Kuşku bilginin başlangıcıdır. Descartes gerçeğe ulaşabilmek için her şeyden kuşku duyulması gerektiğini savunmuş, bunu bir yöntem olarak kullanmış, geliştirmiştir. Ben buna bir de eleştirel bilimsel yaklaşımı ekliyorum. Olay ve olgulara hem kuşku, hem de eleştirel bir bakış açısıyla yaklaşmamız bizi ayık, uyanık tutacak, kolayca aldanmamızı, kandırılmamızı önleyecek ve her an tetikte olmamızı sağlayacaktır.
Bilimsel kuşku araştırma, inceleme ve irdelemeyi de kapsar. Kuşkulanmak, düşünmektir. Düşünmek varolmaktır. Öyleyse, varolduğumuz kuşkusuzdur. “Düşünüyorum, öyleyse varım” söylemi işte bu ilk, doğru ve belirgin bilgidir.
Yaşantımız boyunca çevremizdeki her şey bizi belli bir kanala doğru sürüklemek, belli bir şekilde yapılandırmak, güdülemek, koşullandırmak, konuşlandırmak, böylece kolayca yönetilmemizi ve emeğimizin karşılığı kazancımızı hiçbir şekilde tasarruf etmemize olanak bırakmayacak şekilde tüketmemizi sağlayacak biçimde tasarlanmış, planlanmıştır. Hedef, emeğimize en az değeri biçerek, en az ücreti ödeyerek bizi olduğunca fazla sömürmek, ve en sonunda posamız çıktıktan sonra –bir paçavra gibi- kaldırıp bir köşeye atmaktır.
İşte bu bağlamda bizim yapmamız gereken, bize düşen en önemli görev, bu tasarıya, bu plana, bu düzeneğe karşı çıkmak, tüm gücümüzle direnmektir. Bunun en yalın yolu küresel düzenin bizden talep ettiği şeyleri vermemek, yapmamak, ya da, bizden beklenilenin tam tersini yapmaktır. Özgürlüğümüzü, düşünsel ve bireysel gelişim ile bağımsızlığımızı ancak bu şekilde koruyabiliriz.
Yaşamı belirleyen öğeler geçen günlerdir. Her geçen gün önemlidir. Gördüğü yaşamı önemsemeyen, görmediği yaşamı hiç önemsemez. Kendisi için neyin önemli, neyin önemsiz; neyin yararlı, neyin yararsız; olduğunun ayırdına varamayan kişi ezilmeye, kullanılmaya, sömürülmeye ve yönetilmeye mahkumdur. Toplumun her şey olduğu, ancak bireyin hiçbir şey olmadığı bir düzende insanlar salt güçlülerin yararına, onların gözüne girmek ve onlara yaranmak için işler yaparlar. İnsanlardaki en büyük kusur, güçlü ve varlıklının her söylediğini tanrısal bir söylem gibi kabul edip körü körüne onlara itaat etmesi, en büyük eksiklik ise kendi geleceğini düşünme ve kendisi için en doğru şeyin ne olduğu saptama yetisinden yoksun olmasıdır.
Dünyadaki en güzel şey insanın yaşamını kendi başına belirlemesi ve başkalarına bağımlı olmamasıdır. Engeller ne denli gözümüzde büyük görünürse görünsün özgürlüğümüz için girişimde bulunmaktan, savaşmaktan asla vazgeçmeyeceğiz. Tüm korku, endişe ve bizi duraksatacak düşünceleri bir kenara bırakıp tüm gücümüzü yapmayı planladığımız eyleme odaklayacağız. Kendi isteklerimize göre belirleyeceğimiz yalın bir yaşam bize çok daha fazla mutluluk ve huzur sağlayacaktır.
Başarı, yükselme ve toplumda saygın bir konumda olmak yeterli bir gösterge değildir. Çünkü genelde bu durumda olanlar veya bu şekilde 'tanımlananlar' o toplumun en kaypak, en kötü, en cani, en bencil, en paragöz, en tamahkar, en içten pazarlıklı, en aşağılık, en ahlaksız öğeleridir. İkiyüzlüden öte, çokyüzlü ve binbir suratlıdırlar. Daha saygın bir konuma ulaşmak için yukarıya tırmandıkça çevremizdeki leş kargalarının, akbabaların, çakalların, sırtlanların, ölü gömücü ve ölü tacirlerinin sayısında inanılmaz bir artış olacağını şaşarak göreceğimizden emin olabiliriz.
