Şiirin üvey kızıyım ben. Asırlar oluyor kalemim kırılalı. Calliope ile yollarımız ne zaman ayrıldı hatırlamıyorum bile. Büyük şairlerden biri isim vermiyorum o kendini çok iyi biliyor, yazmadığım için eleştiri oklarını fırlattı dün gece üzerime. Kim bilir belki de bütün suç onundur aslında çünkü ben onun yazdıklarını okudukça sevgili esin perimiz Calliope onun esiridir diyorum. Hiç bir zaman şair olma iddiam olmadı benim. Gençlik hevesimde 2012 yılında Nobel Edebiyat Ödülü ‘nün benim olmasını çok istemiştim hala 6 ay kadar vaktim var:))))) Şimdi kalemin ustasına bir çift sözüm var. Sevgili şairim can ustam Sanat bir sorumluktur, adanmışlık işidir. Kelimeleri çeşitli permütasyonlarda yan yana dizme yetisi olan herkes şair olsaydı hayat ne kolay olurdu. Nur içende yatsın ninem gibi ne günlere kaldık diye başlayacağım söze. İnsanların çabasını ve duygularını küçümsemek elbette kimsenin haddi ve hakkı değildir. Ben hep emekten yana oldum ve emeğe duyduğum saygı sonsuzdur. Lakin kitap raflarından üzerimize düşen popüler kitapları gördükçe bu emek değil ‘’Kral Çıplak’’ diye bağırmak istiyorum. Artık sanat adına yapıldığı ileri sürülen her şeyi tartışmak gerek bu toplumun iyileşmesi için. Kuyruğunu tramvay çiğnemiş gibi bar bar bağıran do notasını görse mertek zannedecek, çalabildiği tek alet önündeki yemek masası olup onda da tempoyu bile doğru tutturamayan bir sürü insan için sanatçı etiketi kullanılıyor bu coğrafyada. Yıllarını müziğe vermiş bütün makamlara hâkim besteciler birçok müzik aletini bir arada çalabilen müziği bir yaşama biçimi olarak algılayan gerçekten üretici kimliği olan müzik emekçilerine yapılan bu haksızlığı kim nasıl öder bilemiyorum. Kurgusundaki tutarsızlıklar tavan yapmış seyirci unutur nasılsa rahatlığına sığınmış yüzlerce dizede birkaç bölüm oynayanlar sanatçı! Gerçek sinema emekçilerini ise artık hatırlamıyoruz bile. 1994 yılında evinde sobadan çıkan bir yangında hayatını kaybeden Bilge Olgaç ismini kaç kişi hatırlıyor çok merak ediyorum oysa sadece görselliği sayesinde sıradan hayatlarından villalara, çiftlik evlerine, rüyalarında görseler hayra yormayacakları hayatlara taşınan insanlar için bir anket yapsak tanınma oranlarının %99’ dan dan aşağı inmeyeceğine adım gibi eminim. Öyle kolaycı bir toplum olmuşuz ve öyle çok seviyoruz ki etiketlemeyi canımızın istediğini istediğimiz kalıba koyuveriyoruz hemen. Enternasyonal Marşı’nı ezbere söyleyen herkes devrimci hiçbir bedel ödemesine gerek yoktur. Doğru ya da yanlış haklı ya da haksız bu uğurda hayatı da dâhil pek çok şey ile bedel ödeyenlere yapılan haksızlığı kim ödeyecek peki? Askerden kaçmak için üniversiteyi yıllarca uzatan ülkücüler tanıyorum ben. Sınır boylarında şahadet şerbetini içenlerin yerine vatansever etiketini boşu boşuna sahiplenenlere kim ne diyecek? Her payenin bol bol dağıtıldığı kimsenin hatırı kimsede kalmasın diye gerçek sanatın kalelerinin yıkıldığı bu düzende ben yokum ustam. Ben şair değilim hiç olmadım. Asırlar oluyor kalemim kırılalı.İşte bu nedenledir ki şiirin üvey kızıyım ben.
