Sen anamızsın Amed! Sütünle büyüdük, lorinlerinle adam ve kadın olduk. Kızarsak bağırıp çağırırsak sana, bil ki kızgınlığımız seni zalimlerin ellerinden kurtarmadığımız için, yine kendimizedir. Şimdi acımız da onurumuz da sensin Amed!
Suskun
Susardın ve kar yağardı
Gözlerinde başlardı gece Yarım kalmış kitaplarda biterdi. Alnımızda bilenen kör bir bıçaktı zaman Kırılmış aynalardı
Susardın, durmadan susardın Ve kar yağardı
Ocak ağaran saçlarımdı Şubat hayırsız bir evlattı, kaçaktı Ve uzaktı yaz bir anaydı Mart'ın izlerini taşırım bedenimde Aynı masalın ikizleri gibiydi günler Nisan saçlarımda ıslanırdı hep
Susardın, durmadan susardın Ve yağmurlar başlardı
Çok bekletti bizi, Hiç vaktinde gelmedi mayıs Haziran Aram'dı ya da öyle biriydi Temmuz bir düştü belki
Yaraları sarar gibiydi Ağustos yıldızlarla basardı gecemizi Bir gül suçüstü yakalanırdı Eylül bir çocuğun çığlıklarıydı
Susardın, durmadan susardın Ve rüzgârlar başlardı
Yolunu yitirmiş bir gezgin gibiydi ekim Sürgünlere uğurlardık kendimizi Kalan mı bizdik, giden mi Bilinmezdi Kasım rüzgârda bir yapraktı Ve biraz ıtri Kendi sesiyle irkilirdi Aralık günlerin son neferi
Soluk bir düş geçse de Hiçbir mevsim gözlerin kadar Acımasız kullanmadı neşteri
Susardın ve kar yağardı
Hicri İzgören
ŞiiR Yerin seni çektiği kadar ağırsın, Kanatların çırpındığı kadar hafif.. Kalbinin attığı kadar canlısın, Gözlerinin uzağı gördüğü kadar genç... Sevdiklerin kadar iyisin, Nefret ettiklerin kadar kötü.. Ne renk olursa olsun kaşın gözün, Karşındakinin gördüğüdür rengin.. Yaşadıklarını kar sayma: Yaşadığın kadar yakınsın sonuna; ne kadar yaşarsan yaşa, Sevdiğin kadardır ömrün.. Gülebildiğin kadar mutlusun. Üzülme bil ki ağladığın kadar güleceksin Sakın bitti sanma her şeyi, Sevdiğin kadar sevileceksin. Güneşin doğuşundadır doğanın sana verdiği değer Ve karşındakine değer verdiğin kadar inansın. Bir gün yalan söyleyeceksen eğer; Bırak karşındaki sana güvendiği kadar inansın. Ay ışığındadır sevgiliye duyulan hasret, Ve sevgiline hasret kaldığın kadar ona yakınsın. Unutma yağmurun yağdığı kadar ıslaksın, Güneşin seni ısıttığı kadar sıcak. Kendini yalnız hissetiğin kadar yalnızsın Ve güçlü hissettiğin kadar güçlü. Kendini güzel hissettiğin kadar güzelsin.. İşte budur hayat! İşte budur yaşamak, Bunu hatırladığın kadar yaşarsın Bunu unuttuğunda aldığın her nefes kadar üşürsün Ve karşındakini unuttuğun kadar çabuk unutulursun Çiçek sulandığı kadar güzeldir, Kuşlar ötebildiği kadar sevimli, Bebek ağladığı kadar bebektir. Ve herşeyi öğrendiğin kadar bilirsin bunu da öğren, Sevdiğin kadar sevilirsin... CAN YÜCEL
SENDEN BAŞKA YURDUM YOK
Sınırlar ötesinden sevdim seni.. göz değmemiş haliyle sevdim gözlerini.. el değmemiş haliyle ellerini…
Yıldızlar kadar uzaktın, hayallerim kadar yakın ama.. sana gelmek demek aşmak demekti bütün sınırları.. büyüdüğüm evi, annemi, doğduğum toprakları.. geçmişimi terk etmekti sana gelmek…
Her geliş yakmak demekti gemileri korkusuzca… Gidecek yeri olmayan bir yolcu gibiydim.. ne dönecek bir yerim var terk ettiğim sularda, ne de gittiğim yerde yerim.. işte buydu sana gelmek…
Hayata meydan okumaktı küçük cüssemle.. güvendiğim tek gerçeğim ise aşkımdı..
Sana geldim!
Çocukluğumdan, gençliğimden vazgeçerek sana geldim.. sende yaşlanmaya geldim.. ama senin gönül ülken büyüktü ve ben beklenmeyen bir konuktum.. iznin olmadan sınırına girdim, bir kaçak gibi..
