Rüyalar bile geceleri bekler Gizlice görünmek için Yüreğimdesin, saklısında içimin Gizlice sevgilim Kimse bilmesin üzgünlüğümü Taşırım ölümüm gibi bu duyguyu En gizli kuytularında ömrümün Bir yer var gizlice sevgilimin uyuduğu Gizlice sevgilim, yaşam kadar acı Canımı tutuşturan özlem gibi Özlüyorum derin yokoluşta Gizlice sevgilimi...
- Gittiğim her yerden onu arardım... Bir sancı, bir nöbet gibiydi içimdeki sevgisi... Sancı tahammül edilmez olunca telefonlara sarılırdım. Geceleri,imza günlerine gittiğim şehirlerdeki yoksul otellerin odalarından sabahlara kadar onu arardım. Nöbetim dininceye kadar... Terler içinde... Sevgisiyle çıldırmayı ve her türlü rezilliği göze alarak... Hata üstüne hata...Sabırsız, hesapsız, soluk soluğa. Yanlış üstüne yanlış yaparak arardım...Korkuyordum. Sevgimden emin olmaya başlar başlamaz birilerinin onu elimden almasından korkuyordum. Yitirme korkusu, son bulacak korkusu. Yoksulluğun verdiği bir korkuydu bu.. İçimde bir ses durmadan; artık arama, biraz diren,hep sen aradın, onun aramasını bekle, sabret derdi. Evet, bu ses vardı, bu ses de bana aitti, ama onu dinleyen kimdi... Gördüğüm her telefona bir bağımlı gibi sarılıyor ve sesini duyar duymaz: Seni seviyorum, diyordum...Bu coşkuyu onun varlığı sağlamıştı. Varlığına minnet duyuyordum bu yüzden...Bu yüzden benim bütün sırlarımı, niyetlerimi, arzularımı bilsin istiyordum... Ben de olan ve olabilecek her şeyi bilsin. Hem de vakit geçmeden, bir an önce... Ama o sıkıldı benden, birdenbire hem de, ben ona tam kendimi açmışken, nasıl olduysa, sıkıldı benden... Kim bilir belki onu bu kadar çok seveceğimi düşünememişti... Belli ki sevgim onu boğmuştu. Nitekim itiraf etmişti, bana bir şey olur endişesini daha fazla taşımak istemiyordu.Duygularımı gittikleri yerden geri çağırmalı, kendime çekidüzen vermeliydim... Hem hayat devam ediyordu. Ama ben en çok bu cümleden, nefret ediyordum; ama o hep bunu söylüyordu: Hayat devam ediyor... Onun için hayat devam ediyor, demek, ben seni, senin hissettiğin anlamda sevmiyorum,demekti. Hayat devam ediyor demek, böyle sevgilere, böyle aşklara bu dünyada yer yok, demekti... Hiçbir şeyi abartma, normale dön, varolanı kabullen,boyun eğ, demekti. İçimdeki utancın ve kaybedişin acısı dinsin diye, en çok da bana iyilik olsun diye söyledi bir gün: Sana aşık olamadım, çünkü sen benim gibisin. Öyle yakın, öyle bildiğim bir şeysin ki, inan çok denedim, ama olamadım... Sana sarıldığımda kurtulmak istediğim kendime sarılmış gibi oluyordum... Ne zaman bir başkalık, bağışlayıcı bir uzaklık arasam sana çarpıyordum, unutmak istediğim kendime çarpar gibi.. Ben kendimden kurtulmak istiyorum, sen beni yine kendime döndürüyordun... Seninle seviştiğimde kendimle sevişmiş gibi oluyordum. Öylesine yakındın ki bana... Bunları söyledi ve sonra kayboldu. Gitti. Ona kendisini hatırlatmayan, kendisine ait hiçbir iz, hiçbir ipucu taşımayan yerlere gitti... Benden ve ona kendisini hatırlatan her şeyden çok yorulmuştu... Ve bana, bak hayat devam ediyor,derken, kendisi gibi olmayan birine aşık olmuştu... Onun için sancılar