Anlatılacak olan ne varsa Anlatıcıdan yükselir Ve Küçücük bir çocuk haykırır: Küçük şeyleri anlat bana Anlamsız sohbetleri Kendi yüreğinde suskun insanlardan Akşam saatlerinin buğulu hüznünü Ya da ev sahibinin kıskanç bakışlarını Küçük şeyleri anlat bana Sorgulayan sorularla bölünmüş sohbetleri İnsanları anlat Sanki hiç görmemişim gibi Saatler geçtikçe daha coşkulu Ve sessize çekilince el ayak Boş sokaklarda çınlarcasına sesin Küçük şeyler olsun Öyle ya “Yaşamaya dair.”
II (İlk Tohum) “Tıpkı yağmurda ki gözyaşları gibi”
Kendi gecesini sonsuz bir özlemle bekleyen Gün ışığı gibi Ötekilerden bir farkı olmasa da bir farkı vardır elbet Küçük şeylerin Yalnızca aramak azminde Kendi rüyalarında Gizli olmasa da En azından şimdilik Susmuştu halkım Kendi ağıtında Ve ben doğdum Darbenin kendi dönümünde Küçücük bir şey gibi Küçücük bir şey…
III (Doğum)
“Tahir olmakta ayıp değil Zühre olmakta”
Öyle sessizdi ki gece Ürperten bir soğuğun arkasından bakıyordum hayata Ve karşı kıyısında yaşamın “Julyetler vardı bizde Aşklarını anlatmayı beceremeyen” Ve sorabiliyordu bir yazar “Hangisi daha iyi acaba? Gerçek bir Julyet’in Söyleyecek söz bulamaması mı? Yoksa Duygusuz bir gölgenin Eski bir trajediden alınan sözleri Tekrarlaması mı?” Doğru Doğrunun olmadığı yerde yaşardı Karar vermek için Savcı kendini mahkûm ederdi Ben doğmuştum üstelik Aşkını anlatmayı beceremeyen Bir Julyet’in kollarında
IV (Büyüyorum)
. İnsanlar… Taylanlar ölüyordu Ve ben büyüyordum
Sorarlar ya Sevda hükmünde suçlu musun? Kendi gecende kendi türkün Kendi gözünde kendi şeklin Ve kendi şiirinde kendi tutkun Kendinde başkası Başkasında kendin Hiç oldun mu?
Sorarlar ya Kaç sevda kaçırdın yüreğinde Ve kaç güne kazıdın adını Kaç kere Ve Kaç zaman hissettin soluğunu
Kendi avukatı kendini savundu: Suçlu Mahkûm kendini astı Kendi cellâdı ile Kendinin önünde Ve cellât devam etti yaşamaya Kendi ruhunun Kendi adımlarında Oysa ben büyüyordum hala Ölenlerin çocukluğumdan götürdükleriyle
V (İlk AŞK) Bir düş gördüm düşümde Karşı kıyısıydı nehrin Ben karşısındaydım karşının Ulaşılmaz mesafelere gizlenmişti her şey Ve Herkes ulaşılmazdı şimdi Nehrin bu yakasında Yani ben varken orada Karşıdaydı şimdi tüm dünya Issız bir soluk gibi Yalnız el sallayanlar vardı Ve sövenler Umursamazlar Atlayanlar Nehrin buz gibi soğuğuna Hepsi de boğulup gittiler Orada karşı kıyıda Benden gayrı ben olanlar
Ve ben Seslendim geceye Al götür yüreğimi Kus rüzgârlara O ise kustu Ve yine ben Âşık oldum
VI (İlk Kaybediş) “İlkbahara herhalde geleceğim Kestaneler çiçek açacak Birden yeşil elbisesiyle yaklaşan Seni göreceğim Neden bilmem Hep yeşil bir elbise giyecekmişsin gibi geliyor”
O zaman hatırladım ilk defa Eski bir sandalyenin üzerinde Bir kantin taburesinde Eski bir masanın çevresinde oturmuşken Ve sohbet ederken Hiç de eski olmayanlara içkin Eski olamayan dostlar deminde Yepyeni anıların eski düşü Sokakların bize ait olduğu Ve yağmurun ürkekçe titrettiği Anılarımın kaybedilmişi
Bu gün hatırladım ilk defa Sahi Bir yüzün var mıydı senin? Ellerin Ayakların Dünyaya çırılçıplak bakan bir tenin Ve ben var mıydım orada? Sahi Neredeydin sen? Ve hangi kaldırımda geçiyorsun şimdi Eylül yağmurlarını Ve ben Yine ben Hangi hayal uğruna Kaybettim
Hatırladım işte Hatırlanana dair Küçücük şeyler.
