karaya vurmuş yarali martilar gibi yalniz yaşayacaktik!
seninle tanışmamız tam bir yıl oldu..kürsüye ilk girdiğim zamanı hatırlıyorum daha gireli bi kaç gün olmuştu ıhlamurlar çiçek açtığı zaman şiirinin bi kaç dörtlüğünü asmıştım o günlerde dilimde bu şiir vardı çok sevmiştim..sende bana ibrahim sadri den dinle demiştin bulursam dinlerim diye düşünüyordum..bi kaç gün sonra yine astım sen yine söyledin aynı sözü olmazsa msn den yollayabileciğini söylemiştin..o günlerde msn pek kullanmıyordum orda olmak beni sıkıyordu o yüzden kararsızdım versemmi vermesemmi diye adresi neyse vereyim silerim diye düşündüm maksadım seni kırmamaktı..ve ben şiiri aldım ordan ama bi türlü silmedim seni nedenini bilmiyorum halada ama tek bir kelime bile konuşmamıştık seninle sanırım konuşmayıda düşünmüyorduk..aradan bi süre geçti sen hala duruyordun ama yine konuşmuyorduk..)) ilgimi çekti net ortamında msn alanlar hep konuşmak isterler ama senin böyle bir niyetin yoktu o yüzden sanırım kalsın diye düşündüm nasıl olsa konuşmuyordun yani zarasızdın..))) ..bir sabah günaydın diye selam verdik birbirimize ilk selamdı sanırım uzun süre cevap vermedin bunun nedeninide eta prg olmandan görmemendi daha sonra öğrendim tabiki..daha sonra sen selam verdin bi kaç kez ama öyle kalıyorduk..veeee bir gece yarısı senle sabaha kadar konuştuk konular neydi hatırlamıyorum ama konuşma bitmiyordu ilk elektrik o gece oldu aramızda ama şaşkındık çünkü ikimizde böyle bişey beklemiyorduk hayattan, yeni bir ilişkiye ikimizde hazır değildik...bizi hızla birbirimize çeken bişey vardı sürekli konuşuyorduk bir arada olmaktan çok haz alıyorduk bir kıvılcım alev almaya başlamıştı sanki yandıkça alev yükseliyordu heryanımızı saran ateşe döndü zamanla kavurdukça yaktıkça hazlarımızda çoğaldı..kısa süre içinde büyük bir cesaretle görüşmeye karar verdik bu çok önemliydi ten uyumu varlığımızın bedene dönüşmesini kabul edebilecekmiydik ekran arkasında herşey mükemmel gidiyordu ama görüşmek dokunmak çok farklı şeylerdi.beklentilerimiz farklı olabilirdi fiziksel özelliklerimiz farklı olabilirdi. ve biz buluştuk bir gece yarısı yeni yılın ilk saatlerinde biz buluştuk o anki heyecanımız doruklardaydı sanki dünya var olmadan öncede biz birbirimizi tanıyormuşuz duygusu yaşadığımızı farkettik..bu dahada körükledi ateşi alevler bizim kontorlumuzden çıkmıştı artık tamamen duygularımızla hareket ediyorduk sevgimiz büyüdükçe büyüdü sığmaz oldu kalıplarına kavgalarımız bile zevk verir hale geldi onları bile sevgiyle yapar olduk doymuyorduk birbirimize gün yetmiyordu paylaşımlarımıza ibre her geçen gün yükseliyor sonumuz ne olacak bilmiyorum bazen beni korkutuyor bu sevgi..)) aşkımın en büyük sürprizi haziran ayında oldu..bizim tanışmamıza sebep olan ıhlamurların çiçek açmasını kış boyunca merak ettik ne zaman açarlar diye hiç görmemiştim ben ıhlamur çiçeğini dalında ama onuda bana yaşattı biriciğim ıhlamurlar açtığı zaman yani haziran ayının 20 sinde açmaya başlarlarmış bana geldi elinde ıhlamur çiçeği ile 3 gün doyasıya gezdik birbirimizi yaşadık ilişkimiz dahada güzelleşti bu gelişinden sonra halada öyle gidiyor çok şükür..varlığın bana güç veriyor orda bir yerlerde olman ama benim olman varya yeryüzündeki bütün değerlerin üzerinde benim için iyiki benimsin..seni çok ama çok seviyorum..hep bende kalman dileğiyle sevgilerimle aşkımmmmm..))
