Bütün iyi kitapların sonunda bütün gündüzlerin, bütün gecelerin sonunda meltemi senden esen soluğu sende olan, yeni bir başlangıç vardır.. Parmağını sürsen elmaya, rengini anlarsın.. Gözünle görsen elmayı, sesini duyarsın... Onu işitsen, yuvarlağı sende kalır. Her başlangıçta yeni bir anlam vardır. Nedensiz bir çocuk ağlaması bile, çok sonraki bir gülüşün başlangıcıdır...
Edip Cansever
Başka Türlü Bir Şey
Başka türlü bir şey benim istediğim ne ağaca benzer, ne de buluta burası gibi değil gideceğim memleket denizi ayrı deniz, havası ayrı hava.. Bir başka yolculuk dalından düşmek yere yaşadığından uzun bir tatlı yolculuk dalından inmek yere ağacın yüksekliğince dalın yüksekliğince rüzgarda ve bir yeni ömür vardığın çimen yeşilliğince nerde gördüklerim nerde o beklediğim rengi başka tadı başka..
Can Yücel
Denizin Delisi
Unutmak mı, delisin, Gitmesem de bekler orada deniz. Gelirsem bilmelisin Benim beklememdir burada deniz. Gitmek gibi geleceğim Denizin delisine. Delinin denizi gibi, O ne kadar giderse.
Özdemir Asaf
YERÇEKİMLİ KARANFİL
Biliyor musun az az yaşıyorsun içimde Oysaki seninle güzel olmak var Örneğin rakı içiyoruz, içimize bir karanfil düşüyor gibi Bir ağaç işliyor tıkır tıkır yanımızda Midemdi aklımdı şu kadarcık kalıyor. Sen o karanfile eğilimlisin, alıp sana veriyorum işte Sen de bir başkasına veriyorsun daha güzel O başkası yok mu bir yanındakine veriyor Derken karanfil elden ele.
Görüyorsun ya bir sevdayı büyütüyoruz seninle Sana değiniyorum, sana ısınıyorum, bu o değil Bak nasıl, beyaza keser gibisine yedi renk Birleşiyoruz sessizce.
EDİP CANSEVER
YALNIZ İNSAN
Yalnız insan merdivendir Hiçbir yere ulaşmayan Sürülür yabancı diye Dayandığı kapılardan
Yalnız insan deli rüzgar Ne zevk alır ne haz verir Dokunduğu küldür uçar Sunduğu tozdur silinir
Yalnız insan yok ki yüzü Yağmur çarpan bir camekan Ve gözünden sızan yaşlar Bir parçadır manzaradan
Yalnız insan kayıp mektup Adresimi yanlış nedir Sevgiler der fırlatılır Kimbilir kim tarafından
ARAGON
SENİ DÜŞÜNMEK
Seni düşünmek güzel şey, ümitli şey, Dünyanın en güzel sesinden En güzel şarkıyı dinlemek gibi birşey... Fakat artık ümit yetmiyor bana, Ben artık şarkı dinlemek değil, Şarkı söylemek istiyorum.
NAZIM HİKMET
YAŞAMAYA DAİR
1
Yaşamak şakaya gelmez, büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın bir sincap gibi mesela, yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden, yani bütün işin gücün yaşamak olacak.
Yaşamayı ciddiye alacaksın, yani o derecede, öylesine ki, mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda, yahut kocaman gözlüklerin, beyaz gömleğinle bir laboratuarda insanlar için ölebileceksin, hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için, hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken, hem de en güzel en gerçek şeyin yaşamak olduğunu bildiğin halde.
Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı, yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin, hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil, ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için, yaşamak yanı ağır bastığından.
2
Diyelim ki, ağır ameliyatlık hastayız, yani, beyaz masadan, bir daha kalkmamak ihtimali de var. Duymamak mümkün değilse de biraz erken gitmenin kederini biz yine de güleceğiz anlatılan Bektaşi fıkrasına, hava yağmurlu mu, diye bakacağız pencereden, yahut da sabırsızlıkla bekleyeceğiz en son ajans haberlerini.
