Ben, ben , ben... haritada deniz görmüş boğulmuş, Dokuz köyün sahibi, dokuz köyden kovulmuş...( N:Fazıl KISAKÜREK)
Bu mısraların beni anlatmaya yettiği kanısındayım... Ama gene de anlatayım....
Yorgunum desem de inanmayın, BEN YORULMAM
Yorgun gönüllerin sessizce seviştiği bir geceden aylar sonra bir sonbahar sabahı görmeyen gözlerimi açmışım dünyada… Ağlamış mıyım, gülmüş müyüm bilmiyorum. Hiçbir şey de hatırlamıyorum. Sıcacık bir kucakta olduğumu tahmin edebiliyorum sadece. Velhasılbelli bir yaşa kadar tahminler üzerine kurmuşum geçmişimi. Anlatmışlar dinlemişim. Çevremde olanları anlamaya çalışmışım ama anlamamışım. Onlar bıkmadan anlatmışlar. Yorulmamışlar. Yoksulluk bükmüş bellerini ama yılmamışlar. Onlar benim canlarım, annem ve babam… inşaat boyacısı babam gece gündüz çalışmış, yorulmak nedir bilmemiş… Annem yıllarca bu zor hayata evde katılmış…
İskenderun Dumlupınar ilkokulu’nun kapısından girişimi Hayal meyal hatırlıyorum… Annem elimden tutmuştu. Sürüklüyordu beni. Arada bir enseme, yüzüme tokatlar iniyordu. Ben ağlıyordum. Salya sümük…Sınıfa girdiğimde adını bile unuttuğum öğretmenimbeni karşılıyordu. Ben hâlâ ağlıyordum.
Günler yıllar ne çabuk geçmişti. Her yıl öğretmen değiştiriyorduk. Dördüncü sınıfta asker öğretmen Kuzey öğretmenimi hatırlıyorum. Sevmemiştim onu. Dövüyordu bizi. Arkadaşlarla okuldan kaçıyor, dağlara atıyorduk kendimizi…Sonra okuldan geliyormuş gibidönüyorduk evlerimize. Birkaç gün sonra annemden yediğim dayağın tadı damağımda kalıyordu yıllar yılı. İlkokul beşinci sınıfa geldiğimde Başka bir okula naklediyorlardı bizi. Bütün sınıfı…Esentepe İlkokulu’na… Orada da zalim müdürden beziyorduk. Kaçmalar başlıyordu…Sonuç sınıfta kaldım.
Bir yıl sonra İskenderun Lisesi orta kısmı başlıyordu. Ben vasat bir öğrenci olarak gidip geliyorum okula… Ve sınıfta kalmayı da hak ediyorum. Sabahları simit satıyorum. Sıcak yaz günleri soğuk su… Mahalli sade gazoz…. Elma şekeri… Eskimo… Ne bulursam satıyorum. Harçlığımı çıkarmak için… Aileme yardım için…
Orta okul böylece bir yıl rötarla bitiyor. Hafızamda kalan tek öğretmenim Ahmet öğretmenim. Baba sıcaklığını bulduğum tek insan o…
Lisedeyim. İskenderun lisesi’ne kaydoluyorum kendi kendime. Şalgamcı Horoz Amca’yla… Lise birinci sınıfta bir “gizli ve platonik aşk” yüzünden gene sınıfta kalıyorum. Etti üç yıl…
Lise ikinci sınıfta bir başka Fahrettin doğuyor sanki… Okul Tiyatro koluna seçilince yürüyüşüm bile değişiyor. Ben neymişim be! Heyt… Açılın! Ben geliyorum. İnşaatlarda babamla çalışıyorum. İş olmayınca sinemada teşrifatçılık… Falan filan… Ne iş bulursam yapıyorum velhasıl… Jean Paul Sartre’nin Mezarsız ölüler adlı oyunda “Jean” rolünü oynuyorum. Oyunun jönü sayılır hani… Övünmek gibi olursa bana da yakıştı yani… Artık okulda tanınıyorum. Velhasıl ben “Kendim” olmaya başlıyorum.