VII (Zindana İlk Giriş)
“Ölebilirsen öl Konuşmadan Bakmadan Ağlamadan” Avlu soğuk Panayır meydanlarının gizli hüznü Anlamsız kahkahaları küçük şeylerin Avlu soğuk Sırtım betonun romatizmasında Derinlikler girdapta Kendi siluetinde öyküsünü yazanlar Sessizce mırıldanırlar Kapılar kilit tutmuş Kurumaz Ve ben esir düştüm İlk esaretim Avlu soğuk Üşüyorum Ya onlar Küçücük şeyler?
IIX (Karanlık Büyüyor) “İnsanım, insanla ilgili hiçbir şey yabancım değil”
Duvarlar kör Duvarlar sağır Zindan şiirleri acı Ve acı Suskunluk Duyumsamazlık
Zindan kurtulunca zindanından Ülkem zindanlaştıkça Zindan ülkeleştikçe Duvarlar kör Duvarlar sağır Zindan şiirleri acı
Ben böyle düştüm ilk defa Ülkemin zindanına Büyüyordum Eriyordum İnsanlar kördü oysa İnsanlar sağır İnsanlaşmış duvarlar Korku Acı Ölüm Büyüdüm Sarı yıldızın altında
IX (Zindana Dair Not: İŞKENCE)
Ben doğduğumda karanlıktı gece Gündüz ise çıplak Sarıydık Beyazdık Kızıldık doğduğumuzda Dillerimiz vardı Ve dinlerimiz Kimse söylemedi bize Karın üşüttüğünü Ve sormadılar isteyip istemediğimizi Yağmurun damlasını Şafağın söküşünü Doğduk işte Öyle apansız Öyle çaresiz Şimdi unutulmuş dizelerde Ve korkusuz gülücüklerde Bir duvarın önünde yahut zindanda Sormadıklarını soruyorlar bize Dilimizi soruyorlar Rengimizi satıyorlar Haraç mezat köle pazarlarında Rüzgâr yalarken tenimi Soruyordu ya İsli bir bodrum katında Yüz seksen volt ıslak duşunda Kelepçeli bir haydut: Sen doğdun mu?
X (Savaşı Tanımak) “Savaşan özgürleşir Özgürleşen güzelleşir Güzelleşen sevilir”
Savaş uzaktan daha korkunçtur Halaya durmak gibidir Davulun gümbürtüsü Ötede yüreğin telini titreten bir sızı Ötede özgürlük Kırk dilde ve yüz anlamda Oysa sevda Tek dilde Ve Tek anlamda Özgürlük için savaş Sevda için savaş Ölüme açılan her kapı haklı değildir Fakat her açılan kapının ölüme çıkması İşte budur Savaşın ta kendisi Savaş uzaktan daha acıdır Tıpkı davulun gürlemeleri gibi
XI (Son Durağım Fakat Yol Uzun) Nazım konuşuyor: “düşmesin bizimle yola Evinde ağlayanların gözyaşlarını Boynunda ağır bir zincir gibi taşıyanlar. Bıraksın peşimizi Kendi yüreğinin kabuğunda yaşayanlar” Ve Villon ekliyor: “yalan gibi gerçek söz Ödlek gibi yürekli kişi Müzik gibi iğrenç ses Âşık gibi aklı başında”
Özgürlük için savaşanlar Büyük insanlığın tüm patikalarında Bu şarkı size: “hayatın keyfini çıkarabilirdik Ama bizim kaderimiz başka Duyamadan ölmek gerek Doğan günü karşılayan horozu”
Savaşı anlayanlar Böyle anlamak gerek Doğan günde büyüyen vuslatı
Yüreği duyumsayanlar Böyle tanımak gerek Her atışında soluklanan kalbimi Ve Ekin Ekin Başaklananlar Böyle hissedebilmek gerek Terk edişlerde Bu anlamsız Vuslat’ı Düşerken anılar boyu Selamlayışlarında avuçlarca Elveda diyen Şu sessiz eli Hani vuslatı Vuslat AKTEPE
Vuslatı Anlamak
(Neden Bu terk ediş)
1
(Anlatıcının Sırrı)
Anlatılacak olan ne varsa
Anlatıcıdan yükselir
Ve
Küçücük bir çocuk haykırır:
Küçük şeyleri anlat bana
Anlamsız sohbetleri
Kendi yüreğinde suskun insanlardan
Akşam saatlerinin buğulu hüznünü
Ya da ev sahibinin kıskanç bakışlarını
Küçük şeyleri anlat bana
Sorgulayan sorularla bölünmüş sohbetleri
İnsanları anlat
Sanki hiç görmemişim gibi
Saatler geçtikçe daha coşkulu
Ve sessize çekilince el ayak
Boş sokaklarda çınlarcasına sesin
Küçük şeyler olsun
Öyle ya
“Yaşamaya dair.”
