenin toz zerreciklerinden oluştuğunu ekleyebilmeli.
İstanbul'a bakarken her boyuttan ve renkten olan tozları görebilmeli. Gözüyle burnu arasında bile bir evrenin tezahür ettiğini anlayabilmeli bu kitabı okuyan. Asılan bir çamaşırın burnunuza gelen kokusunu hayal edebilmeli okurum ve onun giyildiğini, temizlendiğini, asıldığını düşünebilmeli hemen. Ve sonra sorabilmeli kendisine, ruhunun da bir gün yıkanıp lekesiz olup olamayacağını ve o ruhu kimin yıkayacağını... Burada susmalı işte ve kitabımı bir yana bırakıp kısa bir an için de olsa tefekküre dalabilmeli, gerçeğin kendisinden şüphe edip alternatifler üretebilmeli. Gündoğumuyla günbatımı arasındaki farkı tadabilmeli okurum bu kitapta. İkisinin de ne kadar güzel olduğunu ve ne kadar farklı hisler içinde izlendiğini düşünebilmeli. Aynı doğum ve ölüm gibi kusursuz bir çift olduklarını; birinden biri olmazsa diğerinin de anlamının olmayacağını kavramalı. O zaman artık korkmamalı günbatımından ve onu da huşu içinde takdir edebilmeli, içten bir şekilde.
Gündoğumundan öncesini sormalı kendisine ve o boşluğu tahminlerle doldurmaya çalışıp vazgeçebilmeli. En sonunda yalnızca tatlı bir uykuda olduğunu varsayabilmeli ve neden uyandığını merak edebilmeli ya da neden aslında uyumuş olduğunu sorabilmeli kendisine. Sonra düşünebilmeli en doğrusunun bu olduğunu; çünkü dinlenmezse asla koşamayacağını bilmeli okurum. Bazen karanlık, bazen renk cümbüşü içinde bazen de tekdüze olan gökyüzüne bakabilmeli sık sık. Değişkenliği görebilmeli hayatta, ve kendisinde aramalı değişmeyen özü. Gökyüzünün değiştiğini çünkü kendisinin de değiştiğini kavrayabilmeli okurum. Limana bakmalı benim penceremden ve ayrılan gemileri de yanaşan gemileri de görebilmeli aynı anda. İkisini de tartabilmeli kafasında ve hissedebilmeli o gemilerdekilerin hissettiklerini. Sonra sormalı kendisine hayatının neden gelgitlerle dolu olduğunu. Tam bu sırada derin bir nefes almalı okurum gecenin sessizliğinden ve başını kaldırıp aya bakmalı. Ayı ay yapanın da gelgitler olduğunu ve okyanuslardaki nice balıkların gelgitlere alışık olduğunu düşünebilmeli. Bunun bir denge olduğunu anlayabilmeli ve kendi hayatında aramalı dengeyi ama bulduğu zaman ona tutunmamalı; çünkü dengenin de dengelendiği bir an gelir ve aslında o anlardır hayatındaki dengesizliklerin seni dengelediğini anlamanı sağlayan.
Zihnini özgürleştirebilmeli okurum ve kendisini zihninin özgürleştiği anlarda hür hissetmeli sadece çünkü özgürlüğün sınırı yoktur. Zihnini bağlaması gereken bir nokta olduğunu görebilmeli hemen sonra ve anlayabilmeli bu nokta olmazsa düşüncelerinin referanslarının olmayacağını. Düşünceyi sorabilmeli kendisine okurum ve bunu sorarken bile düşündüğünü idrak edebilmeli. Sonrasında kendisine düşüncesizliği sormalı okurum ve boş bir şekilde durmaya çabalamalı bir an için de olsa. Bunu başaramayacağını görmeli ve düşüncelerine kilit vuramadığından yakınmalı. Bunun gerekliliğini sorgulayabilmeli, anlayabilmeli o an zıtların hangisinin onun için anlam ifade ettiğini.
