Bir ruh, ancak bir benzerini bulduğu zaman ve bize, bizim aklımıza, hesaplarımıza danışmaya lüzum bile görmeden, meydana çıkıyordu.. Biz ancak o zaman sahiden yaşamaya "ruhumuzla yaşamaya" başlıyorduk. o zaman bütün tereddütler, hicaplar bir tarafa bırakılıyor, ruhlar birbiriyle kucaklaşmak için, her şeyi çiğneyerek birbirine koşuyordu...
*************************************************************************************************** Zaten küçüklüğümden beri saadeti israf etmekten korkar, bir kısmını ilerisi için saklamak isterdim... Bu hal gerçi birçok fırsatları kaçırmama sebep olurdu, fakat fazlasını isteyerek talihimi ürkütmekten her zaman çekinirdim.''
Fatih'in veziri olan şair Ahmet Paşa bir beytinde, aşkındaki sadakati ve tutarlılığı anlatabilmek için,
"Cânıma bir merhaba sundu ezelde çeşm-i yâr, Şöyle mest oldum ki gayrın merhabâsın bilmedim" deyiverir.
Kolay bir söyleyişe göre çok güçlü bir hayal!.. Öyle ki Ahmet Paşa hakkında tezkirelerin "Türk şiirine parlaklık ve güzelliği ilk o vermiştir." hükmünü doğru çıkartır. Günümüz diliyle şöyle demek: "Ezel gününde sevgilinin gözü bana bir merhaba lûtfetti. O gün bu gündür, o bakışın mestliğiyle başka birinin merhabasını hiç tanımadım."
Aşk... Kainatın yaratılış vetiresini, özünü ve esasını oluşturmak bakımından başlangıcı ezel gününe dayanan ve ebede kadar süreceğinde şüphe bulunmayan macera... Gönülleri terbiye eden, ruhlara derinlik katan, dimağlara yükseklik veren bir hüzün ve neş'e. Varlıkla birlikte var olan, ve varlıkta en son yok olacak olan. Başlangıcı ta ezel gününde; şöyle: Kur'an'da anlatılır ki (Âraf, 171-172) Allah, dünyada hiçbir şey yok iken, hatta dünya yok iken ruhlar âlemini yarattı. Orada bütün ruhları bir araya toplayıp sordu: "Elestü bi-Rabbikum?" Yani, "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" Ruhlarımız bu soru karşısında "Kâlû: Belâ!" Yani "Dediler ki; -Evet (şüphesiz Sen bizim Rabbimizsin)". Bu meclis (ezel bezmi, elest meclisi), varlığın ilk toplantısı idi ve bütün ruhlar orada birbirlerine şahit tutuldular; ta ki dünyaya geldikleri vakit, bir bedene girdikleri, ete kemiğe büründükleri vakit bu sözlerinden dönmesinler... Dönenler olursa, o mecliste rahmet ve merhametiyle kullarına muamele eden Rab Taala'nın rahmet ve merhamet çizgisinin dışına itilsinler...
Ezel bezmi öyle bir meclis idi ki, orada yan yana olanlar, yakın olanlar, birbirlerini görenler, birbirleriyle konuşanlar; bu dünyaya geldiklerinde de birbirleriyle yan yana ve yakın olur, buluşur veya konuşurlar. İnsanlar arasındaki çağ farkları, uzaklık ve yakınlıklar ile biganelik ve âşinalığın temeli işte o ezel gününe dayanır. Bu durumda dünya, ezelde kader olarak yazılanın vuku bulduğu (kaza) bir duraktır; o kadar. Bu durakta aşkın ve âşıkın nasîbi de ezel günündeki durumuyla bağlantılı olarak bu dünyada görünürlük ve yaşanırlık kazanır. Bu durumda ya Hüsn ü Aşk yazarı Galib Dede'nin benzetmesiyle dünyaya ait desenleri ve çizgileri olan kader kumaşları ruhlarımız arasında bölüştürülürken âşıka da sevgi hissesi olarak terzilerin makas artığı kırpıntılar misali paramparça olmuş bir kalb düşecek veya yukarıda Ahmet Paşa'nın dediği gibi âşık, ezel gününde öyle bir çift göz ile karşılaşacak ki aşktan pay almayı, veya aşktan gayrı pay almayı unutup dünya hayatını öyle yaşayacaktır. Söylediğine göre Ahmet Paşa, ezel gününde henüz ruhlar alemindeyken, güzellerden bir güzel, kendi güzelliğinin farkında olarak (istiğna halinde) göz süzüp de kendisine âşık ararken, gözleri bir an, yalnızca bir an, Ahmed'in canına da değip geçmiştir. Aşk adına Ahmed'e ne olduysa işte o bir an içinde olmuş ve o güzellik karşısında mest ve hayran düşüp kendini kaybedivermiştir.
