-Kırılgandı- diye haykırıyor bir ses derinlerden… Kristal bir vazo gibi değil, kendi soğukluğuna terkedilmiş bir kar tanesi kadar kırılgan. İyice bakıldığında mükemmel ve simetrik hatları görülen…
Herkesten ve her şeyden kaçıp kendime saklanma gayreti… Yalnızlık zamansız bir hastalık gibi yakalıyor insanı. Kötü ya da iyi olup olmadığını kestiremediğim şeyse bu hastalığın zaman zaman çılgınca bir zevke dönüşmesi.
Artık daha sık dışına çıkıyorum döngünün ve giderek daha çok yabancılaştığımı hissediyorum herkese ve her şeye. Döngünün -ya da “büyük oyun” diyelim- dışında öyle net görünüyor ki KAOS. Fakat bu netliği anlatmak ya da kağıtlara döküp tanımlamak şimdilik pek mümkün görünmüyor. Yine de o büyük ve muhteşem an’ların yaklaştığını duyumsuyorum. Tek ihtiyacım kusursuz bir “tecrit” ve “inziva”.
Olup bitenden hiç kimseye söz etmeyecekti. Hem anlatsa; paslanmış bir cengâver kılıcı gibi kınında duran dili bir çözülse kim dinlerdi onu? “Herkes kendi kaderini yaşar oğlum Yaşar!” diye atılıverse önüne bir gün biri, bir kedi, bir karınca, hatta güzel ötüşlü bir dağ kırlangıcı… Yaşadıkların veya yaşamadıkların durmadan yinelenen, ne manalı ne manasız bu döngünün senin seyrine daldığın birkaç küçük karesidir.” dese.
Güncesine en son şu satırların döküldüğü görüldü bir geceyarısı:
'Aşk… Varsayımlar tanrısı… ölümden akıl çelen… yok kadınların, hüzünlü dulların varsıl rüyası… büyüdükçe öğrenilen, çocuk yüzlerinde kendini yineleyen… yoksun sen. '
-Kırılgandı- diye haykırıyor bir ses derinlerden… Kristal bir vazo gibi değil, kendi soğukluğuna terkedilmiş bir kar tanesi kadar kırılgan. İyice bakıldığında mükemmel ve simetrik hatları görülen…
Herkesten ve her şeyden kaçıp kendime saklanma gayreti… Yalnızlık zamansız bir hastalık gibi yakalıyor insanı. Kötü ya da iyi olup olmadığını kestiremediğim şeyse bu hastalığın zaman zaman çılgınca bir zevke dönüşmesi.
Artık daha sık dışına çıkıyorum döngünün ve giderek daha çok yabancılaştığımı hissediyorum herkese ve her şeye. Döngünün -ya da “büyük oyun” diyelim- dışında öyle net görünüyor ki KAOS. Fakat bu netliği anlatmak ya da kağıtlara döküp tanımlamak şimdilik pek mümkün görünmüyor. Yine de o büyük ve muhteşem an’ların yaklaştığını duyumsuyorum. Tek ihtiyacım kusursuz bir “tecrit” ve “inziva”.
Olup bitenden hiç kimseye söz etmeyecekti. Hem anlatsa; paslanmış bir cengâver kılıcı gibi kınında duran dili bir çözülse kim dinlerdi onu?
“Herkes kendi kaderini yaşar oğlum Yaşar!” diye atılıverse önüne bir gün biri, bir kedi, bir karınca, hatta güzel ötüşlü bir dağ kırlangıcı… Yaşadıkların veya yaşamadıkların durmadan yinelenen, ne manalı ne manasız bu döngünün senin seyrine daldığın birkaç küçük karesidir.” dese.
Güncesine en son şu satırların döküldüğü görüldü bir geceyarısı:
'Aşk… Varsayımlar tanrısı… ölümden akıl çelen… yok kadınların, hüzünlü dulların varsıl rüyası… büyüdükçe öğrenilen, çocuk yüzlerinde kendini yineleyen… yoksun sen. '