Ülkemizdeki sistem, tepeden tırnağa, tüm kurumlarıyla birlikte çürürken, sanatı da, sanatçıyı da çürütüyor, çökertiyor. Çürük toplum, medyatik, dünyevi (mondain) , tatsız, cıvık, yavan, kurtlu meyveler veriyor.
Küreselleşen dünyanın kültür bunalımı bu zaten. Türkiye’nin de kültür bunalımı bu: Toplumsal değerler hızla aşınıyor, kırılıyor, çürüyorsa ve eğer siz bu aşınan değerler yerine –gâvurlaşma korkusuyla- başka değerler koyamıyorsanız, yaratamıyorsanız, işte çöküş o zaman başlar.
O zaman, bırakalım da insanlar eleştirmen Mevlut Kırnapçı'nın ileri sürdüğü gibi her “yazdığını şiir sansın”, veya, Oğuz Akay’ın dediği gibi şair “çapkın değilse başarılı olamaz” olsun...
Peki bizim bir aydın, bir yazar, bir şair olarak bu toplumun önünde hiç mi sorumluluğumuz yok? İnsanlara karşı bir sorumluluğumuz yok mu?
İmdi, eğer, bir aydın, bir yazar, bir şair olma iddiasında isek, halka inmeli miyiz, yoksa o mu bize çıkmalı gibi söylemleri de bir kenara bırakalım. Çünkü, aydınlar ve yazarlar olarak biz ne yaptık? Yukarı çıkmaya çalışmadık mı? Halkın içinden çıkıp yukarı doğru tırmanmaya çalışmadık mı? O halde, şimdi tekrar aşağı mı inelim? Bir zamanlar içinde yaşadığımız, eskiden kölesi olduğumuz ilkel, eğrelti değerlere, kurallara tekrar geri mi dönelim? Ya da halka yaranmak için kendimizi öyle mi gösterelim? Özgürlüklerimizden vaz mı geçelim? Yukarıdayız diye aşağıdakileri hor mu görelim?
Hayır. İçinde yaşadığımız toplumu küçümsemeye hakkımız var mı? Yok. Ancak, halk, çapulcu sermayenin dejenere kültürü ile şeriatçı kültürün arabesk dayatması arasına sıkışmış ise, çıkış yolu bulamayınca da kendi içine, kendi içsel, eski, bayat değerlerine dönmek, kapanmak, hiçbir şeye karışmamak, bulaşmamak istiyorsa ne yapacağız? Halkımız yukarı çıkmaya, aşama yapmaya özenmiyorsa, imrenmiyorsa ne yapacağız? .
Örneğin, klasik müzik dinlemenin –anlamasa bile- bir üst değer olduğuna halk inanmalı, bunu böyle bilmeli. Dinleye dinleye günün birinde anlayacaktır. Keza, şiir yazmak, öykü yazmak ve sanatsal eserler vermek de bir üst basamağa geçiştir. Ama, böyle bir hevesleri, arzuları, istekleri, hedefleri, amaçları, hırsları yoksa ne olacak? Siyasal yetke tarafından halk bu şekilde güdüleniyor ise ne yapacağız?
Bazılarının yaptığı gibi kabak çekirdeği külahlarına veya sakızların içine şiir mi yazalım? Mesajı böyle mi ulaştıracağız? Eğer insanlar her zırladıkları an şiir yazarlarsa ve bu yazdıklarını şiir zannederlerse o zaman şaire ne gerek var? Seks, sevgi ve aşkın tiksinti verici bir bulamaç haline geldiği böyle bir toplumda sanata ne gerek var? Edebiyata ne gerek var? Dergilere ne gerek var? Doktor olmak için altı sene tıp okunuyor. Peki şair olmak için ne gerekiyor? Bir kesekağıdı ve bir kalem, o da olmadı mı sokaklar ve hatta umumi tuvaletlerin duvarları bile pek ala bu işi görür!
Sanatçı özgür olmalıdır. Dokunulmazlığı olmalıdır. Halk sanatçıyı her halükarda, özel konumda olan biri olarak, hoş görmelidir. Toplumda hoşgörü yoksa, o toplum ile iletişim kuramazsınız. Çağdışı, yasakçı, tutucu, şeriatçı söylemler ile bir yere gidilemez. Her ne kadar bunlara milli ve manevi değerler desek de! İşte zaten siyasal yetke bu “milli ve manevi değerler” veya “türk toplumunun örf ve adetleri” yaftasıyla toplumu islam potasında cılk pelte kıvamında tutuyor.