ŞİİRİN ÜVEY KIZIYIM BEN
Şiirin üvey kızıyım ben. Asırlar oluyor kalemim kırılalı. Calliope ile yollarımız ne zaman ayrıldı hatırlamıyorum bile.
Büyük şairlerden biri isim vermiyorum o kendini çok iyi biliyor, yazmadığım için eleştiri oklarını fırlattı dün gece üzerime. Kim bilir belki de bütün suç onundur aslında çünkü ben onun yazdıklarını okudukça sevgili esin perimiz Calliope onun esiridir diyorum.
Hiç bir zaman şair olma iddiam olmadı benim. Gençlik hevesimde 2012 yılında Nobel Edebiyat Ödülü ‘nün benim olmasını çok istemiştim hala 6 ay kadar vaktim var:)))))
Şimdi kalemin ustasına bir çift sözüm var. Sevgili şairim can ustam Sanat bir sorumluktur, adanmışlık işidir. Kelimeleri çeşitli permütasyonlarda yan yana dizme yetisi olan herkes şair olsaydı hayat ne kolay olurdu.
Nur içende yatsın ninem gibi ne günlere kaldık diye başlayacağım söze. İnsanların çabasını ve duygularını küçümsemek elbette kimsenin haddi ve hakkı değildir. Ben hep emekten yana oldum ve emeğe duyduğum saygı sonsuzdur. Lakin kitap raflarından üzerimize düşen popüler kitapları gördükçe bu emek değil ‘’Kral Çıplak’’ diye bağırmak istiyorum. Artık sanat adına yapıldığı ileri sürülen her şeyi tartışmak gerek bu toplumun iyileşmesi için.
Kuyruğunu tramvay çiğnemiş gibi bar bar bağıran do notasını görse mertek zannedecek, çalabildiği tek alet önündeki yemek masası olup onda da tempoyu bile doğru tutturamayan bir sürü insan için sanatçı etiketi kullanılıyor bu coğrafyada. Yıllarını müziğe vermiş bütün makamlara hâkim besteciler birçok müzik aletini bir arada çalabilen müziği bir yaşama biçimi olarak algılayan gerçekten üretici kimliği olan müzik emekçilerine yapılan bu haksızlığı kim nasıl öder bilemiyorum.
Kurgusundaki tutarsızlıklar tavan yapmış seyirci unutur nasılsa rahatlığına sığınmış yüzlerce dizede birkaç bölüm oynayanlar sanatçı! Gerçek sinema emekçilerini ise artık hatırlamıyoruz bile. 1994 yılında evinde sobadan çıkan bir yangında hayatını kaybeden Bilge Olgaç ismini kaç kişi hatırlıyor çok merak ediyorum oysa sadece görselliği sayesinde sıradan hayatlarından villalara, çiftlik evlerine, rüyalarında görseler hayra yormayacakları hayatlara taşınan insanlar için bir anket yapsak tanınma oranlarının %99’ dan dan aşağı inmeyeceğine adım gibi eminim.
Öyle kolaycı bir toplum olmuşuz ve öyle çok seviyoruz ki etiketlemeyi canımızın istediğini istediğimiz kalıba koyuveriyoruz hemen. Enternasyonal Marşı’nı ezbere söyleyen herkes devrimci hiçbir bedel ödemesine gerek yoktur. Doğru ya da yanlış haklı ya da haksız bu uğurda hayatı da dâhil pek çok şey ile bedel ödeyenlere yapılan haksızlığı kim ödeyecek peki? Askerden kaçmak için üniversiteyi yıllarca uzatan ülkücüler tanıyorum ben. Sınır boylarında şahadet şerbetini içenlerin yerine vatansever etiketini boşu boşuna sahiplenenlere kim ne diyecek?
Her payenin bol bol dağıtıldığı kimsenin hatırı kimsede kalmasın diye gerçek sanatın kalelerinin yıkıldığı bu düzende ben yokum ustam. Ben şair değilim hiç olmadım. Asırlar oluyor kalemim kırılalı.İşte bu nedenledir ki şiirin üvey kızıyım ben.