1976 yılında Gümüşhane’nin Şiran ilçesi Yukarı Akçalı köyünde dünyaya geldim. 1988 yılından itibaren Ankara’da yaşamaya devam ediyorum. Sincan İHL mezunuyum. Belirli dönemlerde Reklamcılık, Restoran, inşaat ve gayrimenkul işleriyle ilgilendim. Halen serbest meslekte devam ediyorum.
Benim ilk oyuncağım tahtadan traktördü, onu yitirdiğim gün hep ruhumda aradım. Bağ bozumunun kızıl gün batımında Kelkit çayından köye uzanan toprak yolda sararmış otların arasında çocuksu eğlencelerle hayvanları bostanlardan getirirken yaşadığımız heyacanı daha sonra hiç yaşamadım. Cennet nedir diye sorsalar işte o andır derim.
Mecbur olduğum için yapmam gerekenler ilkokula zorla gönderildiğim gün başladı. İlk gün öğretmenden yediğim tokatla bir yıl sonra gittim okula. İşte o zaman çocukluk ve doğallığımdan sıyrılıp bir nizamın içine dahil oldum. Daha önce karar verilmiş insanları sevmek ve sevmemek zorundaymışım. Bir kalıba göre test edilen doğrular, doğrularım olmaya başladı.
Kaybedenler de iyidir aslında ama, bana hep kazananların yazdığı tarih okutuldu. Bu nedenle kaybedenlere hep kötü gözüyle baktım. Cehenneme atılacağım korkusuyla sevdim Allah'ı. Allah'ın beni sevdiğini daha sonra öğrendim. İşte bu nedenle sevilmesi gerekenlere tehir ettiğim sevgiyle yıllar sonra karşılaştım.
Daha ferah ve kültürlü bir yaşam için geldiğimiz şehirde on bir yaşımda küfür etmeyi öğrendim. Gözümde büyüttüğüm kentte, insanların İnsancıklar olduğunu gördüm. Oysa benim ne güzel bir gönlüm varmış onu her çıktığım yolculukta kaybettim.
Bazı insanlara yaptığım tüm iyiliğe karşı bana hoş davranmayışlarının hasetlik olduğunu tecrübe ettim. Ama yine de haset olmadım. Sebahattin Ali’nin “Sevginin, saygının ve hatta şefkatin bile iyileştiremediği insanlar varmış” sözü meğer ne kadar da doğruymuş.
Sanki hep iyi olmak zorundaymışım gibi zaaflarımı gizledim. Çünkü kimse benim zaaflarımı sevmedi. Oysa beni insan yapan zaaflarımdı. Bu nedenle bir çoğunuzu kandırdığım zamanlar olmuştur, bir çoğunuzun beni kandırdığı gibi. Hiç birimiz bir birimizi tanıyamadık. Çünkü gerçek yüzümüzü gizlemek için rol yaptık. Belki de realite buydu. Ama hakikat realiteyi çıplak bırakır onu es geçtik. Yoksa sevilecek çok insan kalmazdı hayatımızda.
Daha sonra kitaplarla tanıştım. Doğudan Farabi, İbni Rüşt, Ali Şeriati, Kuzey'den Tolstoy, Aytmatov, Batıdan Eskilerden Platon'dan başlayıp, Karl Marks'a kadar uzanan bir liste. Bu topraklarda bir çok yazar okudum ama sadece fikir babam Cemil Meriç'in ismini vereyim. Roman okumak aptallıktır diye hep ciddi kitaplar okudum. Yıllar sonra roman okuyan bir aptal oldum. Çünkü mutlu olmak için biraz aptal olmak gerekiyormuş onu da öğrendim.
Hayatım boyunca inanmadığım hiç bir şeyi menfaati için savunan bir alçak olmadım. Ama hep sonunda doğruları konuşan insanların yaşadığı yalnızlığı yaşadım. Bundan sonra hiç bir idolün tarafı olmayacağıma kendime söz verdim. Taraf olmayıp bertaraf olmayı seçiyorum. Gücü yeten herkes beni rahatlıkla bertaraf edebilir. Çünkü bertaraf olunca insan olduğumu farkediyorum. Çıktığım yolculuklarda inançlı olarak değil, inançsız olarak aldatılmış olmayı isterdim. Hiç değilse Marks'a rahatlıkla küfredebilirdim.
Hayatım boyunca beni menfaat peşinde koşmuş bir ahlaksız yapmadığı için Allah'a şükrediyorum. Bilerek iğne ucu kadar hak yemedim.
Şimdilerde daha sakin ve umursamaz tavırları, umursadığımın daha az limitinde göstergeye yansıtıyorum. Çünkü umursadığım bir çok şeyin daha kıymetli olmadığını gördüm. Zamanın ruhu beni hafifçe eğmiş olsa da, bu güce secde ettiğimden değil.
Ez cümle, suyun üzerindeki milyarlarca saman çöpünden sadece biriyim. Direnen saman çöpleriyle direnmeyenlerin gideceği yer aynı. Su çekildiğinde karada, yükseldiğinde sudayım. Madem kadere inandık, şimdi onun harmanındayım.
Makamlar ve dünyanın zenginliği artık beni o kadar da cezbetmiyor. Ona koşanlar benim için oyuncaklara koşan çocuklar gibi. Büyüklerin büyük, küçüklerin küçük oyuncakları var. İnsanlığa dair insanca konuşmak isteyenler ise gönlümün en ortasında. Gelen kapıyı çalmadan girsin. Misafirimdir...