Tanzimat’tan (reform) bu yana bu kâfir olma korkusunu içimizden hala atamadık. Avrupa düşünce tarzını, zihniyetini (mentalité) kavrayamadık. Korka korka büyüdük. Korka, korka düşündük. Düşünce ve muhakeme etme (yargılama) yetilerimizi korkak alıştırdık.
Oysa, korku engeller. Korku duraksatır. Korku geriletir. Korku çökertir. Korku varsa özgürleşme, gelişme, ilerleme, kalkınma olmaz. Kızıl Sultan Abdülhamit zamanında bile bugünkü gibi bir düşünce yasağı, kamusal, dinsel psikolojik bir baskı yoktu; en azından aydınlar, yazarlar sokak ortasında patır patır vurulmuyor, hapislerde çürümüyor, Sivas’ta olduğu gibi toplu halde yakılmıyordu. Bu gidişle Abdülhamit’i mumla arayacağımız günler yakındır.
Çağdaşlaşma, aşama, özgürleşme, gelişme, ilerleme, kalkınma: Id est, yaratma, yaratarak tamamlama, değiştirmedir: Ama, eskisinden çok daha güzel, çok daha kutsal, çok daha insancıl değerler ortaya koyarak.
Bu bağlamda, çağdaşlık, modernlik kavramına ihtiyatla yaklaşmak gerekir. Modern kavramı, “à la mode” olmayı, modaya uymayı, “zırtlaklaşmayı” çağrıştırıyor. Oysa, uygar, medeni (civilisé, cultivé) olmak başkadır. Uygar olmak, klasik, evrensel (üniversel) olmaya gidişin başlangıcıdır. Çağın ötesini görebilmektir.
Ama, eğer siz toplumun karşısına –sermaye demiyorum, çünkü büyük burjuvazinin bile bir yere kadar kendine özgü bir asaleti vardır- varlıklı arabesk sınıfın moloz kültürünü ve abur cubur sanat anlayışını modernlik, laiklik, atatürkçülük, çağdaş olma adına çıkartırsanız, o zaman toplum buna tepki gösterecek, korkacak, içine kapanacak, arabesk değerlere çok daha sıkı yapışacaktır.
Moloz kültürün halka verdiği mesaj nedir? Şu: Sanatçı bohemdir, sanatçı çapkındır...zamparadır, hafifmeşreptir. Eğer sanatçı ve aydın olarak böyle bir görüntü verirseniz, halk da bunu, sanatçı ahlaksızdır olarak algılar, sanat ve kültürden kaçar, kitap almaz, şiir okumaz (ama gizli gizli kendi şiirini yazar, yazdıklarını şiir, kendisini şair zanneder) . Herhalde, öncelikle aydın, toplum gözündeki bu yanlış imajı, bu görüntüsünü değiştirmek durumunda... ve hepsinden önemlisi toplumsal fotoğrafa en geniş açıdan bakmak durumunda
Kuşkusuz, Mevlut Kırnapçı’nın görüşleri hakkında burada derin sosyo-psikolojik ve hatta sosyo-psikiyatrik çözümlemelere girişecek değilim; ancak, kısaca belirteyim ki, genelde, bu tür düşüncelerin kökeni bizim kolaycı, alaturka, lakayt, adamsendeci, oryantal bir toplum olmamızdan kaynaklanır. Kolaya kaçmayı ve kestirme yolları pek severiz. Gerekirse çimlere basarak, telleri delerek, kendimize patikadan yollar açarız; beleşe kaçmak için her türlü engeli yıkarız. Çocukluğunda nasıl ki futbol oynamamış bir türk genci yok ise, aynı şekilde, bir turiste “hello” dememiş gencimiz de yok gibidir. “Hello, havaryu, vatizyorneym, tenku” demekle ingilizce konuştuğunu zanneden bir toplumun, şiir zannederek yazacağı şeylerin de, bu bağlamda, sıradan, bayağı, basmakalıp, özensiz klişeler olacağı açıktır.
Nasıl ki türk futbolu sokak aralarında top oynayan, veya futbol oynadığını sanan, küfürbaz ve kavgacı baldırıçıplak mahalle çocuklarının tepişmesi ile değil, ancak, modern spor tesisleri, yabancı antrenör, ve yabancı futbolcuların katkılarıyla bir gelişme gösterebilmiş ise, aynı şekilde, türk şiiri de, şiir yazdığını sanan kenar mahalle çapkınlarının “zırtlak şiir”leri ile değil, edebiyat dergileri, şiir kitapları, eleştirmen ve gerçek şairlerin katkılarıyla bir gelişme gösterebilecektir.
