Abdurrahman Kaya - Hakkında Yazdığı Tanıtım Y ...


Abdurrahman Kaya Abdurrahman Kaya
26.07.1987’de Mardin’in Dargeçit İlçesi’ne bağlı Kısmetli Köyü’nde doğar. Aslen yine aynı ilçeye bağlı Seyit Bilal (Becirman) köyündendir. İlköğrenimini Dargeçit Sakarya İlköğretim Okulu, ortaöğrenimini Dargeçit Lisesinde gördü. Lisans eğitimini de Uludağ Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde gördü. 4. Sınıfın güz döneminden itibaren almış olduğu Pedagojik Formasyon Eğitimi’ni de aynı dönemde bitirir. Şubat 2014 yılında Dargeçit Anadolu Lisesine Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni olarak atanır. 3 yıl Müdür Yardımcılığı görevinde bulunur. Şimdi Midyat’ta öğretmenliğe devam etmektedir. Yeni Türk Edebiyatı alanında Yüksek Lisansını Ahmet Muhip Dıranas’ta Saf Şiir Anlayışı üzerine yaptı.

Edebiyata olan aşkı ilköğretim 8. Sınıfta başlar ve bu aşkı İstanbul’a ailesinin yanına tatile gidip konfeksiyonda çalışırken yazmış olduğu ‘’Memleket’’ adlı ilk şiiriyle de devam eder. Lise yıllarında ‘’günlük’’ yazar gibi ‘’şiir’’ yazmaya başlamış; yani her gün bir şiir yazmayı kendine adet etmiş ve bu yüzden de ta o zaman kuzeni tarafından eleştirilmeye maruz kalmış. Belki ‘’iyi bir şiir anlayışını yakalamak için’’ her gün şiir yazmayı gerektirmez. Ama bilinmelidir ki iyi bir şiir anlayışı yakalayan ‘’her büyük şairin bir bolca şiir karalama dönemi’’ vardır. Alman Şair Goethe’nin de dediği gibi -Abdurahman’a göre de hayatta gizlenmesi zor olan üç şey vardır: Ateş, aşk ve şiir.- Ateş gizlenemez. Gündüz, onu dumanı ele verir, geceyse; alevlerini gökteki Zühre yıldızı bile görür. Aşk gizlenemez. Geçmişten bize ne büyük ne isimleri anmaya değer âşıkların ismi kalmıştır. İsimleri kalmıştır, çünkü aşklarını gizleyememişler. Ağrı, Aslı ile Kerem’ini arıyor. Tahir sanki bu gün de Zühre’nin iliklerini, kırk düğmesini çözmeye çalışıyor. Beni Amr kabilesi ise Leyla yolunda çöllere düşmüş, saçlarında kuşlar yuva yapmış Mecnun’u hayata döndürüyor. Aşkının sır olarak kalmasını isteyen Mimar Sinan bile başaramamıştır. Kanuni’nin kızı olan Mihrimâh’a âşık olmuştur. Fakat bunu kimseye söylemek istememiştir. Çünkü gerçek aşkın gizlenilen, hep hayallerde yaşanılan aşk olduğuna inanırmış. İstanbul’da yapmış olduğu Mihrimâh Camii aşkını gizleyemediğini gösteriyor. Mihrimâh, bir yüzü güneş diğer yüzü ay olan sevgili demektir. Bu camii de dolunay zamanında bir yüzü güneşi diğer yüzü ay’ı görecek şekilde yapılmıştır. Aşk bir ateştir, düştüğü yeri yakar, eritir; onun içindir ki saklanılmaz, gizlenilmez fışkırtır insanın ruhunu başka bir ruha kondurur. Bir de gizlenmesi zor olan şiir vardır. Şiir gizlenilemez. Çünkü bir kere düştü mü şairinin dilinden taptaze, illaki birileriyle paylaşılır, birilerine okunur. Şiir öyle sırlı bir perdeden çıkar ki sır kalması mümkün değildir. Şiirde anlamı seslendirmek, şiiri oluşturan unsurları iyi bir teknikle kullanmak ve şiirin şuur işi, çalışmak olduğunu bilmek muhakkak önemlidir. Fakat öyle bir şey var ki şiirde, işte onu göz ardı edersek şiiri katletmiş oluruz: Duygu-lirizm ve yaşanmışlık. Duygusuz şiir, kör ve sağır bir insana benzer. Nasıl kör insan gibi bugünü göremiyorsa; sağır insan gibi de yarını göremez, yarında yaşayan insanların sesini duyamaz. Yani kalıcı olamaz. Çünkü akarsular gibi akıp geçse de asırlar, insanoğlu duygusallığını, duygularını kaybedemiyor. İnsanın hilkatinde olan bir durumdur duygusallık. Şiirde yaşanmışlık ise, şairin samimiyetini anlatır. Yaşanmamış bile olsa yaşanmış izlenimi verebilmeli şair olan. Çünkü ‘’şiir canlıdır, ruh bulacağı bir beden arar’’. İnsansız, duygusuz bir şiir, ölü bir vücuttan farklı değildir. Şeklinde, Abdurrahman Kaya ‘’Şiir Anlayışını’’ bizlere sunuyor.

