Bir kartvizitim yoktu ki benim Ali’nin oğluyum, Fatma’dan olma Doğmam es kazaydı, düştüm hayata Ocakta kül vardı lamba fitilli Tırtıllıydı yorgan tırtıklı yastık İbrikler kulplu. Tutukluydu o zamanlar umut denen şey Pas tutmuştu yüreklerde zincirler Gecelerse zifir zindanlıklardı Gerdanlıklardı parlayan, kız oğlan kızlar Erkeğindi gurur, namus denen şey Onaydı her bir şey Dönekti düşen, Ödlekti…
Emekti oysa sessiz çığlıklar Duvarları zonkluyordu yankılar Yangınlar vardı sevda üstüne Siper alınırdı kurşuna yürek Dilekler Allah’ına. Kitabına teslim olur cümlesi Kıblesi sevdaydı her birisinin Adı olmasa da kadının. Anamızın, bacımızın, canimizin Yarimizin yanlısıydık Onurlu, gururlu, başı dik, Salınırdık sıra selvi fidanlar gibi Yayılırdık çepeçevre dal dala Rüzgârlar vurur bak hala…
Yıkık olan umutlardı yarına dair Bulutlardı dolanan başucumuzda Avucumuzda bulmuştuk biz ateşleri Köz tütüştü bağrımızda. Güneşleri unutmuştuk oysa ki. Uyutmuştuk düşleri gece yarılarında Salıncağında bebek iniltileri İlintilerinde hayat kavgası Davası da başlamıştı ekmeğin hani Zamanıydı gurbet yolculuğunun Solculuğuna sürüm vakitlerinde Zaptındaydı kudretlinin kaleler Kelleler vardı koltukta Kaçmazdık da ipten Uğuldardı itler Deliriyorduk, Vuruluyorduk elbet, Sürülüyorduk...
Ve yürürdük ışıklara el ele Güneşlere sarılırdık sevgiyle Yağmurlarda yıkanırdı kötü günahlar Çamurlarda yeşerirdi bütün umutlar Bizimdi ufuklar artık hep bizim. Her yeni gün biz doğardık tan ile Uyanırdı uykusundan analar Babalardı kasıkları sancılı Acılıydı soframızda her lokma Kokmazdı da tuz bu kadar. Toz çökmezdi pınarların üstüne Gürdü sular gür. Gümbür günbür akan yürek sesiydi Nefes gibi solunurdu kavgalar Sürülürdü davalar en kutsalından En ulvisi oluyordu duygular Duruluyordu sular göz bebeğinde. Emeğinde yürek köle...
Bir de, gönül ağrımız vardı hani Sancımız vardı solumuz da kızılcık Narçiçekleri açardı yürek dolusu Kaçardı akıl, firarı Uçarı sevdalara. Düşürürdük yazıtları duvarların dibine Bulvarlara hükmederdik deli ve hırçın Düşünmeden neden, niçin Bedel olurduk dünyaya. Buralara hazan gelmeden önce Güldü diyar, gül. Sümbüldü omuza düşen sarı kınalı Kaş yıkılalı vurgunluğumuz Yorgunluğumuz sevdalı Boğuluyorduk…
Yoruluyorduk bir zaman kan ter içinde Soyunuyorduk tuz’a, yanansa tendi Yediverendi elde ki nasır Hasırlar olurdu taş. Arkadaştı gönüllü fedailer Yandaşlarım bağrı yanık türküler Yoldaşlarım bütün gurbet kuşları Kışlarım ayaz, zemheri. Seferindeydim hayatın yolunda koynumda kaderimle Sonucunda ömrün dertleri vardı Beteri vardı boynumda Soluğumda zahmet. Ölçülür kıymet ebed yolunda Boynumda davet. Anılır adım gün gelir elbet, Ya rahmet...! “Ali’nin oğlu Mehmet”….! ! !