Lise son sınıfta da Okul Tiyatrosunda görev alıyorum. Cevat Fehmi Başkut’un “Paydos”unda“Muallim Murtaza” rolünü üstleniyorum. Başrol… Zor görev… Bu arada şiir yarışmaları, kompozisyon yarışmalarında derecelere giriyor, ödüller alıyorum. Omuzlarda taşınıyorum. İlgi ve sevgi bana güç veriyor. Öğretmenlerim seviyor, arkadaşlarım destekliyor. Ben bir koltuğa birkaç karpuz sığdırıyorum.Babamla inşaatlarda da çalışıyorum. Çalışıyorum… Çalışıyorum…
Lise bittiğinde okulun veda gecesinde okulun “Veda” konuşmasını yapıyorum. Eh, o kadar da olsun artık…
Suat öğretmenim beni konservatuar tiyatro bölüm sınavlarına sokmak için kolları sıvıyor. Birlikte çalışıyoruz. Bu arada Devlet Demir yollarına mevsimlik işçi olarak giriyorum. Arta kalan zamanda da Konservatuara hazırlanıyorum. İçim kıpır kıpır… Sınavlardan önce Suat Hocam beni arkadaşı olan rahmetli Asuman Korat Bey’e gönderiyor.Ankara’ya… Benimle yakından ilgileniyor… Diksiyon ve sahne çalışması yapıyoruzbirkaç hafta…Günde iki simitle geçiniyor, “Gençlik Park”ta sabahlıyorum.Nihayet sınav günü geliyor. Giriyor ve kazanıyorum. Ah yoksulluk! Kazanıyorum ama okuyamıyorum. İstanbul’a gidiyorum. Tiyatro toplulukları ile “Turnelere katılıyorum.”Yarı aç , yarı tok… Muzaffer Hepgüler, İsmail Çıldan, Hulusi Kentmen- Hüseyin Baradan Tiyatroları’nda çalışıyorum. Olmuyor… Babamın emriyle İskenderun’a dönüyorum. Arkadaşlarla kendi Tiyatromuzu kuruyoruz. A.T.A. ( Ahlâk, Töre, Amaç) Tiyatrosu. Bir yıl dayanabiliyoruz ve kapatıyoruz. Böylece hayallerimin sonu oluyor bu!Üniversite sınavlara giriyorum. Aradan iki yıl geçtiği için zorlanıyorum. Sonunda Konya Selçuk Eğitim Enstitüsü Türkçe Bölümü’nü yatılı kazanıyorum. Böylece yol haritam belli oluyor. Öğretmen olmak varmış kaderde…
Okulda da başa güreşiyorum. Hangi taşı kaldırsalar altından ben çıkıyorum. Tiyatro, şiir, musiki… Bu arada kısa sürelerle turnelere de katılıyorum İstanbul ekipleriyle…Günler geçipgidiyor… Öğretmen oluyorum…
Erzincan Refahiye ilçesi Yatılı bölge okulu Türkçe öğretmeni oluyorum. İki yıl çalışıyorum. Anlatmakla bitmeyecek kadar çok anıları geride bırakıyor, askere gidiyorum. İzmir Narlıdere İstihkam okulundan asteğmen olarak ayrılıyorum. KıbrısLefke Denizli kasabasında İstihkam Bölük ikinci takım komutanı olarak on dört ay görev yapıyorum. Orada hâlâ ağabey saydığım Ahmet Köroğlu ile tanışıp dost oluyorum. Gerisi hikaye…
Ve on sekiz ay öğretmenlik mesleğime zorunlu olarak ara veriyorum. Bu dönemde de İstanbul’da Tiyatrolardayım.
