I. Karanlığın içindeki aydınlık, güneşin siyah rengi, nefretin içindeki sevgi, sevginin içindeki saflık... ve o müthiş heyecan. Heyecanın içindeki garip ama bilmediğin korku, konuşamadığım ama anlatabildiğim şeyler, ağladığım ama nedensiz gözyaşlarım, sana olan gözyaşlarım. Notasını bilmediğim, ama seni gördüğüm melodiler, yürüdüğüm, fakat yere basmadığım zamanlar, dinlediğim fakat, duymadığım, duymak istemediğim hainliklerim, kimsenin bilmediği ama benim bildiğim sancılarım, ve seninde bilmediğin... Bilmeni istediğim; kaybetmekten korktuğum, çünkü kaybettiğim çok şey var, bilmeni istediğim sana değer verdiğim.
Ve denizin o mavi rengi... Huzur vermesi için baktığımız, ama kendi kendine savaştığını asla bilmediğimiz...
Güneş; gözlerimi senin saçların kadar kamaştırmıyor, güneş; toprağa vurduğunda güzel durmuyor gözlerinin kahverengisi kadar.
İçimde ölesiye bir sevgiydi eskiden kime duyduğumu bilmediğim, ölesiye bir özlem, karşılığını bekleyen sevgim, saf, doğal, yapmacıkların olmadığı sadece sen ve ben, herşeyin anlatıldığı, bir sürü çözümün bulunduğu sevgim
sırtımı anneme vermişcesine güven duyacağım sana yaslandığımda, öyle bir sevgi olmalı.
II. Acı; kelimelerin gölgesindeki siyahlık kadar silik ellerimin titreyişi kadar yakındı bana, yürekler acı çekmek içindir dedin, acı sevgi için var, peki sevgi kimin için?
Anlatabildiğin şeyler, baktığın manzaranın ötesindekilerdir, çünkü benliğin daha ötesini anlatamaz, çünkü anlamazlar, bu; kayanın altında kalmış karınca yuvasına benzer aydınlığı görmek isteyen... Duyduğun şeyler, duymak istemediklerinin dışındakilerdir, ama ben öyle yapmıyorum, çünkü ben bilmek için sadece kulağımı kullanmıyorum.
Ağlaman bana duygularının içine sığmadığını belli ediyor, ağlamak; 'geri dönemeyişlerin anası' kalbimdeki mezara bir yenisi daha eklendi işte! Niye öyle tuhaf tuhaf bakıyorsun ki? Ölmek yalnızca toprak değildir, herkesin kalbinde bir mezar, bir dünya vardır yalnızca şekilleri değişiktir...
İnsanlara bakıyorum, kendilerini zamanın girdabına fırlatmışlar, hiç bilmezler; birden fırtına durur, yere düşerler, herşey darmadağan olmuştur, nerede olduklarını bilmezler, aslında herzamanki yerlerindeler, 'boşlukta' bir şekilde mutlu olacağımı biliyorum, ama o şekil ne? neden mutluluğu başka birinin gözlerinde ya da gülümsemesinde arıyorum ki?
Gerçeği; engel tanımadan akıp giden bir ırmağa, onu kabul etmeyide ırmağın köpüklerini tutmaya benzet. O zaman anlarsın vaktin ne hızla geçtiğini, hayatın ne kadar zor olduğunu sevgilim...
Bir Mektubun Cevabı
I.
Karanlığın içindeki aydınlık,
güneşin siyah rengi,
nefretin içindeki sevgi,
sevginin içindeki saflık...
ve o müthiş heyecan.
Heyecanın içindeki garip ama bilmediğin korku,
konuşamadığım ama anlatabildiğim şeyler,
ağladığım ama nedensiz gözyaşlarım,
sana olan gözyaşlarım.
Notasını bilmediğim, ama seni gördüğüm melodiler,
yürüdüğüm, fakat yere basmadığım zamanlar,
dinlediğim fakat, duymadığım, duymak istemediğim hainliklerim,
kimsenin bilmediği ama benim bildiğim sancılarım,
ve seninde bilmediğin...
Bilmeni istediğim; kaybetmekten korktuğum,
çünkü kaybettiğim çok şey var,
bilmeni istediğim sana değer verdiğim.
Ve denizin o mavi rengi...
Huzur vermesi için baktığımız,
ama kendi kendine savaştığını asla bilmediğimiz...
Güneş; gözlerimi senin saçların kadar kamaştırmıyor,
güneş; toprağa vurduğunda güzel durmuyor gözlerinin kahverengisi kadar.
İçimde ölesiye bir sevgiydi eskiden kime duyduğumu bilmediğim,
ölesiye bir özlem,
karşılığını bekleyen sevgim,
saf,
doğal,
yapmacıkların olmadığı
sadece sen ve ben,
herşeyin anlatıldığı, bir sürü çözümün bulunduğu sevgim
sırtımı anneme vermişcesine güven duyacağım sana yaslandığımda,
öyle bir sevgi olmalı.
II.
Acı; kelimelerin gölgesindeki siyahlık kadar silik
ellerimin titreyişi kadar yakındı bana,
yürekler acı çekmek içindir dedin,
acı sevgi için var,
peki sevgi kimin için?
Anlatabildiğin şeyler, baktığın manzaranın ötesindekilerdir,
çünkü benliğin daha ötesini anlatamaz,
çünkü anlamazlar,
bu; kayanın altında kalmış karınca yuvasına benzer aydınlığı görmek
isteyen...
Duyduğun şeyler, duymak istemediklerinin dışındakilerdir,
ama ben öyle yapmıyorum,
çünkü ben bilmek için sadece kulağımı kullanmıyorum.
Ağlaman bana duygularının içine sığmadığını belli ediyor,
ağlamak; 'geri dönemeyişlerin anası'
kalbimdeki mezara bir yenisi daha eklendi işte!
Niye öyle tuhaf tuhaf bakıyorsun ki?
Ölmek yalnızca toprak değildir,
herkesin kalbinde bir mezar, bir dünya vardır
yalnızca şekilleri değişiktir...
İnsanlara bakıyorum,
kendilerini zamanın girdabına fırlatmışlar,
hiç bilmezler; birden fırtına durur, yere düşerler, herşey darmadağan
olmuştur,
nerede olduklarını bilmezler,
aslında herzamanki yerlerindeler,
'boşlukta'
bir şekilde mutlu olacağımı biliyorum, ama o şekil ne?
neden mutluluğu başka birinin gözlerinde ya da gülümsemesinde arıyorum ki?
Gerçeği; engel tanımadan akıp giden bir ırmağa,
onu kabul etmeyide ırmağın köpüklerini tutmaya benzet.
O zaman anlarsın vaktin ne hızla geçtiğini,
hayatın ne kadar zor olduğunu
sevgilim...