Bir asi kız o Kapıları olmayan dünyasının, karanlık girmez odalarında yaşayan Gizemli, ruhani esaretin en yakın zindanında gezen, basit bir kız. Çocukluğunun oyun hikâyeleriyle yaşadığını sanan küçük bir polyannacıdır. Biraz pinokyo... Bedelini ödediği tek şey yazdıklarında saklıdır. Kendi kalemiyle 'Ben asla ispatlama gereği duymam kendimi; olmayan bir şeyi, ispatlamak aptallıktır!' diye hayıflansa da, annesi onu 'hüzünlü prenses' diye anlatır. Yazarken içinde bulunduğu kimlikse; sadece muammadır Neden yazdığımı bİlmİyorum, ama şayet bİr gün neden yazdığımı anlarsam, İşte o gün bu İşİ bırakırım' diyebilecek kadar da cesurdur… Bİz, onun hep yazmasından yanayız! En çok kendİ hİkâyemİzİ…... (ç)Alıntı
Kaybetmelere alışkın değil(di) bu yürek. Öyle kolay pes etmezdi. Bir şeyi çok severse , çok isterse mutlaka olurdu; olmalıydı. Bugünlerde de pes bayrağı dikiyor her yere bu beden. Çaresiz, umutsuz, ümitsiz, ve bîtap bir halde sessizce kabulleniyor tüm olanları bu yürek. Ne bir isyan, ne bir haykırış, ne de bir çift söz... Uzaklaşıyor usul usul bu beden her şeyden, herkesten; kaplumbağa misali kafasını gömüyor yalnızlık giyili kabuğuna... Etrafına döndükçe , etrafına bakındıkça çarpıyor hep kendi yalnızlığına... İnsanlar tanıyor bu beden şehrin boş caddelerinde alelacele hareket halinde... Konuşan, gülen, mutlu, umutlu insanlar... Bu yürek kapılarını yavaşça kapatıyor; kapanıyor yalnızlıkla örülü kabuğunun içine; Kimse Bilmiyor, Kimse duymuyor
Özge Bilge
Şirazesi dağılmış bir kitap gibiyim! Savruldu yapraklarım... Kalakaldım öylece... Ve hangi rayiha çekti beni böyle derine?... Hangi hatıra böldü uykularımı?... Hangi ses uğulduyor kulaklarımda? Ben gecenin koynunda işte yalnız bir başıma! Ağlamak da çare olmaz böyle dağılmışlığıma... Kayboldum! Arıyorum! Kendimi kendimde bulamıyorum! Kendimden göç ediyorum kendime dönemiyorum. Her şey yabancı sanki ve herşey eksik! Tamamlanamıyorum! Kaç göç daha yaşar bu ömrüm?... Ve kaç göç daha kaldırabilir şu gönlüm? Kendimin gurbetindeyim vuslata eremiyorum! Aşk olsun!Ve and olsun geceye O'na ağlıyorum!Hicabım yüzüme perde hicranı kendim yaşıyorum! Bir el uzansa diyorum sarsa şu yaralarımı... Niyazım vakt-i şafağın koynunda... Secdelerim ıslanmış gözlerimin yağmurunda...
Neye el atsam piç ediyorum. Yine de fiyakalı durumlar peşindeyim hep. En sert içkileri kaçırıyorum soluk boruma bilerek. Her yıl ilkokula başlıyorum. Her gün yeni bir krallık kurup öldürüyorum kralını gece yarısına doğru. Uzatmaya gerek yok; sen olmayınca yapamıyorum. Yokluğun gümüş tepside intihar sunacak.Ölür müydün sanki sevsen beni...
Kapıları olmayan dünyasının, karanlık girmez odalarında yaşayan
Gizemli, ruhani esaretin en yakın zindanında gezen, basit bir kız.
Çocukluğunun oyun hikâyeleriyle yaşadığını sanan küçük bir polyannacıdır.
Biraz pinokyo...
Bedelini ödediği tek şey yazdıklarında saklıdır.
Kendi kalemiyle
'Ben asla ispatlama gereği duymam kendimi; olmayan bir şeyi, ispatlamak aptallıktır!' diye hayıflansa da, annesi onu 'hüzünlü prenses' diye anlatır.
Yazarken içinde bulunduğu kimlikse; sadece muammadır
Neden yazdığımı bİlmİyorum, ama şayet bİr gün neden yazdığımı anlarsam,
İşte o gün bu İşİ bırakırım' diyebilecek kadar da cesurdur…
Bİz, onun hep yazmasından yanayız!
En çok kendİ hİkâyemİzİ…...
(ç)Alıntı
Kaybetmelere alışkın değil(di) bu yürek.
Öyle kolay pes etmezdi. Bir şeyi çok severse , çok isterse mutlaka olurdu; olmalıydı.
Bugünlerde de pes bayrağı dikiyor her yere bu beden.
Çaresiz, umutsuz, ümitsiz, ve bîtap bir halde sessizce kabulleniyor tüm olanları bu yürek.
Ne bir isyan, ne bir haykırış, ne de bir çift söz...
Uzaklaşıyor usul usul bu beden her şeyden, herkesten; kaplumbağa misali kafasını gömüyor yalnızlık giyili kabuğuna...
Etrafına döndükçe , etrafına bakındıkça çarpıyor hep kendi yalnızlığına...
İnsanlar tanıyor bu beden şehrin boş caddelerinde alelacele hareket halinde...
Konuşan, gülen, mutlu, umutlu insanlar...
Bu yürek kapılarını yavaşça kapatıyor; kapanıyor yalnızlıkla örülü kabuğunun içine;
Kimse Bilmiyor, Kimse duymuyor
Özge Bilge
Şirazesi dağılmış bir kitap gibiyim! Savruldu yapraklarım...
Kalakaldım öylece...
Ve hangi rayiha çekti beni böyle derine?...
Hangi hatıra böldü uykularımı?...
Hangi ses uğulduyor kulaklarımda?
Ben gecenin koynunda işte yalnız bir başıma!
Ağlamak da çare olmaz böyle dağılmışlığıma...
Kayboldum!
Arıyorum!
Kendimi kendimde bulamıyorum!
Kendimden göç ediyorum kendime dönemiyorum.
Her şey yabancı sanki ve herşey eksik!
Tamamlanamıyorum!
Kaç göç daha yaşar bu ömrüm?...
Ve kaç göç daha kaldırabilir şu gönlüm?
Kendimin gurbetindeyim vuslata eremiyorum!
Aşk olsun!Ve and olsun geceye
O'na ağlıyorum!Hicabım yüzüme perde hicranı kendim yaşıyorum!
Bir el uzansa diyorum sarsa şu yaralarımı...
Niyazım vakt-i şafağın koynunda...
Secdelerim ıslanmış gözlerimin yağmurunda...
Neye el atsam piç ediyorum. Yine de fiyakalı durumlar peşindeyim hep. En sert içkileri kaçırıyorum soluk boruma bilerek. Her yıl ilkokula başlıyorum. Her gün yeni bir krallık kurup öldürüyorum kralını gece yarısına doğru. Uzatmaya gerek yok; sen olmayınca yapamıyorum. Yokluğun gümüş tepside intihar sunacak.Ölür müydün sanki sevsen beni...