Aşkın ne olduğunu sormalı kendisine ve cevap olarak aşkın yokluğunu hayal etmeye çalışmalı. O an doğaya çevirebilmeli gözlerini ve bir ağacın üzerinde sabitlemeli bakışlarını. Yapraklarına kaydırmalı gözlerini ve yere düşen bir tanesini gözleriyle yakalamaya çalışmalı. Kuru gövdeden düşen yaprağın yere konuşunu görebilmeli ve düşüncelerini yaprağın ayrıldığı noktada sabitlemeli, bakışlarına eşlik edecek şekilde. Nasıl bir yaratımın devam ettiğini idrak edebilmeli ve her sonbaharda düşen yapraklar için bir zamanlar çalışmış hücreleri hayal edebilmeli. O hücrelerin de uyumalarını anlayışla karşılayabilmeli.
Yaralı yüreklerin de aşık yürekler kadar dinlenmeye ihtiyaç duyduklarını hatırlatmalı kendisine. Bu esnada sevgilisini düşünebilmeli ve onun hayallerinde gezinebilmeli, onun kokusuyla dolu odalarda. Sevgiliyi sevgili yapan şeyleri anlamaya çalışmalı ve bunun bir sır olduğunu, bir sırrın gizeminden ötürü sır olması gerektiğini anlayabilmeli. Sevgilisinin saçlarını okşayabilmeli özgürce ve her dokunuşta taşmalı yüreği coşkuyla. Tozun ve lekenin iki sevgiliyi ayıramayacağını anlamalı ve maddenin sevgililerin arasına giremeyeceğini düşünebilmeli. Kuralların o ufak alanda işlemediğini, gerekirse doğayı aşacaklarını bilmeli o sevgililerin. Onları ayıracak tek kuvvetin sevgi olacağını idrak etmeli ve ayrılığı düşleyebilmeli. Derin bir nefes daha çekmeli gözlerini yumarken ve ayrılığın acısını hissedebilmeli yüreğinde. Bunu hissedebildiği için şanslı olduğunu düşünebilmeli ve şarabın acısının da şarabın lezzetinden olduğunu kavramalı. Hemen sonra kendi acılarına takılmalı kafası ve ona acı verenleri düşünebilmeli. Zamanında lanetlediği bu insanlara şükran borcu olduğunu idrak edebilmeli ve içini minnet duygusuyla doldurabilmeli o an. Onu minnet duygusuyla dolduran insanları hayal edebilmeli ve bu duygunun samimiyetini tartabilmeli kafasında. Bu noktada bir karara varabilmeli emin olamasa bile ve ruhunun sesinden yardım almalı bunu yaparken. Bu yardımın nereden geldiğini anlamaya çalışmalı ve ruhunu hissedebilmeli; atan nabzı kadar açık ve belli.
Yaşamın tadını alabilmeli ruhunu hissedince ve bu tadı sorgulayabilmeli hemen. Ruhunun da bir dilinin olduğunu kavrayabilmeli o an ve tüm bunların nasıl da kendisinden gizlenebildiğini sormalı. Neden düşünemediğini ve düşüncelerini ilerletip bu noktaya gelememiş olduğunu sormalı kendisine. Bir cevap bulmaya hazır olup olmadığını düşünmeli ve cevaba ulaşınca da yazılan bu kitaba teşekkür edebilmeli ona cevabı bulmasında yardım ettiği için. Bense penceremde oturmuş bu içten teşekkürü yüreğimin en derininde duyumsuyor olmalıyım işte o an ve buna değdiğini düşünmeliyim.
Öyle bir kitap yazmalıyım ki, odamdan ta ilerdeki Sultanahmet Camii'ne baktığımda ve aradaki mesafede olan onca şeyin hayalini kurup kokusunu içime çektiğimde hissettiğim şeyi hissetmeliyim sayfaları çevirdikçe. Karakterler olmalı ama standart ve gerçekçi olmalılar, okura bilgi vermeliler ve sayfaların arasında gizlenmeli şehrin kokusu. Bölüm bölüm anlatılmalı, bölüm bölüm yaşanmalı ve okur sokaklarda dolaşıp her gürültüyü duyabilmeli, her varlığı duyumsayabilmeli. Okura İstanbul anlatılmalı ve duygu özleri benimsetilmeli ona, sanki gerçekten İstanbul'u yaşamış ve İstanbul'da yaşamış gibi.
Hamalları ve çuhalarını, kirlenmiş yorgun yüzlerini ve umutsuz gözlerinin ışığını anlatabilmeliyim ona. Ona yarısı silinmiş 'Otopark' yazılarını göstermeli ve onlara bakmanın nasıl bir duygu olduğunu kavratmalı, günde 15- 16 saat çalışan esnafların konuşmalarını dinletmeliyim.