çekmeyen, nöbetler gelince onu hiç olmadık yerlerden aramayan, ona hayatının ancak çok küçük bir parçasında yer veren, onu benim gibi hayatının son umudu gibi aramayan birine aşık olduğuna kendisini inandırmıştı... Onun deyişiyle,ulaşılmaz, gizemli, imkansız birine; kendisinden, benden farklı birine.Artık kimi geceler bu ulaşılmaz, bu imkansız, gizemli adama duyduğu aşk için benden yardım istemeye gelmeye başlamıştı... Onun için neler yaşadığımı,nelere katlandığımı bilerek hem de... Evin içinde, elinde cep telefonu,kaygı ve merakla; ne dersin, onu aramam doğru olur mu? diye sorup duruyordu geldiği geceler.. Gözleri heyecanlı ve bencil bir ışıkla parlardı... Beni bu hayattan silerek... Hep onunla dolu olarak parlardı... Yine de, bu hayatta böyle olması gerektiğini içten içe hissederek; sen bilirsin, istersen ara,içinden nasıl geliyorsa öyle yap, derdim... Aklıma onu Anadolu'nun o yoksul otellerinden geceler boyu nasıl susuzlukla, sancıyla, umut ve umutsuzlukla aradığım gelirdi hep, kendimi güçlükle tutardım... Oysa o evimde, durup dinlenmeden arardı ulaşılmaz gizemli adamını. Cep telefonundan, aradığınız numara kapalı ya da kaplama alanı dışındadır, mesajı gelmesine aldırmadan,hep arardı. Utanmaz bir inatla... Susardım, onun konuşmasını beklerdim; ama konuşacak halde değildi. Ulaşılmaz aşkı kaplama alanı dışında, uzakta bir yerdeydi. Bu içindeki özlemi daha da artırıyordu. Onun için meraklanıyor,ona hissettikleri bu uzaklıkla daha çok anlam kazanıyordu... Beni sildiği gibi kendisini de silmişti. Uzaktaki, o gizemli, güçlü adamın ölçüleri,görüşleri, düşüncelerinden daha önemli hiçbir şey yoktu artık. Ona kavuşur kavuşmaz onun ölçülerini tamamen benimseyecek ve dünyaya bu ölçülerle meydan okuyacaktı.. Bense nerede olursam olayım, hep kaplama alanı içindeydim. Beni ne zaman isterse bulabilirdi. İstemese bile bulabilirdi. Bu yüzden ben kaybettim, ama kaplama alanı dışında olan adam kazandı. Gizemli, güçlü,egemen adam kazandı... Şimdi yaralarını sarmaya bana geliyor. Kötü enerjisini bana bırakmaya. Topraklamaya... Benden akıl almaya geliyor. Şimdi ben onun için sadece mola yeriyim... Zamanı geldiğinde, gücüne inandığında beni yine terk edecek, biliyorum... Yine de ona sevdalı varlığımdan ayıramıyorum kendimi... Sanki beni arayacakmış gibi, ara diyorum, bazen, o da hemen arıyor zaten. Telefondaki ses yine kaplama alanı dışında olduğunu söylüyor. İşte o zaman onu kendi yerime koyuyor, daha fazla üzülmesin,yıpranmasın diye, bir süre arama, biraz sabret, bekle o seni arasın,diyorum, ama o yine arıyor... Ama uzaktaki adam onu aramadığı için, ona yeni, özel, aykırı, gizemli öyküler ekliyor. Onu daha da yüceltiyor. Daha da önemsiyor... Zaten sen benim içimdesin, diyor bana, her şeyini bildiğim. Beni çok iyi bildiği için kendi gibi küçümsüyor... Çünkü ben ona kendisini hatırlatıyorum. Ona kendisini hatırlatmayan biri gerekti hep, hep bunu beklemişti. Uzak, güçlü, ne olduğu belirsiz birini.. Belirsizliğiyle heyecan uyandıran... Hiçbir sorununu, karmaşasını çözemediği, çözmekten usanıp çareyi sonunda kaçmakta bulduğu kendisinden