Yönetilmesi ve yönlendirilmesi en kolay güvenlikten yoksun kararsız insandır. Toplum, düzen, şirket, patron ve başkaları için özveride bulunduğumuz ölçüde kendimizi geliştirme olasılıklarını azaltmış oluruz. . Eğer biri bizden bir şey ister ve bunun için onur ve erdem gibi niteliklerden söz ederse, bilin ki o bizim en büyük düşmanımızdır; eğer o şeyde veya yapacağımız eylemde herhangi bir yararımız yoksa, o kişinin gözünde onursuz ve şerefsiz konumuna düşmekten çekinmeyeceğiz. Çünkü aslında onursuz olan odur ve yüksek değerleri bir silah gibi kullanarak bizi istismar etmekte, böylece her istediğini yaptıracağını sanmaktadır.
1999daki deprem bana şunu öğretti: Evdeki tüm eşyalar, hatta oturduğum evin kendi bile bir çöp veya moloz yığınından başka bir şey değildi. Ben aslında bir sürü çöpün ve moloz yığının ortasında oturuyordum. Bir sürü gerekli gereksiz çerçöpü eve doldurmuş ve bu çerçöpün beni mutlu edeceğini sanmıştım. Ama öyle olmadığını gördüm.
Yaşam çoğumuz için bir korku ve endişe kaynağıdır. Çünkü içinde bulunduğumuz durumdan asla hoşnut olmayıp sürekli olduğumuzdan başka türlü olmak isteriz. “Yaşamından hoşnut olan ilerleyemez” gibi beylik söylemlerle sürekli kışkırtılır, elde ettiğimiz şeyleri değerlendirmek yerine bize çok daha çekici gelen yeni şeylerin peşinden koşmaya bayılırız.
İşte böylecene içimizdeki o bir türlü bastıramadığımız gösteriş içtepisi ve 'tahtaravanla gitme tutkusu' nedeniyle kendimizi kaptırdığımız o “delice koşu” asla sona ermez, korku ve endişelerimiz daha çok artar. Oysa yapılması gereken elimizdekileri ve elde ettiklerimizi iyice değerlendirmek ve durmaktır. Korku ve endişelerin kaynağı durmayı bilmeyişimizdir.
Gökteki efendiden ve gökten inme kitaplardan kurtulmadıkça, yeryüzündeki efendilerden ve onların kitaplarından da kurtulamayız. Bu nedenle, Tanrı gerçekten varolsa bile, ilke olarak onu yadsımamız, ona karşı direnmemiz, onu sorgulamamız gerekir. Hiç merak etmeyin onun günahları insanların günahlarından kat be kat fazladır. Bu nedenle, en başta, Tanrıya, devletin, bürokrasinin ve dinlerin tanrısal zorbalığına, din adamlarına başkaldırmak gerekir.
Bir insanın özgürlüğünün bir başka insanın özgürlüğüyle sınırlandığı doğru değildir. İnsan yalnızca ekonomik olarak eşit olan özgür insanlar arasında gerçekten özgürdür; bir tek insanın bile fakir olması tüm insanlığı çiğner ve herkesin özgürlüğünü etkisiz hale getirir. Herkesin özgürlüğü bu nedenle yalnızca herkesin ekonomik eşitliği halinde gerçekleşebilir.
Ekonomik eşitlik olmaksızın verilen siyasal eşitlik, yani demokrasi büyük bir kandırmaca, masal, sahtekarlık, yalandır. Yığınların, sürülerin cahilce kullandıkları satılık oylar ülkeleri felaketten felakete sürükler. Küresel egemenler ve devletler, varlıklarını ancak yığınları aldatarak, suç işleyerek, insanların canlarını ve ruhlarını satınalarak sürdürebilir. Zayıflar devletlerin gözünde zayıflıkları ölçüsünde erdemli, sevimli ve örnek yurttaşlar olarak kabul edilir.