İstanbul'un kedileri vardır. Kedileri görebilmeli okurum, onların ürkek bakışlarını, temkinli adımlarını tartabilmeli gözünde. Çatılardaki martı kavgalarını izleyebilmeli ve hayatında belki de ilk kez böylesine güzel varlıkların birbirlerini yaralamalarını çaresiz bakışlarla izleyebilmeli; basit bir ekmek parçası için... Sonrasında bu düşünceyi ilerletebilmeli ve insanların her gün aynı kavgaya düştüklerini, aynı yaraları taşıdıklarını ve bir zamanlar kusursuz olan ruhlarının çamurla kirlenmiş olduğunu anlayabilmeli. Lekeli bir ruhun ne olduğunu ve lekenin, içine düşülen çamurun, üstümüzü kirleten tozun hayat demek olduğunu, bizi lekeleyen çamurun bizim öz maddemiz olduğunu ve tüm bunların 'hayat tecrübesi' demek olduğunu düşünebilmeli. Leke olmadan tecrübe olmuyor diyebilmeli okurum ve evrenin toz zerreciklerinden oluştuğunu ekleyebilmeli.
İstanbul'a bakarken her boyuttan ve renkten olan tozları görebilmeli. Gözüyle burnu arasında bile bir evrenin tezahür ettiğini anlayabilmeli bu kitabı okuyan. Asılan bir çamaşırın burnunuza gelen kokusunu hayal edebilmeli okurum ve onun giyildiğini, temizlendiğini, asıldığını düşünebilmeli hemen. Ve sonra sorabilmeli kendisine, ruhunun da bir gün yıkanıp lekesiz olup olamayacağını ve o ruhu kimin yıkayacağını... Burada susmalı işte ve kitabımı bir yana bırakıp kısa bir an için de olsa tefekküre dalabilmeli, gerçeğin kendisinden şüphe edip alternatifler üretebilmeli. Gündoğumuyla günbatımı arasındaki farkı tadabilmeli okurum bu kitapta. İkisinin de ne kadar güzel olduğunu ve ne kadar farklı hisler içinde izlendiğini düşünebilmeli. Aynı doğum ve ölüm gibi kusursuz bir çift olduklarını; birinden biri olmazsa diğerinin de anlamının olmayacağını kavramalı. O zaman artık korkmamalı günbatımından ve onu da huşu içinde takdir edebilmeli, içten bir şekilde.
Gündoğumundan öncesini sormalı kendisine ve o boşluğu tahminlerle doldurmaya çalışıp vazgeçebilmeli. En sonunda yalnızca tatlı bir uykuda olduğunu varsayabilmeli ve neden uyandığını merak edebilmeli ya da neden aslında uyumuş olduğunu sorabilmeli kendisine. Sonra düşünebilmeli en doğrusunun bu olduğunu; çünkü dinlenmezse asla koşamayacağını bilmeli okurum. Bazen karanlık, bazen renk cümbüşü içinde bazen de tekdüze olan gökyüzüne bakabilmeli sık sık. Değişkenliği görebilmeli hayatta, ve kendisinde aramalı değişmeyen özü. Gökyüzünün değiştiğini çünkü kendisinin de değiştiğini kavrayabilmeli okurum. Limana bakmalı benim penceremden ve ayrılan gemileri de yanaşan gemileri de görebilmeli aynı anda. İkisini de tartabilmeli kafasında ve hissedebilmeli o gemilerdekilerin hissettiklerini. Sonra sormalı kendisine hayatının neden gelgitlerle dolu olduğunu. Tam bu sırada derin bir nefes almalı okurum gecenin sessizliğinden ve başını kaldırıp aya bakmalı. Ayı ay yapanın da gelgitler olduğunu ve okyanuslardaki nice balıkların gelgitlere alışık olduğunu düşünebilmeli. Bunun bir denge olduğunu anlayabilmeli ve kendi hayatında aramalı dengeyi ama bulduğu zaman ona tutunmamalı; çünkü dengenin de dengelendiği bir an gelir ve aslında o anlardır hayatındaki dengesizliklerin seni dengelediğini anlamanı sağlayan.
