Biz bir zaman, Yusuf'a olan aşkla düşmüştük yollara ve biz bir zman Mevlanaları tanıdık aşk çarkında. Sonra bi Leyla varmış dedik ve bir de Mecnun. Gün oldu günümüz çattıki, çarkların dişlilerinde öğütülmüş bulduk semaları aşk diye ve bir de uyandıkki kalmamış artık gerçekliğimizde aşkları Mevlanaların, İbrahimlerin nemrutların, firavunların. Bir baş yükseldi ve araladı gök çadırının hiçbirzaman kimsesiz olmayan bir köşesini; aşklar ordaydı, sevdalar orda. Anlamları da ordaydı hayatın, noktaları, virgülleri, çizgileri de.
Biz bir zaman Nemrutların yenilişini gördük ve biz her an Rab olan firavunları gördük Rabbe muhtaç; ve biz akan bir zamanın akmayan gerçeği olarak Muhammedleri gördük, İsa- Mesihleri, müceddidleri, dervişleri, meczupları gördük. Biz, zaman olmadıki görmeyelim O'nun sevda adası arasından akıp geçenleri ve belki de boğulup da sonradan geçirilenleri. Biz bir zaman yaşadıkki, gözyaşlarımızla konuştuk, bedenimizle hissettik. İşte o zamanın bu anında anladık insanların aslında acı çekiyor olduklarını ve aslında bir o zaman anladık, koşuşturmalarımızın Düğün Gecesi özlemine olmadığını.
kirpiklerimle topladım bedduları sokaklardan. eteklerimle sürüdüm zelil izzetleri bedenlerden. tırnaklarımla oydum duaları insanların alınlarına ve tırnaklarımla kazıdım insanların alnındaki insan dışılıkları. yüreğimle yol gösterdim çoban köpeğine ve avuçlarımla besledim gelinlikli dağların aç sırtlanlarını. kurtlarla büyüdüm vahşilik enginlerinde ve kurtlarla büyüdüm mertlik sırrıyla. ak bir kağıda kara çizgi oldum aklık adına. kirpiklerimle topladım bedduaları sokaklardan ve sokaklara seda verdim sedamdan. duvaklar taktım kimsesiz sokaklara ve na'ralar attım varlıklar adına. toprak olmuş ayaklarımla yürüdüm topraksız yollarda. yollanmış ayaklar aldım topraktan ve ayaklar verdim topraklara bir ahd namına..................................................
Ve artık çizmiyorum ıslıklarımın resmini, boyamıyorum sevdaların rengini. Işıltılı sahte bir gecede, denizlere verdim sularımı; aydınlık ve mor bir günde gündüzlere verdim renklerimi. Bir şarkının en soğuk dizelerine verdim içtenliğimi. Gönlümü yardım ve her ne bulduysam bulmaya dair, hepsini bir garip kuşun kanadına taktım; hepsini anısız anlara anı diye güvercin aklığında gönderdim. Ve artık tutmuyorum ritmini gönüllerin. Sokaklarda yazılar da yazmıyorum kendimden ama O'ndan. elveda bile çekmiyorum çekimli zamana kip olmuş ve anlam kazanmış o sona yapışık sessiz seslere. Evet, zaten merhaba da dememiştim gelirken ve gidiyorum artık sessiz ve daha da bir içten...