Saklanmalıydım belki de, kaçmalı.. çünkü yasaktı aldığım nefesler bu topraklarda.. ülkenin gündemini meşgul eden, bulunması gereken bir kaçaktım.. her yerde aranan…
Ve bir gün buldun beni…
Perişan bir halde sımsıkı sarıldım sana.. tenini kokladım.. ağladım.. çıldırmanın eşiğinde “gönderme beni” diyebildim, “gönderme beni”…
Hiç aldırmadın halime.. dağ gibi duruşun kazındı içime.. dinlemedin beni.. Sınırdışı edildim hayatından.. sınırdışı edildiğim an, uçsuz bucaksız çorak topraklarda.. sen farkında değildin ama, benim senden başka sığınacak ne yerim, ne de yurdum yoktu…
Kadir Çaça
Yitirilen
Ola ki Yürürüm Bir Başka Aşka Ya da Yürürüm Mavi Olmayan Bir Gülüşe Unutma ki Tek Ask Olduğum Sensin Aşık Olduğum Değil
Karanlıkla Süzülüyor İçime Yıkım Dur Diyorum Yıkılıyorum Uçurumları Bas Ucuma Koyuyorum Sonra Okşuyorum Rüzgarda Saçlarını Sıcak İlik Bir Koku Siniyor Yüreğime Gitme Diyorum Düşüyorum Sonra Beni Soruyorlar Bana Tanımıyorum Diyorum Daha Hiç Karşılaşmadık Aynı Çizgide Bile Susuşumu Dinliyorlar Ben Sustukça Yazık, Bir Çığlığın Doğusu Gibi Ölüyorlar; Önce Bir Bir, Sonra Hepsi Sonra Bir Uçurumlar Kalıyor Birde Yıkımlar Verilen Her şey Borçmuş Gibi Alınıyor Önce Bir Bir Sonra Hepsi Sonra Bir Ben Kalıyorum, Birde Yalnızlık Uçurumlar, Yıkımlar, Ben Ve Yalnızlık Zorlu Bir Savaşın Unutulmuş Cesetleri Gibi Yatıyoruz Yan Yana Öpüşüyoruz, Sevişiyoruz Da Hatta.... Her Şey Oyun Yasaklarına Uygun Bir Günah Oluyor Sonra Tek Umudumuzu Göye Gelin Ediyoruz Telli, Kanlı Düğün İste Üşüyor Sacların Biliyorum Dargın mısın? Bu Baharda Mayısa Bıraktığım Gibi Misin Hala? Vurulmuş Çocuk Gibi Büyümemiş Yüreğinde ki Hüzün Hala Kaçıyor musun Zamansız Gözlerini Bırakarak Birilerinden Hala Ellerinden Tutup Sevgileri Hala Öyle Soğuk Bir Gök Hala Öyle Yerini Yurdunu Bulamamış Bir Mavi Dipsiz Kuyuya Salıyor musun Ağlıyarak Küçücük Bir Dokunuşla Son Sevilen Olabiliyor musun?
Kendim Kadar Aklımdasın Çoğalan Sızısıyla Mutlu Bir Yara Öyle Misin Mavi Gözlü Sari Saçlı Yoldaşım Öyle Bıraktığım Gibi misin Gerçeği Yakmada Hala Usta mısın Yoksa Çırak mı Yanerken Yollarda Saçlarıma Dolanan Aydınlığımsın Somutlaştıramadığım Tek İmgensin Şiirde Anlattıkça Eksilen Tek Anlam Hala Bıraktığım Gibi misin Yoksa Beni Bıraktığın Gibi Mi Kaç Mevsimsiz Kar Düştü Toprağıma Hala Bıraktığım Gibi Misin
Şiir: Umut Altınçağ
Bugün Değil Yarınsın Sen
Payıma düşen her şeyi erteledim. Ama erteleyemediğim bir şey vardı, sana benziyordu. Su olsan dokunduğumda bozulurdun, bozulmayan bir ‘şey’din... Gidilecek bir yer olsa sonu olurdu, sonu olmayan bir ‘şey’din...
Bir dilin bütün sözcüklerini kullansam seni tarif edemeyeceğimi biliyorum. Ulaşılmaz oldun hep; dokunmak, hissetmek ve dolu dolu yaşamak isterken seni, kocaman bir yalnızlıktı payımıza düşen.
Payıma düşen her şeyi erteledim. Ama erteleyemediğim bir şey vardı, sana benziyordu. Su olsan dokunduğumda bozulurdun, bozulmayan bir ‘şey’din... Gidilecek bir yer olsa sonu olurdu, sonu olmayan bir ‘şey’din... Uykuda görülecek bir rüya olsa uyanırdım, beni rüyamdan uyandırmayacak bir ‘şey’din... Simsiyah saçların olsun istiyorum, ama bahtın değil...