İşte bunun için “ne kadar çok şiir yazan varsa, toplumumuz o kadar çabuk uygarlaşacaktır! ” demek eksik oluyor. ‘Ne kadar çok tiraj artarsa (ekinsel dergi ve kitapların) , toplumumuz o kadar çabuk uygarlaşacaktır’ demek gerekir. Şiir yazanların artması şairlerin sayısının artacağı demek değildir.
Bazı yazarlar şiir yazmakla futbol oynamayı birbirine benzetmeye kalkışıyor. Şiiri ayağa düşürmek diye buna derim.
İkincisi: Canım bunun kime ne zararı demeyiniz.. Büyük zararı var. Bir kere çıtayı düşürüyorsunuz. Seviye düşüyor. Kalite düşüyor. Halkın değerlerini küçümsediğim sanılmasın. Halkın değerleri önemlidir. Ancak, bir de öte yanda, evrensel etik normlar, klasik, estetik, sanatsal, kültürel değerler vardır. Bunlar çok daha önemlidir. Çıtayı düşürürsek dünya çapında bir atlet çıkaramayız, çıkarsak bile, o da birinci gelemediği zaman bunun özrünü aybaşı bezine endeksler.
Üçüncüsü, ülkede şiir yazanların şaşılacak bir şekilde artması uygarlık göstergesi olmayabilir: Tam tersi çöküş göstergesi de olabilir: Roma İmparatorluğu o çok ünlü orjileri ve erotik şiirleriyle birlikte batmadı mı?
Dördüncüsü de şiir yazanlar’ ın çoğalması -şairler demiyorum- belki de batıdaki günah çıkarmanın alaturka bir karşılığı, göstergesi.. Yani, şiir yazarak kendi kendine günah çıkarma (auto-confession) mı yapılıyor? Toplumsal catharsis, boşalma şiirle mi sağlanıyor yani? Şiir sosyal müshil midir? Eğer böyle ise, zaten şiir yazanların sayısı kaçınılmaz olarak artacaktır. Hiç merak etmeyin!
ŞİİR YAZANLAR VE ŞAİRLER
Ülkemizdeki sistem, tepeden tırnağa, tüm kurumlarıyla birlikte çürürken, sanatı da, sanatçıyı da çürütüyor, çökertiyor. Çürük toplum, medyatik, dünyevi (mondain) , tatsız, cıvık, yavan, kurtlu meyveler veriyor.
Küreselleşen dünyanın kültür bunalımı bu zaten. Türkiye’nin de kültür bunalımı bu: Toplumsal değerler hızla aşınıyor, kırılıyor, çürüyorsa ve eğer siz bu aşınan değerler yerine –gâvurlaşma korkusuyla- başka değerler koyamıyorsanız, yaratamıyorsanız, işte çöküş o zaman başlar.
O zaman, bırakalım da insanlar eleştirmen Mevlut Kırnapçı'nın ileri sürdüğü gibi her “yazdığını şiir sansın”, veya, Oğuz Akay’ın dediği gibi şair “çapkın değilse başarılı olamaz” olsun...
Peki bizim bir aydın, bir yazar, bir şair olarak bu toplumun önünde hiç mi sorumluluğumuz yok? İnsanlara karşı bir sorumluluğumuz yok mu?
İmdi, eğer, bir aydın, bir yazar, bir şair olma iddiasında isek, halka inmeli miyiz, yoksa o mu bize çıkmalı gibi söylemleri de bir kenara bırakalım. Çünkü, aydınlar ve yazarlar olarak biz ne yaptık? Yukarı çıkmaya çalışmadık mı? Halkın içinden çıkıp yukarı doğru tırmanmaya çalışmadık mı? O halde, şimdi tekrar aşağı mı inelim? Bir zamanlar içinde yaşadığımız, eskiden kölesi olduğumuz ilkel, eğrelti değerlere, kurallara tekrar geri mi dönelim? Ya da halka yaranmak için kendimizi öyle mi gösterelim? Özgürlüklerimizden vaz mı geçelim? Yukarıdayız diye aşağıdakileri hor mu görelim?