-------- insan bazen düşünemiyor hayatındaki gerçekliklerin hangi boyutlarda seyran eylediğini ve aslında insan bazen düşünemiyor da bu seyranın bu seyrin hangi bir sona ulaşmak istediğini. hayatlara muğlaklıklar hakim oluyor ve gerçekte hakim olması gereken insan ise hakim olunan oluyor. anlamlı kılamıyoruz belki anlamlı kılmak zorunda olduklarımızı ve hatta hiç bir şekilde zahmetlere katlanmıyoruz, kim sorusunun karşılığını dolduramıyoruz. kalemler küsmüş bize kağıtlar küsmüş. olur ya belki de biz küsmüşüz kalemlere ve biz küsmüşüz kağıtlara. ne kadar çok kelam ediyorsa lisanımız; o kadar az kayda alıyor parmaklarımız. zamanların güzelliğine nisbet eder şekillderde yaşanan ama zamansız yaşanan ve bir o kadar da anlamal yaşanan kutsallarımız, artık gezinmiyor sokaklarda ve bizim sokaklarımızda hiç gezinmedi de... hayatın ve hayata dair olan her bir gerçekliğin ve her bir aldatıcılığın karşısına çıkarak, söylenmesi gereken ve hatta gerekmeyen herbir sözü söylemek... bunu hayal ederken bile, küçük harflerle yazıyoruz düşük bir sesle söylüyoruz. olur da hayat bizimle inatlaşmasın diye. ne olduğumuz yerdeyiz ne olduğumuz değerdeyiz ve ne de olduğumuz sıfattayız.. gerçekliğimiz olması gereken tüm sıfatları sahteleriyle yaşıyoruz yada boşaltmışız içini, bir boş kavram adıyla yaşıyoruz. hayattayız ama neresindeyiz? a'lay-ı illiyyin deyiz ama neresindeyiz? insanız ama insanlığın neresindeyiz? boş kavramlarla avunurken ve ben bunları söylerken hayat hala tüm aldatıcılığı ve kalıplardaki kavramsallaşmış haliyle geçiyor... yer, değer, sıfat! ! ! hele bir durun da düzeltelim kendimizi, alalım sizi yanımıza, esas olmanız gereken yere. ama olmaz değil mi? olmaz... geçen geçiyor ve geçirilen sermayeden eksiliyor..
****************************** bilir insan bir gün kervanla geçeceğini, bilir elbet tahta sultan edilmeyeceğini.son bir taht vardır son bir saltanat, o da oluşsa eğer omuzlarda, zaten kimseler istemez öyle bir saltanat. hayat onurla yaşanır onursuzlukla. bilir elbet insan nasıl bir ömrü geçtiğini bilir mutlak rabbisinin bildiğini. geceler belirişle başlar karanlıklarla. geceler karanlıklarla biter, zemherilerle. bilir elbet insan bir tek olmadığını bilir lakin idrakinden uzak tutar doğruyu, bilir ancak zihin sancılarla yaşar. hayat da bilir elbet süreli geldiğini, insan da bilir elbet süreli geldiğini. farkı şudur hayatla insanın: insan bilir lakin bilmeden yaşar; hayat bilir ve hem bilerek kayar.
Biz bir zaman, Yusuf'a olan aşkla düşmüştük yollara ve biz bir zman Mevlanaları tanıdık aşk çarkında. Sonra bi Leyla varmış dedik ve bir de Mecnun. Gün oldu günümüz çattıki, çarkların dişlilerinde öğütülmüş bulduk semaları aşk diye ve bir de uyandıkki kalmamış artık gerçekliğimizde aşkları Mevlanaların, İbrahimlerin nemrutların, firavunların. Bir baş yükseldi ve araladı gök çadırının hiçbirzaman kimsesiz olmayan bir köşesini; aşklar ordaydı, sevdalar orda. Anlamları da ordaydı hayatın, noktaları, virgülleri, çizgileri de.
Biz bir zaman Nemrutların yenilişini gördük ve biz her an Rab olan firavunları gördük Rabbe muhtaç; ve biz akan bir zamanın akmayan gerçeği olarak Muhammedleri gördük, İsa- Mesihleri, müceddidleri, dervişleri, meczupları gördük. Biz, zaman olmadıki görmeyelim O'nun sevda adası arasından akıp geçenleri ve belki de boğulup da sonradan geçirilenleri.
Biz bir zaman yaşadıkki, gözyaşlarımızla konuştuk, bedenimizle hissettik. İşte o zamanın bu anında anladık insanların aslında acı çekiyor olduklarını ve aslında bir o zaman anladık, koşuşturmalarımızın Düğün Gecesi özlemine olmadığını.
.......................................................................................................................
akrepler besledim avuçlarımda akbabalar için, karıncaları büyüttüm ellerimde eller için; böcekler besledim vücudumda eyyübii yaralar için; yaralar açtım gönlüme gönülsüzler adına; gönlümü yaraladım yarlar namına........................................
--
kirpiklerimle topladım bedduları sokaklardan. eteklerimle sürüdüm zelil izzetleri bedenlerden. tırnaklarımla oydum duaları insanların alınlarına ve tırnaklarımla kazıdım insanların alnındaki insan dışılıkları. yüreğimle yol gösterdim çoban köpeğine ve avuçlarımla besledim gelinlikli dağların aç sırtlanlarını. kurtlarla büyüdüm vahşilik enginlerinde ve kurtlarla büyüdüm mertlik sırrıyla. ak bir kağıda kara çizgi oldum aklık adına.
kirpiklerimle topladım bedduaları sokaklardan ve sokaklara seda verdim sedamdan. duvaklar taktım kimsesiz sokaklara ve na'ralar attım varlıklar adına. toprak olmuş ayaklarımla yürüdüm topraksız yollarda. yollanmış ayaklar aldım topraktan ve ayaklar verdim topraklara bir ahd namına..................................................