Bir kartvizitim yoktu ki benim
Ali’nin oğluyum, Fatma’dan olma
Doğmam es kazaydı, düştüm hayata
Ocakta kül vardı lamba fitilli
Tırtıllıydı yorgan tırtıklı yastık
İbrikler kulplu.
Tutukluydu o zamanlar umut denen şey
Pas tutmuştu yüreklerde zincirler
Gecelerse zifir zindanlıklardı
Gerdanlıklardı parlayan, kız oğlan kızlar
Erkeğindi gurur, namus denen şey
Onaydı her bir şey
Dönekti düşen,
Ödlekti…
Emekti oysa sessiz çığlıklar
Duvarları zonkluyordu yankılar
Yangınlar vardı sevda üstüne
Siper alınırdı kurşuna yürek
Dilekler Allah’ına.
Kitabına teslim olur cümlesi
Kıblesi sevdaydı her birisinin
Adı olmasa da kadının.
Anamızın, bacımızın, canimizin
Yarimizin yanlısıydık
Onurlu, gururlu, başı dik,
Salınırdık sıra selvi fidanlar gibi
Yayılırdık çepeçevre dal dala
Rüzgârlar vurur bak hala…
Yıkık olan umutlardı yarına dair
Bulutlardı dolanan başucumuzda
Avucumuzda bulmuştuk biz ateşleri
Köz tütüştü bağrımızda.
Güneşleri unutmuştuk oysa ki.
Uyutmuştuk düşleri gece yarılarında
Salıncağında bebek iniltileri
İlintilerinde hayat kavgası
Davası da başlamıştı ekmeğin hani
Zamanıydı gurbet yolculuğunun
Solculuğuna sürüm vakitlerinde
Zaptındaydı kudretlinin kaleler
Kelleler vardı koltukta
Kaçmazdık da ipten
Uğuldardı itler
Deliriyorduk,
Vuruluyorduk elbet,
Sürülüyorduk...
Ve yürürdük ışıklara el ele
Güneşlere sarılırdık sevgiyle
Yağmurlarda yıkanırdı kötü günahlar
Çamurlarda yeşerirdi bütün umutlar
Bizimdi ufuklar artık hep bizim.
Her yeni gün biz doğardık tan ile
Uyanırdı uykusundan analar
Babalardı kasıkları sancılı
Acılıydı soframızda her lokma
Kokmazdı da tuz bu kadar.
Toz çökmezdi pınarların üstüne
Gürdü sular gür.
Gümbür günbür akan yürek sesiydi
Nefes gibi solunurdu kavgalar
Sürülürdü davalar en kutsalından
En ulvisi oluyordu duygular
Duruluyordu sular göz bebeğinde.
Emeğinde yürek köle...
Bir de, gönül ağrımız vardı hani
Sancımız vardı solumuz da kızılcık
Narçiçekleri açardı yürek dolusu
Kaçardı akıl, firarı
Uçarı sevdalara.
Düşürürdük yazıtları duvarların dibine
Bulvarlara hükmederdik deli ve hırçın
Düşünmeden neden, niçin
Bedel olurduk dünyaya.
Buralara hazan gelmeden önce
Güldü diyar, gül.
Sümbüldü omuza düşen sarı kınalı
Kaş yıkılalı vurgunluğumuz
Yorgunluğumuz sevdalı
Boğuluyorduk…
Yoruluyorduk bir zaman kan ter içinde
Soyunuyorduk tuz’a, yanansa tendi
Yediverendi elde ki nasır
Hasırlar olurdu taş.
Arkadaştı gönüllü fedailer
Yandaşlarım bağrı yanık türküler
Yoldaşlarım bütün gurbet kuşları
Kışlarım ayaz, zemheri.
Seferindeydim hayatın yolunda
koynumda kaderimle
Sonucunda ömrün dertleri vardı
Beteri vardı boynumda
Soluğumda zahmet.
Ölçülür kıymet ebed yolunda
Boynumda davet.
Anılır adım gün gelir elbet,
Ya rahmet...!
“Ali’nin oğlu Mehmet”….! ! !
Mehmet Kesici