Bu öyle bir mestliktir ki aradan milyonlarca yıl akıp giderek dünya kurulacak; Adem yaratılıp yine on binlerce yıl insanoğlu dünyada ezel macerasını sürdürecek, nihayet Ahmed'in ruhu da bir beden ile dünyaya geldiğinde hâlâ ezeldeki o sarhoşluğu geçmemiş olacaktır. Bunun diğer yönden okunuşu, Galib'in dediği gibidir ve Ahmet, ezel gününde gördüğü güzelin aşkını kendisine zoraki kader edinerek dünyayı da onun uğrunda her türlü belalara, sıkıntılara, ayrılık acılarına vs. katlanarak mest ve hayran yaşayıp gider. Yani ki aşkında bu derece sadakat ve doğruluk, tıpkı ruhların Allah'a verdikleri söz gibi bir ağırlık ve sorumluluk taşır. Ta ki âşık, ruhlar meclisinin sözünde duran yegane kişisi olabilsin. Öyle ya hemen hepimiz o gün verdiğimiz sözü çoktan unutmuş, kendimize (masivadan, paradan, ihtiraslardan, gururlardan, maldan, mülkten vs.) yüzlerce tanrılar edinmiş durumdayız. Oysa âşık ezelde verdiği aşk sözüne sadakatle sarılmış, aşkın bunca ayrılık belasına da katlanarak âşıklıkta bir gömlek daha derece kazanmanın yollarını aramaktadır. Aşkın belası öyle bir tatlı bela ki, ezelde başlamış olup ebede kadar uzanacaktır. Nitekim ruhlarımız, "Elestü bi-Rabbikum?" sorusuna karşılık olarak "Evet" anlamına gelebilecek pek çok kelime arasından "bela"yı seçmiştir. Kul, belayı kendisi istemeyince Allah neden versin ki?!.. Velev aşkın belası da olsa!..
Öyle zamanlar vardır ki, arkanıza dönüp bakmak istemezsiniz. Bir gölgedir sadece sizi takip eden, silik bir koyuluk diye düşünürsünüz peşinize takılanı. Ve affedememezlik kıyıya vurur zihninizde, kendinizi bağışlayamazsınız.
En bağışlayıcı, en merhametli bir Sonsuz Nur'un parçasından olmanıza rağmen, affetmek gelmez bir türlü içinizden. Siteminiz, öfkeniz yalnız kendinizedir. Her olayı, üstesinden gelinmesi gereken bir öğrenme fırsatı olarak gördüğünüz anlar, hayranı olduğunuz bir yazarın satırlarından ileri gitmez olur. Ve gözleriniz bir noktaya bakarken puslu camların arkasından, sanki bir şeylerin hakkını veremiyormuş gibi bir hak kavgası başlar yüreğinizde... Islanan gözleriniz yağmur yüklü bulutlar gibi dolanır çehrenizde. Sanki sırtınızı sıvazlayan manevi bir çift kanat vardır yakınlarınızda... Zihninizde dolanan sorulara yanıt ararken, cevapların en ulvisini bulursunuz, mavinin sinesine rengarenk gergef dokuyan bir seste...