de gülüm! De ki: ela bir günde geleceğim istanbul darmadağın olacak, saçlarım darmadağın. Hepsi, darmadağın! üzülme gülüm! Toparlanacağız, birlikte, ayağa da kalkacağız, yürüyeceğiz de gülüm hem de çelikten toprağını dele dele hayatın!
de gülüm! De ki: bitmiştir umut, bitmiştir sevgi, bitmiştir güven! güven bana gülüm! sana bitmemişliği öğretecek, tattıracaktır hasretten-hakikaten-ten değiştiren yüzüm!
göreceksin gülüm! Bekle! hırslarımız, acılarımız gitgide ihanetlere hainlere, ezilmelere alışacak.. göreceksin-sevinçten ağlayacaksın gülüm-ki işte o vakit bana-doğrudur! - şair olmak, seni sevmek pek çok yakışacak!
hamiş..; bu şiiri okurdun bana gelmeden önce ve geldin istanbul darmadağın oldu :))
MAVİ & BEYAZ (İstanbul, Bayan, 26) 10.10.2006 17:36
......................................... Günlerce dilimden hiç düşmedi adı, şiirlerin içine serpiştirdim onu, tümcelerimde sık sık kullandım, yeşil gövdesiyle düşlerimi süsledi her gece ve ben her seferinde onu biraz daha fazla özledim. 'Neden incir ağacı? ' diye soranlara verecek çok fazla cevabım yoktu, sadece, 'çocukluğumun yoldaşı' dedim.
Çocuktum, bir derviş yalnızlığını tercih ettim. Daha o zamandan kavramıştım, yaşamın tercihler üzerine kurgulandığını ve tercihlerimin beni ve yaşamımı biçimlendirdiğini... Ben de yalnızlık çocukça değil, bilgece bir tercihti, yaşıtlarımla paylaşabileceğim hiçbir şey yoktu... Çocuktum, büyümüştüm, hem de hiç kimsenin düşünemeyeceği kadar büyük...
Okuldan döner dönmez tandır ekmeğinin üzerine domates salçası sürer ve çizgi romanlarımı alarak fırlardım incir ağacının üzerine. Dallarının arasına yerleştirdiğim tahtaların üzerine oturur ve günümün önemli bir kısmını orada Teksas, Tommiks, Jeriko vb. okuyarak geçirirdim. Akşama doğru İbrahim gelirdi yanıma. Bir süre kağıt oynar, sonra başlardık evrenin gizlerini zorlamaya. Elimizde zakkum ağacının tuhaf meyveleriyle uzaya fırlar, yıldızları dolanır, galaksileri keşfe çıkardık. Hava kararmadan önce İbrahim dünyasına, yine güvercinlerinin arasına dönerdi... İbrahim kuşların dilini bilirdi, ben de ağaçların, birde kedilerin...Yalnız kalınca başlardım incir ağacıyla sohbet etmeye. Gözlerimi kapatıp düşlere yolculuk yaptığımda incir ağacı canlanırdı; konuşur, dinler, duygulanır, hüzünlenirdi...
Akşamın ılık karanlığıyla ince oymalı ahşap tahtıma uzanırdım. Yazın en güzel yönüydü damlarda uyumak... Herkesin rüyalar denizinde kutsandığı anlarda, ben geceye gözlerimi diker, yıldızları gözler ve tahtımın üstünü dallarıyla örten incir ağacıyla sohbet ederdim. Gizler içimi kuşatır, sorular birbirini kovalardı. Sorularımla incir ağacı da lal kesilirdi, ama biliyordum bir gün bu gizleri çözecek ve bütün sorularıma tek tek cevap bulacaktım.