O gün seni gözlerinden, Anafatma’dan, üç ırmağın birleştiği yerinden öpeyim desem, aklına ırmaklar gelir. Düşün ki yılan dağından aşağı iniyoruz ve dünyada sadece iki kişilik türkü kalmış, onu söylüyoruz. Öyle bir ‘şey’sin sen... Seni düşündükçe yoruluyorum desem dünyanın en büyük yalanı olur. Yalanım yok...
Bu günden yarına ne kalır bilmem, ama sen kalırsın tıpkı yatağı değişmeyen bir ırmak gibi... Yaşadıklarımız azdı, zamana sığmadık yaşamak isterken her şeyi. Bu gün şarkı söylüyorsam, o gün şarkı değil, şarkı gibi seni yaşamak isterim.
Halkıma benziyordun, bir yanın göç, bir yanın toprak kokuyordu hep. Gezmediğim yerin kalmadı, bazen yasaklandın bana, bazen suç gibi boynumda taşıdım seni. Yedi telli sazımla bile tam anlatamadım. Sen bir uçurum gülüydün, ellerimi her uzattığımda bin kırıkla geri döndüm. Yasaların bile tanımlayamadığı bir ‘şey’din sen. Haritalara sığmazdın, her ülkede bir başka gülüyordun, uzundun, inceydin, dokunduğumda nereli olduğumu seninle hatırlardım. Bana hep kendimi hatırlatan bir ‘şey’sin sen... Uzaksın, yakınsın, özlenensin ama bugün değil, yarın gibi bir ‘şey’sin sen...
Bugün her şeyi değiştirmek için çabalarken, sen değişmeyen olarak duruyorsun karşımda. Kabul ediyorum. Dünyaya bu kalsın, ama sen bilme...
Dünyada kaç iklim, kaç zulüm, kaç ölüm var? Bir seni bunların karşısına koymak nasıldır bilemezsin. Bilme! .. Bugün her ölümle biraz ölürken, seni düşündükçe hayata dönüyorum yeniden. Gecenin en karanlık yerindeyim, bir sigara ateşinin aydınlattığı kadar ışık bile olsan yine de istiyorum seni. Sadece benim seni anladığım, kimsenin unutmamak için defterine not düşmediği, ama hayatımda hep bir dipnot olarak kalan kendi yasaklarım gibi unutmuyorum seni.
Dağları delmiyorum, inmek istiyorum oralardan. Hepiniz gibi aynada saçlarımı taramak, “günaydın” der gibi sokağa fırlamak ve şarkı söylemek istiyorum sana. Adına aşk diyorlar, gelecek diyorlar... Bana yetmiyor. Her şarkımda sana bir adım daha yaklaşmak istiyorum. Bir başka dilden seviyorum, kırmızıdan daha uzundur... Gelincikler gibi bir mevsim değil, dört iklim, köşe bucak, kim ne derse desin geri dönecek yerim yok, bir kentin ortasında çığlık çığlığa bağırarak tek başına kalsam da yine seviyorum seni.
Bu bir suç duyurusudur, kendimi ihbar ediyorum...
Ferhat TUNÇ
CAN DÜDAR In yazısından
O’nu hatırladıkça başı göğe ermişçesine ya da asansör boşluğuna düşmüşçesine ürperiyorsa yüreğiniz... Ömrü saatlere sıkışmış bir kelebek telaşıyla O hüzünden bu neşeye konup kalkıyorsanız gün boyu nedensiz... ve her konduğunuzda diğerini iple çekiyorsanız bu hislerin... O’nunlayken pervaneleşen yelkovanlar, O’nsuz mıhlanıp kalıyorsa yerine, bir akrep kadar hain... sınıfta, büroda, yolda, yatakta içiniz içinize sığmıyor, O’ndan söz edilince yüzünüz, sizden habersiz, mis kokulu bir ekmek dilimi gibi kızarıyor, mahcup somurtuyor veya muzip sırıtıyorsa, ve O, her durduğunuz yerde duruyor, her baktığınız yerden size bakıyor, siz keyiflendikçe gülüp, hüzünlendikçe ağlıyorsa... dünyanın en güzel yeri O’nun yaşadığı yer, en güzel kokusu bedenindeki ter, en dayanılmaz duygusu gözlerindeki kederse... hayat O’nunla güzel ve onsuz müptezelse... elmalar pembe, kiremitler pembe, gökyüzü, yeryüzü, O’nun yüzü pembeyse, kışlar ilkbaharsa, yazlar ilkbahar, güzler ilkbahar... her şiirde