alem-i cihan içinde gelmiş geçmiş tasavvuf alimlerinin en önemli kişilerden biri olan ''şems'' e dair, özel bir alıntı..
“şems; alelacele konya’ya gider...bir han bulur ve oraya yerleşir. acele etmez, zaten bütün bir ömrü boyunca beklemeye ve sabretmeye alışmıştır. hancı, bu gelen konuğun yabancı olduğunu anlamıştır. bir ticaret merkezi olan konya’nın alış veriş yapmaya gelen yüzlerce tüccarından biridir, diye düşünmektedir. o’na sorar; “ konya’mıza hoş geldiniz, alış veriş yapacaksınız yanılmıyorsam?” başıyla hancıyı hayır'lar şems; “ hayır sadece almaya geldim!” “ne alacaksınız?” şems; gözlerini bir yere dikip “elmas”, der, “elmas almaya geldim!” tam bu sırada hanın kapısının önünden geçmekte olan atı üzerinde celaleddin; yanında bir sürü müridi olduğu halde, halkın sevgi gösterileri ve tezahüratıyla konuşmalarını böler... hancı; “ yanlış gelmişsiniz yabancı. burada elmas bulunmaz, sadece akik, gümüş ve belki şanslıysanız altın...ama elmas için doğuya gitmeniz icap eder...” şems’in ilgisi nümayişe ve halkın sevgi gösterdiği bu atının üzerinde nur saçan adama çevrilidir. “bu kim?” diye sorar... hancı; haklı bir gururla; “ o bizim medarı iftiharımız; konya’nın sevgilisi mevlana celaleddin’dir “, der. şems; yüzünü hancıya çevirir: “siz gözünüzün önündeki elması göremeyecek kadar kör müsünüz?” ve şaşkın bakışlarına aldırmaksızın celaleddin’e yetişmek üzere kalabalığa karışır. insan selini yararak müridlerine, onları da aşarak mevlana’nın atına ulaşır; atının gemini yakalar...herkes bu garip görünüşlü yabancıya bakmaktadır, herkes şaşırmıştır. şems; mevlana’nın yüzüne bakar. aradığı kişinin o olduğunu biliyordur kendisi ama; mevlana şahsını bilmiyordur henüz. öğrenmesi için, kendisini fark etmesi için o’na soru sormalıdır, kapı açmalıdır...çünkü şems biliyordur ki,sualler cevaplarından daha önemlidir hep... “celaleddin, sen misin? “ , der şems...evet’ler o’nu mevlana. “o halde sana sormalıyım; hz.muhammed mi büyüktür; beyazıt-ı bistami mi?” –o’nu (c.c) aramakla bulamazsınız ama bulanlar gene de arayanlardır!- sözünün sahibidir bistami. o dönemin en ünlü ve en büyük alimlerinden biridir. “
“celaleddin, bu soruyu bedevi kılığında, hırpani kıyafetli yüzü yanmış bir adamdan bu tarzda duyduğu için rahatsız olur biraz; “bu da ne biçim soru”, der,” elbette peygamber efendimiz büyüktür!” “öyleyse neden bistami; ey rab’bim ben sana ulaştım; seninle dopdoluyum!, derken, hz. muhammed (s.a.v), ‘rab’bim ben sana varamadım, hâlâ seni aramaktayım!’ , diye dua eder?” sorunun şiddeti karşısında mevlana atından yere düşer. kalkarken sorunun cevabını da düşünür. herkes şaşkındır ve susuyordur. celaleddin ; bir süre sustuktan sonra tebessüm ederek şems’e; ‘elbette hz. muhammed büyüktür; zirâ
varmak diye bir şey yoktur, varoluşun kendisi vardır!...
allah’ı idrak edemediğini idrak etmek; o’nu(c.c.) idrak etmektir. kendi lafz-ı keriminde buyurmaktadır ya; hiçbir yere sığmam ama inanan müminin kalbine sığarım!, demiştir’, der...