Ağaçla beraber gecenin kokusunu çekerdik içimize. Ovadan buram buram yükselen buğday, mercimek, nergis ve yabani çiçek kokusu bizi sarhoş ederdi. Sonra Zin'i anlatırdım ona. Esmer yüzü ilahi bir ışıkla kutsanmıştı. Bir ceylan kadar zarifti. Kara gözleri geceden bile daha derindi. Ya o beline kadar uzanan hüzün karası saçlar... Ve her sabah kulağımda bir çağlayan gibi yankılanan o lirik ses... Sabahları bu eşsiz güzelliği seyre dalar, içimin okyanuslarını efsuni sesiyle kutsardım ve bu yüzden okula hep geç kalırdım... Zin yaşamımın anlamıydı, kalbimi devindiren en büyük güçtü. Onu ihtirasla seviyordum, öyle bir sevgi ki, bedenimin her hücresine ilmik ilmik işlenmişti. Kararımı vermiştim; Zin ile evlenecektim, ama bunu her söyleyişimde insanlar gülmekten kırılıyordu. Alayları içimi yerle bir ediyor, kahkahaları zihnimi bir talan gibi kavuruyordu. Zin benden altı yaş büyükmüş, ben daha çocukmuşum, sevmeyi nereden bilirmişim...Oysa şundan emindim; yeryüzünde Zin'i benden daha fazla sevecek tek insan dahi yoktu ve onu en çok hak eden insandım ben...
Zin'i yitirdiğim gün bütün düşlerimi ölümle yıkadım. İntiharlar biriktirdim içime, tetiği cesaretti, ama kendime, zavallılığıma acıdım ve o tetiği çekmekten vazgeçip gözyaşıyla yıkadım enkazımı. Hayatımı karabasana boğan gelinliği yıllarca sevemeyecektim... Annesine gittim. Sarılıp ona, gövdesini aşkımın tuzlu nehirlerinde yıkadım. Kedere boğulan gözlerimi o bir çift şefkat penceresine diktim ve evlenme teklif ettim benden kırk yaş büyük bir kadına. Bu sefer gözlerinin pınarlarıyla o bedenimi yıkıyordu. Hıçkırıklarla haykırdı: 'Allah'ım bir çocuk bu kadar çok sever mi? .. Bu çocuk sevmeyi biliyor! ..'
O gün anlamıştım, artık aşklarımdan trajedi eksik olmayacaktı ve bütün sevdiğim kadınları kaybedecektim...Yazgım yolunu acıdan yana çizmişti...
Çocukluğum benim, doyamadığım. Çocukluğum benim, kocaman büyüklüğüm... Şimdi her şey o denli uzaktı ki, çocukluğum, düşlerle sarmalanan o kerpic ev, mistik yüzlü Tanrıçam Zin, kanatlanıp gökyüzüne savrulan İbrahim, yoldaşım incir ağacı ve daha nice insan, nice şey...
Gözleri gözlerimde kaybolmuştu. Elleri avcumda kan ter içindeydi. Dalgaların lirik şarkıları yankılanıyordu kulağımızda. Yakamozlar yıldız yağdırıyordu üstümüze. Nice yıkıntıdan sonra ilk kez her şey dingindi, ilk kez bir sükunet limanına kalbimi demirlemiştim.
Titrek dudaklarından yine aynı sözcükler döküldü:
'İncir ağacını anlatacak mısın bana? '
Gözlerim yine esmer yüzünde donup kaldı. Elimden kırmızı bir gül düştü denizin tuzuna, nereye gidecek, nereye ulaşacaktı bilmiyordum. Azgın bir dalga köpürdü ve gülü yutup götürdü, nereye bilmiyorum, belki de Zin'e, belki de... ...........................................