Affı bağrınızda gömmeye karar verip ruhunuzu cezalandırdığınız o zamanda, üç yudumluk suyla duyarsınız bağışlamanın yüceliğini. Kendinize olan hesabınız bitmemişken henüz, asıl hesap verileceğe af niyazıyla nida ederken bulursunuz kendinizi. Yüzünüze çarpan her damla suyun buharı, alnınız secdeye gittiğinde tekrar çıkar karşınıza. Ve benliğinizi affetmekte kararlı olan yürek, sevdasını canına katık yaptığı sevgilisinden af diler; içinden geldiğince, gözlerinden indiğince, yüreğindeki sahteliklerden vazgeçtiğince...
Taşınamayacak yükleri omuza vermeyen o Sevgili, secdeden kalkan başları her an seccadede duyarcasına merhametli.. sonsuz merhametli... Bu gerçeği düşündüğünüz anda, kendinize hesap sorup, ruhunuzu kelepçelendirdiğiniz anlar çok uzaklarda kalmıştır.
Şimdilerde bir yücelik duyarsınız kalbinizi secdede bırakmış olarak; affetmenin şanına, yüceliğine ve sahibine dair... 'Bana göre değil!' dersiniz sonra, göreviniz olmadığını anlarsınız hesaba çekmenin; ne kendinizi, ne de başkasını...
Sonra, kendinize ettiğiniz sitemin bin misli af duyarsınız o Yüce Sevgili'den... Ve yüreğinize çizdiğiniz şiirimsi bu tablo, seven yüreklerin ümidini sevda denizinde katre katre sergilerken, bir cümle dökülür dudaklarınızdan ruhunuza: "Affı Sevgili şekillendiriyorsa, sevdadan başka söz düşmez sevene" ..
Bir ruh, ancak bir benzerini bulduğu zaman ve bize, bizim aklımıza, hesaplarımıza danışmaya lüzum bile görmeden, meydana çıkıyordu..
Biz ancak o zaman sahiden yaşamaya "ruhumuzla yaşamaya" başlıyorduk.
o zaman bütün tereddütler, hicaplar bir tarafa bırakılıyor, ruhlar birbiriyle kucaklaşmak için, her şeyi çiğneyerek birbirine koşuyordu...
***************************************************************************************************
Zaten küçüklüğümden beri saadeti israf etmekten korkar, bir kısmını ilerisi için saklamak isterdim... Bu hal gerçi birçok fırsatları kaçırmama sebep olurdu, fakat fazlasını isteyerek talihimi ürkütmekten her zaman çekinirdim.''
Kürk Mantolu Madonna /
Sabahattin Ali
******************************************************************************
Hayatta kalabilmek için bir ömür veriyoruz.
bir ömür karşılığı, bir ömür yani..
ne saçma...
Bahar mıdır bizi bu hale getiren?
galiba..
Ben her bahar aşık olmam ama
Her bahar gitmek isterim..
Gittiğim olmadı hiç, ama olsun... istemek de güzel. "
Can Yücel
****************************************************************
Fatih'in veziri olan şair Ahmet Paşa bir beytinde, aşkındaki sadakati ve tutarlılığı anlatabilmek için,
"Cânıma bir merhaba sundu ezelde çeşm-i yâr,
Şöyle mest oldum ki gayrın merhabâsın bilmedim" deyiverir.
Kolay bir söyleyişe göre çok güçlü bir hayal!.. Öyle ki Ahmet Paşa hakkında tezkirelerin "Türk şiirine parlaklık ve güzelliği ilk o vermiştir." hükmünü doğru çıkartır. Günümüz diliyle şöyle demek: "Ezel gününde sevgilinin gözü bana bir merhaba lûtfetti. O gün bu gündür, o bakışın mestliğiyle başka birinin merhabasını hiç tanımadım."