bu cevaptan sonra şems’in yüreği iyice yatışır anlamıştır ki o; aradığı kişidir. mevlana yanıtından sonra atını dergâha sürer yanındaki kalabalık halk ve müridleriyle birlikte. şems’te takip eder onları. dergâha varırlar. dergâh; çok güzel bir şekilde hazır edilmiştir. bir havuz vardır içeride; namaz kılanların abdest alması için, sohbetlerde suya bakıp ruhlarını dinlendirmek için...bir de tahtadan bir masa vardır, havuzun hemen yanında. sohbet esnasında gerekirse alınıp okunmak üzere hazır bulundurulan kitapların konduğu...gerçekten de masada o dönemin alimlerinden kimi babasına hediye edilmiş, kimi zatına bir çok kitap durmaktadır masada. her biri el yazması, başka hiçbir kopyası olmayan. şems, herkesin oturup celaleddin’in; mevlana’nın yani sohbete başlaması için hazır beklemektedir. şems ise ayaktadır, oturmamıştır. “bunlar ne? “, diye sorar mevlana’ya kitapları işaret ederek. mevlana, bu kaba saba bir tarzla konuşan, gözleri alev alev yanan , bedevi kılıklı yabancının o değerli eserleri anlamayacağını düşünür. uzun açıklama yapmaktansa kestirip atmayı yeğ tutar: “sen anlamazsın, onlar kitap...” bu, lanetayn, cevap üzerine şems, masadaki kitaplardan birini alır, havaya kaldırır ve gözlerini mevlana’nın gözerlinden çekmeksizin; “bu kitap fıkh ilmine dair olup, sana zilkade ayında, ikinci cuma günü muarrifi tarafından verilen eser değil mi?” bunları söyler söylemez elindeki kitabı atar havuzun içine. mevlana şaşkın bağırır,''dur! ne yapıyorsun???'' ''sen anlamazsın '' diye el cevabla susturur şems. bir diğer kitabı eline alır, o kitabında içinde ne olduğunu, ne ihtiva ettiğini, yazarını, mevlana’ya nasıl ve ne zaman geldiğini teker teker söylemektedir. diğer kitapları da aynı şekilde birer birer önce açıklamasını yapıp sonrada havuza atmaktadır. kitaplar havuzun suyunda, sayfaları dağılmış, mürekkepleri havuzun suyunu boyamış bir şekilde, dağılmaktadır. mevlana, ilk kitabın atılışından sonra bu yabancıyı engellemeye çalışmış, söyledikleri kar etmemiş, müridlerinden bir kaçı şems’i durdurmak için yerlerinden kalkmaya davrandıysalar da onları; “ben dergâhta bir divane bu adam sanırdım, siz allah’ın (c.c) kutsal yerinde şiddete mi başvuracaksınız, hoş görüdür bu yerin temeli! “ , diye durdurmuştur. ağlamaklı bir şekilde yalvarabiliyordur sadece. oturduğu yerden neredeyse dizleri üzerinde sürünüp bu yabancının önüne gelmiştir. şems’in elinde ise mevlana’nın babasının yazdığı kitap vardır; gecesini gündüzüne katarak yazdığı kitabı da alır ve havuza atar... “allah’a (c.c) giden iki yol vardır, celaleddin”, der şems...”birincisi uzun yol...”bu sırada havuzdaki kitapları işaret eder başıyla ve teker teker attığı kitapları çıkarır ve tekrar masaya , olmaları gereken yere koyar. çıkan kitaplar sanki hiç havuza atılmamış gibidir, üzerlerindeki tozlar dahi duruyordur; “ikicisi ise kısa yol!” , bunu söylerken dizinin dibinde çökmüş mevlana’yı bileğinden yakalar ve elini eline kenetleyip;” aşkın,sevginin yolu!” , der.
alem-i cihan içinde gelmiş geçmiş tasavvuf alimlerinin en önemli kişilerden biri olan ''şems'' e dair, özel bir alıntı..