EĞER SENİNLE TANIŞMASAYDIK;
karaya
vurmuş
yarali
martilar
gibi
yalniz
yaşayacaktik!
seninle tanışmamız tam bir yıl oldu..kürsüye ilk girdiğim zamanı hatırlıyorum daha gireli bi kaç gün olmuştu ıhlamurlar çiçek açtığı zaman şiirinin bi kaç dörtlüğünü asmıştım o günlerde dilimde bu şiir vardı çok sevmiştim..sende bana ibrahim sadri den dinle demiştin bulursam dinlerim diye düşünüyordum..bi kaç gün sonra yine astım sen yine söyledin aynı sözü olmazsa msn den yollayabileciğini söylemiştin..o günlerde msn pek kullanmıyordum orda olmak beni sıkıyordu o yüzden kararsızdım versemmi vermesemmi diye adresi neyse vereyim silerim diye düşündüm maksadım seni kırmamaktı..ve ben şiiri aldım ordan ama bi türlü silmedim seni nedenini bilmiyorum halada ama tek bir kelime bile konuşmamıştık seninle sanırım konuşmayıda düşünmüyorduk..aradan bi süre geçti sen hala duruyordun ama yine konuşmuyorduk..)) ilgimi çekti net ortamında msn alanlar hep konuşmak isterler ama senin böyle bir niyetin yoktu o yüzden sanırım kalsın diye düşündüm nasıl olsa konuşmuyordun yani zarasızdın..))) ..bir sabah günaydın diye selam verdik birbirimize ilk selamdı sanırım uzun süre cevap vermedin bunun nedeninide eta prg olmandan görmemendi daha sonra öğrendim tabiki..daha sonra sen selam verdin bi kaç kez ama öyle kalıyorduk..veeee bir gece yarısı senle sabaha kadar konuştuk konular neydi hatırlamıyorum ama konuşma bitmiyordu ilk elektrik o gece oldu aramızda ama şaşkındık çünkü ikimizde böyle bişey beklemiyorduk hayattan, yeni bir ilişkiye ikimizde hazır değildik...bizi hızla birbirimize çeken bişey vardı sürekli konuşuyorduk bir arada olmaktan çok haz alıyorduk bir kıvılcım alev almaya başlamıştı sanki yandıkça alev yükseliyordu heryanımızı saran ateşe döndü zamanla kavurdukça yaktıkça hazlarımızda çoğaldı..kısa süre içinde büyük bir cesaretle görüşmeye karar verdik bu çok önemliydi ten uyumu varlığımızın bedene dönüşmesini kabul edebilecekmiydik ekran arkasında herşey mükemmel gidiyordu ama görüşmek dokunmak çok farklı şeylerdi.beklentilerimiz farklı olabilirdi fiziksel özelliklerimiz farklı olabilirdi. ve biz buluştuk bir gece yarısı yeni yılın ilk saatlerinde biz buluştuk o anki heyecanımız doruklardaydı sanki dünya var olmadan öncede biz birbirimizi tanıyormuşuz duygusu yaşadığımızı farkettik..bu dahada körükledi ateşi alevler bizim kontorlumuzden çıkmıştı artık tamamen duygularımızla hareket ediyorduk sevgimiz büyüdükçe büyüdü sığmaz oldu kalıplarına kavgalarımız bile zevk verir hale geldi onları bile sevgiyle yapar olduk doymuyorduk birbirimize gün yetmiyordu paylaşımlarımıza ibre her geçen gün yükseliyor sonumuz ne olacak bilmiyorum bazen beni korkutuyor bu sevgi..)) aşkımın en büyük sürprizi haziran ayında oldu..bizim tanışmamıza sebep olan ıhlamurların çiçek açmasını kış boyunca merak ettik ne zaman açarlar diye hiç görmemiştim ben ıhlamur çiçeğini dalında ama onuda bana yaşattı biriciğim ıhlamurlar açtığı zaman yani haziran ayının 20 sinde açmaya başlarlarmış bana geldi elinde ıhlamur çiçeği ile 3 gün doyasıya gezdik birbirimizi yaşadık ilişkimiz dahada güzelleşti bu gelişinden sonra halada öyle gidiyor çok şükür..varlığın bana güç veriyor orda bir yerlerde olman ama benim olman varya yeryüzündeki bütün değerlerin üzerinde benim için iyiki benimsin..seni çok ama çok seviyorum..hep bende kalman dileğiyle sevgilerimle aşkımmmmm..))