kopartan, uzaklaştıran birini.Bilmiyor oysa, o en dipteki acısıyla yüzleşmekten çekindikçe hep kendisinden kaçacak. Ve hep uzaktaki, gizemli, imkansız birine sevdalanacak. Bilmiyor oysa, yıllarını bu uzaklıklarla kendisi arasındaki o korkunç, o kapanmaz boşlukta savrularak geçirecek... Bilmiyor oysa... Bir zamanlar hayatta en çok sevdiğim insan için bile aşk buydu işte... Aşk onun için de ulaşılmaza,güçlüye, aramayana duyulan yoğun özlemdi... Kendisinden, o en dipteki acısından kaçıp kurtulmaktı.. Bazen onda kendimi görüyorum; ne olur arama artık, diyorum bazen, aradıkça kaybedersin, biraz daha sabret, onun aramasını bekle, diyorum... Uzakta, ulaşılmaz olan sen ol; ne olur, bırak şu telefonu elinden, aradıkça, özledikçe, içini açtıkça kaybedersin, diyorum, gözlerimdeki yangını gizleyerek işte böyle söylüyorum... Ama o beni dinlemiyor. Gücün, ulaşılmazın, güçlünün gizeminden onu kurtaramıyorum...Durmaksızın arıyor. Bu defa buluyor onu: Şu an yoldayım, ben seni sonra ararım, diyor, uzaktaki imkansız adam... Bu ona yetiyor... Şu an yoldayım,ben seni sonra ararım... Benim yıllarca, geceler boyunca söylediğim onca şeyden daha çok etkiliyor bu cümle onu... Buymuş işte, diyorum, gerçek bu kadarmış... Aşk da bu hayat gibi adaletsiz, acımasız, hep güçlünün, hep ulaşılmaz olanın kazandığı bir duyguymuş... Aşk da bu hayat gibi sadece bir iktidar oyunuymuş. Bu oyunda bir hep köle ve bir de efendi varmış... Sonunda uzaktaki adam onu yanına çağırıyor... İşi bittiğinde, mola verdiğinde,tenini özlediğinde, gecesinin bir bölümünü onunla geçirmeye karar verdiğinde yanına çağırıyor... Sonra o ayağa kalkıyor, cep telefonunu çantasına koyuyor, yanıma geliyor:Ona gidersem, kızar mısın, diyor... 'Hayatı hiçe sayan bir gülümseyişle' bakıyorum yüzüne; Hayır, neden kızayım, yaşamak senin de hakkın, diyorum... Çıkarken son anda göz göze geliyoruz. Anlıyorum. Ne yaşamak istediğini anlıyorum. Bana aramızda o çok gizli bir anlaşma yapmışız gibi bir an, ama çok derinden bakıyor. Beni biliyorsun, ne olur bir şey deme ve engelleme, diyor sanki gözleriyle... En dipteki acısını bana bırakıp gidiyor... Bu hayatta çözülmesi mümkün olmayan, onu bu hayattan koparıp kendisiyle yüzleştiren her şeyi bana bırakıp, kendince o ulaşılmaz, o gizemli, o güçlü saydığı adama gidiyor... Biliyorum, onu anlamaktan başka yapacak hiçbir şeyim yok... Peki git, diyorum... Git... Zaten özlediğimiz hiçbir şey bu hayatta mümkün değil. Kapım ardına kadar açık sana... Hayatı hiçe sayan bir gülümseyişle bakıyorum arkasından. Git, diyorum sonra kendi kendime, kapım ardına kadar açık sana... Git, diyorum... -
Duramıyorum, ağlamaktan utanıyorum, utandıkça ağlıyorum! Belki bir tek gözyaşının çözebileceği bir dert değildir bu Ağlamamak lazım öyleyse Sevindirmemek lazım kederleri ya da böyle avutmamak lazım geceleri Yalnızlığımı, yapayalnızlığımı, yalpalayan yalnızlığımı.. Yanlızlığımı çekmek ağır geliyor omuzlarıma ..ve arka arkaya birbiriyle tanışan sigaralar Her nefes gece...her gece içimde... Gündüz ellerimde Ağla yüreğim ağla Ne kadar dert varsa birbirine bağla...