“şems; alelacele konya’ya gider...bir han bulur ve oraya yerleşir. acele etmez, zaten bütün bir ömrü boyunca beklemeye ve sabretmeye alışmıştır. hancı, bu gelen konuğun yabancı olduğunu anlamıştır. bir ticaret merkezi olan konya’nın alış veriş yapmaya gelen yüzlerce tüccarından biridir, diye düşünmektedir.
o’na sorar; “ konya’mıza hoş geldiniz, alış veriş yapacaksınız yanılmıyorsam?”
başıyla hancıyı hayır'lar şems; “ hayır sadece almaya geldim!”
“ne alacaksınız?”
şems; gözlerini bir yere dikip “elmas”, der, “elmas almaya geldim!”
tam bu sırada hanın kapısının önünden geçmekte olan atı üzerinde celaleddin; yanında bir sürü müridi olduğu halde, halkın sevgi gösterileri ve tezahüratıyla konuşmalarını böler...
hancı; “ yanlış gelmişsiniz yabancı. burada elmas bulunmaz, sadece akik, gümüş ve belki şanslıysanız altın...ama elmas için doğuya gitmeniz icap eder...”
şems’in ilgisi nümayişe ve halkın sevgi gösterdiği bu atının üzerinde nur saçan adama çevrilidir.
“bu kim?” diye sorar...
hancı; haklı bir gururla;
“ o bizim medarı iftiharımız; konya’nın sevgilisi mevlana celaleddin’dir “, der.
şems; yüzünü hancıya çevirir:
“siz gözünüzün önündeki elması göremeyecek kadar kör müsünüz?”
ve şaşkın bakışlarına aldırmaksızın celaleddin’e yetişmek üzere kalabalığa karışır.
insan selini yararak müridlerine, onları da aşarak mevlana’nın atına ulaşır; atının gemini yakalar...herkes bu garip görünüşlü yabancıya bakmaktadır, herkes şaşırmıştır.
şems; mevlana’nın yüzüne bakar. aradığı kişinin o olduğunu biliyordur kendisi ama; mevlana şahsını bilmiyordur henüz. öğrenmesi için, kendisini fark etmesi için o’na soru sormalıdır, kapı açmalıdır...çünkü şems biliyordur ki,sualler cevaplarından daha önemlidir hep...
“celaleddin, sen misin? “ , der şems...evet’ler o’nu mevlana.
“o halde sana sormalıyım; hz.muhammed mi büyüktür; beyazıt-ı bistami mi?”
–o’nu (c.c) aramakla bulamazsınız ama bulanlar gene de arayanlardır!- sözünün sahibidir bistami. o dönemin en ünlü ve en büyük alimlerinden biridir. “
“celaleddin, bu soruyu bedevi kılığında, hırpani kıyafetli yüzü yanmış bir adamdan bu tarzda duyduğu için rahatsız olur biraz;
“bu da ne biçim soru”, der,” elbette peygamber efendimiz büyüktür!”
“öyleyse neden bistami; ey rab’bim ben sana ulaştım; seninle dopdoluyum!, derken, hz. muhammed (s.a.v), ‘rab’bim ben sana varamadım, hâlâ seni aramaktayım!’ , diye dua eder?”
sorunun şiddeti karşısında mevlana atından yere düşer. kalkarken sorunun cevabını da düşünür. herkes şaşkındır ve susuyordur. celaleddin ; bir süre sustuktan sonra tebessüm ederek şems’e;
‘elbette hz. muhammed büyüktür; zirâ
varmak diye bir şey yoktur, varoluşun kendisi vardır!...
allah’ı idrak edemediğini idrak etmek; o’nu(c.c.) idrak etmektir. kendi lafz-ı keriminde buyurmaktadır ya; hiçbir yere sığmam ama inanan müminin kalbine sığarım!, demiştir’, der...