anlatılan O’ysa... her filmin kahramanı O... her roman O’ndan söz ediyor, her çiçek O’nu açıyorsa... bir anlık ayrılık, bir ömür gibi geliyor ve gider gitmez özlem saç diplerinizden çekiştirip beyninizi acıtıyorsa, iştahınız kapanıyor, iştahınız açılıyor, iştahınız şaşırıyorsa... iştahınız, hasret acısında bile karşı konulmaz bir tat buluyorsa... eliniz telefonda yaşıyor, işaret parmağınızla ha bire O’nu tuşluyor, dara düştüğünüzde kapıyı çalanın O olduğunu adınız gibi biliyorsanız... mütemadi bir sarhoşluk halinde, her çalan telefona O diye atlıyor, vitrindeki her giysiyi O’na yakıştırıyor, konuşan birini dinlerken 'keşke O anlatsa' diye iç geçiriyorsanız... kokusu burnunuzdan, sureti gözünüzden, sesi kulağınızdan, teni aklınızdan silinmiyorsa bir türlü... özlemi, sol memenizin altında tek nüsha bir yasak yayın gibi taşıyorsanız gün boyu... hem kimseler duymasın, hem cümlealem bilsin istiyorsanız... O’nsuz geceler ıssız, sokaklar öksüzse... ayrılık ölüme, vuslat sehere denkse... gamze gamze tebessüm de onun içinse, alev alev öfke de; bunca tavır, onca sabır ve nihayetsiz kahır hep O’nun yüzü suyu hürmetine... uğruna ödenmeyecek bedel, gidilmeyecek yol, vazgeçilmeyecek konfor yoksa... dışarıda yer yerinden oynuyor ve 'içeri'de bu sizi zerrece ilgilendirmiyorsa, nedensiz küsüyor, sebepsiz affediyorsanız ve bütün bu hallerinize siz bile akıl erdiremiyorsanız... kaybetme korkusu, kavuşma sevincinden ağır basıyorsa ve aşk, gurura baskın çıkıyorsa bu yüzden her daim... gece yarısı kadim bir dost gibi kucaklayan tanıdık bir şarkı, bütün acı sözleri unutturmaya yetiyorsa... Her gidişte ayaklarınız 'Geri dön' diye yalpalıyorsa ve siz kendinize rağmen dönüyorsanız, sınırsız, sabırsız, doyumsuz bir tutkuyla... ...o halde bugün sizin gününüz!.. 'Çok yaşa'yın ve de 'siz de görün'üz
AŞK İKİ KİŞİLİKTİR
Değişir rüzgarın yönü Solar ansızın yapraklar; Şaşırır yolunu denizde gemi Boşuna bir liman arar; Gülüşü bir yabancının Çalmıştır senden sevdiğini; İçinde biriken zehir Sadece kendini öldürecektir; Ölümdür yaşanan tek başına Aşk iki kişiliktir.
Bir anı bile kalmamıştır Geceler boyu sevişmelerden; Binlerce yıl uzaklardadır Binlerce kez dokunduğun ten; Yazabileceğin şiirler Çoktan yazılıp bitmiştir; Ölümdür yaşanan tek başına, Aşk iki kişiliktir.
Avutamaz olur artık Seni bildiğin şarkılar; Boşanır keder zincirlerinden Sular tersin tersin akar; Bir hançer gibi çeksen de sevgini Onu ancak öldürmeye yarar: Uçarı kuşu sevdanın Alıp başını gitmiştir; Ölümdür yaşanan tek başına, Aşk iki kişiliktir.
Yitik bir ezgisin sadece, Tüketilmiş ve düşmüş, gözden. Düşlerinde bir çocuk hıçkırır Gece camlara sürtünürken; Çünkü hiç bir kelebek Tek başına yaşayamaz sevdasını, Severken hiçbir böcek Hiç bir kuş yalnız değildir; Ölümdür yaşanan tek başına, Aşk iki kişiliktir.
ATAOL BEHRAMOĞLU
GÖZLERİNİN RENGİ KAHVESİNİ HERGÜN YÜREĞİME İÇİRDİM HALA HATIR MI SORARSIN BANA ?
Alın yazım çamurlu yollara yazılmış
Uzak ışıklı şehirlerden
Mektuplar yazmışsın, Aldım
Ekmeğin tanesi 15 Lira olmuş
Günler su gibi geçiyormuş
Bana anlatma oraları gelemem
Köy öğretmeniyim biliyorsun
Ben bir köy öğretmeniyim,
Yayık ayranı icerim en tazesinden
Bir yurt yaptın kendime
Yurttaşın Hasan'ından, Emine'sinden....
YALNIZLIK ŞİİRİ
Bilmezler Yalnız yaşamayanlar..
Nasıl korku verir sessizlik insana..