Diyelim ki, dövüşülmeye değer bir şeyler için, diyelim ki, cephedeyiz. Daha orda ilk hücumda, daha o gün yüzükoyun kapaklanıp ölmek de mümkün. Tuhaf bir hınçla bileceğiz bunu, fakat yine de çıldırasıya merak edeceğiz belki yıllarca sürecek olan savaşın sonunu.
Diyelim ki hapisteyiz, yaşımız da elliye yakın, daha da on sekiz sene olsun açılmasına demir kapının. Yine de dışarıyla birlikte yaşayacağız, insanları, hayvanları, kavgası ve rüzgarıyla yani, duvarın ardındaki dışarıyla.
Yani, nasıl ve nerede olursak olalım hiç ölünmeyecekmiş gibi yaşanacak...
3
Bu dünya soğuyacak, yıldızların arasında bir yıldız, hem de en ufacıklarından, mavi kadifede bir yaldız zerresi yani, yani bu koskocaman dünyamız.
Bu dünya soğuyacak günün birinde, hatta bir buz yığını yahut ölü bir bulut gibi de değil, boş bir ceviz gibi yuvarlanacak zifiri karanlıkta uçsuz bucaksız.
Şimdiden çekilecek acısı bunun, duyulacak mahzunluğu şimdiden. Böylesine sevilecek bu dünya 'Yaşadım' diyebilmen için...
NAZIM HİKMET
ŞAŞIP KALMAK
Sevebilirim, hem de nasıl, dile benden ne dilersen, canımı, gözlerimi
Anlayabilirim çoğu kere burnumla, yani en karanlığın, en uzaktakinin bile kokusunu alarak ve döğüşebilirim, doğru bulduğum, haklı bulduğum, güzel bulduğum herşey için, herkes için, yaşım başım buna engel değil, ama gel gör ki çoktan unuttum şaşıp kalmayı. Şaşkınlık, alabildiğine yuvarlak açık ve alabildiğine genç gözleriyle bırakıp gitti beni. Yazık.
NAZIM HİKMET
SOLUK SOLUĞA - 1
Hep yanıldı ve yenilgilere uğradı Ama atıldı yine de serüvenlere Vakti olmadı acıların hesabını tutmaya Durup beklemeye, geri dönmelere vakti olmadı.
Yangınlarla geçti ömrü ve hep yalnızdı - ki onlar daima birer yalnızdılar
Nerde doğmuştu ve ne zaman kopup Gitmişti o kentten anımsamıyor artık Hangi sokaktaydı ilk sevgili ve hala Sürüp gider mi ilk öpüşmenin esrikliği Gizlice buluşmaya gelen ve ölürcesine Korkular geçiren o kız nerededir şimdi Sensiz olursam yaşayamam diyen O liseli kız hangi kentte kaldı Ve o sarışın O afeti devran bekler mi hala Atlas yataklara sererek yaşamanın anlamını
Üşüten bir acıydı belki her ayrılık Her yolculuk yangınların başladığı yereydi Ama vakti olmadı hesabını tutmaya Aşkların, ayrılıkların ve acıların
İstese de kalamazdı vakti gelince Geyik sesleri yankılanınca yamaçlarda Yürek burkulması ve hüzün ve keder Aralıksız doldururdu acıların bohçasını Dudaklarında öpüşlerin gül esmerliği İçinde kıpırdanıp durur ufuk çizgisi Ay bile soğuktur o zaman Bir buz parçasıdır Çaresiz çıkılacaktır o yolculuklara Ki bir ömrün karşılığıdır serüvenler
Biraz da serüvendi yaşamak Belki yatkındı büyük yolculuklara Ki serüvenler daima büyük aşklar Ve büyük yolculuklarla başlar
Anıları aşkları ve bir kenti Bırakıp gidebilirdi apansız Apansız başlardı yolculuklar Hangi saatinde olursa günün Ve hep kar yağardı nedense Durmadan kar yağardı yol boyunca Ve nasılsa yok olup giderdi hüzün Kent görünmez olunca arkada Ne bir veda sözcüğü dökülürdü dudaklarından Ne de dönüp bakardı geriye bir kez olsun