de gülüm! De ki: ela bir günde geleceğim
istanbul darmadağın olacak, saçlarım
darmadağın. Hepsi, darmadağın!
üzülme gülüm! Toparlanacağız, birlikte,
ayağa da kalkacağız, yürüyeceğiz de gülüm
hem de çelikten toprağını dele dele hayatın!
de gülüm! De ki: bitmiştir umut, bitmiştir
sevgi, bitmiştir güven!
güven bana gülüm!
sana bitmemişliği öğretecek, tattıracaktır
hasretten-hakikaten-ten değiştiren yüzüm!
göreceksin gülüm! Bekle!
hırslarımız, acılarımız gitgide ihanetlere
hainlere, ezilmelere alışacak..
göreceksin-sevinçten ağlayacaksın gülüm-ki
işte o vakit bana-doğrudur! -
şair olmak, seni sevmek pek çok yakışacak!
hamiş..; bu şiiri okurdun bana gelmeden önce ve geldin istanbul darmadağın oldu :))
MAVİ & BEYAZ (İstanbul, Bayan, 26)
10.10.2006 17:36
.........................................
Günlerce dilimden hiç düşmedi adı, şiirlerin içine serpiştirdim onu, tümcelerimde sık sık kullandım, yeşil gövdesiyle düşlerimi süsledi her gece ve ben her seferinde onu biraz daha fazla özledim. 'Neden incir ağacı? ' diye soranlara verecek çok fazla cevabım yoktu, sadece, 'çocukluğumun yoldaşı' dedim.
Çocuktum, bir derviş yalnızlığını tercih ettim. Daha o zamandan kavramıştım, yaşamın tercihler üzerine kurgulandığını ve tercihlerimin beni ve yaşamımı biçimlendirdiğini... Ben de yalnızlık çocukça değil, bilgece bir tercihti, yaşıtlarımla paylaşabileceğim hiçbir şey yoktu... Çocuktum, büyümüştüm, hem de hiç kimsenin düşünemeyeceği kadar büyük...
Okuldan döner dönmez tandır ekmeğinin üzerine domates salçası sürer ve çizgi romanlarımı alarak fırlardım incir ağacının üzerine. Dallarının arasına yerleştirdiğim tahtaların üzerine oturur ve günümün önemli bir kısmını orada Teksas, Tommiks, Jeriko vb. okuyarak geçirirdim. Akşama doğru İbrahim gelirdi yanıma. Bir süre kağıt oynar, sonra başlardık evrenin gizlerini zorlamaya. Elimizde zakkum ağacının tuhaf meyveleriyle uzaya fırlar, yıldızları dolanır, galaksileri keşfe çıkardık. Hava kararmadan önce İbrahim dünyasına, yine güvercinlerinin arasına dönerdi... İbrahim kuşların dilini bilirdi, ben de ağaçların, birde kedilerin...Yalnız kalınca başlardım incir ağacıyla sohbet etmeye. Gözlerimi kapatıp düşlere yolculuk yaptığımda incir ağacı canlanırdı; konuşur, dinler, duygulanır, hüzünlenirdi...
Akşamın ılık karanlığıyla ince oymalı ahşap tahtıma uzanırdım. Yazın en güzel yönüydü damlarda uyumak... Herkesin rüyalar denizinde kutsandığı anlarda, ben geceye gözlerimi diker, yıldızları gözler ve tahtımın üstünü dallarıyla örten incir ağacıyla sohbet ederdim. Gizler içimi kuşatır, sorular birbirini kovalardı. Sorularımla incir ağacı da lal kesilirdi, ama biliyordum bir gün bu gizleri çözecek ve bütün sorularıma tek tek cevap bulacaktım.