İnsan nasıl konuşur kendisiyle
Nasıl koşar aynalara
Bir cana hasret..
Bilmezler...
Orhan Veli KANIK
(Tüm köy Öğretmenlerine...)
Sen anamızsın Amed!
Sütünle büyüdük, lorinlerinle adam ve kadın olduk.
Kızarsak bağırıp çağırırsak sana, bil ki kızgınlığımız seni zalimlerin ellerinden kurtarmadığımız için,
yine kendimizedir.
Şimdi acımız da onurumuz da sensin Amed!
Suskun
Susardın ve kar yağardı
Gözlerinde başlardı gece
Yarım kalmış kitaplarda biterdi.
Alnımızda bilenen kör bir bıçaktı zaman
Kırılmış aynalardı
Susardın, durmadan susardın
Ve kar yağardı
Ocak ağaran saçlarımdı
Şubat hayırsız bir evlattı, kaçaktı
Ve uzaktı yaz bir anaydı
Mart'ın izlerini taşırım bedenimde
Aynı masalın ikizleri gibiydi günler
Nisan saçlarımda ıslanırdı hep
Susardın, durmadan susardın
Ve yağmurlar başlardı
Çok bekletti bizi,
Hiç vaktinde gelmedi mayıs
Haziran Aram'dı ya da öyle biriydi
Temmuz bir düştü belki
Yaraları sarar gibiydi
Ağustos yıldızlarla basardı gecemizi
Bir gül suçüstü yakalanırdı
Eylül bir çocuğun çığlıklarıydı
Susardın, durmadan susardın
Ve rüzgârlar başlardı
Yolunu yitirmiş bir gezgin gibiydi ekim
Sürgünlere uğurlardık kendimizi
Kalan mı bizdik, giden mi
Bilinmezdi
Kasım rüzgârda bir yapraktı
Ve biraz ıtri
Kendi sesiyle irkilirdi
Aralık günlerin son neferi
Soluk bir düş geçse de
Hiçbir mevsim gözlerin kadar
Acımasız kullanmadı neşteri
Susardın ve kar yağardı
Hicri İzgören
ŞiiR
Yerin seni çektiği kadar ağırsın,
Kanatların çırpındığı kadar hafif..
Kalbinin attığı kadar canlısın,
Gözlerinin uzağı gördüğü kadar genç...
Sevdiklerin kadar iyisin, Nefret ettiklerin kadar kötü..
Ne renk olursa olsun kaşın gözün,
Karşındakinin gördüğüdür rengin..
Yaşadıklarını kar sayma:
Yaşadığın kadar yakınsın sonuna; ne kadar yaşarsan yaşa,
Sevdiğin kadardır ömrün..
Gülebildiğin kadar mutlusun.
Üzülme bil ki ağladığın kadar güleceksin
Sakın bitti sanma her şeyi,
Sevdiğin kadar sevileceksin.
Güneşin doğuşundadır doğanın sana verdiği değer
Ve karşındakine değer verdiğin kadar inansın.
Bir gün yalan söyleyeceksen eğer;
Bırak karşındaki sana güvendiği kadar inansın.
Ay ışığındadır sevgiliye duyulan hasret,
Ve sevgiline hasret kaldığın kadar ona yakınsın.
Unutma yağmurun yağdığı kadar ıslaksın,
Güneşin seni ısıttığı kadar sıcak.
Kendini yalnız hissetiğin kadar yalnızsın
Ve güçlü hissettiğin kadar güçlü.
Kendini güzel hissettiğin kadar güzelsin..
İşte budur hayat!
İşte budur yaşamak,
Bunu hatırladığın kadar yaşarsın
Bunu unuttuğunda aldığın her nefes kadar üşürsün
Ve karşındakini unuttuğun kadar çabuk unutulursun
Çiçek sulandığı kadar güzeldir,
Kuşlar ötebildiği kadar sevimli,
Bebek ağladığı kadar bebektir.
Ve herşeyi öğrendiğin kadar bilirsin bunu da öğren,
Sevdiğin kadar sevilirsin...
CAN YÜCEL
SENDEN BAŞKA YURDUM YOK
Sınırlar ötesinden sevdim seni.. göz değmemiş haliyle sevdim gözlerini.. el değmemiş haliyle ellerini…
Yıldızlar kadar uzaktın, hayallerim kadar yakın ama.. sana gelmek demek aşmak demekti bütün sınırları.. büyüdüğüm evi, annemi, doğduğum toprakları.. geçmişimi terk etmekti sana gelmek…
Her geliş yakmak demekti gemileri korkusuzca…
Gidecek yeri olmayan bir yolcu gibiydim.. ne dönecek bir yerim var terk ettiğim sularda, ne de gittiğim yerde yerim.. işte buydu sana gelmek…
Hayata meydan okumaktı küçük cüssemle.. güvendiğim tek gerçeğim ise aşkımdı..