Ne zaman yollara düşse biterdi acılar Gül yüzlü sular fışkırırdı toprağın karnından Kavaklarsa oynak bir çingene kızı Her kıpırdanışında açılıverir uzun ince bacakları
Mekan tutmak ve her akşam aynı ufukta Güneşin batışını seyretmek ölümdür biraz Ölümdür biraz hep aynı yatakta Aynı kadınla sevişerek sabaha varmak Kitapları hep aynı raflara sıralamak Aynı eşyayı kullanmak eskimektir biraz Soluk soluğa yaşamalı insan Her sabah yeni bir şeyler görebilmeli Ve cehenneme dönse de bir ömür Mutlaka bir şeyler değişmeli her/gün
Ey o büyük yolculukların ürperten heyecanı Okyanus dalgalarının sesleriyle dol bu ömre Ölüme ve aşka durmadan kement atan Serüvenlerle geçsin yaşamak
Buz tutmuş bir dünya ortasında Yollara düşerdi o hep aynı ıslıkla Önünde dağlar, uçurumlar Sarsılan gök, yarılan toprak Çelik uğultularla burgaçlanırken Yaşamak işte öylesine kucaklardı onu Ve her nasılsa keklik sekişli Bir aşkın sevinci dolardı yüreğine Çıkarıp atardı o zaman deli bir ırmağa Ne kalmışsa bir önceki serüvenden
Soluk soluğa yaşadı kentleri, aşkları Bağlanacak kadar kalmadı hiçbirinde Pervasız bir acemi, bir çılgın Soyu tükenen bir bilgeydi belki de...
O yalnız kaybetmesini öğrendi ömründe Avucundan dökülen kum taneleriydi her şey Ne bir serseriydi ne de yılgın bir savaşçı Ama kendi kafasıyla düşünen ve hakkında Ölüm fermanları çıkartılan biriydi belki Sevince deli gibi severdi Pervasız severdi sevince Dövüşmek ancak ona yakışırdı Ona yakışırdı aşklar ve yolculuklar Yoktu bağlandığı herhangi bir şey Bulutlar gibi çekilip giderdi seslerin arasından
Ne bilir ömrün değerini bir çılgın Yalnızca kendini yaşamayı nereden bilebilir Ve başarısız eylemler çağında o Kaçabilir mi binlerce kez ölmekten
Yerleşik yargıları olmadı hiç Kurmadı güzel gelecek düşleri Nerede bir yangın, nerede tehlike O mutlaka oradaydı birdenbire Dinsizdi, özgür sayılırdı belki Ama bağlanmazdı özgürlüğe de Hiçbir yerde yeterinden çok kalmadı Beklemedi anılar sarnıcının dolmasını Şikayetsiz yaşadı yaşadığı her günü Yoktu yüreğinde pişmanlıkların izi
Ayrıntıların izi kalmamış artık Üst üste yaşanmakta ayrılıklar Ve bir bulut gibi sıyrılıp gidilmiştir Dağların, denizlerin üzerinden
Geride kalan ne varsa soluktur şimdi Titreyen kandiller gibi sönmek üzeredir O eski konaklar gibidir anılar Gül bahçeleri, sessiz koru ve orman Belki sağanak boşanır apansız Yüzyıllık bir yağmur başlar Ve sinsi bir hastalığa dönmeden alışkanlıklar Yok olup gider her şey, belki kül olur
Hırçın bir okyanustur yürek Dar gelir ufuk ve mutluluklar çevreni Anılarsa birer çıban izidir Yaşanmaz onların ölgün gölgesinde
Durgun bir su gibi aktı mı yaşamak Ve zaman uysal bir kısrak gibi dinginleşti mi Anısız kalınmıyor artık ne yapılsa Kuşatıyor yolları, aşkı ve ömrü Bekleyişleri kemiren çakal sesleri Oysa bütün köprüler yakılmalı ayrılık vakti Ve herhangi bir şeyle eşit olmaksızın Yollara düşülmeli habersiz ve sessiz Çürük bir diş gibi kanırtıp kentleri Dünyanın ağzını kanlar içinde bırakmalı