Nişanlanıyorum. İskenderun’dayım.Ve İskenderun Lisesi - benim okulum – Edebiyat öğretmeni olarak görevimin başındayım. Canım öğretmenim Suat Hocamla beraber. 1980 yılında iki kişi oluyorum. Severek evleniyorum. On yıl… Koskoca on yıl… İskenderun Lisesi’nde yönetici ve öğretmen olarak geçen yıllar… Bu on yılda üç çocuk babası oluyorum. Tuğçe Hilâl, Enver Bahadır, Gökçeçiçek aşkımızın meyveleri… Beş kişiyiz artık… Beş can… Beş sevda…Bu on yıl içinde bir “gıda pazarı” açıyor ve dört yıl çalışıyoruz. Ve batırıyoruz. 1985 yılında kendi tiyatromuzu yetiştirdiğim öğrencilerimle kuruyoruz. Anadolu da dört sezon turne yapıyoruz. İstanbul bağlantılı… Ben turnede değilim. Oyun yazıyor, yönetiyor,yönlendiriyorum. Fırsat buldukça ekibe katılıyorum…
1989 yılı kasım ayında Hatay İl Milli Eğitim Müdür yardımcısı olarak atanıyorum. Antakya’dayız. Ve anlatmak bile istemediğim kötü günler başlıyor… Siyasilere hizmet etmediğim için, yanlış yollara sapmadığım için, siyasi iktidarlar- hepsi- ilk önce beni görevden alıyorlar. İdare mahkemesinden on kez “Lehime karar” alıyorum. Ama sürgünler devam ediyor. “Git gel “başlıyor. Hatay il müdür Yardımcılığına gidip gidip geliyorum. Üç defa öğretmen olarak atanıyorum.Diyarbakır, Kırşehir, Van ( iki kez)…v.s. Van’da dört yıl severek çalışıyorum. Ardından Tunceli, En son Hatay Dörtyol… Gene karar Lehime… Van ‘a iade ediliyorum. Ve emekli dilekçemi verip kurtuluyorum… Daha önemlisi Milli eğitim Bakanlığı ve siyasilerle yolsuzlar kurtuluyorlar… Van il Milli Eğitim Müdür Yardımcısı Fahrettin Dönmez artık özgür…Tiyatrosunun başında vatanını, bayrağını, devletini, milletini seven emekli bir öğretmen olarak “Yolsuzların ellerini yakan bir kor” olarak hayatına devam ediyor. Anlatıyor ve dinletiyor. Gençleri yetiştirmeye devam ediyor. İnandıklarından ve bildiklerinden zerre şaşmadan mücadeleye devam ediyor. Ailesi ile mutlu yaşıyor. Şiir , Tiyatro, hikaye ,deneme ve roman yazıyor. Sahnelerde oyunculuğa devam ediyor. Yaşıyor, haksızlıklarla kavga kucağında... Hayat kavgasında başı belalı, İnsanlara –her şeye-rağmen –sevdalı… İyi kötünün kardeşi, kötü iyinin mantığıyla hareket ediyor…
ÇALIŞTI; ÇALIŞIYOR; ÇALIŞACAK ve nefes aldığı sürece tavizsiz yaşayacak…Düşecek, kalkacak;gene koşacak…
Ben, ben , ben... haritada deniz görmüş boğulmuş,
Dokuz köyün sahibi, dokuz köyden kovulmuş...( N:Fazıl KISAKÜREK)
Bu mısraların beni anlatmaya yettiği kanısındayım... Ama gene de anlatayım....
Yorgunum desem de inanmayın, BEN YORULMAM
Yorgun gönüllerin sessizce seviştiği bir geceden aylar sonra bir sonbahar sabahı görmeyen gözlerimi açmışım dünyada… Ağlamış mıyım, gülmüş müyüm bilmiyorum. Hiçbir şey de hatırlamıyorum. Sıcacık bir kucakta olduğumu tahmin edebiliyorum sadece. Velhasıl belli bir yaşa kadar tahminler üzerine kurmuşum geçmişimi. Anlatmışlar dinlemişim. Çevremde olanları anlamaya çalışmışım ama anlamamışım. Onlar bıkmadan anlatmışlar. Yorulmamışlar. Yoksulluk bükmüş bellerini ama yılmamışlar. Onlar benim canlarım, annem ve babam… inşaat boyacısı babam gece gündüz çalışmış, yorulmak nedir bilmemiş… Annem yıllarca bu zor hayata evde katılmış…
İskenderun Dumlupınar ilkokulu’nun kapısından girişimi Hayal meyal hatırlıyorum… Annem elimden tutmuştu. Sürüklüyordu beni. Arada bir enseme, yüzüme tokatlar iniyordu. Ben ağlıyordum. Salya sümük…Sınıfa girdiğimde adını bile unuttuğum öğretmenim beni karşılıyordu. Ben hâlâ ağlıyordum.
Günler yıllar ne çabuk geçmişti. Her yıl öğretmen değiştiriyorduk. Dördüncü sınıfta asker öğretmen Kuzey öğretmenimi hatırlıyorum. Sevmemiştim onu. Dövüyordu bizi. Arkadaşlarla okuldan kaçıyor, dağlara atıyorduk kendimizi…Sonra okuldan geliyormuş gibi dönüyorduk evlerimize. Birkaç gün sonra annemden yediğim dayağın tadı damağımda kalıyordu yıllar yılı. İlkokul beşinci sınıfa geldiğimde Başka bir okula naklediyorlardı bizi. Bütün sınıfı…Esentepe İlkokulu’na… Orada da zalim müdürden beziyorduk. Kaçmalar başlıyordu…Sonuç sınıfta kaldım.