Rüyalar bile geceleri bekler
Gizlice görünmek için
Yüreğimdesin, saklısında içimin
Gizlice sevgilim
Kimse bilmesin üzgünlüğümü
Taşırım ölümüm gibi bu duyguyu
En gizli kuytularında ömrümün
Bir yer var gizlice sevgilimin uyuduğu
Gizlice sevgilim, yaşam kadar acı
Canımı tutuşturan özlem gibi
Özlüyorum derin yokoluşta
Gizlice sevgilimi...
-
Gittiğim her yerden onu arardım... Bir sancı, bir nöbet gibiydi içimdeki sevgisi... Sancı tahammül edilmez olunca telefonlara sarılırdım. Geceleri,imza günlerine gittiğim şehirlerdeki yoksul otellerin odalarından sabahlara kadar onu arardım. Nöbetim dininceye kadar... Terler içinde... Sevgisiyle çıldırmayı ve her türlü rezilliği göze alarak... Hata üstüne hata...Sabırsız, hesapsız, soluk soluğa. Yanlış üstüne yanlış yaparak arardım...Korkuyordum. Sevgimden emin olmaya başlar başlamaz birilerinin onu elimden almasından korkuyordum. Yitirme korkusu, son bulacak korkusu. Yoksulluğun verdiği bir korkuydu bu.. İçimde bir ses durmadan; artık arama, biraz diren,hep sen aradın, onun aramasını bekle, sabret derdi. Evet, bu ses vardı, bu ses de bana aitti, ama onu dinleyen kimdi... Gördüğüm her telefona bir bağımlı gibi sarılıyor ve sesini duyar duymaz: Seni seviyorum, diyordum...Bu coşkuyu onun varlığı sağlamıştı. Varlığına minnet duyuyordum bu yüzden...Bu yüzden benim bütün sırlarımı, niyetlerimi, arzularımı bilsin istiyordum... Ben de olan ve olabilecek her şeyi bilsin. Hem de vakit geçmeden, bir an önce... Ama o sıkıldı benden, birdenbire hem de, ben ona tam kendimi açmışken, nasıl olduysa, sıkıldı benden... Kim bilir belki onu bu
kadar çok seveceğimi düşünememişti... Belli ki sevgim onu boğmuştu. Nitekim itiraf etmişti, bana bir şey olur endişesini daha fazla taşımak istemiyordu.Duygularımı gittikleri yerden geri çağırmalı, kendime çekidüzen vermeliydim... Hem hayat devam ediyordu. Ama ben en çok bu cümleden, nefret ediyordum; ama o hep bunu söylüyordu: Hayat devam ediyor... Onun için hayat devam ediyor, demek, ben seni, senin hissettiğin anlamda sevmiyorum,demekti. Hayat devam ediyor demek, böyle sevgilere, böyle aşklara bu dünyada yer yok, demekti... Hiçbir şeyi abartma, normale dön, varolanı kabullen,boyun eğ, demekti. İçimdeki utancın ve kaybedişin acısı dinsin diye, en çok da bana iyilik olsun diye söyledi bir gün: Sana aşık olamadım, çünkü sen benim gibisin. Öyle yakın, öyle bildiğim bir şeysin ki, inan çok denedim, ama olamadım... Sana sarıldığımda kurtulmak istediğim kendime sarılmış gibi oluyordum... Ne zaman bir başkalık, bağışlayıcı bir uzaklık arasam sana çarpıyordum, unutmak istediğim kendime çarpar gibi.. Ben kendimden kurtulmak istiyorum, sen beni yine kendime döndürüyordun... Seninle seviştiğimde kendimle sevişmiş gibi oluyordum. Öylesine yakındın ki bana... Bunları söyledi ve sonra kayboldu. Gitti. Ona kendisini hatırlatmayan, kendisine ait hiçbir iz, hiçbir ipucu taşımayan yerlere gitti... Benden ve ona kendisini hatırlatan her şeyden çok yorulmuştu... Ve bana, bak hayat devam ediyor,derken, kendisi gibi olmayan birine aşık olmuştu... Onun için sancılar çekmeyen, nöbetler gelince onu hiç olmadık yerlerden aramayan, ona hayatının ancak çok küçük bir parçasında yer veren, onu benim gibi hayatının son umudu