Bir ömrün olgunlaştıramayacağı acemilikler toplamı ve bir çılgın boyun eğmedi kendine bile seçme zorunda kalmadı yaşamayı
nasıl bağlanmadıysa yere ve zamana bağlanmadı kendine de ömür boyu dağlara tırmana atlar gibi soluk soluğa yaşamak istedi dünyayı bir şahin gibi bulutlara kurdu dumanlı sevdaların yörük çadırını sıradan bir gezgin değildi hiç dövüşür gibi yaşadı yolculukları belki korkusuz sayılmazdı büsbütün korkardı korkulara düşmekten zaman zaman
ve bütün gemileri yakıp yollara düşerdi o hep aynı ıslıkla mutlu muydu, hiç düşünmedi böyle şeyleri umutlardansa nefret etti daima
hep yanıldı ve yenilgilere uğradı ama atıldı yine de serüvenlere
pervasız bir acemi soyu tükenen bir bilgeydi belki de
Ama bir şey vardı yine de Başarısız ihtilallerden kendine kalan
Ahmet TELLİ
Hadi uyan
Gün ışığı çilemeye başladı başucunda Denizler bir mavilik edindi günden Seher yeline uyup kuşlar yerinden uçtu Bu türküyü dinlemeyecek misin?
Hadi uyan Aydınlığa çık da çil gözlerin ışısın İlkyazlar sıcağı biriksin yüreğine Yoksul olsan da uyan Garip olsan da uyan Madem ki güzelsin,güzeli yaşatmak için Madem ki iyisin,iyiyi yaşatmak için Madem ki umutlusun,umudu yaşatmak için Hadi uyan Denizi dinle, yaşamak desin Toprağı dinle,barışmak desin Gögü dinle,sevişmek desin
Bir plak konmuş gibi gramofona İşte aşk,işte özlem,işte savaşmak gücü Uyan diyor uyansana
Hadi uyan Sevdiğim uyan Ne olur uyan!
METİN ELOĞLU
Uçun Kuşlar
insandır suda akan yaprakta yeşil gülde kırmızı zorlu bir dal gibi eğleniriz de fırtınalarla ince bir sızı birdenbire kırar kollarımızı ve bir akşam kuşlar gibi elimizden uçup giden mutluluk bir sabah ebemkuşaklarının altından dörtnala gelir yaşayalım çocuklar her şey bizimdir bir giysi örtüsünde buldum ben bu yedi satırı bozkırda yüzükoyun bir hitit kasabası yedi satır yedi bülbül yavrusu vurmuşlar anasını da kalmış yavrusu bir sürgün şair yazmış vaktin birinde bir genç kız işlemiş onu örtüye yedi renk ipek iplik, yedi bülbül yavrusu ak örtüde yedi satır, gökkuşağı iğrisi bu yalnızlık bu sürgün, insan olmak acısı aldım yedi yavrucuğu koydum buraya yaşıyor mu bilmiyorum o sürgün şair yaşıyorsa bilsin diye o sürgün şair bir gün çıkıp gelsin diye o sürgün şair ‘uçun kuşlar’ ‘uçun kuşlar’ koydum adını
bir giysi örtüsünde yedi bülbül yavrusu yedi satır, yedi renk, gökkuşağı iğrisi
Hasan Hüseyin Korkmazgil
DÜŞ YOLLARA
.....................
Doğayı aldın mı yanına Gürül gürül akan kalabalıksın Üstelik eşkiya türküleri Ve çınarlar seninledir O zaman çekinme Düş yollara
bütün gündüzlerin,
bütün gecelerin sonunda
meltemi senden esen
soluğu sende olan,
yeni bir başlangıç vardır..
Parmağını sürsen elmaya,
rengini anlarsın..
Gözünle görsen elmayı,
sesini duyarsın...
Onu işitsen, yuvarlağı sende kalır.
Her başlangıçta yeni bir anlam vardır.
Nedensiz bir çocuk ağlaması bile,
çok sonraki bir gülüşün başlangıcıdır...
