Esen Zafer - Hakkında Yazdığı Tanıtım Yazısı

Benim hakkımda
Benim hakkımda mı? Önce şunu bir düzeltelim. En iyisi bizim hakkımızda diyelim.
Biz biraz tuhafız galiba.
Dışarıdan bakılıdığında tüm uzuvları yerinde, sağlıklı bir kadına benziyoruz. Çogu beşer gibi 9 aylık ve çırılçıplak dogduk.”Bu ne yaaa! nereye geldik şimdi? ” diye korkup bağırdık. Sonra agucuk magucuk saçma sapan bir şeyler anlattılar. Yavaş yavaş normal konuşmaya başladılar, bizde ne dediklerini anlamaya ve tekrarlamaya çalıştık. “Eh bir kere düştük” dedik.” Bakacagız, ne var ne yok, nasıl bir yere gelmişiz.”
Su laz fıkraları güzel oluyor. Bilgisayara çesitli milletlerden adamlar en çetrefilli soruları yönlendirmişler de sayfalar dolusu cevaplar alıp, hayran kalmışlar. Laz’a sıra gelince ne var ne yok demiş ve bilgisayar bozulmuş. O hesap bizde bakalım ne var ne yok bu geldiğimiz yerde dedik, hala yazıcılar calışıp duruyor. Bizim ötekilerden farklı bir tarafımız yok aslında. Yemek, içmek, çalışmak gülmek, ağlamak kısaca herkeste olan bizde de var. Belki bizim birbirimizle sohbetimiz biraz daha fazla. Ben sussam o soruyor o sussa ben soruyorum. Eh sorunca nolur? Biz “hadeeee herşeyi sorma bakalım” diyen ebeveynler gibi değiliz. Hemen cevap arıyoruz birbirimize?
Biz herkes gibi sevmek, sevilmek, saymak, sayılmak vs. Gibi şeyleri istiyoruz. Sabah uyandığımızda dogan güne hayran hayran bakıyoruz. Attığımız adımdan aldığımız nefese kadar şaşıyoruz. Gökyüzünde gezinip kaybolan bulutlardan yıldızlara, zaman zaman “şimdi bu uydu mu yoksa yıldız mı? ” diye sorduğumuz şirin parlak şeylere ağzımızı açıp bakarken nerdeyse direklere tosluyoruz. Bırakın denizi falan biz yerde su birikintisi görsek dalmaya kalkışıyoruz.O sağlam diye, ayaklarımız kirlenmesin diye ha babam her yere dökülen beton yığınlarının arasından bile, gökyüzüne başını uzatan çiçeğe, bu kadar narin yapısında nasıl bir güç taşıdığına bakıp Allahı hayranlıkla seviyoruz.Bu nasıl bir tohum, bu nasıl bir yaşam kıvılcımı diye? .
Biz haberleri izliyoruz. Biz onları izlemesekte onlar bizi izler zaten.
Hakkaride ki okulsuz çocuklara biz şimdi nerden okul yaptıralım diye dertleniyoruz. Hastaları izliyoruz. Genetik araştırmalarla kökümüzü kazıyorlar nerdeyse, insan klonlanıyor dünyada, orda o kuyruklarda ve hatta o kuyruklara kadar ulaşamadan ilaçsızlıktan, çareler aramanın getirdiği streslerden bunalan insanlar için ne yapıyoruz, ne yapabiliriz diye düşünüyoruz.
O işçiler Ankara lara yürürken veya atıldıkları işyerleri önünde isyan ederken, kalbimiz onlarla isyan ediyor.
Birileri dedelerimizin ninelerimizin kanlarıyla yaşamlarıyla savunduğu topraklarımızı insanlık onurumuzu, kapalı kapılar ardında ve hatta açık açık satarken, eşinin, arkadaşının belki de en haklı eleştirisine “onurumu kırdın” diye en kibarından darılmayı tercih eden adamlara, kadınlara, acımak mı tükürmek mi gerekir diye düşünüyoruz.
Ya da o kadar kimliksizleştirildikten sonra, işte bu bez parcasıyla kimlik sahibi olursun”a aldanmayı seçen, kendine ve hatta inandığı dinine aykırı düşen kardeşlerimize bakıp kalbimiz kan aglıyor. Herkesin kaderi var diye aldanmak kolay. Biz buna kader degil zulüm diyoruz.
Biz televizyonlarda basına dağıtılan savaş sahnelerini görünce Amerikanın, Afganistan ve Irak ve diğer saldırılarını hatırlıyoruz.O bölgelerden Amerikanın başını çektiği dünya sermayesinin sözümona efendilerinin çıkarları uğruna, yaşam ortamları savaş ortamına çevrilip, yurtlarından çıkarılan ve büyük şehirleri gecekondu bölgerine çeviren, sığındıkları illerde de horlanan, analarıda bağırlarıda kan ağlayan mazlum vatandaşlarımızı görüyoruz.
Biz sevinmiyoruz, hiçbir savaşa hiçbir ölüme sevinmiyoruz. O terörün tıpkı dinci fanatizm gibi, planlı programlı, kafalara vura vura, kardeşi kardeşe vurdurup yeme politikasının, onyıllardır hazırlandığını unutmuyoruz. O topraklar zaten şehit kanlarıyla sulanmıştı. Tek dünya düzeninin saldırgan dayatmacısı hain Amerikan ve Dünya sermayesinin o bölgeyi bu hale hazırladığını iyi biliyoruz. Amerika Iran’a kafa tutana kadar, savaş hazırlığını yapana kadar, ordumuzu kıpırdatmayan şeylerin şu anda hangi amaçla değiştiğini soruyoruz? Bunun için neler vadedildiğini? O bölgede gerçek tehlikenin terör mü yoksa terörü besleyip büyüten saldırganlar mı? olup olmadığını soruyoruz.
Biz kurtlar vadisinin kuçularının kafalara çizmeye çalıştıgı “adam gibi adam” hikayelerine şaşırıyoruz. Katillik mi adamlık? Eskiyalık mı? Dünya da medeniyet dediğimiz tek dişi kalmış canavarın son ve var gücüyle ısırdığını görüyoruz.
Ve biz kendilerine “biz ne yaptık, işte bu bizim yargılarımızın ve gücümüzün dünyası” diyemeyen, gücünü kendi nefsine, kendi varlığına yettiremeyip, kendine soracağına elinin altındaki can yoldaşının canını yaşam gücünü kimliğini alan onlara soran adamlara saygı duymuyoruz. Onların bizi sevip sevmemeleri umurumuzda değil. Bizi Allah sevsin diyoruz.
Biz uzuuuun bir uykudan uyananlarız. Değişimin aslında kendine dönmek olduğunu, bize sinsice dayatılan sahte kimliklerden, modalardan, yalanlardan geçmediğini biliyoruz. Bazıları bizi görünce dinazor sanıyor. Bazıları sert insan, bazıları deli. Ama olsun biz gelip geçici olanları değil, kalıcı olanları tercih ediyoruz.
Nasıl çırılçıplak geldiysek öyle döneceğimizi biliyoruz.
Hoşgelip gittin diyen de sağolsun demeyen de.