gibi aramayan birine aşık olduğuna kendisini inandırmıştı... Onun deyişiyle,ulaşılmaz, gizemli, imkansız birine; kendisinden, benden farklı birine.Artık kimi geceler bu ulaşılmaz, bu imkansız, gizemli adama duyduğu aşk için benden yardım istemeye gelmeye başlamıştı... Onun için neler yaşadığımı,nelere katlandığımı bilerek hem de... Evin içinde, elinde cep telefonu,kaygı ve merakla; ne dersin, onu aramam doğru olur mu? diye sorup duruyordu geldiği geceler.. Gözleri heyecanlı ve bencil bir ışıkla parlardı... Beni bu hayattan silerek... Hep onunla dolu olarak parlardı... Yine de, bu hayatta böyle olması gerektiğini içten içe hissederek; sen bilirsin, istersen ara,içinden nasıl geliyorsa öyle yap, derdim... Aklıma onu Anadolu'nun o yoksul otellerinden geceler boyu nasıl susuzlukla, sancıyla, umut ve umutsuzlukla aradığım gelirdi hep, kendimi güçlükle tutardım... Oysa o evimde, durup dinlenmeden arardı ulaşılmaz gizemli adamını. Cep telefonundan, aradığınız numara kapalı ya da kaplama alanı dışındadır, mesajı gelmesine aldırmadan,hep arardı. Utanmaz bir inatla... Susardım, onun konuşmasını beklerdim; ama konuşacak halde değildi. Ulaşılmaz aşkı kaplama alanı dışında, uzakta bir yerdeydi. Bu içindeki özlemi daha da artırıyordu. Onun için meraklanıyor,ona hissettikleri bu uzaklıkla daha çok anlam kazanıyordu... Beni sildiği gibi kendisini de silmişti. Uzaktaki, o gizemli, güçlü adamın ölçüleri,görüşleri, düşüncelerinden daha önemli hiçbir şey yoktu artık. Ona kavuşur kavuşmaz onun ölçülerini tamamen benimseyecek ve dünyaya bu ölçülerle meydan okuyacaktı.. Bense nerede olursam olayım, hep kaplama alanı içindeydim. Beni
ne zaman isterse bulabilirdi. İstemese bile bulabilirdi. Bu yüzden ben kaybettim, ama kaplama alanı dışında olan adam kazandı. Gizemli, güçlü,egemen adam kazandı... Şimdi yaralarını sarmaya bana geliyor. Kötü enerjisini bana bırakmaya. Topraklamaya... Benden akıl almaya geliyor. Şimdi ben onun için sadece mola yeriyim... Zamanı geldiğinde, gücüne inandığında beni yine terk edecek, biliyorum... Yine de ona sevdalı varlığımdan ayıramıyorum kendimi... Sanki beni arayacakmış gibi, ara diyorum, bazen, o da hemen arıyor zaten. Telefondaki ses yine kaplama alanı dışında olduğunu söylüyor. İşte o zaman onu kendi yerime koyuyor, daha fazla üzülmesin,yıpranmasın diye, bir süre arama, biraz sabret, bekle o seni arasın,diyorum, ama o yine arıyor... Ama uzaktaki adam onu aramadığı için, ona yeni, özel, aykırı, gizemli öyküler ekliyor. Onu daha da yüceltiyor. Daha da önemsiyor... Zaten sen benim içimdesin, diyor bana, her şeyini bildiğim. Beni çok iyi bildiği için