Zihnini özgürleştirebilmeli okurum ve kendisini zihninin özgürleştiği anlarda hür hissetmeli sadece çünkü özgürlüğün sınırı yoktur. Zihnini bağlaması gereken bir nokta olduğunu görebilmeli hemen sonra ve anlayabilmeli bu nokta olmazsa düşüncelerinin referanslarının olmayacağını. Düşünceyi sorabilmeli kendisine okurum ve bunu sorarken bile düşündüğünü idrak edebilmeli. Sonrasında kendisine düşüncesizliği sormalı okurum ve boş bir şekilde durmaya çabalamalı bir an için de olsa. Bunu başaramayacağını görmeli ve düşüncelerine kilit vuramadığından yakınmalı. Bunun gerekliliğini sorgulayabilmeli, anlayabilmeli o an zıtların hangisinin onun için anlam ifade ettiğini.
Aşkın ne olduğunu sormalı kendisine ve cevap olarak aşkın yokluğunu hayal etmeye çalışmalı. O an doğaya çevirebilmeli gözlerini ve bir ağacın üzerinde sabitlemeli bakışlarını. Yapraklarına kaydırmalı gözlerini ve yere düşen bir tanesini gözleriyle yakalamaya çalışmalı. Kuru gövdeden düşen yaprağın yere konuşunu görebilmeli ve düşüncelerini yaprağın ayrıldığı noktada sabitlemeli, bakışlarına eşlik edecek şekilde. Nasıl bir yaratımın devam ettiğini idrak edebilmeli ve her sonbaharda düşen yapraklar için bir zamanlar çalışmış hücreleri hayal edebilmeli. O hücrelerin de uyumalarını anlayışla karşılayabilmeli.
Yaralı yüreklerin de aşık yürekler kadar dinlenmeye ihtiyaç duyduklarını hatırlatmalı kendisine. Bu esnada sevgilisini düşünebilmeli ve onun hayallerinde gezinebilmeli, onun kokusuyla dolu odalarda. Sevgiliyi sevgili yapan şeyleri anlamaya çalışmalı ve bunun bir sır olduğunu, bir sırrın gizeminden ötürü sır olması gerektiğini anlayabilmeli. Sevgilisinin saçlarını okşayabilmeli özgürce ve her dokunuşta taşmalı yüreği coşkuyla. Tozun ve lekenin iki sevgiliyi ayıramayacağını anlamalı ve maddenin sevgililerin arasına giremeyeceğini düşünebilmeli. Kuralların o ufak alanda işlemediğini, gerekirse doğayı aşacaklarını bilmeli o sevgililerin. Onları ayıracak tek kuvvetin sevgi olacağını idrak etmeli ve ayrılığı düşleyebilmeli. Derin bir nefes daha çekmeli gözlerini yumarken ve ayrılığın acısını hissedebilmeli yüreğinde. Bunu hissedebildiği için şanslı olduğunu düşünebilmeli ve şarabın acısının da şarabın lezzetinden olduğunu kavramalı. Hemen sonra kendi acılarına takılmalı kafası ve ona acı verenleri düşünebilmeli. Zamanında lanetlediği bu insanlara şükran borcu olduğunu idrak edebilmeli ve içini minnet duygusuyla doldurabilmeli o an. Onu minnet duygusuyla dolduran insanları hayal edebilmeli ve bu duygunun samimiyetini tartabilmeli kafasında. Bu noktada bir karara varabilmeli emin olamasa bile ve ruhunun sesinden yardım almalı bunu yaparken. Bu yardımın nereden geldiğini anlamaya çalışmalı ve ruhunu hissedebilmeli; atan nabzı kadar açık ve belli.
Yaşamın tadını alabilmeli ruhunu hissedince ve bu tadı sorgulayabilmeli hemen. Ruhunun da bir dilinin olduğunu kavrayabilmeli o an ve tüm bunların nasıl da kendisinden gizlenebildiğini sormalı. Neden düşünemediğini ve düşüncelerini ilerletip bu noktaya gelememiş olduğunu sormalı kendisine. Bir cevap bulmaya hazır olup olmadığını düşünmeli ve cevaba ulaşınca da yazılan bu kitaba teşekkür edebilmeli ona cevabı bulmasında yardım ettiği için. Bense penceremde oturmuş bu içten teşekkürü yüreğimin en derininde duyumsuyor olmalıyım işte o an ve buna değdiğini düşünmeliyim.
Mert Mercankaya