Sana geldim!
Çocukluğumdan, gençliğimden vazgeçerek sana geldim.. sende yaşlanmaya geldim.. ama senin gönül ülken büyüktü ve ben beklenmeyen bir konuktum.. iznin olmadan sınırına girdim, bir kaçak gibi..
Saklanmalıydım belki de, kaçmalı.. çünkü yasaktı aldığım nefesler bu topraklarda.. ülkenin gündemini meşgul eden, bulunması gereken bir kaçaktım.. her yerde aranan…
Ve bir gün buldun beni…
Perişan bir halde sımsıkı sarıldım sana.. tenini kokladım.. ağladım.. çıldırmanın eşiğinde “gönderme beni” diyebildim, “gönderme beni”…
Hiç aldırmadın halime.. dağ gibi duruşun kazındı içime.. dinlemedin beni..
Sınırdışı edildim hayatından.. sınırdışı edildiğim an, uçsuz bucaksız çorak topraklarda.. sen farkında değildin ama, benim senden başka sığınacak ne yerim, ne de yurdum yoktu…
Kadir Çaça
Yitirilen
Ola ki Yürürüm Bir Başka Aşka
Ya da Yürürüm Mavi Olmayan Bir Gülüşe
Unutma ki Tek Ask Olduğum Sensin
Aşık Olduğum Değil
Karanlıkla Süzülüyor İçime Yıkım
Dur Diyorum Yıkılıyorum
Uçurumları Bas Ucuma Koyuyorum Sonra
Okşuyorum Rüzgarda Saçlarını
Sıcak İlik Bir Koku Siniyor Yüreğime
Gitme Diyorum Düşüyorum
Sonra Beni Soruyorlar Bana
Tanımıyorum Diyorum
Daha Hiç Karşılaşmadık
Aynı Çizgide Bile Susuşumu Dinliyorlar
Ben Sustukça
Yazık, Bir Çığlığın Doğusu Gibi Ölüyorlar;
Önce Bir Bir, Sonra Hepsi
Sonra Bir Uçurumlar Kalıyor Birde Yıkımlar
Verilen Her şey Borçmuş Gibi Alınıyor
Önce Bir Bir Sonra Hepsi
Sonra Bir Ben Kalıyorum, Birde Yalnızlık
Uçurumlar, Yıkımlar, Ben Ve Yalnızlık
Zorlu Bir Savaşın Unutulmuş Cesetleri Gibi
Yatıyoruz Yan Yana
Öpüşüyoruz, Sevişiyoruz Da Hatta....
Her Şey Oyun Yasaklarına Uygun
Bir Günah Oluyor Sonra
Tek Umudumuzu Göye Gelin Ediyoruz
Telli, Kanlı Düğün İste
Üşüyor Sacların Biliyorum Dargın mısın?
Bu Baharda Mayısa Bıraktığım
Gibi Misin Hala?
Vurulmuş Çocuk Gibi Büyümemiş
Yüreğinde ki Hüzün
Hala Kaçıyor musun Zamansız
Gözlerini Bırakarak Birilerinden
Hala Ellerinden Tutup Sevgileri
Hala Öyle Soğuk Bir Gök
Hala Öyle Yerini Yurdunu Bulamamış Bir Mavi
Dipsiz Kuyuya Salıyor musun Ağlıyarak
Küçücük Bir Dokunuşla Son Sevilen
Olabiliyor musun?
Kendim Kadar Aklımdasın
Çoğalan Sızısıyla Mutlu Bir Yara
Öyle Misin Mavi Gözlü Sari Saçlı Yoldaşım
Öyle Bıraktığım Gibi misin
Gerçeği Yakmada Hala Usta mısın
Yoksa Çırak mı Yanerken Yollarda
Saçlarıma Dolanan Aydınlığımsın
Somutlaştıramadığım Tek İmgensin
Şiirde Anlattıkça Eksilen Tek Anlam
Hala Bıraktığım Gibi misin
Yoksa Beni Bıraktığın Gibi Mi
Kaç Mevsimsiz Kar Düştü Toprağıma
Hala Bıraktığım Gibi Misin
Şiir: Umut Altınçağ
Bugün Değil Yarınsın Sen
Payıma düşen her şeyi erteledim. Ama erteleyemediğim bir şey vardı, sana benziyordu. Su olsan dokunduğumda bozulurdun, bozulmayan bir ‘şey’din... Gidilecek bir yer olsa sonu olurdu, sonu olmayan bir ‘şey’din...