kendi gibi küçümsüyor... Çünkü ben ona kendisini hatırlatıyorum. Ona kendisini hatırlatmayan biri gerekti hep, hep bunu beklemişti. Uzak, güçlü, ne olduğu belirsiz birini.. Belirsizliğiyle heyecan uyandıran... Hiçbir sorununu, karmaşasını çözemediği, çözmekten usanıp çareyi sonunda kaçmakta bulduğu kendisinden kopartan, uzaklaştıran birini.Bilmiyor oysa, o en dipteki acısıyla yüzleşmekten çekindikçe hep kendisinden kaçacak. Ve hep uzaktaki, gizemli, imkansız birine sevdalanacak. Bilmiyor oysa, yıllarını bu uzaklıklarla kendisi arasındaki o korkunç, o kapanmaz
boşlukta savrularak geçirecek... Bilmiyor oysa... Bir zamanlar hayatta en çok sevdiğim insan için bile aşk buydu işte... Aşk onun için de ulaşılmaza,güçlüye, aramayana duyulan yoğun özlemdi... Kendisinden, o en dipteki acısından kaçıp kurtulmaktı.. Bazen onda kendimi görüyorum; ne olur arama artık, diyorum bazen, aradıkça kaybedersin, biraz daha sabret, onun aramasını bekle, diyorum... Uzakta, ulaşılmaz olan sen ol; ne olur, bırak şu telefonu elinden, aradıkça, özledikçe, içini açtıkça kaybedersin, diyorum,
gözlerimdeki yangını gizleyerek işte böyle söylüyorum... Ama o beni dinlemiyor. Gücün, ulaşılmazın, güçlünün gizeminden onu kurtaramıyorum...Durmaksızın arıyor. Bu defa buluyor onu: Şu an yoldayım, ben seni sonra ararım, diyor, uzaktaki imkansız adam... Bu ona yetiyor... Şu an yoldayım,ben seni sonra ararım... Benim yıllarca, geceler boyunca söylediğim onca şeyden daha çok etkiliyor bu cümle onu... Buymuş işte, diyorum, gerçek bu kadarmış... Aşk da bu hayat gibi adaletsiz, acımasız, hep güçlünün, hep
ulaşılmaz olanın kazandığı bir duyguymuş... Aşk da bu hayat gibi sadece bir iktidar oyunuymuş. Bu oyunda bir hep köle ve bir de efendi varmış... Sonunda uzaktaki adam onu yanına çağırıyor... İşi bittiğinde, mola verdiğinde,tenini özlediğinde, gecesinin bir bölümünü onunla geçirmeye karar verdiğinde
yanına çağırıyor... Sonra o ayağa kalkıyor, cep telefonunu çantasına koyuyor, yanıma geliyor:Ona gidersem, kızar mısın, diyor... 'Hayatı hiçe sayan bir gülümseyişle' bakıyorum yüzüne; Hayır, neden kızayım, yaşamak senin de hakkın, diyorum... Çıkarken son anda göz göze geliyoruz. Anlıyorum.
Ne yaşamak istediğini anlıyorum. Bana aramızda o çok gizli bir anlaşma yapmışız gibi bir an, ama çok derinden bakıyor. Beni biliyorsun, ne olur bir şey deme ve engelleme, diyor sanki gözleriyle... En dipteki acısını bana bırakıp gidiyor... Bu hayatta çözülmesi mümkün olmayan, onu bu hayattan koparıp kendisiyle yüzleştiren her şeyi bana bırakıp, kendince o ulaşılmaz, o gizemli, o güçlü saydığı adama gidiyor... Biliyorum, onu anlamaktan başka yapacak hiçbir şeyim yok... Peki git, diyorum... Git... Zaten özlediğimiz
hiçbir şey bu hayatta mümkün değil. Kapım ardına kadar açık sana... Hayatı hiçe sayan bir gülümseyişle bakıyorum arkasından. Git, diyorum sonra kendi kendime, kapım ardına kadar açık sana... Git, diyorum...
-