Ve artık çizmiyorum ıslıklarımın resmini, boyamıyorum sevdaların rengini. Işıltılı sahte bir gecede, denizlere verdim sularımı; aydınlık ve mor bir günde gündüzlere verdim renklerimi. Bir şarkının en soğuk dizelerine verdim içtenliğimi. Gönlümü yardım ve her ne bulduysam bulmaya dair, hepsini bir garip kuşun kanadına taktım; hepsini anısız anlara anı diye güvercin aklığında gönderdim.
Ve artık tutmuyorum ritmini gönüllerin. Sokaklarda yazılar da yazmıyorum kendimden ama O'ndan. elveda bile çekmiyorum çekimli zamana kip olmuş ve anlam kazanmış o sona yapışık sessiz seslere. Evet, zaten merhaba da dememiştim gelirken ve gidiyorum artık sessiz ve daha da bir içten...
--------
insan bazen düşünemiyor hayatındaki gerçekliklerin hangi boyutlarda seyran eylediğini ve aslında insan bazen düşünemiyor da bu seyranın bu seyrin hangi bir sona ulaşmak istediğini. hayatlara muğlaklıklar hakim oluyor ve gerçekte hakim olması gereken insan ise hakim olunan oluyor. anlamlı kılamıyoruz belki anlamlı kılmak zorunda olduklarımızı ve hatta hiç bir şekilde zahmetlere katlanmıyoruz, kim sorusunun karşılığını dolduramıyoruz.
kalemler küsmüş bize kağıtlar küsmüş. olur ya belki de biz küsmüşüz kalemlere ve biz küsmüşüz kağıtlara. ne kadar çok kelam ediyorsa lisanımız; o kadar az kayda alıyor parmaklarımız. zamanların güzelliğine nisbet eder şekillderde yaşanan ama zamansız yaşanan ve bir o kadar da anlamal yaşanan kutsallarımız, artık gezinmiyor sokaklarda ve bizim sokaklarımızda hiç gezinmedi de...
hayatın ve hayata dair olan her bir gerçekliğin ve her bir aldatıcılığın karşısına çıkarak, söylenmesi gereken ve hatta gerekmeyen herbir sözü söylemek... bunu hayal ederken bile, küçük harflerle yazıyoruz düşük bir sesle söylüyoruz. olur da hayat bizimle inatlaşmasın diye.
ne olduğumuz yerdeyiz ne olduğumuz değerdeyiz ve ne de olduğumuz sıfattayız.. gerçekliğimiz olması gereken tüm sıfatları sahteleriyle yaşıyoruz yada boşaltmışız içini, bir boş kavram adıyla yaşıyoruz. hayattayız ama neresindeyiz? a'lay-ı illiyyin deyiz ama neresindeyiz? insanız ama insanlığın neresindeyiz? boş kavramlarla avunurken ve ben bunları söylerken hayat hala tüm aldatıcılığı ve kalıplardaki kavramsallaşmış haliyle geçiyor...
yer, değer, sıfat! ! ! hele bir durun da düzeltelim kendimizi, alalım sizi yanımıza, esas olmanız gereken yere. ama olmaz değil mi? olmaz... geçen geçiyor ve geçirilen sermayeden eksiliyor..
******************************
bilir insan bir gün kervanla geçeceğini, bilir elbet tahta sultan edilmeyeceğini.son bir taht vardır son bir saltanat, o da oluşsa eğer omuzlarda, zaten kimseler istemez öyle bir saltanat.
hayat onurla yaşanır onursuzlukla. bilir elbet insan nasıl bir ömrü geçtiğini bilir mutlak rabbisinin bildiğini. geceler belirişle başlar karanlıklarla. geceler karanlıklarla biter, zemherilerle.
bilir elbet insan bir tek olmadığını bilir lakin idrakinden uzak tutar doğruyu, bilir ancak zihin sancılarla yaşar.
hayat da bilir elbet süreli geldiğini, insan da bilir elbet süreli geldiğini. farkı şudur hayatla insanın: insan bilir lakin bilmeden yaşar; hayat bilir ve hem bilerek kayar.
KÜBRA