II
(İlk Tohum)
“Tıpkı yağmurda ki gözyaşları gibi”
Kendi gecesini sonsuz bir özlemle bekleyen
Gün ışığı gibi
Ötekilerden bir farkı olmasa da bir farkı vardır elbet
Küçük şeylerin
Yalnızca aramak azminde
Kendi rüyalarında
Gizli olmasa da
En azından şimdilik
Susmuştu halkım
Kendi ağıtında
Ve ben doğdum
Darbenin kendi dönümünde
Küçücük bir şey gibi
Küçücük bir şey…
III
(Doğum)
“Tahir olmakta ayıp değil Zühre olmakta”
Öyle sessizdi ki gece
Ürperten bir soğuğun arkasından bakıyordum hayata
Ve karşı kıyısında yaşamın
“Julyetler vardı bizde
Aşklarını anlatmayı beceremeyen”
Ve sorabiliyordu bir yazar
“Hangisi daha iyi acaba?
Gerçek bir Julyet’in
Söyleyecek söz bulamaması mı?
Yoksa
Duygusuz bir gölgenin
Eski bir trajediden alınan sözleri
Tekrarlaması mı?”
Doğru
Doğrunun olmadığı yerde yaşardı
Karar vermek için
Savcı kendini mahkûm ederdi
Ben doğmuştum üstelik
Aşkını anlatmayı beceremeyen
Bir Julyet’in kollarında
IV
(Büyüyorum)
.
İnsanlar…
Taylanlar ölüyordu
Ve ben büyüyordum
Sorarlar ya
Sevda hükmünde suçlu musun?
Kendi gecende kendi türkün
Kendi gözünde kendi şeklin
Ve kendi şiirinde kendi tutkun
Kendinde başkası
Başkasında kendin
Hiç oldun mu?
Sorarlar ya
Kaç sevda kaçırdın yüreğinde
Ve kaç güne kazıdın adını
Kaç kere
Ve
Kaç zaman hissettin soluğunu
Kendi avukatı kendini savundu:
Suçlu
Mahkûm kendini astı
Kendi cellâdı ile
Kendinin önünde
Ve cellât devam etti yaşamaya
Kendi ruhunun
Kendi adımlarında
Oysa ben büyüyordum hala
Ölenlerin çocukluğumdan götürdükleriyle
V
(İlk AŞK)
Bir düş gördüm düşümde
Karşı kıyısıydı nehrin
Ben karşısındaydım karşının
Ulaşılmaz mesafelere gizlenmişti her şey
Ve
Herkes ulaşılmazdı şimdi
Nehrin bu yakasında
Yani ben varken orada
Karşıdaydı şimdi tüm dünya
Issız bir soluk gibi
Yalnız el sallayanlar vardı
Ve sövenler
Umursamazlar
Atlayanlar
Nehrin buz gibi soğuğuna
Hepsi de boğulup gittiler
Orada karşı kıyıda
Benden gayrı ben olanlar
Ve ben
Seslendim geceye
Al götür yüreğimi
Kus rüzgârlara
O ise kustu
Ve yine ben
Âşık oldum
VI
(İlk Kaybediş)
“İlkbahara herhalde geleceğim
Kestaneler çiçek açacak
Birden yeşil elbisesiyle yaklaşan
Seni göreceğim
Neden bilmem
Hep yeşil bir elbise giyecekmişsin gibi geliyor”
O zaman hatırladım ilk defa
Eski bir sandalyenin üzerinde
Bir kantin taburesinde
Eski bir masanın çevresinde oturmuşken
Ve sohbet ederken
Hiç de eski olmayanlara içkin
Eski olamayan dostlar deminde
Yepyeni anıların eski düşü
Sokakların bize ait olduğu
Ve yağmurun ürkekçe titrettiği
Anılarımın kaybedilmişi
Bu gün hatırladım ilk defa
Sahi
Bir yüzün var mıydı senin?
Ellerin
Ayakların
Dünyaya çırılçıplak bakan bir tenin
Ve ben var mıydım orada?
Sahi
Neredeydin sen?