Eğer ahlakın bir temel ilkesi varsa, o da özgürlüktür. Özgürlük yoksa, ahlak da yoktur. Öyleyse, özgürlük dışında kalan herşey ahlaksızlıktır. Uğrunda savaşılmaya ve ölmeye değen tek şey özgürlüktür. Özgürlüğümüz için asla savaşmaktan vazgeçmeyelim.
Bilimsel kuşku araştırma, inceleme ve irdelemeyi de kapsar. Kuşkulanmak, düşünmektir. Düşünmek varolmaktır. Öyleyse, varolduğumuz kuşkusuzdur. “Düşünüyorum, öyleyse varım” söylemi işte bu ilk, doğru ve belirgin bilgidir.
Yaşantımız boyunca çevremizdeki her şey bizi belli bir kanala doğru sürüklemek, belli bir şekilde yapılandırmak, güdülemek, koşullandırmak, konuşlandırmak, böylece kolayca yönetilmemizi ve emeğimizin karşılığı kazancımızı hiçbir şekilde tasarruf etmemize olanak bırakmayacak şekilde tüketmemizi sağlayacak biçimde tasarlanmış, planlanmıştır. Hedef, emeğimize en az değeri biçerek, en az ücreti ödeyerek bizi olduğunca fazla sömürmek, ve en sonunda posamız çıktıktan sonra –bir paçavra gibi- kaldırıp bir köşeye atmaktır.
İşte bu bağlamda bizim yapmamız gereken, bize düşen en önemli görev, bu tasarıya, bu plana, bu düzeneğe karşı çıkmak, tüm gücümüzle direnmektir. Bunun en yalın yolu küresel düzenin bizden talep ettiği şeyleri vermemek, yapmamak, ya da, bizden beklenilenin tam tersini yapmaktır. Özgürlüğümüzü, düşünsel ve bireysel gelişim ile bağımsızlığımızı ancak bu şekilde koruyabiliriz.
Yaşamı belirleyen öğeler geçen günlerdir. Her geçen gün önemlidir. Gördüğü yaşamı önemsemeyen, görmediği yaşamı hiç önemsemez. Kendisi için neyin önemli, neyin önemsiz; neyin yararlı, neyin yararsız; olduğunun ayırdına varamayan kişi ezilmeye, kullanılmaya, sömürülmeye ve yönetilmeye mahkumdur. Toplumun her şey olduğu, ancak bireyin hiçbir şey olmadığı bir düzende insanlar salt güçlülerin yararına, onların gözüne girmek ve onlara yaranmak için işler yaparlar. İnsanlardaki en büyük kusur, güçlü ve varlıklının her söylediğini tanrısal bir söylem gibi kabul edip körü körüne onlara itaat etmesi, en büyük eksiklik ise kendi geleceğini düşünme ve kendisi için en doğru şeyin ne olduğu saptama yetisinden yoksun olmasıdır.
Dünyadaki en güzel şey insanın yaşamını kendi başına belirlemesi ve başkalarına bağımlı olmamasıdır. Engeller ne denli gözümüzde büyük görünürse görünsün özgürlüğümüz için girişimde bulunmaktan, savaşmaktan asla vazgeçmeyeceğiz. Tüm korku, endişe ve bizi duraksatacak düşünceleri bir kenara bırakıp tüm gücümüzü yapmayı planladığımız eyleme odaklayacağız. Kendi isteklerimize göre belirleyeceğimiz yalın bir yaşam bize çok daha fazla mutluluk ve huzur sağlayacaktır.
Başarı, yükselme ve toplumda saygın bir konumda olmak yeterli bir gösterge değildir. Çünkü genelde bu durumda olanlar veya bu şekilde 'tanımlananlar' o toplumun en kaypak, en kötü, en cani, en bencil, en paragöz, en tamahkar, en içten pazarlıklı, en aşağılık, en ahlaksız öğeleridir. İkiyüzlüden öte, çokyüzlü ve binbir suratlıdırlar. Daha saygın bir konuma ulaşmak için yukarıya tırmandıkça çevremizdeki leş kargalarının, akbabaların, çakalların, sırtlanların, ölü gömücü ve ölü tacirlerinin sayısında inanılmaz bir artış olacağını şaşarak göreceğimizden emin olabiliriz.