Bir dilin bütün sözcüklerini kullansam seni tarif edemeyeceğimi biliyorum. Ulaşılmaz oldun hep; dokunmak, hissetmek ve dolu dolu yaşamak isterken seni, kocaman bir yalnızlıktı payımıza düşen.
Payıma düşen her şeyi erteledim. Ama erteleyemediğim bir şey vardı, sana benziyordu. Su olsan dokunduğumda bozulurdun, bozulmayan bir ‘şey’din... Gidilecek bir yer olsa sonu olurdu, sonu olmayan bir ‘şey’din... Uykuda görülecek bir rüya olsa uyanırdım, beni rüyamdan uyandırmayacak bir ‘şey’din... Simsiyah saçların olsun istiyorum, ama bahtın değil...
O gün seni gözlerinden, Anafatma’dan, üç ırmağın birleştiği yerinden öpeyim desem, aklına ırmaklar gelir. Düşün ki yılan dağından aşağı iniyoruz ve dünyada sadece iki kişilik türkü kalmış, onu söylüyoruz. Öyle bir ‘şey’sin sen... Seni düşündükçe yoruluyorum desem dünyanın en büyük yalanı olur. Yalanım yok...
Bu günden yarına ne kalır bilmem, ama sen kalırsın tıpkı yatağı değişmeyen bir ırmak gibi...
Yaşadıklarımız azdı, zamana sığmadık yaşamak isterken her şeyi. Bu gün şarkı söylüyorsam, o gün şarkı değil, şarkı gibi seni yaşamak isterim.
Halkıma benziyordun, bir yanın göç, bir yanın toprak kokuyordu hep. Gezmediğim yerin kalmadı, bazen yasaklandın bana, bazen suç gibi boynumda taşıdım seni. Yedi telli sazımla bile tam anlatamadım. Sen bir uçurum gülüydün, ellerimi her uzattığımda bin kırıkla geri döndüm. Yasaların bile tanımlayamadığı bir ‘şey’din sen. Haritalara sığmazdın, her ülkede bir başka gülüyordun, uzundun, inceydin, dokunduğumda nereli olduğumu seninle hatırlardım. Bana hep kendimi hatırlatan bir ‘şey’sin sen...
Uzaksın, yakınsın, özlenensin ama bugün değil, yarın gibi bir ‘şey’sin sen...
Bugün her şeyi değiştirmek için çabalarken, sen değişmeyen olarak duruyorsun karşımda. Kabul ediyorum. Dünyaya bu kalsın, ama sen bilme...
Dünyada kaç iklim, kaç zulüm, kaç ölüm var? Bir seni bunların karşısına koymak nasıldır bilemezsin. Bilme! .. Bugün her ölümle biraz ölürken, seni düşündükçe hayata dönüyorum yeniden. Gecenin en karanlık yerindeyim, bir sigara ateşinin aydınlattığı kadar ışık bile olsan yine de istiyorum seni. Sadece benim seni anladığım, kimsenin unutmamak için defterine not düşmediği, ama hayatımda hep bir dipnot olarak kalan kendi yasaklarım gibi unutmuyorum seni.
Dağları delmiyorum, inmek istiyorum oralardan. Hepiniz gibi aynada saçlarımı taramak, “günaydın” der gibi sokağa fırlamak ve şarkı söylemek istiyorum sana. Adına aşk diyorlar, gelecek diyorlar... Bana yetmiyor. Her şarkımda sana bir adım daha yaklaşmak istiyorum. Bir başka dilden seviyorum, kırmızıdan daha uzundur... Gelincikler gibi bir mevsim değil, dört iklim, köşe bucak, kim ne derse desin geri dönecek yerim yok, bir kentin ortasında çığlık çığlığa bağırarak tek başına kalsam da yine seviyorum seni.
Bu bir suç duyurusudur, kendimi ihbar ediyorum...
Ferhat TUNÇ
CAN DÜDAR In yazısından
O’nu hatırladıkça başı göğe ermişçesine ya da asansör boşluğuna düşmüşçesine ürperiyorsa yüreğiniz...
Ömrü saatlere sıkışmış bir kelebek telaşıyla O hüzünden bu neşeye konup kalkıyorsanız gün boyu nedensiz... ve her konduğunuzda diğerini iple çekiyorsanız bu hislerin...