Edip Cansever
Başka Türlü Bir Şey
Başka türlü bir şey benim istediğim
ne ağaca benzer, ne de buluta
burası gibi değil gideceğim memleket
denizi ayrı deniz,
havası ayrı hava..
Bir başka yolculuk dalından düşmek yere
yaşadığından uzun
bir tatlı yolculuk dalından inmek yere
ağacın yüksekliğince
dalın yüksekliğince rüzgarda
ve bir yeni ömür
vardığın çimen yeşilliğince
nerde gördüklerim
nerde o beklediğim
rengi başka
tadı başka..
Can Yücel
Denizin Delisi
Unutmak mı, delisin,
Gitmesem de bekler orada deniz.
Gelirsem bilmelisin
Benim beklememdir burada deniz.
Gitmek gibi geleceğim
Denizin delisine.
Delinin denizi gibi,
O ne kadar giderse.
Özdemir Asaf
YERÇEKİMLİ KARANFİL
Biliyor musun az az yaşıyorsun içimde
Oysaki seninle güzel olmak var
Örneğin rakı içiyoruz, içimize bir karanfil düşüyor gibi
Bir ağaç işliyor tıkır tıkır yanımızda
Midemdi aklımdı şu kadarcık kalıyor.
Sen o karanfile eğilimlisin, alıp sana veriyorum işte
Sen de bir başkasına veriyorsun daha güzel
O başkası yok mu bir yanındakine veriyor
Derken karanfil elden ele.
Görüyorsun ya bir sevdayı büyütüyoruz seninle
Sana değiniyorum, sana ısınıyorum, bu o değil
Bak nasıl, beyaza keser gibisine yedi renk
Birleşiyoruz sessizce.
EDİP CANSEVER
YALNIZ İNSAN
Yalnız insan merdivendir
Hiçbir yere ulaşmayan
Sürülür yabancı diye
Dayandığı kapılardan
Yalnız insan deli rüzgar
Ne zevk alır ne haz verir
Dokunduğu küldür uçar
Sunduğu tozdur silinir
Yalnız insan yok ki yüzü
Yağmur çarpan bir camekan
Ve gözünden sızan yaşlar
Bir parçadır manzaradan
Yalnız insan kayıp mektup
Adresimi yanlış nedir
Sevgiler der fırlatılır
Kimbilir kim tarafından
ARAGON
SENİ DÜŞÜNMEK
Seni düşünmek güzel şey, ümitli şey,
Dünyanın en güzel sesinden
En güzel şarkıyı dinlemek gibi birşey...
Fakat artık ümit yetmiyor bana,
Ben artık şarkı dinlemek değil,
Şarkı söylemek istiyorum.
NAZIM HİKMET
YAŞAMAYA DAİR
1
Yaşamak şakaya gelmez,
büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın
bir sincap gibi mesela,
yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden,
yani bütün işin gücün yaşamak olacak.
Yaşamayı ciddiye alacaksın,
yani o derecede, öylesine ki,
mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda,
yahut kocaman gözlüklerin,
beyaz gömleğinle bir laboratuarda
insanlar için ölebileceksin,
hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için,
hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken,
hem de en güzel en gerçek şeyin
yaşamak olduğunu bildiğin halde.
Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,
yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin,
hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,
ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için,
yaşamak yanı ağır bastığından.
2
Diyelim ki, ağır ameliyatlık hastayız,
yani, beyaz masadan,
bir daha kalkmamak ihtimali de var.
Duymamak mümkün değilse de biraz erken gitmenin kederini
biz yine de güleceğiz anlatılan Bektaşi fıkrasına,
hava yağmurlu mu, diye bakacağız pencereden,
yahut da sabırsızlıkla bekleyeceğiz
en son ajans haberlerini.
Diyelim ki, dövüşülmeye değer bir şeyler için,
diyelim ki, cephedeyiz.
Daha orda ilk hücumda, daha o gün
yüzükoyun kapaklanıp ölmek de mümkün.
