Burhan Gündoğan - Hakkında Yazdığı Tanıtım Ya ...

Uzun zamandır şiiri arıyorum. Şiir ya yüreğimin derinliklerinden süzülüp geliyor ya da bir kıyıda kimsesiz beni bekliyordu.Daha çok serüvenciydim. Gitmek... Anadolu'nun yakın ya da uzak bir yerlerinde hesapsız; durmak... Şiir aslında benim yüreğimde hep vardı ve ben onu biçimlendiremiyordum. İmgeleri arıyordum, onu tam olarak bilmiyordum; onu tanıdığım zamanda epeyce yitiklerim olmuştu. Şunu gördüm: Aslında şiir zamanla olgunlaşıyor, imge zamanla kazanılıyordu. Pişmek gerekti. Yunus gibi. Arınmak gerekiyordu küçük çakıl taşlarının suyla yıkanmasına benzer. Vicdan taşımak gerekiyordu. Hele hele insan olmak için bu gerekliydi. Ben insanım demek için duymak gerekiyordu. Kayıtsız kalmak, kabullenmekti. Öyleyse itirazcı olmak gerekiyordu. Ben yeryüzünde yaşıyorsam, hiçbir şey söylemezsem insan olamamın ne anlamı vardı, bir şeyler demek gerekiyordu. Ve bunun için de söz söylemek, söz almak gerekiyordu. Bir başka deyişle şiir söylemek zamanı olmalıydı benim için. Bunu buldum. Bu pek de uzakta değildi. Bu Yunus' tu, bu Pir Sultan' dı, bu Karacaoğlan' dı bu Nazım' dı, Ahmet Arif'ti bu benim için. Cahit Külebi' ydi Kimi zaman. Kimileyin Yahya Kemal' di 'Dönülmez akşamın ufuklarında, Dedekorkut oluyordum söylenceler içinde. Kağızmanlı Hıfzı oluyordum dizelerde. Veysel Şatıroğlu, Mahzuni Şerif' tim İşte Gidiyorum/ Çeşm-i siyahım. Ben Sümmani oluyordum, onun gibi Narman kazasında onun aklını başında alan gelini arıyordum. Kop dağında akan bir çeşme var/ Serçe parmak kalınlığında suyu/ Haram etmiş uykuyu/ Gece gündüz/ Akar da akar.... O çeşmeyi arıyordum Cahit Külebi gibi. Zaman oysa nasıl bizden hızla alıp götürüyordu bizi. Doğubeyazıt ovasında İran' a doğru yol alıyordum Meteor Çukuru'nu görmek için. Hatta İshak Paşa Sarayı'ndan bakıyordum başında 'top top bulutlar ' taşıyan Ağrı Dağına karşı.Yaşar Kemal gibi bakıyordum.
İnsanı tanımak için ne serüvenler büyüttüm. Harçik vadisinde su boyu yürürken, dağların göğsünde bir ananın bebesini emzirmesine benzer suları vadiye akışına hayran oldum.Ve şöyle dedim: Bir delikanlı genç bir kıza nasıl tutkunsa, bir genç kız sevdiğini nasıl özlemle beklerse ben de öylesine tutkuyla gittim Harçik vadisine. SU UĞULDUYOR DUYUYOR MUSUN dedim sevdiğime. Ahmet Arif' in o tek dizesi yetiyordu bazen ' Yarin bahçesi tarümar'
Şiiri arıyordum, kendimi arıyordum. Şiiri bulduğum zaman da "aha kendimi buldum" diyordum. Şiirin okulu var mı, diyordum. Sorduğum sorularda yine Yunus' a dönüyordum. Ol inci tanesi ben idim/ Beni görmedi umman. Onun dizelerinde yitiyor onun dizelerinde ummandan çıkıyordum. Şiirin okulu halkın bilgi tarlasıydı. Vardı evet şiirin okulu vardı.Dün vardı, bu halktı, yarını da olacaktı; ama bunu kaç kişi bilebilirdi? Bunu arayan biz şairlerdik. Şairliği biz kendimize veremezdik. Onu yine halk bilecekti. O dizeler dilden dile gelip gittikçe kişi şair olacaktı. Şairlik sırça köşklerde şiir yazmakla elde edilmiyordu. Mayası tutmayan hiçbir şey şiir olmuyordu.Pir Sultan'ın büyüklüğü buradaydı. Yüzyıllar içinde dimdik ayakta olan Yunus'un büyüklüğü buradaydı işte.
Şiiri aramak bir merak mıydı? Şiiri aramak bir farklılık elde etmek miydi? Şüphesiz ki hayır. Şiir o anlamda çalışmaya giren için koca bir kayıptı. Ee ben kendim için yazıyorum. Doğrudur bu. İnsan önce kendi için yazmalı. İnsan önce kendi içindeki insan için yazmalıydı. Evet bu yolculuğa ' kalp kalesine 'giderken mumdan gemilerle yolculuğa razı olmalıydı. Sözün uzunu ya da sözün kısası şiir emekle kazanılan bir karşılıksız uğraştır. Bu bir tanım oldu;ama yine de tanımsızlığına hatta azlığına sığınarak şiir bizi yakan, bizi oyalayan, bizi büyüleyen bir tatlı beladır, diyeyim