bu cevaptan sonra şems’in yüreği iyice yatışır anlamıştır ki o; aradığı kişidir. mevlana yanıtından sonra atını dergâha sürer yanındaki kalabalık halk ve müridleriyle birlikte. şems’te takip eder onları. dergâha varırlar. dergâh; çok güzel bir şekilde hazır edilmiştir. bir havuz vardır içeride; namaz kılanların abdest alması için, sohbetlerde suya bakıp ruhlarını dinlendirmek için...bir de tahtadan bir masa vardır, havuzun hemen yanında. sohbet esnasında gerekirse alınıp okunmak üzere hazır bulundurulan kitapların konduğu...gerçekten de masada o dönemin alimlerinden kimi babasına hediye edilmiş, kimi zatına bir çok kitap durmaktadır masada. her biri el yazması, başka hiçbir kopyası olmayan. şems, herkesin oturup celaleddin’in; mevlana’nın yani sohbete başlaması için hazır beklemektedir. şems ise ayaktadır, oturmamıştır. “bunlar ne? “, diye sorar mevlana’ya kitapları işaret ederek. mevlana, bu kaba saba bir tarzla konuşan, gözleri alev alev yanan , bedevi kılıklı yabancının o değerli eserleri anlamayacağını düşünür. uzun açıklama yapmaktansa kestirip atmayı yeğ tutar:
“sen anlamazsın, onlar kitap...” bu, lanetayn, cevap üzerine şems, masadaki kitaplardan birini alır, havaya kaldırır ve gözlerini mevlana’nın gözerlinden çekmeksizin;
“bu kitap fıkh ilmine dair olup, sana zilkade ayında, ikinci cuma günü muarrifi tarafından verilen eser değil mi?”
bunları söyler söylemez elindeki kitabı atar havuzun içine.
mevlana şaşkın bağırır,''dur! ne yapıyorsun???''
''sen anlamazsın '' diye el cevabla susturur şems.
bir diğer kitabı eline alır, o kitabında içinde ne olduğunu, ne ihtiva ettiğini, yazarını, mevlana’ya nasıl ve ne zaman geldiğini teker teker söylemektedir. diğer kitapları da aynı şekilde birer birer önce açıklamasını yapıp sonrada havuza atmaktadır. kitaplar havuzun suyunda, sayfaları dağılmış, mürekkepleri havuzun suyunu boyamış bir şekilde, dağılmaktadır. mevlana, ilk kitabın atılışından sonra bu yabancıyı engellemeye çalışmış, söyledikleri kar etmemiş, müridlerinden bir kaçı şems’i durdurmak için yerlerinden kalkmaya davrandıysalar da onları;
“ben dergâhta bir divane bu adam sanırdım, siz allah’ın (c.c) kutsal yerinde şiddete mi başvuracaksınız, hoş görüdür bu yerin temeli! “ , diye durdurmuştur. ağlamaklı bir şekilde yalvarabiliyordur sadece. oturduğu yerden neredeyse dizleri üzerinde sürünüp bu yabancının önüne gelmiştir. şems’in elinde ise mevlana’nın babasının yazdığı kitap vardır; gecesini gündüzüne katarak yazdığı kitabı da alır ve havuza atar...
“allah’a (c.c) giden iki yol vardır, celaleddin”, der şems...”birincisi uzun yol...”bu sırada havuzdaki kitapları işaret eder başıyla ve teker teker attığı kitapları çıkarır ve tekrar masaya , olmaları gereken yere koyar. çıkan kitaplar sanki hiç havuza atılmamış gibidir, üzerlerindeki tozlar dahi duruyordur; “ikicisi ise kısa yol!” , bunu söylerken dizinin dibinde çökmüş mevlana’yı bileğinden yakalar ve elini eline kenetleyip;” aşkın,sevginin yolu!” , der.