Tuhaf bir hınçla bileceğiz bunu,
fakat yine de çıldırasıya merak edeceğiz
belki yıllarca sürecek olan savaşın sonunu.
Diyelim ki hapisteyiz,
yaşımız da elliye yakın,
daha da on sekiz sene olsun açılmasına demir kapının.
Yine de dışarıyla birlikte yaşayacağız,
insanları, hayvanları, kavgası ve rüzgarıyla
yani, duvarın ardındaki dışarıyla.
Yani, nasıl ve nerede olursak olalım
hiç ölünmeyecekmiş gibi yaşanacak...
3
Bu dünya soğuyacak,
yıldızların arasında bir yıldız,
hem de en ufacıklarından,
mavi kadifede bir yaldız zerresi yani,
yani bu koskocaman dünyamız.
Bu dünya soğuyacak günün birinde,
hatta bir buz yığını
yahut ölü bir bulut gibi de değil,
boş bir ceviz gibi yuvarlanacak
zifiri karanlıkta uçsuz bucaksız.
Şimdiden çekilecek acısı bunun,
duyulacak mahzunluğu şimdiden.
Böylesine sevilecek bu dünya
'Yaşadım' diyebilmen için...
NAZIM HİKMET
ŞAŞIP KALMAK
Sevebilirim,
hem de nasıl,
dile benden ne dilersen,
canımı, gözlerimi
Kızabilirim,
ağzım köpürmez,
ama devenin öfkesi haltetmiş benimkinin yanında,
devenin öfkesi, kinciliği değil.
Anlayabilirim
çoğu kere burnumla,
yani en karanlığın, en uzaktakinin bile kokusunu alarak
ve döğüşebilirim,
doğru bulduğum, haklı bulduğum, güzel bulduğum herşey için, herkes için,
yaşım başım buna engel değil,
ama gel gör ki çoktan unuttum şaşıp kalmayı.
Şaşkınlık, alabildiğine yuvarlak açık ve alabildiğine genç gözleriyle bırakıp gitti beni.
Yazık.
NAZIM HİKMET
SOLUK SOLUĞA - 1
Hep yanıldı ve yenilgilere uğradı
Ama atıldı yine de serüvenlere
Vakti olmadı acıların hesabını tutmaya
Durup beklemeye, geri dönmelere vakti olmadı.
Yangınlarla geçti ömrü ve hep yalnızdı
- ki onlar daima birer yalnızdılar
Nerde doğmuştu ve ne zaman kopup
Gitmişti o kentten anımsamıyor artık
Hangi sokaktaydı ilk sevgili ve hala
Sürüp gider mi ilk öpüşmenin esrikliği
Gizlice buluşmaya gelen ve ölürcesine
Korkular geçiren o kız nerededir şimdi
Sensiz olursam yaşayamam diyen
O liseli kız hangi kentte kaldı
Ve o sarışın
O afeti devran bekler mi hala
Atlas yataklara sererek yaşamanın anlamını
Üşüten bir acıydı belki her ayrılık
Her yolculuk yangınların başladığı yereydi
Ama vakti olmadı hesabını tutmaya
Aşkların, ayrılıkların ve acıların
İstese de kalamazdı vakti gelince
Geyik sesleri yankılanınca yamaçlarda
Yürek burkulması ve hüzün ve keder
Aralıksız doldururdu acıların bohçasını
Dudaklarında öpüşlerin gül esmerliği
İçinde kıpırdanıp durur ufuk çizgisi
Ay bile soğuktur o zaman
Bir buz parçasıdır
Çaresiz çıkılacaktır o yolculuklara
Ki bir ömrün karşılığıdır serüvenler
Biraz da serüvendi yaşamak
Belki yatkındı büyük yolculuklara
Ki serüvenler daima büyük aşklar
Ve büyük yolculuklarla başlar
Anıları aşkları ve bir kenti
Bırakıp gidebilirdi apansız
Apansız başlardı yolculuklar
Hangi saatinde olursa günün
Ve hep kar yağardı nedense
Durmadan kar yağardı yol boyunca