Hayır. İçinde yaşadığımız toplumu küçümsemeye hakkımız var mı? Yok. Ancak, halk, çapulcu sermayenin dejenere kültürü ile şeriatçı kültürün arabesk dayatması arasına sıkışmış ise, çıkış yolu bulamayınca da kendi içine, kendi içsel, eski, bayat değerlerine dönmek, kapanmak, hiçbir şeye karışmamak, bulaşmamak istiyorsa ne yapacağız? Halkımız yukarı çıkmaya, aşama yapmaya özenmiyorsa, imrenmiyorsa ne yapacağız? .
Örneğin, klasik müzik dinlemenin –anlamasa bile- bir üst değer olduğuna halk inanmalı, bunu böyle bilmeli. Dinleye dinleye günün birinde anlayacaktır. Keza, şiir yazmak, öykü yazmak ve sanatsal eserler vermek de bir üst basamağa geçiştir. Ama, böyle bir hevesleri, arzuları, istekleri, hedefleri, amaçları, hırsları yoksa ne olacak? Siyasal yetke tarafından halk bu şekilde güdüleniyor ise ne yapacağız?
Bazılarının yaptığı gibi kabak çekirdeği külahlarına veya sakızların içine şiir mi yazalım? Mesajı böyle mi ulaştıracağız? Eğer insanlar her zırladıkları an şiir yazarlarsa ve bu yazdıklarını şiir zannederlerse o zaman şaire ne gerek var? Seks, sevgi ve aşkın tiksinti verici bir bulamaç haline geldiği böyle bir toplumda sanata ne gerek var? Edebiyata ne gerek var? Dergilere ne gerek var? Doktor olmak için altı sene tıp okunuyor. Peki şair olmak için ne gerekiyor? Bir kesekağıdı ve bir kalem, o da olmadı mı sokaklar ve hatta umumi tuvaletlerin duvarları bile pek ala bu işi görür!
Sanatçı özgür olmalıdır. Dokunulmazlığı olmalıdır. Halk sanatçıyı her halükarda, özel konumda olan biri olarak, hoş görmelidir. Toplumda hoşgörü yoksa, o toplum ile iletişim kuramazsınız. Çağdışı, yasakçı, tutucu, şeriatçı söylemler ile bir yere gidilemez. Her ne kadar bunlara milli ve manevi değerler desek de! İşte zaten siyasal yetke bu “milli ve manevi değerler” veya “türk toplumunun örf ve adetleri” yaftasıyla toplumu islam potasında cılk pelte kıvamında tutuyor.
Tanzimat’tan (reform) bu yana bu kâfir olma korkusunu içimizden hala atamadık. Avrupa düşünce tarzını, zihniyetini (mentalité) kavrayamadık. Korka korka büyüdük. Korka, korka düşündük. Düşünce ve muhakeme etme (yargılama) yetilerimizi korkak alıştırdık.
Oysa, korku engeller. Korku duraksatır. Korku geriletir. Korku çökertir. Korku varsa özgürleşme, gelişme, ilerleme, kalkınma olmaz. Kızıl Sultan Abdülhamit zamanında bile bugünkü gibi bir düşünce yasağı, kamusal, dinsel psikolojik bir baskı yoktu; en azından aydınlar, yazarlar sokak ortasında patır patır vurulmuyor, hapislerde çürümüyor, Sivas’ta olduğu gibi toplu halde yakılmıyordu. Bu gidişle Abdülhamit’i mumla arayacağımız günler yakındır.
Çağdaşlaşma, aşama, özgürleşme, gelişme, ilerleme, kalkınma: Id est, yaratma, yaratarak tamamlama, değiştirmedir: Ama, eskisinden çok daha güzel, çok daha kutsal, çok daha insancıl değerler ortaya koyarak.
Bu bağlamda, çağdaşlık, modernlik kavramına ihtiyatla yaklaşmak gerekir. Modern kavramı, “à la mode” olmayı, modaya uymayı, “zırtlaklaşmayı” çağrıştırıyor. Oysa, uygar, medeni (civilisé, cultivé) olmak başkadır. Uygar olmak, klasik, evrensel (üniversel) olmaya gidişin başlangıcıdır. Çağın ötesini görebilmektir.
Ama, eğer siz toplumun karşısına –sermaye demiyorum, çünkü büyük burjuvazinin bile bir yere kadar kendine özgü bir asaleti vardır- varlıklı arabesk sınıfın moloz kültürünü ve abur cubur sanat anlayışını modernlik, laiklik, atatürkçülük, çağdaş olma adına çıkartırsanız, o zaman toplum buna tepki gösterecek, korkacak, içine kapanacak, arabesk değerlere çok daha sıkı yapışacaktır.