Bir yıl sonra İskenderun Lisesi orta kısmı başlıyordu. Ben vasat bir öğrenci olarak gidip geliyorum okula… Ve sınıfta kalmayı da hak ediyorum. Sabahları simit satıyorum. Sıcak yaz günleri soğuk su… Mahalli sade gazoz…. Elma şekeri… Eskimo… Ne bulursam satıyorum. Harçlığımı çıkarmak için… Aileme yardım için…
Orta okul böylece bir yıl rötarla bitiyor. Hafızamda kalan tek öğretmenim Ahmet öğretmenim. Baba sıcaklığını bulduğum tek insan o…
Lisedeyim. İskenderun lisesi’ne kaydoluyorum kendi kendime. Şalgamcı Horoz Amca’yla… Lise birinci sınıfta bir “gizli ve platonik aşk” yüzünden gene sınıfta kalıyorum. Etti üç yıl…
Lise ikinci sınıfta bir başka Fahrettin doğuyor sanki… Okul Tiyatro koluna seçilince yürüyüşüm bile değişiyor. Ben neymişim be! Heyt… Açılın! Ben geliyorum. İnşaatlarda babamla çalışıyorum. İş olmayınca sinemada teşrifatçılık… Falan filan… Ne iş bulursam yapıyorum velhasıl… Jean Paul Sartre’nin Mezarsız ölüler adlı oyunda “Jean” rolünü oynuyorum. Oyunun jönü sayılır hani… Övünmek gibi olursa bana da yakıştı yani… Artık okulda tanınıyorum. Velhasıl ben “Kendim” olmaya başlıyorum.
Lise son sınıfta da Okul Tiyatrosunda görev alıyorum. Cevat Fehmi Başkut’un “Paydos”unda “Muallim Murtaza” rolünü üstleniyorum. Başrol… Zor görev… Bu arada şiir yarışmaları, kompozisyon yarışmalarında derecelere giriyor, ödüller alıyorum. Omuzlarda taşınıyorum. İlgi ve sevgi bana güç veriyor. Öğretmenlerim seviyor, arkadaşlarım destekliyor. Ben bir koltuğa birkaç karpuz sığdırıyorum.Babamla inşaatlarda da çalışıyorum. Çalışıyorum… Çalışıyorum…
Lise bittiğinde okulun veda gecesinde okulun “Veda” konuşmasını yapıyorum. Eh, o kadar da olsun artık…
Suat öğretmenim beni konservatuar tiyatro bölüm sınavlarına sokmak için kolları sıvıyor. Birlikte çalışıyoruz. Bu arada Devlet Demir yollarına mevsimlik işçi olarak giriyorum. Arta kalan zamanda da Konservatuara hazırlanıyorum. İçim kıpır kıpır… Sınavlardan önce Suat Hocam beni arkadaşı olan rahmetli Asuman Korat Bey’e gönderiyor.Ankara’ya… Benimle yakından ilgileniyor… Diksiyon ve sahne çalışması yapıyoruz birkaç hafta… Günde iki simitle geçiniyor, “Gençlik Park”ta sabahlıyorum. Nihayet sınav günü geliyor. Giriyor ve kazanıyorum. Ah yoksulluk! Kazanıyorum ama okuyamıyorum. İstanbul’a gidiyorum. Tiyatro toplulukları ile “Turnelere katılıyorum.”Yarı aç , yarı tok… Muzaffer Hepgüler, İsmail Çıldan, Hulusi Kentmen- Hüseyin Baradan Tiyatroları’nda çalışıyorum. Olmuyor… Babamın emriyle İskenderun’a dönüyorum. Arkadaşlarla kendi Tiyatromuzu kuruyoruz. A.T.A. ( Ahlâk, Töre, Amaç) Tiyatrosu. Bir yıl dayanabiliyoruz ve kapatıyoruz. Böylece hayallerimin sonu oluyor bu! Üniversite sınavlara giriyorum. Aradan iki yıl geçtiği için zorlanıyorum. Sonunda Konya Selçuk Eğitim Enstitüsü Türkçe Bölümü’nü yatılı kazanıyorum. Böylece yol haritam belli oluyor. Öğretmen olmak varmış kaderde…
Okulda da başa güreşiyorum. Hangi taşı kaldırsalar altından ben çıkıyorum. Tiyatro, şiir, musiki… Bu arada kısa sürelerle turnelere de katılıyorum İstanbul ekipleriyle…Günler geçip gidiyor… Öğretmen oluyorum…
Erzincan Refahiye ilçesi Yatılı bölge okulu Türkçe öğretmeni oluyorum. İki yıl çalışıyorum. Anlatmakla bitmeyecek kadar çok anıları geride bırakıyor, askere gidiyorum. İzmir Narlıdere İstihkam okulundan asteğmen olarak ayrılıyorum. Kıbrıs Lefke Denizli kasabasında İstihkam Bölük ikinci takım komutanı olarak on dört ay görev yapıyorum. Orada hâlâ ağabey saydığım Ahmet Köroğlu ile tanışıp dost oluyorum. Gerisi hikaye…
Ve on sekiz ay öğretmenlik mesleğime zorunlu olarak ara veriyorum. Bu dönemde de İstanbul’da Tiyatrolardayım.