Ve nasılsa yok olup giderdi hüzün
Kent görünmez olunca arkada
Ne bir veda sözcüğü dökülürdü dudaklarından
Ne de dönüp bakardı geriye bir kez olsun
Ne zaman yollara düşse biterdi acılar
Gül yüzlü sular fışkırırdı toprağın karnından
Kavaklarsa oynak bir çingene kızı
Her kıpırdanışında açılıverir uzun ince bacakları
Mekan tutmak ve her akşam aynı ufukta
Güneşin batışını seyretmek ölümdür biraz
Ölümdür biraz hep aynı yatakta
Aynı kadınla sevişerek sabaha varmak
Kitapları hep aynı raflara sıralamak
Aynı eşyayı kullanmak eskimektir biraz
Soluk soluğa yaşamalı insan
Her sabah yeni bir şeyler görebilmeli
Ve cehenneme dönse de bir ömür
Mutlaka bir şeyler değişmeli her/gün
Ey o büyük yolculukların ürperten heyecanı
Okyanus dalgalarının sesleriyle dol bu ömre
Ölüme ve aşka durmadan kement atan
Serüvenlerle geçsin yaşamak
Buz tutmuş bir dünya ortasında
Yollara düşerdi o hep aynı ıslıkla
Önünde dağlar, uçurumlar
Sarsılan gök, yarılan toprak
Çelik uğultularla burgaçlanırken
Yaşamak işte öylesine kucaklardı onu
Ve her nasılsa keklik sekişli
Bir aşkın sevinci dolardı yüreğine
Çıkarıp atardı o zaman deli bir ırmağa
Ne kalmışsa bir önceki serüvenden
Soluk soluğa yaşadı kentleri, aşkları
Bağlanacak kadar kalmadı hiçbirinde
Pervasız bir acemi, bir çılgın
Soyu tükenen bir bilgeydi belki de...
O yalnız kaybetmesini öğrendi ömründe
Avucundan dökülen kum taneleriydi her şey
Ne bir serseriydi ne de yılgın bir savaşçı
Ama kendi kafasıyla düşünen ve hakkında
Ölüm fermanları çıkartılan biriydi belki
Sevince deli gibi severdi
Pervasız severdi sevince
Dövüşmek ancak ona yakışırdı
Ona yakışırdı aşklar ve yolculuklar
Yoktu bağlandığı herhangi bir şey
Bulutlar gibi çekilip giderdi seslerin arasından
Ne bilir ömrün değerini bir çılgın
Yalnızca kendini yaşamayı nereden bilebilir
Ve başarısız eylemler çağında o
Kaçabilir mi binlerce kez ölmekten
Yerleşik yargıları olmadı hiç
Kurmadı güzel gelecek düşleri
Nerede bir yangın, nerede tehlike
O mutlaka oradaydı birdenbire
Dinsizdi, özgür sayılırdı belki
Ama bağlanmazdı özgürlüğe de
Hiçbir yerde yeterinden çok kalmadı
Beklemedi anılar sarnıcının dolmasını
Şikayetsiz yaşadı yaşadığı her günü
Yoktu yüreğinde pişmanlıkların izi
Ayrıntıların izi kalmamış artık
Üst üste yaşanmakta ayrılıklar
Ve bir bulut gibi sıyrılıp gidilmiştir
Dağların, denizlerin üzerinden
Geride kalan ne varsa soluktur şimdi
Titreyen kandiller gibi sönmek üzeredir
O eski konaklar gibidir anılar
Gül bahçeleri, sessiz koru ve orman
Belki sağanak boşanır apansız
Yüzyıllık bir yağmur başlar
Ve sinsi bir hastalığa dönmeden alışkanlıklar
Yok olup gider her şey, belki kül olur
Hırçın bir okyanustur yürek
Dar gelir ufuk ve mutluluklar çevreni
Anılarsa birer çıban izidir
Yaşanmaz onların ölgün gölgesinde
Durgun bir su gibi aktı mı yaşamak
Ve zaman uysal bir kısrak gibi dinginleşti mi
Anısız kalınmıyor artık ne yapılsa