Aşk... Kainatın yaratılış vetiresini, özünü ve esasını oluşturmak bakımından başlangıcı ezel gününe dayanan ve ebede kadar süreceğinde şüphe bulunmayan macera... Gönülleri terbiye eden, ruhlara derinlik katan, dimağlara yükseklik veren bir hüzün ve neş'e. Varlıkla birlikte var olan, ve varlıkta en son yok olacak olan. Başlangıcı ta ezel gününde; şöyle: Kur'an'da anlatılır ki (Âraf, 171-172) Allah, dünyada hiçbir şey yok iken, hatta dünya yok iken ruhlar âlemini yarattı. Orada bütün ruhları bir araya toplayıp sordu: "Elestü bi-Rabbikum?" Yani, "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" Ruhlarımız bu soru karşısında "Kâlû: Belâ!" Yani "Dediler ki; -Evet (şüphesiz Sen bizim Rabbimizsin)". Bu meclis (ezel bezmi, elest meclisi), varlığın ilk toplantısı idi ve bütün ruhlar orada birbirlerine şahit tutuldular; ta ki dünyaya geldikleri vakit, bir bedene girdikleri, ete kemiğe büründükleri vakit bu sözlerinden dönmesinler... Dönenler olursa, o mecliste rahmet ve merhametiyle kullarına muamele eden Rab Taala'nın rahmet ve merhamet çizgisinin dışına itilsinler...
Ezel bezmi öyle bir meclis idi ki, orada yan yana olanlar, yakın olanlar, birbirlerini görenler, birbirleriyle konuşanlar; bu dünyaya geldiklerinde de birbirleriyle yan yana ve yakın olur, buluşur veya konuşurlar. İnsanlar arasındaki çağ farkları, uzaklık ve yakınlıklar ile biganelik ve âşinalığın temeli işte o ezel gününe dayanır. Bu durumda dünya, ezelde kader olarak yazılanın vuku bulduğu (kaza) bir duraktır; o kadar. Bu durakta aşkın ve âşıkın nasîbi de ezel günündeki durumuyla bağlantılı olarak bu dünyada görünürlük ve yaşanırlık kazanır. Bu durumda ya Hüsn ü Aşk yazarı Galib Dede'nin benzetmesiyle dünyaya ait desenleri ve çizgileri olan kader kumaşları ruhlarımız arasında bölüştürülürken âşıka da sevgi hissesi olarak terzilerin makas artığı kırpıntılar misali paramparça olmuş bir kalb düşecek veya yukarıda Ahmet Paşa'nın dediği gibi âşık, ezel gününde öyle bir çift göz ile karşılaşacak ki aşktan pay almayı, veya aşktan gayrı pay almayı unutup dünya hayatını öyle yaşayacaktır. Söylediğine göre Ahmet Paşa, ezel gününde henüz ruhlar alemindeyken, güzellerden bir güzel, kendi güzelliğinin farkında olarak (istiğna halinde) göz süzüp de kendisine âşık ararken, gözleri bir an, yalnızca bir an, Ahmed'in canına da değip geçmiştir. Aşk adına Ahmed'e ne olduysa işte o bir an içinde olmuş ve o güzellik karşısında mest ve hayran düşüp kendini kaybedivermiştir.
Bu öyle bir mestliktir ki aradan milyonlarca yıl akıp giderek dünya kurulacak; Adem yaratılıp yine on binlerce yıl insanoğlu dünyada ezel macerasını sürdürecek, nihayet Ahmed'in ruhu da bir beden ile dünyaya geldiğinde hâlâ ezeldeki o sarhoşluğu geçmemiş olacaktır. Bunun diğer yönden okunuşu, Galib'in dediği gibidir ve Ahmet, ezel gününde gördüğü güzelin aşkını kendisine zoraki kader edinerek dünyayı da onun uğrunda her türlü belalara, sıkıntılara, ayrılık acılarına vs. katlanarak mest ve hayran yaşayıp gider. Yani ki aşkında bu derece sadakat ve doğruluk, tıpkı ruhların Allah'a verdikleri söz gibi bir ağırlık ve sorumluluk taşır. Ta ki âşık, ruhlar meclisinin sözünde duran yegane kişisi olabilsin. Öyle ya hemen hepimiz o gün verdiğimiz sözü çoktan unutmuş, kendimize (masivadan, paradan, ihtiraslardan, gururlardan, maldan, mülkten vs.) yüzlerce tanrılar edinmiş durumdayız. Oysa âşık ezelde verdiği aşk sözüne sadakatle sarılmış, aşkın bunca ayrılık belasına da katlanarak âşıklıkta bir gömlek daha derece kazanmanın yollarını aramaktadır. Aşkın belası öyle bir tatlı bela ki, ezelde başlamış olup ebede kadar uzanacaktır. Nitekim ruhlarımız, "Elestü bi-Rabbikum?" sorusuna karşılık olarak "Evet" anlamına gelebilecek pek çok kelime arasından "bela"yı seçmiştir. Kul, belayı kendisi istemeyince Allah neden versin ki?!.. Velev aşkın belası da olsa!..