Nişanlanıyorum. İskenderun’dayım. Ve İskenderun Lisesi - benim okulum – Edebiyat öğretmeni olarak görevimin başındayım. Canım öğretmenim Suat Hocamla beraber. 1980 yılında iki kişi oluyorum. Severek evleniyorum. On yıl… Koskoca on yıl… İskenderun Lisesi’nde yönetici ve öğretmen olarak geçen yıllar… Bu on yılda üç çocuk babası oluyorum. Tuğçe Hilâl, Enver Bahadır, Gökçeçiçek aşkımızın meyveleri… Beş kişiyiz artık… Beş can… Beş sevda…Bu on yıl içinde bir “gıda pazarı” açıyor ve dört yıl çalışıyoruz. Ve batırıyoruz. 1985 yılında kendi tiyatromuzu yetiştirdiğim öğrencilerimle kuruyoruz. Anadolu da dört sezon turne yapıyoruz. İstanbul bağlantılı… Ben turnede değilim. Oyun yazıyor, yönetiyor,yönlendiriyorum. Fırsat buldukça ekibe katılıyorum…
1989 yılı kasım ayında Hatay İl Milli Eğitim Müdür yardımcısı olarak atanıyorum. Antakya’dayız. Ve anlatmak bile istemediğim kötü günler başlıyor… Siyasilere hizmet etmediğim için, yanlış yollara sapmadığım için, siyasi iktidarlar- hepsi- ilk önce beni görevden alıyorlar. İdare mahkemesinden on kez “Lehime karar” alıyorum. Ama sürgünler devam ediyor. “Git gel “başlıyor. Hatay il müdür Yardımcılığına gidip gidip geliyorum. Üç defa öğretmen olarak atanıyorum. Diyarbakır, Kırşehir, Van ( iki kez)…v.s. Van’da dört yıl severek çalışıyorum. Ardından Tunceli, En son Hatay Dörtyol… Gene karar Lehime… Van ‘a iade ediliyorum. Ve emekli dilekçemi verip kurtuluyorum… Daha önemlisi Milli eğitim Bakanlığı ve siyasilerle yolsuzlar kurtuluyorlar… Van il Milli Eğitim Müdür Yardımcısı Fahrettin Dönmez artık özgür…Tiyatrosunun başında vatanını, bayrağını, devletini, milletini seven emekli bir öğretmen olarak “Yolsuzların ellerini yakan bir kor” olarak hayatına devam ediyor. Anlatıyor ve dinletiyor. Gençleri yetiştirmeye devam ediyor. İnandıklarından ve bildiklerinden zerre şaşmadan mücadeleye devam ediyor. Ailesi ile mutlu yaşıyor. Şiir , Tiyatro, hikaye ,deneme ve roman yazıyor. Sahnelerde oyunculuğa devam ediyor. Yaşıyor, haksızlıklarla kavga kucağında... Hayat kavgasında başı belalı, İnsanlara –her şeye-rağmen –sevdalı… İyi kötünün kardeşi, kötü iyinin mantığıyla hareket ediyor…
ÇALIŞTI; ÇALIŞIYOR; ÇALIŞACAK ve nefes aldığı sürece tavizsiz yaşayacak…Düşecek, kalkacak;gene koşacak…
Eklenme Tarihi: Okunma: 715