Yönetilmesi ve yönlendirilmesi en kolay güvenlikten yoksun kararsız insandır. Toplum, düzen, şirket, patron ve başkaları için özveride bulunduğumuz ölçüde kendimizi geliştirme olasılıklarını azaltmış oluruz. . Eğer biri bizden bir şey ister ve bunun için onur ve erdem gibi niteliklerden söz ederse, bilin ki o bizim en büyük düşmanımızdır; eğer o şeyde veya yapacağımız eylemde herhangi bir yararımız yoksa, o kişinin gözünde onursuz ve şerefsiz konumuna düşmekten çekinmeyeceğiz. Çünkü aslında onursuz olan odur ve yüksek değerleri bir silah gibi kullanarak bizi istismar etmekte, böylece her istediğini yaptıracağını sanmaktadır.
1999daki deprem bana şunu öğretti: Evdeki tüm eşyalar, hatta oturduğum evin kendi bile bir çöp veya moloz yığınından başka bir şey değildi. Ben aslında bir sürü çöpün ve moloz yığının ortasında oturuyordum. Bir sürü gerekli gereksiz çerçöpü eve doldurmuş ve bu çerçöpün beni mutlu edeceğini sanmıştım. Ama öyle olmadığını gördüm.
Yaşam çoğumuz için bir korku ve endişe kaynağıdır. Çünkü içinde bulunduğumuz durumdan asla hoşnut olmayıp sürekli olduğumuzdan başka türlü olmak isteriz. “Yaşamından hoşnut olan ilerleyemez” gibi beylik söylemlerle sürekli kışkırtılır, elde ettiğimiz şeyleri değerlendirmek yerine bize çok daha çekici gelen yeni şeylerin peşinden koşmaya bayılırız.
İşte böylecene içimizdeki o bir türlü bastıramadığımız gösteriş içtepisi ve 'tahtaravanla gitme tutkusu' nedeniyle kendimizi kaptırdığımız o “delice koşu” asla sona ermez, korku ve endişelerimiz daha çok artar. Oysa yapılması gereken elimizdekileri ve elde ettiklerimizi iyice değerlendirmek ve durmaktır. Korku ve endişelerin kaynağı durmayı bilmeyişimizdir.
Gökteki efendiden ve gökten inme kitaplardan kurtulmadıkça, yeryüzündeki efendilerden ve onların kitaplarından da kurtulamayız. Bu nedenle, Tanrı gerçekten varolsa bile, ilke olarak onu yadsımamız, ona karşı direnmemiz, onu sorgulamamız gerekir. Hiç merak etmeyin onun günahları insanların günahlarından kat be kat fazladır. Bu nedenle, en başta, Tanrıya, devletin, bürokrasinin ve dinlerin tanrısal zorbalığına, din adamlarına başkaldırmak gerekir.
Bir insanın özgürlüğünün bir başka insanın özgürlüğüyle sınırlandığı doğru değildir. İnsan yalnızca ekonomik olarak eşit olan özgür insanlar arasında gerçekten özgürdür; bir tek insanın bile fakir olması tüm insanlığı çiğner ve herkesin özgürlüğünü etkisiz hale getirir. Herkesin özgürlüğü bu nedenle yalnızca herkesin ekonomik eşitliği halinde gerçekleşebilir.
Ekonomik eşitlik olmaksızın verilen siyasal eşitlik, yani demokrasi büyük bir kandırmaca, masal, sahtekarlık, yalandır. Yığınların, sürülerin cahilce kullandıkları satılık oylar ülkeleri felaketten felakete sürükler. Küresel egemenler ve devletler, varlıklarını ancak yığınları aldatarak, suç işleyerek, insanların canlarını ve ruhlarını satınalarak sürdürebilir. Zayıflar devletlerin gözünde zayıflıkları ölçüsünde erdemli, sevimli ve örnek yurttaşlar olarak kabul edilir.
Eğer ahlakın bir temel ilkesi varsa, o da özgürlüktür. Özgürlük yoksa, ahlak da yoktur. Öyleyse, özgürlük dışında kalan herşey ahlaksızlıktır. Uğrunda savaşılmaya ve ölmeye değen tek şey özgürlüktür. Özgürlüğümüz için asla savaşmaktan vazgeçmeyelim.