Ağaçla beraber gecenin kokusunu çekerdik içimize. Ovadan buram buram yükselen buğday, mercimek, nergis ve yabani çiçek kokusu bizi sarhoş ederdi. Sonra Zin'i anlatırdım ona. Esmer yüzü ilahi bir ışıkla kutsanmıştı. Bir ceylan kadar zarifti. Kara gözleri geceden bile daha derindi. Ya o beline kadar uzanan hüzün karası saçlar... Ve her sabah kulağımda bir çağlayan gibi yankılanan o lirik ses... Sabahları bu eşsiz güzelliği seyre dalar, içimin okyanuslarını efsuni sesiyle kutsardım ve bu yüzden okula hep geç kalırdım... Zin yaşamımın anlamıydı, kalbimi devindiren en büyük güçtü. Onu ihtirasla seviyordum, öyle bir sevgi ki, bedenimin her hücresine ilmik ilmik işlenmişti. Kararımı vermiştim; Zin ile evlenecektim, ama bunu her söyleyişimde insanlar gülmekten kırılıyordu. Alayları içimi yerle bir ediyor, kahkahaları zihnimi bir talan gibi kavuruyordu. Zin benden altı yaş büyükmüş, ben daha çocukmuşum, sevmeyi nereden bilirmişim...Oysa şundan emindim; yeryüzünde Zin'i benden daha fazla sevecek tek insan dahi yoktu ve onu en çok hak eden insandım ben...
Zin'i yitirdiğim gün bütün düşlerimi ölümle yıkadım. İntiharlar biriktirdim içime, tetiği cesaretti, ama kendime, zavallılığıma acıdım ve o tetiği çekmekten vazgeçip gözyaşıyla yıkadım enkazımı. Hayatımı karabasana boğan gelinliği yıllarca sevemeyecektim... Annesine gittim. Sarılıp ona, gövdesini aşkımın tuzlu nehirlerinde yıkadım. Kedere boğulan gözlerimi o bir çift şefkat penceresine diktim ve evlenme teklif ettim benden kırk yaş büyük bir kadına. Bu sefer gözlerinin pınarlarıyla o bedenimi yıkıyordu. Hıçkırıklarla haykırdı: 'Allah'ım bir çocuk bu kadar çok sever mi? .. Bu çocuk sevmeyi biliyor! ..'
O gün anlamıştım, artık aşklarımdan trajedi eksik olmayacaktı ve bütün sevdiğim kadınları kaybedecektim...Yazgım yolunu acıdan yana çizmişti...
Çocukluğum benim, doyamadığım. Çocukluğum benim, kocaman büyüklüğüm... Şimdi her şey o denli uzaktı ki, çocukluğum, düşlerle sarmalanan o kerpic ev, mistik yüzlü Tanrıçam Zin, kanatlanıp gökyüzüne savrulan İbrahim, yoldaşım incir ağacı ve daha nice insan, nice şey...
Gözleri gözlerimde kaybolmuştu. Elleri avcumda kan ter içindeydi. Dalgaların lirik şarkıları yankılanıyordu kulağımızda. Yakamozlar yıldız yağdırıyordu üstümüze. Nice yıkıntıdan sonra ilk kez her şey dingindi, ilk kez bir sükunet limanına kalbimi demirlemiştim.
Titrek dudaklarından yine aynı sözcükler döküldü:
'İncir ağacını anlatacak mısın bana? '
Gözlerim yine esmer yüzünde donup kaldı. Elimden kırmızı bir gül düştü denizin tuzuna, nereye gidecek, nereye ulaşacaktı bilmiyordum. Azgın bir dalga köpürdü ve gülü yutup götürdü, nereye bilmiyorum, belki de Zin'e, belki de...
...........................................