O’nunlayken pervaneleşen yelkovanlar, O’nsuz mıhlanıp kalıyorsa yerine, bir akrep kadar hain...
sınıfta, büroda, yolda, yatakta içiniz içinize sığmıyor, O’ndan söz edilince yüzünüz, sizden habersiz, mis kokulu bir ekmek dilimi gibi kızarıyor, mahcup somurtuyor veya muzip sırıtıyorsa,
ve O, her durduğunuz yerde duruyor, her baktığınız yerden size bakıyor, siz keyiflendikçe gülüp, hüzünlendikçe ağlıyorsa...
dünyanın en güzel yeri O’nun yaşadığı yer, en güzel kokusu bedenindeki ter, en dayanılmaz duygusu gözlerindeki kederse...
hayat O’nunla güzel ve onsuz müptezelse...
elmalar pembe, kiremitler pembe, gökyüzü, yeryüzü, O’nun yüzü pembeyse,
kışlar ilkbaharsa, yazlar ilkbahar, güzler ilkbahar...
her şiirde anlatılan O’ysa... her filmin kahramanı O... her roman O’ndan söz ediyor, her çiçek O’nu açıyorsa...
bir anlık ayrılık, bir ömür gibi geliyor ve gider gitmez özlem saç diplerinizden çekiştirip beyninizi acıtıyorsa,
iştahınız kapanıyor, iştahınız açılıyor, iştahınız şaşırıyorsa...
iştahınız, hasret acısında bile karşı konulmaz bir tat buluyorsa...
eliniz telefonda yaşıyor, işaret parmağınızla ha bire O’nu tuşluyor, dara düştüğünüzde kapıyı çalanın O olduğunu adınız gibi biliyorsanız...
mütemadi bir sarhoşluk halinde, her çalan telefona O diye atlıyor, vitrindeki her giysiyi O’na yakıştırıyor, konuşan birini dinlerken 'keşke O anlatsa' diye iç geçiriyorsanız...
kokusu burnunuzdan, sureti gözünüzden, sesi kulağınızdan, teni aklınızdan silinmiyorsa bir türlü...
özlemi, sol memenizin altında tek nüsha bir yasak yayın gibi taşıyorsanız gün boyu...
hem kimseler duymasın, hem cümlealem bilsin istiyorsanız...
O’nsuz geceler ıssız, sokaklar öksüzse...
ayrılık ölüme, vuslat sehere denkse...
gamze gamze tebessüm de onun içinse, alev alev öfke de;
bunca tavır, onca sabır ve nihayetsiz kahır hep O’nun yüzü suyu hürmetine...
uğruna ödenmeyecek bedel, gidilmeyecek yol, vazgeçilmeyecek konfor yoksa...
dışarıda yer yerinden oynuyor ve 'içeri'de bu sizi zerrece ilgilendirmiyorsa,
nedensiz küsüyor, sebepsiz affediyorsanız ve bütün bu hallerinize siz bile akıl erdiremiyorsanız...
kaybetme korkusu, kavuşma sevincinden ağır basıyorsa ve aşk, gurura baskın çıkıyorsa bu yüzden her daim...
gece yarısı kadim bir dost gibi kucaklayan tanıdık bir şarkı, bütün acı sözleri unutturmaya yetiyorsa...
Her gidişte ayaklarınız 'Geri dön' diye yalpalıyorsa ve siz kendinize rağmen dönüyorsanız, sınırsız, sabırsız, doyumsuz bir tutkuyla...
...o halde bugün sizin gününüz!..
'Çok yaşa'yın ve de 'siz de görün'üz
AŞK İKİ KİŞİLİKTİR
Değişir rüzgarın yönü
Solar ansızın yapraklar;
Şaşırır yolunu denizde gemi
Boşuna bir liman arar;
Gülüşü bir yabancının
Çalmıştır senden sevdiğini;
İçinde biriken zehir
Sadece kendini öldürecektir;
Ölümdür yaşanan tek başına
Aşk iki kişiliktir.
Bir anı bile kalmamıştır
Geceler boyu sevişmelerden;
Binlerce yıl uzaklardadır
Binlerce kez dokunduğun ten;
Yazabileceğin şiirler
Çoktan yazılıp bitmiştir;
Ölümdür yaşanan tek başına,
Aşk iki kişiliktir.
Avutamaz olur artık
Seni bildiğin şarkılar;
Boşanır keder zincirlerinden
Sular tersin tersin akar;
Bir hançer gibi çeksen de sevgini
Onu ancak öldürmeye yarar:
Uçarı kuşu sevdanın
Alıp başını gitmiştir;
Ölümdür yaşanan tek başına,
Aşk iki kişiliktir.
Yitik bir ezgisin sadece,
Tüketilmiş ve düşmüş, gözden.
Düşlerinde bir çocuk hıçkırır
Gece camlara sürtünürken;
Çünkü hiç bir kelebek
Tek başına yaşayamaz sevdasını,
Severken hiçbir böcek
Hiç bir kuş yalnız değildir;
Ölümdür yaşanan tek başına,
Aşk iki kişiliktir.
ATAOL BEHRAMOĞLU
GÖZLERİNİN RENGİ KAHVESİNİ HERGÜN YÜREĞİME İÇİRDİM HALA HATIR MI SORARSIN BANA
?