Dünya’da lirik tarzda ilk kez şiir yazan Yunan Edebiyatı’nda bir kadın şair olan Sapho’dur. Bir gün derste Abdurrahman’ın en sevdiği hocalarından birinin ‘’şiir kim için yazılır, neden günümüzde kadın şairlerin sayısı azdır’’ sorusuna cevaben ‘’şiir kadın için yazılır, şiir sevgiliye yazılır’’ hocasının demesi üzerine Abdurrahman’ın ‘’şiir anlayışı’’ da filizlenmeye başlıyor. Yani şiir’de aradığı şey; artık duygu, artık hissiyat, samimiyet ve artık sevgili oluyor. Bu, ilahi veya beşeri olan sevgili…

Şair, ilk kitabı olan ‘’Zambak Sokak’’ adlı kitabındaki şiirlerine;

“Birilerinin Aşiyan’ı, birilerinin O Belde’si,
Birilerinin Simeranya’sı vardır;
Benim de Gönül Havuzumun Gümüşî
Sularında Yıkanmış ‘Zambak Sokak'ım Var''

diyerek başlar… ’’Aşiyan’’ bilindiği gibi İstanbul’da Tevfik Fikret’in sığınmak istediği yerdir ve şu an müze olarak halen ayaktadır. ‘’O Belde’’ de Ahmet Haşim’in sığındığı ilaheler, tapınaklar; sevgiliyi yücelttiği bir yerdir. ‘’Simeranya’’ ise Peyami Safa’nın sığınmak istediği muhayyel bir yerdir. Burada kadınların makyajsız, öğretmene gerek duyulmadan herkesin kendi kendini eğitebileceği; erkeklerin samimi, dürüst olmaları gerektiğini savunur. Bu da hemen büyük bir düşünür olan J.J. Ruso’nun Emile adlı kitabındaki fikirlerini hatırlatır. Abdurrahman’a gelince; -hayal ettiği veyahut gerçek bir mekân da olabilir- diyebileceğimiz o beldesine ‘’Zambak Sokak’’ adını vermiştir. Bu şekliyle bakarsak Abdurrahman’ın da kendini bu edîplerle mukayese ettiğini de görebiliriz. Hayali veya bağlandığı bir yeri sevmek, bir yerlere sığınmak hayal dünyasının geniş olmasını, hayalin içinde ‘’Mavi’’ renginin de hüküm sürebileceğine işaret eden bir tavır vardır. Mai ve Siyah romanında Mai (mavi)’nin hayali temsil ettiği gibi. Zaten Abdurrahman’ın bir hocası ona ‘’Mavi’nin Şairi’’ dememiş miydi?…