Ve hangi kaldırımda geçiyorsun şimdi
Eylül yağmurlarını
Ve ben
Yine ben
Hangi hayal uğruna
Kaybettim
Hatırladım işte
Hatırlanana dair
Küçücük şeyler.
VII
(Zindana İlk Giriş)
“Ölebilirsen öl
Konuşmadan
Bakmadan
Ağlamadan”
Avlu soğuk
Panayır meydanlarının gizli hüznü
Anlamsız kahkahaları küçük şeylerin
Avlu soğuk
Sırtım betonun romatizmasında
Derinlikler girdapta
Kendi siluetinde öyküsünü yazanlar
Sessizce mırıldanırlar
Kapılar kilit tutmuş
Kurumaz
Ve ben esir düştüm
İlk esaretim
Avlu soğuk
Üşüyorum
Ya onlar
Küçücük şeyler?
IIX
(Karanlık Büyüyor)
“İnsanım, insanla ilgili hiçbir şey yabancım değil”
Duvarlar kör
Duvarlar sağır
Zindan şiirleri acı
Ve acı
Suskunluk
Duyumsamazlık
Zindan kurtulunca zindanından
Ülkem zindanlaştıkça
Zindan ülkeleştikçe
Duvarlar kör
Duvarlar sağır
Zindan şiirleri acı
Ben böyle düştüm ilk defa
Ülkemin zindanına
Büyüyordum
Eriyordum
İnsanlar kördü oysa
İnsanlar sağır
İnsanlaşmış duvarlar
Korku
Acı
Ölüm
Büyüdüm
Sarı yıldızın altında
IX
(Zindana Dair Not: İŞKENCE)
Ben doğduğumda karanlıktı gece
Gündüz ise çıplak
Sarıydık
Beyazdık
Kızıldık doğduğumuzda
Dillerimiz vardı
Ve dinlerimiz
Kimse söylemedi bize
Karın üşüttüğünü
Ve sormadılar isteyip istemediğimizi
Yağmurun damlasını
Şafağın söküşünü
Doğduk işte
Öyle apansız
Öyle çaresiz
Şimdi unutulmuş dizelerde
Ve korkusuz gülücüklerde
Bir duvarın önünde yahut zindanda
Sormadıklarını soruyorlar bize
Dilimizi soruyorlar
Rengimizi satıyorlar
Haraç mezat köle pazarlarında
Rüzgâr yalarken tenimi
Soruyordu ya
İsli bir bodrum katında
Yüz seksen volt ıslak duşunda
Kelepçeli bir haydut:
Sen doğdun mu?
X
(Savaşı Tanımak)
“Savaşan özgürleşir
Özgürleşen güzelleşir
Güzelleşen sevilir”
Savaş uzaktan daha korkunçtur
Halaya durmak gibidir
Davulun gümbürtüsü
Ötede yüreğin telini titreten bir sızı
Ötede özgürlük
Kırk dilde ve yüz anlamda
Oysa sevda
Tek dilde
Ve
Tek anlamda
Özgürlük için savaş
Sevda için savaş
Ölüme açılan her kapı haklı değildir
Fakat her açılan kapının ölüme çıkması
İşte budur
Savaşın ta kendisi
Savaş uzaktan daha acıdır
Tıpkı davulun gürlemeleri gibi
XI
(Son Durağım Fakat Yol Uzun)
Nazım konuşuyor:
“düşmesin bizimle yola
Evinde ağlayanların gözyaşlarını
Boynunda ağır bir zincir gibi taşıyanlar.
Bıraksın peşimizi
Kendi yüreğinin kabuğunda yaşayanlar”
Ve Villon ekliyor:
“yalan gibi gerçek söz
Ödlek gibi yürekli kişi
Müzik gibi iğrenç ses
Âşık gibi aklı başında”
Özgürlük için savaşanlar
Büyük insanlığın tüm patikalarında
Bu şarkı size:
“hayatın keyfini çıkarabilirdik
Ama bizim kaderimiz başka
Duyamadan ölmek gerek
Doğan günü karşılayan horozu”
Savaşı anlayanlar
Böyle anlamak gerek
Doğan günde büyüyen vuslatı
Yüreği duyumsayanlar
Böyle tanımak gerek
Her atışında soluklanan kalbimi
Ve
Ekin
Ekin
Başaklananlar
Böyle hissedebilmek gerek
Terk edişlerde
Bu anlamsız Vuslat’ı
Düşerken anılar boyu
Selamlayışlarında avuçlarca
Elveda diyen
Şu sessiz eli
Hani vuslatı
Vuslat AKTEPE