1976 yılında Gümüşhane’nin Şiran ilçesi Yukarı Akçalı köyünde dünyaya geldim. 1988 yılından itibaren Ankara’da yaşamaya devam ediyorum. Sincan İHL mezunuyum. Belirli dönemlerde Reklamcılık, Restoran, inşaat ve gayrimenkul işleriyle ilgilendim. Halen serbest meslekte devam ediyorum.
Benim ilk oyuncağım tahtadan traktördü, onu yitirdiğim gün hep ruhumda aradım. Bağ bozumunun kızıl gün batımında Kelkit çayından köye uzanan toprak yolda sararmış otların arasında çocuksu eğlencelerle hayvanları bostanlardan getirirken yaşadığımız heyacanı daha sonra hiç yaşamadım. Cennet nedir diye sorsalar işte o andır derim.
Mecbur olduğum için yapmam gerekenler ilkokula zorla gönderildiğim gün başladı. İlk gün öğretmenden yediğim tokatla bir yıl sonra gittim okula. İşte o zaman çocukluk ve doğallığımdan sıyrılıp bir nizamın içine dahil oldum. Daha önce karar verilmiş insanları sevmek ve sevmemek zorundaymışım. Bir kalıba göre test edilen doğrular, doğrularım olmaya başladı.
Kaybedenler de iyidir aslında ama, bana hep kazananların yazdığı tarih okutuldu. Bu nedenle kaybedenlere hep kötü gözüyle baktım. Cehenneme atılacağım korkusuyla sevdim Allah'ı. Allah'ın beni sevdiğini daha sonra öğrendim. İşte bu nedenle sevilmesi gerekenlere tehir ettiğim sevgiyle yıllar sonra karşılaştım.
Daha ferah ve kültürlü bir yaşam için geldiğimiz şehirde on bir yaşımda küfür etmeyi öğrendim. Gözümde büyüttüğüm kentte, insanların İnsancıklar olduğunu gördüm. Oysa benim ne güzel bir gönlüm varmış onu her çıktığım yolculukta kaybettim.
Bazı insanlara yaptığım tüm iyiliğe karşı bana hoş davranmayışlarının hasetlik olduğunu tecrübe ettim. Ama yine de haset olmadım. Sebahattin Ali’nin “Sevginin, saygının ve hatta şefkatin bile iyileştiremediği insanlar varmış” sözü meğer ne kadar da doğruymuş.
Sanki hep iyi olmak zorundaymışım gibi zaaflarımı gizledim. Çünkü kimse benim zaaflarımı sevmedi. Oysa beni insan yapan zaaflarımdı. Bu nedenle bir çoğunuzu kandırdığım zamanlar olmuştur, bir çoğunuzun beni kandırdığı gibi. Hiç birimiz bir birimizi tanıyamadık. Çünkü gerçek yüzümüzü gizlemek için rol yaptık. Belki de realite buydu. Ama hakikat realiteyi çıplak bırakır onu es geçtik. Yoksa sevilecek çok insan kalmazdı hayatımızda.
Daha sonra kitaplarla tanıştım. Doğudan Farabi, İbni Rüşt, Ali Şeriati, Kuzey'den Tolstoy, Aytmatov, Batıdan Eskilerden Platon'dan başlayıp, Karl Marks'a kadar uzanan bir liste. Bu topraklarda bir çok yazar okudum ama sadece fikir babam Cemil Meriç'in ismini vereyim. Roman okumak aptallıktır diye hep ciddi kitaplar okudum. Yıllar sonra roman okuyan bir aptal oldum. Çünkü mutlu olmak için biraz aptal olmak gerekiyormuş onu da öğrendim.
Hayatım boyunca inanmadığım hiç bir şeyi menfaati için savunan bir alçak olmadım. Ama hep sonunda doğruları konuşan insanların yaşadığı yalnızlığı yaşadım. Bundan sonra hiç bir idolün tarafı olmayacağıma kendime söz verdim. Taraf olmayıp bertaraf olmayı seçiyorum. Gücü yeten herkes beni rahatlıkla bertaraf edebilir. Çünkü bertaraf olunca insan olduğumu farkediyorum. Çıktığım yolculuklarda inançlı olarak değil, inançsız olarak aldatılmış olmayı isterdim. Hiç değilse Marks'a rahatlıkla küfredebilirdim.
Hayatım boyunca beni menfaat peşinde koşmuş bir ahlaksız yapmadığı için Allah'a şükrediyorum. Bilerek iğne ucu kadar hak yemedim.
Şimdilerde daha sakin ve umursamaz tavırları, umursadığımın daha az limitinde göstergeye yansıtıyorum. Çünkü umursadığım bir çok şeyin daha kıymetli olmadığını gördüm. Zamanın ruhu beni hafifçe eğmiş olsa da, bu güce secde ettiğimden değil.
Ez cümle, suyun üzerindeki milyarlarca saman çöpünden sadece biriyim. Direnen saman çöpleriyle direnmeyenlerin gideceği yer aynı. Su çekildiğinde karada, yükseldiğinde sudayım. Madem kadere inandık, şimdi onun harmanındayım.
Makamlar ve dünyanın zenginliği artık beni o kadar da cezbetmiyor. Ona koşanlar benim için oyuncaklara koşan çocuklar gibi. Büyüklerin büyük, küçüklerin küçük oyuncakları var. İnsanlığa dair insanca konuşmak isteyenler ise gönlümün en ortasında. Gelen kapıyı çalmadan girsin. Misafirimdir...