Moloz kültürün halka verdiği mesaj nedir? Şu: Sanatçı bohemdir, sanatçı çapkındır...zamparadır, hafifmeşreptir. Eğer sanatçı ve aydın olarak böyle bir görüntü verirseniz, halk da bunu, sanatçı ahlaksızdır olarak algılar, sanat ve kültürden kaçar, kitap almaz, şiir okumaz (ama gizli gizli kendi şiirini yazar, yazdıklarını şiir, kendisini şair zanneder) . Herhalde, öncelikle aydın, toplum gözündeki bu yanlış imajı, bu görüntüsünü değiştirmek durumunda... ve hepsinden önemlisi toplumsal fotoğrafa en geniş açıdan bakmak durumunda
Kuşkusuz, Mevlut Kırnapçı’nın görüşleri hakkında burada derin sosyo-psikolojik ve hatta sosyo-psikiyatrik çözümlemelere girişecek değilim; ancak, kısaca belirteyim ki, genelde, bu tür düşüncelerin kökeni bizim kolaycı, alaturka, lakayt, adamsendeci, oryantal bir toplum olmamızdan kaynaklanır. Kolaya kaçmayı ve kestirme yolları pek severiz. Gerekirse çimlere basarak, telleri delerek, kendimize patikadan yollar açarız; beleşe kaçmak için her türlü engeli yıkarız. Çocukluğunda nasıl ki futbol oynamamış bir türk genci yok ise, aynı şekilde, bir turiste “hello” dememiş gencimiz de yok gibidir. “Hello, havaryu, vatizyorneym, tenku” demekle ingilizce konuştuğunu zanneden bir toplumun, şiir zannederek yazacağı şeylerin de, bu bağlamda, sıradan, bayağı, basmakalıp, özensiz klişeler olacağı açıktır.
Nasıl ki türk futbolu sokak aralarında top oynayan, veya futbol oynadığını sanan, küfürbaz ve kavgacı baldırıçıplak mahalle çocuklarının tepişmesi ile değil, ancak, modern spor tesisleri, yabancı antrenör, ve yabancı futbolcuların katkılarıyla bir gelişme gösterebilmiş ise, aynı şekilde, türk şiiri de, şiir yazdığını sanan kenar mahalle çapkınlarının “zırtlak şiir”leri ile değil, edebiyat dergileri, şiir kitapları, eleştirmen ve gerçek şairlerin katkılarıyla bir gelişme gösterebilecektir.
İşte bunun için “ne kadar çok şiir yazan varsa, toplumumuz o kadar çabuk uygarlaşacaktır! ” demek eksik oluyor. ‘Ne kadar çok tiraj artarsa (ekinsel dergi ve kitapların) , toplumumuz o kadar çabuk uygarlaşacaktır’ demek gerekir. Şiir yazanların artması şairlerin sayısının artacağı demek değildir.
Bazı yazarlar şiir yazmakla futbol oynamayı birbirine benzetmeye kalkışıyor. Şiiri ayağa düşürmek diye buna derim.
İkincisi: Canım bunun kime ne zararı demeyiniz.. Büyük zararı var. Bir kere çıtayı düşürüyorsunuz. Seviye düşüyor. Kalite düşüyor. Halkın değerlerini küçümsediğim sanılmasın. Halkın değerleri önemlidir. Ancak, bir de öte yanda, evrensel etik normlar, klasik, estetik, sanatsal, kültürel değerler vardır. Bunlar çok daha önemlidir. Çıtayı düşürürsek dünya çapında bir atlet çıkaramayız, çıkarsak bile, o da birinci gelemediği zaman bunun özrünü aybaşı bezine endeksler.
Üçüncüsü, ülkede şiir yazanların şaşılacak bir şekilde artması uygarlık göstergesi olmayabilir: Tam tersi çöküş göstergesi de olabilir: Roma İmparatorluğu o çok ünlü orjileri ve erotik şiirleriyle birlikte batmadı mı?
Dördüncüsü de şiir yazanlar’ ın çoğalması -şairler demiyorum- belki de batıdaki günah çıkarmanın alaturka bir karşılığı, göstergesi.. Yani, şiir yazarak kendi kendine günah çıkarma (auto-confession) mı yapılıyor? Toplumsal catharsis, boşalma şiirle mi sağlanıyor yani? Şiir sosyal müshil midir? Eğer böyle ise, zaten şiir yazanların sayısı kaçınılmaz olarak artacaktır. Hiç merak etmeyin!