Kuşatıyor yolları, aşkı ve ömrü
Bekleyişleri kemiren çakal sesleri
Oysa bütün köprüler yakılmalı ayrılık vakti
Ve herhangi bir şeyle eşit olmaksızın
Yollara düşülmeli habersiz ve sessiz
Çürük bir diş gibi kanırtıp kentleri
Dünyanın ağzını kanlar içinde bırakmalı
Bir ömrün olgunlaştıramayacağı
acemilikler toplamı ve bir çılgın
boyun eğmedi kendine bile
seçme zorunda kalmadı yaşamayı
nasıl bağlanmadıysa yere ve zamana
bağlanmadı kendine de ömür boyu
dağlara tırmana atlar gibi
soluk soluğa yaşamak istedi dünyayı
bir şahin gibi bulutlara kurdu
dumanlı sevdaların yörük çadırını
sıradan bir gezgin değildi hiç
dövüşür gibi yaşadı yolculukları
belki korkusuz sayılmazdı büsbütün
korkardı korkulara düşmekten zaman zaman
ve bütün gemileri yakıp
yollara düşerdi o hep aynı ıslıkla
mutlu muydu, hiç düşünmedi böyle şeyleri
umutlardansa nefret etti daima
hep yanıldı ve yenilgilere uğradı
ama atıldı yine de serüvenlere
pervasız bir acemi
soyu tükenen bir bilgeydi belki de
Ama bir şey vardı yine de
Başarısız ihtilallerden kendine kalan
Ahmet TELLİ
Hadi uyan
Gün ışığı çilemeye başladı başucunda
Denizler bir mavilik edindi günden
Seher yeline uyup kuşlar yerinden uçtu
Bu türküyü dinlemeyecek misin?
Hadi uyan
Aydınlığa çık da çil gözlerin ışısın
İlkyazlar sıcağı biriksin yüreğine
Yoksul olsan da uyan
Garip olsan da uyan
Madem ki güzelsin,güzeli yaşatmak için
Madem ki iyisin,iyiyi yaşatmak için
Madem ki umutlusun,umudu yaşatmak için
Hadi uyan
Denizi dinle, yaşamak desin
Toprağı dinle,barışmak desin
Gögü dinle,sevişmek desin
Bir plak konmuş gibi gramofona
İşte aşk,işte özlem,işte savaşmak gücü
Uyan diyor uyansana
Hadi uyan
Sevdiğim uyan
Ne olur uyan!
METİN ELOĞLU
Uçun Kuşlar
insandır suda akan yaprakta yeşil gülde kırmızı
zorlu bir dal gibi eğleniriz de fırtınalarla
ince bir sızı birdenbire kırar kollarımızı
ve bir akşam kuşlar gibi elimizden uçup giden mutluluk
bir sabah ebemkuşaklarının altından dörtnala gelir
yaşayalım çocuklar
her şey bizimdir
bir giysi örtüsünde buldum ben bu yedi satırı
bozkırda yüzükoyun bir hitit kasabası
yedi satır yedi bülbül yavrusu
vurmuşlar anasını da kalmış yavrusu
bir sürgün şair yazmış vaktin birinde
bir genç kız işlemiş onu örtüye
yedi renk ipek iplik, yedi bülbül yavrusu
ak örtüde yedi satır, gökkuşağı iğrisi
bu yalnızlık bu sürgün, insan olmak acısı
aldım yedi yavrucuğu koydum buraya
yaşıyor mu bilmiyorum o sürgün şair
yaşıyorsa bilsin diye o sürgün şair
bir gün çıkıp gelsin diye o sürgün şair
‘uçun kuşlar’
‘uçun kuşlar’
koydum adını
bir giysi örtüsünde yedi bülbül yavrusu
yedi satır, yedi renk, gökkuşağı iğrisi
Hasan Hüseyin Korkmazgil
DÜŞ YOLLARA
.....................
Doğayı aldın mı yanına
Gürül gürül akan kalabalıksın
Üstelik eşkiya türküleri
Ve çınarlar seninledir
O zaman çekinme
Düş yollara
Ahmet Telli
adopt your own virtual pet!
adopt your own virtual pet!