*******************************************************************************************************
Affın Sahibi ..
Öyle zamanlar vardır ki, arkanıza dönüp bakmak istemezsiniz. Bir gölgedir sadece sizi takip eden, silik bir koyuluk diye düşünürsünüz peşinize takılanı. Ve affedememezlik kıyıya vurur zihninizde, kendinizi bağışlayamazsınız.
En bağışlayıcı, en merhametli bir Sonsuz Nur'un parçasından olmanıza rağmen, affetmek gelmez bir türlü içinizden. Siteminiz, öfkeniz yalnız kendinizedir. Her olayı, üstesinden gelinmesi gereken bir öğrenme fırsatı olarak gördüğünüz anlar, hayranı olduğunuz bir yazarın satırlarından ileri gitmez olur. Ve gözleriniz bir noktaya bakarken puslu camların arkasından, sanki bir şeylerin hakkını veremiyormuş gibi bir hak kavgası başlar yüreğinizde... Islanan gözleriniz yağmur yüklü bulutlar gibi dolanır çehrenizde. Sanki sırtınızı sıvazlayan manevi bir çift kanat vardır yakınlarınızda... Zihninizde dolanan sorulara yanıt ararken, cevapların en ulvisini bulursunuz, mavinin sinesine rengarenk gergef dokuyan bir seste...
Affı bağrınızda gömmeye karar verip ruhunuzu cezalandırdığınız o zamanda, üç yudumluk suyla duyarsınız bağışlamanın yüceliğini. Kendinize olan hesabınız bitmemişken henüz, asıl hesap verileceğe af niyazıyla nida ederken bulursunuz kendinizi. Yüzünüze çarpan her damla suyun buharı, alnınız secdeye gittiğinde tekrar çıkar karşınıza. Ve benliğinizi affetmekte kararlı olan yürek, sevdasını canına katık yaptığı sevgilisinden af diler; içinden geldiğince, gözlerinden indiğince, yüreğindeki sahteliklerden vazgeçtiğince...
Taşınamayacak yükleri omuza vermeyen o Sevgili, secdeden kalkan başları her an seccadede duyarcasına merhametli.. sonsuz merhametli... Bu gerçeği düşündüğünüz anda, kendinize hesap sorup, ruhunuzu kelepçelendirdiğiniz anlar çok uzaklarda kalmıştır.
Şimdilerde bir yücelik duyarsınız kalbinizi secdede bırakmış olarak; affetmenin şanına, yüceliğine ve sahibine dair... 'Bana göre değil!' dersiniz sonra, göreviniz olmadığını anlarsınız hesaba çekmenin; ne kendinizi, ne de başkasını...
Sonra, kendinize ettiğiniz sitemin bin misli af duyarsınız o Yüce Sevgili'den... Ve yüreğinize çizdiğiniz şiirimsi bu tablo, seven yüreklerin ümidini sevda denizinde katre katre sergilerken, bir cümle dökülür dudaklarınızdan ruhunuza: "Affı Sevgili şekillendiriyorsa, sevdadan başka söz düşmez sevene" ..